G Ü N L Ü K / Salâh Birsel
17 Şubat 1988
arikatürcü Ali Ulvi’nin Maçka’daki evi. Kapıyı eşi Bayan Alev açtı.
Salon.
— Kahveyi nasıl içersiniz?
Özür dileyince “ Nes?” dedi. Ona da teşekkür ettim. Kurabiyelerden de perhizde olduğumu söy leyerek sıyrıldım. Bu sırada salona Ali Ulvi girdi. Ev kılığım ancak değiştirmişti. Bayan Alev çekil di. Ne ki, bu kez bir tabak içinde, soyulmuş ve di limlenmiş elmalar getirip önüme bıraktı. Artık ses çıkarmadım.
Laf hemen yerini buldu. Canım parçası ve sev diğim, gözleri güzel kitaplar bir bir boy boyladı. Ali Ulvi gerçek bir okuma maratoncusu, Kuran’- dan, Incil’den tutun da Kate Millett’in Cinsel Po- litika’sına, Erik Jan Jürcher’in birkaç ay önce ya yımlanan Milli Mücadele’de Ittihatçılık’ına değin hemen hemen çengel atmadığı kitap kalmamış. Gençliğinde, haftada iki kitap hatmedermiş, ince ve küçük olduğu vakit de dört. Çalışma yöntemi de değişikmiş. Son yıllara kadar gündüz uyur, ge cenin rozası altın değer sessizliğinde de kitap okur muş. Karikatürlerini de sabah açılmaya başladığın da çizermiş.
Derken laf Sait Faik’e kaydı. Onunla tanışıklı ğı ölümünden üç yıl önce başlamış. Sait’in Kulis döneminde. Kendisine değer vermeye başlaması da Sait’in bir gün kahvede Gide’den açtığında baş ver miş. Çünkü Gide’in bir sözünü bir türlü anımsa- yaınıyormuş. Ali Ulvi ise o günlerde, bol kepçe Gi de okuduğundan onun bulamadığı terimi aladışap- pak fıslayıvermiş: “Karşılıksız eylem” . Hem de bu nun yanına terimin Fransızcasını (acte gratuit) kat mayı da unutmamış.
Sait’le çokluk Kulis'te buluşuyorlar, öbür arka daşlarıyla birlikte tiyatroya, sinemaya, meyhane ye gidiyorlar dır. Ali Ulvi o zaman filmci Nahit
Ata-• T 'T -îSO 'V Sjib
— Hiç ummazsın, Sait çok iyi kafa vurur, diz çıkarır ve aparküt çekerdi.
Bizimkiler az sonra Taşlık’ta (Maçka), Kuzu’- dadırlar. Yanlarına Ahmet Üstel’i de almışlardır. Yani oraya Üstel’in arabasıyla gelmişlerdir. Orta dan kaybolan süzgün ve büzgün H atun’un oraya gideceğini hesaplamışlardır. Gerçekten de ordadır. Bu kez de kütük gibi bir adamın arkasına sığın mıştır. Boyu Sait’ten de Ulvi’den de (İm 93) kısa dır ama yüzünün çıtçıt, bozuktur. Ulvi adama ba kar bakmaz bunu sezmiş ve bir vüyyyy çekerek: "Kulis’te dört adamın suyunu çıkardık, ister mi sin bu adam da burda üçümüzü birden pataklasın” demiştir.
Adamı Sait’in gözü de tutmamıştır. Ama yiğit liğe toz kondurmamak için ilerlerler.
Al sana papaz, adam Ahmet Üstel’in Galatasa ray’dan sıra arkadaşı çıkmasın mı? Bu dürümda kavgaya ve de gönül kırmaya ne gerek! Sarma ci- garalar ve tokalaşmalar olur. Süzgün ve büzgün H atun’la da barış imzalanır. Çıtıçıtı bozuk adam onları masalarına da buyur ederse de bizimkiler da ha çok yüz vermek istemezler.
Dışarı çıktıklarında Ali Ulvi tuhaf bir görünümle karşılaşır. Sait, daha önce nereden almışsa almış, cebinden küçüklü, büyüklü bir sürü taşı çıkarıp ye re atıyordur.
— Yahu bunlar ne? — Kavaava seldik ya.
Sait Faik Abasıyanık (1906-1954).
man ve Ahmet Üstel’le Cihangir’de bir evde otu ruyordun Ev kulüp gibidir. Bir üs, karikatürcüle rin çoğu tanrının günü ordadır. Herkes karikatü rünü orda çiziyor, bir yerlere gidilecekse orda ka rar altına alınıyordun Orada zaman zaman Özde mir Asaf’la Sait de görünür.
Ali Ulvi bir gün Sait’le yanyana bir kavga da çe virir. Yine İstiklal Caddesi’nde, Atlas Sineması içindeki Kulls’tedirler. Birden üslerine dört deli kanlının geldiğim görürler. Fınh, fınh, fınh, bu runlarından soluyorlardır. Bunları az biraz önce tartıştıkları süzgün ve büzgün bir bayan gönder-, miştir. Nedir, Sait’le Ulvi, o dört genci öyle bir paspastan geçirirler ki zavallılar “ kaçmak gürbüz
bilimdir’ ’ süzme sözüne uymaktan başkâ çıkar yol Kjşiseı Arşivlerde İstanbul Belleği
bulamazlar. Taha Toros Arşivi