T
T-
<T
KENDİNİ DAİMA “EK
BÜYÜK"KABUL EDERDİ
f
ahya
Kemalin en çok sevdiği ve pek büyük
bir
«şevk»
le yaptığı şeylerden biri de, en ün
lü Türk şâirlerinin, çoktan hâfızalarda yer etmiş
şiirlerini
«tashih»
etmek, düzeltmekti...
Bu alışkanlığını, Paris'te öğrenci iken, büyük ustası Jean Moreas’tan kazanmış ve ömrünün sonuna kadar da sürdürmüş tü ...
leri gibi, önceleri Hâmid’in «parlak» mısraları karşısında gözleri kamaşır ve hattâ «Hâmtdâne» mısralar karalar... Paris’e yeni gittiğinde bir iki kez Hâmid’le karşılaşır. Fakat o zamanlar da ha «pek genç bir öğrenci» dir. Ve yeni yeni «şiir dilini» bul maya çalışmakta, bunun içinde bazı ön çalışmalar yapıp ancak:
Canavarlar kaçıyormuş gibj giir bir doludan Bir saiip ordusu bozgun kaçıyor NiğboJu’dan
Onun için de Parkotel'deki sohbetlerimizde sık sık bu ko nuya gelir ve ısrarla edebiyat tarihlerimize adları «büyük» ola rak geçmiş olan şâirlerimizin en ünlü meralarındaki halâlı yön leri belirtmeye çalışırdı... Ve böylece de «en büyük» ün yine kendisi olduğunu karşısındakine anlattığını sanır ve hele o da düşüncelerine katıldığını söylerse «Hayal Şehir» şâirinin yüzün deki «memnuniyet ifâde«» en az iki kat olurdu... — 2n çok da karşısındakinin «şür zevki» hakkındaki «mübalağalı İltifatları nı» bu zamanlar yapardı!—
Bu vüzden de Yahya Kemal’le sohbetlerimiz sırasında, bu konuda hayli zengin «malzeme» toplamış oldum ... İlginç olan lardan bir kısmını aşağıda bulacaksınız.. ,Ve Beyatlı’mn, ısrar la üzerinde durduğu Şâirlere dikkat etmekle de, kendisine «en büyük rakip» saydığı şâirlerin kimler olduğunu öğrenmiş olacak sınız! ...
Hâmid adı «edebiyat piyasası» nda büyüğe değil «en büyü ğe» çıkmış ve kendisine «Şâir-i A ’zam» adı verilmişti... O halde Yahya Kemal'in zihni ister istemez Hâmid’in mrnralarına takı lacak ve onda gördüğü aksayan yönleri sıralıyacaktı... Ama is ter konu Hâmid'den açılsın, ister başkasından... Yeter ki Şâ irin kafası bir kez Hâmid’e takılmış olsun... Ona yönelmek için nasıl olsa bir fırsat yakalıyacaktır... Zâten bu konuda büyük
«Mıtisas» ı vardır...
Yahya Kemal’in de, devrinin bütün yeni yetişen genç şâir
Sicilya kızlan üryan omuzlarında sebû; Ahularında da çepçevre gülden efserler,
gibi beyitlerini yontmaya çalışmaktadır... Bu yüzden de «en büyük şâir» karşısında, «yeni yetmen» Yahya Kemal ağzım pek açmaz, yalnızca «Makber» şâirinin tutuk ve peltek ifâdesi ile anlattıklarını dinler... O kadar!
1906’da ise, «genç Şâir» o zamanlar görevle Londra’da bulunan Hâmid’le görüşmek için İngiltere başkentine gider... Bu ziyaretini, Yahya Kemal’den dinliydim:
— 1906 temmuzunda Paris’ten Londra’ya gittim. Pika- düli’de bir otele indim. Burası Wr Fransız kartKesi ('mahalle si) gibidir. Hâmid de bu meydanın kenarında oturuyomuış. Evini arayıp buldum, büyük binalar arasında sıkışmış, iki kat lı bir yer. Hâmid Bey o zaman Müsteşardı ve ayda 150 altın gibi çok iyi bir para abyordu...
Kendisiyle konuşurken anladım ki, ne İngiltere’nin, ne de Avrupa’mn büyük şâirlerini tanıyor; kafası da hâlâ Şarklı... Nitekim Ilhan, Turhan (Hâmid’in piyeslerinin adlan) bunun misalidir. Evde, işlerine bakan Ubeydullah’Ia beraber kalıyor du. Hâmid Bey, beni ısrarla içki içmeğe dâvet etti. Gittik. Fakat Hâmid Bey içki içince çok değişiyordu. Bilhassa âdî bar
kızlarına fazla sataşıyordu. (15/E k im ./I955 tarihli sohbetimiz den).
İçince bar kızlarına fazla sataşan bu «en büyük şâir» in mısralarma da Yahya Kemal, sohbetlerinde fazla sataşırdı... Ve özellikle Hâmid’de «ölçü» nün bulunmayışına dikkati
çe-lllll
kerdi. Bir gün Hâmid’ln en ünlü piyesi olan Finten’den ve onun Shakespeare’in Otello’sunu andıran ünlü kahramanı Davalaciro’ dan bahsederken şöyle demişti:
— Davalaciro’nun en meşhur nidasına bakın;
Bahr-ı zehhar değil, ebr-i şererbâr değil Hep yanardağlar ile dolsa civarım dönmem.
Civar küçük bir yerdir. Bir yanardağ bile stğptaz... Etraf dese haydi ne ise n e ... Ben bergün Vezüv’ün yanma gittim. Ak şama kadar canım çıktı... Halbuki Vezüv’ün bHe kaç civan var. Sonra ay m beyitte Hâmid >bahr-ı zehhar» diyor; yâni kaynayan deniz. Kaynayan denizse koca oseamhr, okyanustur. Halbuki
«ebr-i şererbâr», yâni kıvılcım saçan bulut He aralarında propor- siyon (uygunluk) yok. Velhâsıl Hâmid de Nâmık Kemal’e hay ran oluşu ile etrafındakiler« kendisine hayranlığının kurbanı oldu... — Ne tuhaf raslantı!... Ay m şey, yâni çevresindeki
«aşırı hayranlar» ın kurbanı olmak, ton zamanlarında Yahya Kemal’in de başına geldi; Hürriyefte yayınlanmış oton şiirle rinden çoğu da bunun hâzin örnekleridir!—
Yine Hâmid Makber’de
Bir gün dedi ıztırap içinde, Ben ölmeğe gelmişim bu Hind’e, ölmek dedi kahkahayla güldüm,
Duydum ki fakat içimden öldüm,
diyor. Halbuki sonuncusunda:
«Güldüm, fakat ah içimden öldüm» deseydi, daha doğru su diyebüseydi mısra daha güzel olurda.
Sonra Hâmid, kızkardeşi Mihrinnüsa Hamm’ın ağzı ile:
«Sarı bir güldün ey adem çiçeği» , «İstemezdim sana verem demeğiı
diyor. Verem, bir hastalıktır. Artık gekniş. Ben olsam şöyle söylerdim:
Sarı bir güldün ey adem çiçeği İstemezdim verimlisin deme demeği.
FİKRET’E GELİNCE
Fikret, Servet-i Fünûn edebiyatının yalnız en büyük şâiri olmakla kalmamış aynı zamanda eşsiz kişiliği ile de bütün ar- -adaşlarını etkisi altında bırakmıştır... Hattâ Hüseyin Câhid gibi, «Çok eski zamanlarda obaydı, belki isim bir Peygamber diye ahlâfa intikal ederdi.» (Edebî Hatıralar, 1935) diyerek kendisini Peygamberieştirenler» de olmuştur...
Böylesine etkileyici bir «kişiliği» olan Fikret, yalnız
«başbuğ» u olduğu Servet-i Fünûn edebiyatçılarını değil, daha sonraki kuşakları da derin-bir surette peşinden sürüklemiştir...
Nitekim Yahya Kemal, «Portreler» adlı kitabında, «Ru- bâb-ı Şikeste» şâirinden bahsederken, «Kendi neslimin bütün çocuktan üzerinde olduğu gibi, rûhumda, ahlâkımda, zevkimde, lisânımda, sanatımda en büyük tesiri o krâ etmiştir» diyor (s. 6, 1968).
Kendisini böylesine etkileyen Fikret, Yahya Kemal’in soh betlerinde, şiirleriyle «boy hedef» terinden biri olurdu... Yine bir gün:
— Fikret, etrafındaki şiirden ani ¡un ıv anlarla devrinin kur banıydı. O zaman sanata dikkat yoktu. Onun en ufak falsosu bugün gaf gibi geliyor, dedikten sonra. Rubab-ı Şikeste şâirinin şiirlerinde bulduğu hataları şöyle sıralamıştı:
Fikret:
«Kenan evine yâreli dönmüş geliyordu»
diyor. Fikret’in (andansı Türkçe söylemek:
«Ken’an yaralanmış eve yorgun geliyordu» demeliydi. Yine Fikret:
«Pişinde bir âvâze-i şa;ı yükseliyordu»
diyor.
«Alkış sesi her yandan uçup yükseliyordu» demeliydi.
Fikret, «Balıkçılar» da:
«Bugün açız yine evlâtlarım» der... Bu levmten havadır. Manakyan üslûbudur. Yine Fikret, «Nesrin» de: «Lâkin artık.»
der. «Lâkin» e ne lüzum var? Hem o kız böyle bir dil kullanır
mı.'
Sonra, Fikret gibi dikkatli bir şâirde bile mantık hatası var =
Bugün doğan çocuğundan terâne beklerken = Figan duyan beşeriyet.
diyor. Hiç yeni doğan çocuk şarkı söyler mi? Gâyet tabii ağla- =
yacak... = =
Yahya Kemal sohbetlerinde Fikret’in hocası «Üstad» Ek- = = rem’in şiirlerine de takılırdı... Bir gün Recaizâde hakkında şun- Ş E
lan söyemlştl: E Ş
— Recaizâde Mahmut Ekrem’de de mantık hatam pek çok. = = Meselâ:
«Muhammed Onbaşı bir çok gazada şöhretgir» = S
diyor... Muhammed Onbaşı o kadar gazada şöhret kazanıyor E Ş da yüzbaşı bile olamıyor... İŞE
Bizde inceden inceye şiir üzerinde durmak pek çok, üs- E Ş teiik gittikçe de azaiıvor... Meselâ yine Recaizâde: Ş E
Ey sâçı zer seni söyler bana dağlar, dereler Ş E
Gayret-i ahım ile kûh inler» Ş E diyor. Halbuki şövle yazmalıydı: —
Sanırım ismini kuşiar heceler, = Su çağıldar kuzular kırda meler, Ş E
Seni söyler bana dağlar,, dereler, Ş E
Hep senin aşkın eserken serde. Ş E Hüsn ü ânın görünür her yerde, Ş E Gezdiğim duygulu vadilerde, Ş E Seni söyler bana dağlar, dereler.» Ş E
NAMIK KEMAL’DE BİLE
Nâmık Kemal, yalnız Tanzimat Edebiyatı’nın değil, daha sonraki dönemlerin de vatan ve kahramanlık şâiri olarak kal mıştır... Fakat Yahya Kemal, onun da en ünlü mısralarını soh betlerinde «düzeltirdi»:
— Nâmık Kemal’de de bozuk mısndar vardır:
«Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda»
diyor.
«Ai kanla kılıçtır görünen bayrağımızda»
deseydi imâle ortadan kaıkar, mısra da daha güzel olurdu.
«Can korkusu gezmez ovamızda, dağımızda»
diyor. Halbuki:
«Her yanda bir arslan dolaşır toprağımızda» demeliydi.
Yine Nâmık Kemal:
«Gavgâda şehâdetle bütün kâm alırız biz
OsmanlIlarız can veririz nâm alırız biz» diyor. Hattmki «Harboldu mu derhal atılır kâm alırız biz»
deseydi hem dil, hem âhenk kurtulurdu..
Y A R I N
YAHYA KEMAL VE ÖLÜMÜ DUYUŞ
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi