• Sonuç bulunamadı

Akıl ve ruh sağlığı bozuk olgularda zorla tedavi: şiddet mi? gereklilik mi?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Akıl ve ruh sağlığı bozuk olgularda zorla tedavi: şiddet mi? gereklilik mi?"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

Akıl ve Ruh Sağlığı Bozuk Olgularda Zorla Tedavi: Şiddet Mi? Gereklilik

Mi?

Arş. Gör. Ayten Püren DOĞANAY1

Prof. Dr. Hakan KAR2

1 Çağ Üniversitesi 2 Mersin Üniversitesi

Amaç

İnsanlık tarihinden beri varlığını sürdüren şiddet günümüz dünyasında kendisini çok farklı şekillerde göstermektedir. Daha önceleri şiddet tanımı içerisinde değerlendirilmeyen birçok davranış ya da söylem bugünkü şartlarda kimi zaman tedavi edilmesi gereken bir sorun, kimi zaman ayıplanma hatta cezai yaptırımlar olarak sonuçlandırılmaktadır. Sağlık alanında da kendisini çok sık gösteren şiddet vakaları hem hekimler, hem hastalar hem de tedavi merkezleri açısından problemler yaratmaktadır. Anayasa m. 17/2 hükmü çerçevesinde akıl hastalarının kendilerine rızaları dışında uygulanacak tedaviler konusunda ise uygulamada bir takım sıkıntılar yaşandığı bilinmektedir. Kişilerin sırf insan olması sebebiyle sahip oldukları temel insan haklarından olan kişi dokunulmazlığı hakkının bu kişiler açısından ciddi anlamda sınırlandırıldığı görülmektedir. Bu durumun taraf olduğumuz “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi (Biyotıp Sözleşmesi)’nin en önemli maddesi olan m.2’ye aykırılık teşkil ettiği düşüncesiyle bu çalışma hazırlanmıştır. Bu çalışmada yetişkin ancak akıl hastalığı sebebiyle ayırt etme gücü olmayan kişiler açısından yapılacak değerlendirmede öncelikle tıp etiği ön planda tutularak, ne ölçüde tedavi sürecine katılabilecekleri, bu yetkinin tanınmadığı hallerde ise hekimin zorla tedavisinin şiddet sayılıp sayılmayacağı incelenmesi amaçlanmaktadır.

Gereç ve Yöntem

Çalışmanın konusu yalnızca Türk Medeni Kanunu m. 13 içerisinde yer alan ayırt etme gücü kısmen ya da tamamen ortadan kalkan kişilerin, ihtiyaçları doğrultusunda zorla tedavi edilmelerinin şiddet kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin ilgili mevzuatlar doğrultusunda özellikle etik yönden incelenmesinden ibarettir. Yaş küçüklüğü ya da uyuşturucu uyarıcı madde kullanımı gibi diğer sebeplerle ayırt etme gücünün olmadığı kabul edilen kişiler bu çalışma kapsamı dışında tutulmuştur.

Bulgular ve Sonuç

Akıl hastalığı sebebiyle ayırt etme gücü olmadığı kabul edilen kişilerin sırf insan olmaları sebebiyle ve tıp etiği ilkeleri göz önünde tutularak mümkün olduğu şekilde tıbbi müdahalelerin içeriğine ve aşamalarına katılmaları, özerklik haklarına saygı duyularak müdahalenin o kişi açısından son derece elzem olduğu hallerde insan haklarına saygı

(2)

2

duyularak tıp etiğine ve mesleki standartlara uygun tedavi edilmeleri gerekmektedir. Aksi halde insan haklarına aykırılık teşkil edecek olan bu durum şiddet olarak kabul edilebilecektir.

Anahtar Kelimeler: Ayırt etme gücü, hak, hasta, zorla tedavi.

Compulsory Treatment of Mental Health Cases: Violance or Requirement?

Research Assistant A. Püren DOĞANAY1

Professor Hakan KAR (M.D)2

1 Çağ University 2

Mersin University

Purpose

Violence, which has existed since the history of mankind, manifests itself in many different ways in today's world. Many behaviors or discourse, which was not previously considered in the definition of violence, is sometimes concluded as a problem to be solved, sometimes defamation or even criminal sanctions. In the area of health, the violence itself is very common and also causes problems in terms of both physicians, patients and treatment centers. In the context of the article 17/2 of the Constitution, it is known that there are some difficulties in the treatment of mental illnesses except for their consent. It is seen that the right of individual immunity from their basic human rights, because of the fact that they are human, is severely limited for these individuals. This study was prepared with the idea that this situation was contrary to article 2 of Convention for the Protection of Human Rights and Dignity of the Human Being with regard to the Application of Biology and Medicine Convention on Human Rights and Biomedicine in terms of the application of Biology and Medicine, which is the most important agreement. This study scope adults, who have not got the ability to distinguish because of mental illness, firstly, the extent to which medical ethics can be taken into consideration is examined. In addition, in cases where this authority is not recognized, it is aimed to examine whether the physician's compulsory treatment is considered to be violence.

Materials and Methods

The subject of the study takes into account only those persons who have partially or completely eliminated the power of discrimination within the Article 13 of the Turkish Civil Code, and consist of an ethical examination of the fact that their compulsory treatment can be evaluated within the context of violence. Persons who are deemed not to have the power to discriminate due to age or other reasons such as drug stimulant use are excluded from this study.

(3)

3

Findings and Conclusion

People, who are considered to be non-ability to distinguish because of mental illness, are required to participate in the content and stages of medical interventions only because they are human and as far as possible in accordance with the principles of medical ethics. In addition, respect for human rights should be respected in accordance with human rights and medical ethics and professional standards. Otherwise, this situation will be considered as a violation of human rights.

Keywords: Ability to distinguish, compulsory treatment, rights, patient.

Giriş

Dünya Sağlık rgütü’ne göre şiddet, “

o c o o o o olarak tanımlanmıştır

(Polat, 2017, s.15). İnsanlık tarihinden beri varlığını sürdüren şiddet günümüz dünyasında kendisini çok farklı şekillerde göstermektedir. En sık görülen şekli, kadına ve çocuğa şiddet olmakla beraber, fiziksel şiddet, duygusal şiddet ve cinsel şiddet ana başlıkları olarak belirtilebilir. Hatta çoğu zaman şiddet türleri birlikte görülmektedir. Şiddet sonucunda ortaya çıkan zararlar da fiziksel ve psikolojik olarak kendisini göstermektedir. Daha önceleri şiddet tanımı içerisinde değerlendirilmeyen birçok davranış ya da söylem bugünkü şartlarda kimi zaman tedavi edilmesi gereken bir sorun, kimi zaman ayıplanma hatta cezai yaptırım olarak sonuçlandırılmaktadır. Sağlık alanında da kendisini çok sık gösteren şiddet vakıaları hem hekimler, hem hastalar hem de tedavi merkezleri açısından problemler yaratmaktadır. Anayasa m. 17/2 “T o c

o ; o . hükmü

çerçevesinde akıl hastalarının kendilerine rızaları dışında uygulanacak tedaviler konusunda ise uygulamada bir takım sıkıntılar yaşandığı bilinmektedir (Resmi Gazete (RG) T.:09.11.1982 S.:17863). Kişilerin sırf insan olması sebebiyle sahip oldukları temel insan haklarından olan kişi dokunulmazlığı hakkının bu kişiler açısından ciddi anlamda sınırlandırıldığı görülmektedir.

Ayırt etme gücü kısmen ya da tamamen ortadan kalkmış kişilerin zorla tedavi edilmesinin mevzuatlar ve taraf olduğumuz antlaşmalar gereği mümkün olduğu görülmektedir. Biyotıp Sözleşmesi’nin (RG T.:20.04.2004 S.:25439) “Akıl Hastalığı Olan Kişilerin Korunması” başlıklı 7. maddesinde yer alan hükmünde ancak tedavi uygulanmazsa kişinin sağlığına ciddi zarar gelmesinin muhtemel olduğu durumlarda rızası aranmadan -zorla- tedavisinin mümkün olacağı yer almaktadır.

(4)

4

Türk Medeni Kanunu (RG T.: 8.12.2001 S.:24607) vesayeti, dolayısıyla kısıtlamayı gerektiren halleri belirlemiştir. Akıl hastalığı ve akıl zayıflığı da kısıtlamayı gerektiren hallerdendir. Türk Medeni Kanunu 405. madde gereğince “A

o o ” kısıtlanmaktadır. Bu da akıl

hastalığı ya da akıl zayıflığı dolayısıyla kişinin kendi başına karar veremeyeceği, onun yararına yasal temsilcisinin yani vasisinin karar verme sürecinde yer alacağı anlaşılmaktadır.

Türkiye’de hekimlik mesleği icra etmeye yetkin olan kişilerin mesleklerini icra ederken uymak zorunda olduğu bir takım etik kurallar bulunmaktadır. Hasta-hekim, hekim-hekim ve hekim-hekim-diğer sağlık personelleri ilişkisini düzenleyen bu kurallar Tıbbi Deontoloji Tüzüğü (RG T.:19.02.1960 S.:10436), Türk Tabipler Birliği Meslek Etik Kuralları (TTBMEK, T.:01.02.1999), Diş Hekimleri Meslek Etik Kuralları ve Türk Eczacılar Deontoloji Tüzüğü’nde ve ilgili sözleşmelerde ele alınmıştır. Adı geçen düzenlemeler birbirileriyle yakından ilgili olup aynı zamanda içlerinde Anayasa başta olmak üzere birçok yasa ve sözleşmelere uyum göstermektedir.

Ayırt etme gücüne sahip olmayan kişiler üzerinde yapılacak tıbbi müdahaleler konusuna gelmeden önce, kişilerin devlet tarafından sağlanması gereken sağlık hakları olduğuna değinmek gerekir. Herkesin insan olmaları sebebiyle sahip olduğu sağlık hakkı bir yönüyle devletin müdahalesini engelleyen negatif statü hakkı olmakla birlikte diğer yandan devletten müdahale isteme hakkını sağlayan pozitif statü hakkı olarak da kendisini göstermektedir. Sağlığın en geniş tanımı Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi (T.: 16.12.1966 S.:2200 A (XXI), Yürürlük Tarihi: 03.01.1976), 14 No’lu Genel Yorum içeriğinde yer almaktadır. Buna göre “S

o o c o o ” olarak tanımlanmıştır. Burada sağlık hakkının devlet

tarafından bütün insanlara ayrım gözetilmeden sağlanması gerektiği açıklanmıştır. Kişilerin sağlıklarını koruma ve sağlıkları bozulduğunda tedavi ederek kişileri sağlığına kavuşturan meslek grubu hekimlerdir. Bu sebeple de hekimler hasta üzerinde bir takım tıbbi girişimlerde bulunurken bir takım ilkelere uymakla yükümlüdürler.

Tıbbi etiğin ilkeleri olan zarar vermeme, yarar sağlama, özerklik ve adalet tıbbi etik düzenlemelerinin temellerini oluşturmaktadır. Bu bağlamda çalışmanın konusu özellikle hekimin zarar vermeme yükümlülüğü ve hastanın özerklik hakkı açısından değerlendirilmesidir. zerklik hakkı Anayasa m.17 hükmü çerçevesinde ortaya çıkarılmış bir haktır. Bu hak, kişinin öncelikle kendi kişisel varlığını koruma, kendi kaderini tayin etme ve aydınlatılmış onamının alınması varlığına bağlı olarak kendisine tıbbi müdahalelerde bulunulabilmesi ile ilişkilidir (Yücel, 2018, s.197) . TTBMEK de hekimlerin hastalara tıbbi müdahalelerde bulunurken evrensel tıbbi etik ilkelerine uymaları gerektiğini belirtmektedir.

(5)

5

Tıbbı müdahaleyi hukuka uygun hale gelmesini sağlayan şartların başında kişinin bilgilendirilmesi yani aydınlatılmış onamının alınması gerekmektedir. “Hasta haklarına saygı” başlıklı TTBMEK m.21’de adı geçen hastanın bilgilendirilmesi kapsamının ne olduğu Hasta Hakları Yönetmeliği (RG. T.: 01.08.1998 S.:2342) m.15 açıkça yer almaktadır. Bu yönetmelikte yer aldığı şekliyle hekim tarafından hastaya yapılacak bilgilendirmenin

“h sebep c c c muhtem o o o c riskleri, k c o o î c ” hususlarını içerecek

şekilde yapılması gerektiği belirlenmiştir. Aynı yönetmelik 24. madde ve TTBMEK m.26’da da yine aynı şekilde söz konusu kişiye müdahale edilmeden önce aydınlatılmış onamına dayalı rızasının alınması gerektiği belirtilmiştir. Tam ehliyetli kişiler açısından usulüne uygun şekilde onam alınmış olmaları halinde (endikasyon ve rıza aranmadığı haller hariç) yapılan tıbbi müdahalenin hukuka uygun olacağı açıkken, söz konusu akıl ve ruh sağlığı bozuk kişiler üzerinde yapılacak işlemler olduğunda bu kişilerin rızası aranmadan onların vücut bütünlüklerine müdahalede bulunulmaktadır. Bu konu ile alakalı olarak Hasta Hakları Yönetmeliği m.24/2’de “ o

o c o c c ”, TTBMEK m.25/2-3’de ise “Acil durumlar ile, o c o c c c ” ve “…T o o c o c belirtilmiştir. Burada önemli olan durum, bu hastalara zorla

tedavi uygularken onların haklarının ne derecede ihlal edildiği konusudur.

Zorla Tedavi

Akıl veya ruh sağlığı bakımından yetersiz olması dolayısıyla kendisine yapılacak müdahaleyi tam olarak algılama yeteneği olmayan bu kişiler açısından rızaları alınmadan kendilerine tıbbi müdahalede bulunulması zorla tedavidir (Süzer zkan, Şen, 2017, s.176). Zorla hastaneye yatırma eylemi de zorla tedavinin başka bir formu olarak kabul edilebilir. Her ne kadar yürürlükteki mevzuatlar uyarınca ayırt etme gücü olmayan kişilere rızaları aranmadan tıbbi müdahalede bulunulması hukuka aykırılık teşkil etmese de tıp etiği açısından bir takım sıkıntılar yaratmaktadır.

Akıl ve ruh sağlığı bozukluğu tanısı almış kişiler üzerinde her ne kadar sıklıkla zorla tedavi uygulandığı görülse de insan olmaları dolayısıyla sahip oldukları en temel hak olan kişi dokunulmazlığı hakkı yani vücut bütünlüğü ve dolayısıyla özerlik haklarına son derece müdahale edildiği açıktır.

(6)

6

Zorla tedavi mevzuatlarda her ne kadar terimsel olarak bu şekilde yer almasa da Hasta Hakları Yönetmeliği m.31/1 içeriğinde “ c

o o ndirilmesi” olarak belirtilmesinden dolayı bu kişilerin

yerine yasal temsilcilerinin söz konusu tıbbi müdahalelere rızalarının yeterli olduğu, asıl hasta olan ayırt etme gücüne sahip olmayan kişilerin rızasının aranmadığı anlaşılmaktadır. Ancak, taraf olduğumuz Biyotıp Sözleşmesi incelendiğinde bu konuyla alakalı bir takım maddeler göze çarpmaktadır. Biyotıp Sözleşmesinin en önemli maddesi olan m.2 uyarınca taraf devletler “ o ” tutacaktır. Ruh ve akıl sağlığı bozuk olmasından dolayı ayırt etme gücü yeterli olmayan ya da hiç bulunmayan kişilerin zorla tedavi edilmesi kendi yararlarına olacağı gibi diğer yandan da bir bakıma ayırt etme gücü olmayan kişileri “toplum yararı” adı altında toplumdan uzaklaştırma amacı da beklenmektedir. Bu durumlarda bizzat o ehliyetsizin endikasyonu olmaksızın tedaviye tabi tutulması her şeyden önce Biyotıp Sözleşmesine aykırılık teşkil edecektir. Sözleşme aynı zamanda muvafakat verme yeteneği olmayan kişileri de koruma amacı gütmektedir. “Muvafakat verme yeteneği bulunmayan kişilerin korunması” başlıklı 6. maddesi yine benzer şekilde riskli gruptaki bu kişiler üzerinde yapılacak müdahalelerin yalnızca doğrudan onun yararı için yapılabileceğini belirtmektedir. Ancak Hasta Hakları Yönetmeliği’nde de yer aldığı şekilde bu kişilerin kanuni temsilcilerinin rızaları dahilinde tıbbi müdahalenin yapılabileceği aynı zamanda bu kişilerin mümkün olduğu ölçüde karar verme sürecine katılmalarının sağlanması belirtilmiştir. Diğer bir maddede ise, ileri derecede akıl hastalığı olan kişilerin, yalnızca böyle bir tedavi uygulanmazsa sağlığına ciddi zarar gelmesinin olası olduğu durumlarda, rızası olmaksızın akıl hastalığının tedavisinin sağlanması gerektiği yer almaktadır. O halde, her ne kadar kişi ayırt etme gücüne sahip olmasa da rızası olmadan vücut bütünlüğünün ihlal edilmesi yalnızca ileri derecede akıl hastalığı olan ve ciddi sağlık tehlikesi halinde mümkün olmalıdır.

Akıl ve ruh sağlığı bozuk olması dolayısıyla ayırt etme gücü kısmen ortadan kalkan kişilere uygulanacak tedavi bakımından uygulanacak prosedür etik yönden daha belirgindir. Şöyle ki bu kişilerin tedavi sürecine katılmaları rasyonel karar verebilmeleri halinde mümkün olabilecektir. Kendisine uygulanacak tedaviyi algılama yeteneği kısmen de olan kişinin bilgilendirilmesi mümkün olabileceğinden onun anlayabileceği şekilde bilgilendirilip rızasının alınması sonucunda tıbbi müdahalenin yapılması özerklik hakkını koruyacaktır. Bu konudaki asıl problem ayırt etme gücü tamamen ortadan kalkmış kişilere yapılacak olan müdahalelerdir. Kişinin ayırt etme gücüne sahip olmamasının onun insan onuruna yakışır muamele görmesine ve temel insan haklarına saygı duyulmasına engel teşkil etmemesi beklenmektedir.

(7)

7

Sonuç

1. İleri derecede akıl hastalığı olan kişilerin, yalnızca tedavinin uygulanmaması halinde sağlığına ciddi zarar gelmesinin olası olduğu durumlarda, rızası olmaksızın akıl hastalığının tedavisinin sağlanması uygun olacaktır.

2. Kendisine uygulanacak tedaviyi algılama yeteneği azalmış durumda olan kişinin bilgilendirilmesi mümkün olabileceğinden kişinin algılayabileceği düzeyde bilgilendirilip rızasının alınması ve karar verme sürecine aktif katılımı sonucunda tıbbi müdahalenin yapılması özerklik hakkını koruyacaktır.

3. Akıl hastalığı ya da zayıflığı dolayısıyla tıbbi tedaviye tabi tutulacak kişilerin tedavi sürecinde uygulanması gereken prosedürler hakkında hekimlere ve hukukçulara farkındalık arttırıcı eğitimler düzenlenmesi, insan onuruna uygun olmayan uygulamaların azalmasına katkı sağlayacaktır.

Kaynakça

1. POLAT, O. (2017), Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 22, Sayı 1, 2017. 15-34.

2. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası

3. Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin

Korunması Sözleşmesi

4. Türk Medeni Kanunu 5. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü

6. Türk Tabipler Birliği Meslek Etik Kuralları

7. Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi

8. YÜCEL Ö. (2018), Tıbbi Müdahalenin Hukuka Uygunluğunun Koşulları ve Hasta Hekim ile Sağlık Hizmeti Sunucusu Arasındaki İlişkinin Niteliği, 1. Medeni Hukuk Bakış Açısıyla

Tıbbi Müdahalenin Hukuka Uygunluğunun Koşulları, Ö. YÜCEL - G. SERT içinde, Sağlık ve Tıp Hukukunda Sorumluluk ve İnsan Hakları (s. 193-234) Ankara: Seçkin Yayınları.

9. Hasta Hakları Yönetmeliği

10. Şen, N., SÜZER ZKAN, F. (2017), Psikiyatri Hastalarında Zorunlu Yatış ve Zorla

Tedaviye Bir Bakış Açısı, D c Ü S B E D , 7(3): 176-181.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmalarda, alkol kullanı- mını sabote edici strateji olarak kullanan kişilerin ebeveynlerin dikkatini çekmek ve sevgisini kazanmak için bu davranışları

“Nietzsche, Genealogy, and History”. Paul Rabinow) A Foucault Reader içinde, Middlesex: Penguin,1984. Foucault’s Nietzschean Genealogy - Truth, Power, and the Subject.

Muhatabınız, düşünüp bir sayı tutar, bu sayıdan rakamlar toplamını çıkarıp bir sayı bu- lurken, bu sayının yanındaki simgeyi dikkatlice aklına

Conclusion: Location of the mass, pres- ence of pain, and fistulized skin lesions are the factors affecting the re- currence in the patients undergoing the Sistrunk

Ancak yukarıda verilen bilgiler doğrultusunda, İslam ceza hukukunda ceza ehliyetine dair şu çıkarımlar yapılabilir: Şer‘an suç kabul edilen bir

• Sık bir çim alan yağmur suyu emmede, buğday tarlasından 6 kez, kuru ot tarlasından 4 kez daha etkendir... • Çim alan kaplı alandaki sediment

Daha az sanayileşmiş toplumlarda sosyal kurumlar aile etrafında gerçekleşir: evlilik, iş, yaşam yeri, topluluğun yönetimi gibi konular.. akranların kimliğine

İki merkezin hastalarının verileri karşılaştırıldığında hastaların cinsiyet dağılımlarının benzer olduğu, eğitim düzeyleri, toplam hastalık süreleri,