• Sonuç bulunamadı

İstanbul mucizesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İstanbul mucizesi"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HAZİRAN 1956 11

İ S T A N B U L M U C İ Z E S İ

İsta n b u lin i M arm arad an sü rü n ü şü (M eşh u r Z lem ’in ta b lo su ) İsta n b u l — T a b lea u de Z iem

«İstanbul oluşundan, doğuşundan güzeldir, bu muhakkak. Masmavi bir semâ altında yumu­ şak inhinalarla denizlerden yükselen tepeler, düzlükler, vâdiler, korular memleketidir; açık denizi, kapalı Halici, deresi, suyu ve Yahya Ke­ mal’in sihirli ifâdesiyle söylediği gibi bir «Deniz caddesi» Boğaziçi’si vardır. Şehir açık denizden fırlayıp, sağlı sollu güzellikler dizili bu cadde üs­ tünde seyrâna çıkmış gibi yer alır.»

Bu sözler, İstanbul Enstitüsü Âzâsından ve Istanbulu anlayan mimarlarımızdan Ekrem Hak­ kı Ayverdi’nin «İstanbul Mûcizesi» adlı konfe­ ransından alınmıştır. İstanbul mûcizesi denilen şey, bence, Tanrı zevki ile Türk zevkinin birleşe meşinden doğan târihî ve İlâhî kompozisyondur.

Yine Yahya Kemal’in söylediği gibi, Tanrı yolunda «Ordu milletlerin en çok döğüşen, en sarpı» bu güzel şehri âdetâ Tanrı sanatının sır­ rına ererek kurmuş, ona tabiî güzelliği yanında, görülmemiş bir medenî güzelliği, o İlâhî kaynak­ tan ve onun yolunda yaşamaktan aldığı ilhamla vermiştir.

Sayın Ayverdi’nin bu mühim konferansmda bulunamamış, onun projeksiyonla gösterdiği İstanbul mûclzesinin karakteristik güzelliklerini o saatlerde görememiş, bu güzelliğin sırlarım

if-şâ eden sözlerini dinleyememiştim. Şimdi bir tâ- lih eseri olarak metnini okumak fırsatım buldu­ ğum aym konferanstan buraya birkaç mühim paragraf daha nakletmekten kendimi alamıyo­ rum:

«Bu şehri bir nizam ve üslûba sokan ve o çerçeve içinde kıymet ve ehemmiyetini hiç kay­ betmeden yaşayacak, bünyesine uygun, ebedî âbidelerle süsleyen, ne eski Yunan, ne Roma, ne de onun taklitçisi Bizans olabilmiştir Bu maz­ hariyet ancak sizin ve benim cedlerimize nasib olmuştur. Lisânımızda bir söz vardır: Mekânın şerefini, içinde oturanlar sağlar. Eğer biz bu şehri bünyesinin istediği tamamlayıcı üslûba ka- vuşturmasaydık İstanbul olmaz, Bizans ka­ lırdı...»

Gerçekten, Osmanh-Türk şehirciliği, dünya şehircilik sanatında mûcize adiyle yâdedilecek büyük merhaledir. Orta Asya topraklarmda ulu mâbedler, büyük ve ebedî şehirler kuracak vasıfta taş bulunmadığı için, o topraklarda an­ cak bir «çadır medeniyeti» yaratmış olan Türk milleti, Akdeniz çevresi hâkimiyetini elde edince sanki asırlardan beri sanatkârını bekleyen bir

(2)

12 TÜRKİYE TURİNG ve OTOMOBİL KURUMU

iklime ve o iklimin çeşitli sanat malzemesine kavuşmuştur. Böylece en ufak bir tereddüt dev­ resi geçirmeden yeni vatan topraklarına kök sa­ larak yerleşmiş ve adetâ «Bu topraklar üzerin­ de öyle âbideler değil, böyle âbideler kurulur!» diyen, kurduğu âbideler kadar muazzam ve asil bir sanat anlayışiyle çalışmıştır. Bu anlayış, «İstanbul Mûcizesi» nde şu satırlarla ifâde edi­ liyor:

«Türklerin, İstanbul’u almadan evvel de şe­ hir kurm akta üstad oldukları görülüyor. Şehir denince, Romalılarda olduğu gibi, mikyâsı yalnız irilikte, hacimde ve gösterişte bulan, hep birbi­ rine benzer siteleri, mâmûreleri anlamamalıdır. Bizler, ovada da şehir kurarken esaslı bir çekir­ dek etrafına kademe kademe ikinci, üçüncü de­ recede binaları dizerek; yamaçlarda arazinin kıvrımlarına uyup, muhteşem âbideler zenciriyle yükseklikleri tebârüz ettirerek; sâhillerde daha yumuşak, daha mütevâzı binalar yaparak şehir­ ler kurduk. Bazi yerlerde bu sistemlerin üçünü birbirine ekledik. Daha Istanbulu almadan bir asır evvel Bursa’nın tepelerinde azametli Hüdâ- vendigâr, Yıldırım, Yeşil âbideleriyle, düzlükler­ de, Ulucâmi ve Sultan Orhan Câmileriyle iki usulü mezcettik; Edirne’de Üç Şerefeli ve Murâ- diye ile aynı yola girdik. Her iki şehir evvelce küçük hisarlar içinde mahsur birer kasabacık iken Türklere geçince otuzar misli büyüklükte birer belde oldu... «Mesele tabiatla beşer gücü arasındaki köprüyü kurmaktır. Kötü bir âhenk ise dünyamn en güzel yerinde bile kasvetli şehir­ ler doğurmaktan geri kalmaz. „

Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesinde tuhaf bir rü ’yâ hikâyesi vardır: 17. asrın bu büyük Türk seyyahı bir gece rüyâsında Muhammed Pey­ gamberi görmüş. Ona: «Şefâat yâ Resulûllah!» diyeceği yerde, şaşkınlıkla, «Seyahat yâ Resu­ lûllah» deyivermiş. Bu yüzden dünyâmn en bü­ yük gezgini olmuş, gezmediği yer kalmamış...

Tıpkı onun gibi, sanki şu son yıllar Istanbulu da böyle bir rüyâ görmüştür; fakat bu sefer, da­ ha büyük bir şaşkınlıkla, «Dalâlet yâ Resulûl­ lah!» demiş olmalıdır ki, İstanbul gibi tabiat mûcizesi bir beldede, Tanrıyla yarış edercesine ikinci bir İstanbul mûcizesi yaratan ecdâdımızın zevk, sanat ve şehir anlayışını altüst eden bir dalâletle bu güzel şehri, bir menfaat beldesi ve bir zevksizlik meşheri hâline koyup ziyan ediyo­ ruz.

■t

Büyük zevkleri ve anlayışlariyle taşları ve tabiati mağlûp eden ecdâdımızla bizim aramızda ne garip bir uçurum yaratıyoruz. Bunu yalnız İstanbul âşıkı Türk aydınları değil, Türkün bu topraklarda yarattığı mûcizeye hayran, Avrupa­

lI, h attâ Amerikalı zevk ve sanat adamları da

böyle görüyor ve eski, asil çizgilerini kaybeden İstanbula âdetâ ağlıyorlar.

Meselâ bir Süleymâniye Câmiine, bir de onun arkasına yapılan beton yığını, «duvar-bina»ya bakınız. Şehrin ne «deniz caddesi» Boğaz’ı, ne Cihangir’i, ne diğer bütün güzel manzaraları bu beton yığınlarından, bu kaçak ve gizli kat hır­ sızlıklarından, bu en güzel vatan parçasına en büyük hıyânetlerden kurtulabiliyor!

«Sabahın erken saatlerinde güneş ziyâlan içinde pırıldarken, veya gurubun al kursu üze­ rine efsânevî bir kuş gibi mürtesem döşerken, Süleymâniye’yi görmeyenimiz yoktur. Bu za­ manlarda bir defa daha gidiniz, karşısında tefek­ küre dalınız. O koca kütlenin birbirine destek olan, birbirinin yükünü hafifleten kulecikler, ya­ rım kubbeler, tam kubbeler ve kasnaklarla nasıl hafiflediğini ¡bastığı toprağa huşûnetsiz bir te­ masla nasıl oturduğunu göreceksiniz. O kaba ol­ madan kavi olmayı, taş görünmeden binâ olma­ yı bilmiştir. Hiçbir süsünü uzaktan göremezsi­ niz. Süse ihtiyâcı olanlardan değildir ki göster­ sin. Konstantaniyye burçlarına çıkan Ulubâtlı Hasan’da ziynet mi olur? O bir sayhadır; şehâ- detin kükreyişidir. Bu da vahdâniyete inanan bir milletin iman nefhasıdır.»

İstanbul Mûcizesi hatibi böyle söylüyor. Eski İstanbul, en küçük, sivil mîmârî eserlerine va­ rıncaya kadar işte bu anlayışla, böyle binalarla güzellikler, yeşillikler, bahçeler, manzaralar içinde kurulmuştu.

Yenisi?!.

Bu şehre maksatlı bir düşmanlığımız yoksa, şu dalâletten kurtulmalıyız. Unutmamalıyız ki her insan, her vatana onun kadrini bilebildiği nisbette lâyıktır.

Nihad Sami BAN ARLI

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Dokuduk gelecekten gelen geçmişini Bin gariplik verdik bir İstanbul aldık Şimdi İstanbul’un ikindi tenhalığında Eridik ermek için. Bir uslu sokağında İstanbul Müvezzi

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu

Buna göre, Almanya önümüzdeki dönemde, bazı ekono- mistlere göre dünya ekonomisinin en önemli aktör- leri arasından yer alan Çin, Brezilya, Rusya, Hindis- tan ve Güney

Hasan ile Hülya bahçeye çıktı.. Hasan

Ocaklardan çıkarılan madenin taşınması s ırasında oluşan toz nedeniyle köyde kanser vakalarında artış yaşandığını söyleyen Ağırtaş, şunları söyledi: “Maden

Pietro Zen’in İstanbul’a olağanüstü elçi ve balyos vekili sıfat- larıyla gerçekleştirdiği uzun süreli ziyaretler, elçilik makamı ve ilgili süreçler hakkında bilgi

This research on the items for sale at the auctions of the Dutch nation between 1725 and 1750 in Istanbul has been helpful in shed- ding some light on the consumption of consumer

Other items that are mentioned in a similar fashion in Maria’s inventory and that here at least seem to refer to Ottoman products rather than Dutch or European are a lien and