B O Ğ A Z İ Ç İ ’ N İ N
M A S A L I
-muızib
>BOĞAZDA
NAKİL
VASITALARI
Boğaziçi’nin ilk deniz nakil vasıtaları kayıklar olmuştu. Devrin tantana ve ihtişamı na lâyık, her biri bir sanat eseri olan süslü saltanat ka yıklarının yanı sıra ince si luetleri ile piyade ve pazar kayıkları Boğaziçi’ne ayrı bir renk ve hareket katardı. Devrin hünkârının ve sultan larının o muhteşem saltanat kayıklarında Boğaziçinde seyrâna çıkmaları sık sık gö rülürdü.
Yolcu taşıyan pazar kayıkla rının sayısı ise Boğaziçine artan rağbete paralel olarak yükselmekte idi. 1677 yılın da Boğaziçi’nde 17 kayık is kelesinin mevcut olduğu bi linmektedir. Bunların en ö- nemlileri Beykoz, Üsküdar, Kuzguncuk, Beşiktaş, Arna- vutköy, Bebek, Mirgün, Or- taköy ve Beylerbeyi iskelele ri idi.
Nice ve nice yıllar boyu Bo ğaziçi’nde seyrüseferi bu pa zar kayıkları karşıladı. Bu nun yanı sıra Göksu ve Kü- çüksu derelerinde yapılan sandal sefaları ise izleri ya kın zamana kadar sürüp ge len ayrı birer âlem olmuştu. Boğaziçi’ndeki bu sandal se- fâları Türk edebiyatına ka dar renkli sayfalar halinde intikal etmiş ve bu âlemler ünlü yazarların kalemlerinde ölmez mısralar halinde can- landırılmıştır.
ince endazeli piyade kayık ları, nârin üç ve beş çifteler, o muhteşem saltanat kayık ları, süslü pazar kayıkları 1850 yılından sonra tarihe
Yazan: İstanbullu
Harf inkılâbı sıralarında bacasında eski ve yeni yazılarla numarasını taşıyan bir şirketi hayriye vapuru: «70 numara»...
Boğaz çocuklarının sevgilisi Tahsin Kaptan’m «68 Numarası» seyir halinde...
itilmeye başladı.
1850 yılında, beheri 3000 ku ruştan 2000 hisseli bir şir ket olarak kurulan «Şirketi Hayriye», Boğaziçi’nde is- timli vapur işletmek üzere faaliyete geçerken Boğaz’da yeni bir devir açıyordu. A çı lan bu yeni devirle, Boğaziçi’ ndeki «kayık devri» de ka panmaya başlıyordu şüphesiz ki...
Kurucuları arasında Sadrâ zam Keçecizâde Fuat Paşa ile Adliye N âzın Cevdet efendi nin de bulunduktan «Şirketi 6
« Şirketi Hayriye»nin meşhur Şeref kaytanının vapuru idi «66 Numara»... Yalılara sürüne rek geçmesi dillere destandı. Hattâ yalıların pencerelerinden kendisine uzatılan kahve fin canlarını uzanıp aldığı rivayet edilirdi...
Yakın bir geçmişte Boğaziçi sularının en güzel gemisi «7If numara» idi. Bu beyaz gemi bir kuğu gibi gider gelirdi...
Hayriye » büyük bir rağbet görmüş ve hisse senetleri adetâ kapışılmıştı.
Toplanan para ile derhal te şebbüse geçen şirket, İngil tere’deki ünlü Robert White firmasına 6 vapur sipariş et mişti. Beheri 7.000 ilâ 7.500 liraya mal olan bu vapurla rın tekneleri ahşap olup 60 beygirlik motor gücüne sa hiptiler ve iki yanlarında dö nen çarkla işliyorlardı. 1851 yılında Boğaziçi hattın da sefere konulan bu 6 vapur Rumeli, Tarabya, Göksu, Beylerbeyi, Tophane ve Be şiktaş isimlerini taşıyordu. İstanbul halkı, Boğaziçi hat tının bu yeni gemilerine pek büyük bir rağbet göstermiş ti. Bilhassa yaz aylarında bu rağbet daha da artıyordu. Ortadan perde ile ayrılmış güverte ve salonlarında dev rin icabına uygun olarak ha rem ve selâmlıklar meydana getirilmişti. Boğazın o tath rüzgârıyla aralanan perdeler erkek yolculara ayrıca hoş bir heyecan verirdi.
1861 yılında Boğaziçi’nin 6 vapuruna bir yedincisi olan
«Sahilbend» ilâve edildi. Eski Şirketi H ayriye vapur larının seferleri halk arasın da muhtelif isimler de almış tı. Bunların en önemlileri «Vükelâ vapuru» ve «Dilen ci vapuru» diye adlandırıl maktaydı.
Vükelâ vapuru, Boğaziçinde oturan devlet ricâlinin sabah ları Istanbula indikleri va purlara verilen isimdi. Gece leri Kanlıca’da yatan vapur, sabah erkenden Fuat Paşa, Saffet Paşa, Nevres Paşa, İs mail Paşa gibi devlet ricâlini alarak yola çıkar ve doğru Bebek’e geçerdi. Bu semtte oturan devlet ricâli de ora daki Hayrullah efendi yalısı nın rıhtımından bu vapura binerlerdi. Vükelâ vapuru başka iskeleye uğramadan doğru İstanbul’a iner ve Sir keci iskelesine yanaşırdı. Paşalar orada bekleyen ara balarına binerek Bâbıâliye çıkarlardı.
Akşamları da muayyen saat te bu zevâtı Sirkeci’den alan Vükelâ vapuru önce Bebek’e uğrar, oradan Kanlıca’ya ge çerdi. Bu topu topu iki iske leye uğrayan «ekspres» bir vapurdu adetâ, işi acele olan lar ve Bebek ile Kanlıca ha valisinde touranlar bu vapu ra rağbet gösterirlerdi. Dev let ricâli ile ayni vapurda se yahat etmekten zevklenenler de bu vapuru tercih ederlerdi. Dilenci vapuru, adı verilen diğer vapur ise, Vükelâ va purunun tamamen aksine olarak Boğaziçi’nin iki yaka sındaki bütün iskelelere te ker teker uğrardı. Dilenci g i bi kapı kapı dolaşmasından
galat olarak bu şekilde sefer yapan vapurlara halk arasın da «Dilenci vapuru» adı ve rilmişti. V e bu günümüze ka dar yaşayan bir deyim ola rak kalmıştır.
Zamanla çok şey değişti. Bu arada «Şirketi Hayriye»nin o ahşap vapurları yerlerini çelik gövdeli vapurlara ter- kettiler. Bu arada harem-se- lâmlık usulü de kalktı. Yan dan çarklıların yerlerine de arkadan uskurlu gemiler gel di.
Şirketi Hayriye vapurları, sarı bacalarının üzerindeki siyah numaralarla tanınır ve
anılırdı, isimlerinden çok nu maralarını bilirdi halk. Bu yüzden «71 ile gittik », «67 geliyor» gibi konuşmalar ge çerdi.
H arf inkılâbından sonra ba caların üzerindeki siyah rak- kamlar da yerlerini lâtin rakkamlarma terketmişti. Şirketi Hayriye vapurları uzun seneler Boğaziçi sula rının ziynetleri olarak o lâ civert sularda nazlı bir gelin edasıyla dolaşıp durdular. Boğaziçi’nin Boğaziçi halkı nın ayrılmaz bir parçası ha line geldiler.
Boğaziçi sakinleri her vapu run kaptanını tanır,
huyunu-suyunu gayet iyi bilirdi. Y a lılardan veya deniz kenarın dan el sallayanlara kaptan ların düdük çalarak mukabe le etmeleri de Boğaziçinde tath bir gelenek halini almış tı.
Şirketi Hayriye kaptanların dan en ünlüsü Tahsin Kap- tan’dı. Y ıllar ve nesiller bo yu Boğaziçi çocuklarının sev gilisi olan Tahsin Kaptan’ı, bugün yaşlanmış nice kimse ler çocukluk günlerinin tath hayalleri içinde hatırlar ve anarlar.
Bir yakadan bir yakaya; bir uçtan diğer uca bütün Boğaz içi çocukları Tahsin Kaptan’- m hangi saatte geçeceğini bi lirler ve oyunlarını en hara retli anda dahi keserek sahi le sıralanıp onu beklerlerdi. Tahsin Kaptan, onların bu sevgisine cevap vermek için vapuru adetâ kıyılara sürü nerek geçirirdi. Ve Boğazın çocukları el sallayarak hep bir ağızdan «Y a ya ya şa şa şa Tahsin Kaptan çok yaşa» diye bağırışır ve sevinç dolu çığlıklar atarlardı. Tahsin Kaptan o babacan haliyle kaptan köşkünden kendileri ne şapkasını sallar ve uzun uzun selâm düdükleri çala rak mukabelede bulunurdu.
— S O N —
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi
... Ve bugün boğaz sularında motörler, yelkenliler, sandallar,