• Sonuç bulunamadı

Tanilli'nin kitabına bir giriş denemesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tanilli'nin kitabına bir giriş denemesi"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2 9 G A K 1 9 9 8

□ Uğur M um cu’nun “ Bütün Yazıları” ta ­ mamlandı. Sıra Seçmeler’de...3. sayfada

□ Faruk Pekin’in kaleminden ve zengin bir fotoğrafçı kadrosunun objektifinden Kapa- dokya. Deniz Teztel yazdı lO.sayfada

□ Uğur Kökden, Z. Oral’ın “ Bu Cennet Bu C ehennem ini değerlendirdi...11.sayfada

□ D. Adanır, “ Marksizm ve Türkiye So-lu” nu değerlendirdi ...13.sayfada

Cumhuriyet

O

s i • - - > ft; fcv-Z E

K İ T A P

S e rve r Tanilli'den bu

kez bir felsefe kitabı

ratıcı

Sentezi

“Cumhuriyet’i kuranların eğitimden anladıkları, ba­

ğımsız kafalar yetiştirmekti, bir fikre körükörüne

saplanmamış, arayıp soran ve eleştiren kafalar; o gü­

zel deyişle, "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşak­

lar! Hele hele liseler, gençlerin temel kültürlerinin

yerine oturduğu, dünya görüşlerinin, fikri kimlikleri­

nin belirginleştiği bir eğitim aşamasıdır. Lise eğiti­

minde -belki- en önemli ders de felsefedir. Çünkü

matematikten fiziğe, tarihten edebiyata ve sanata de­

ğin, bütün öteki bilimlerin sağladığı bilgi birikimini

yeniden ele alıp bir bütün içinde yoğurmak; bunu

vaparken de, gence, "eleştirici düşünce”nin anahtar­

larım verip onun alışkanlığını kazandırmak felsefeyle

mümkün. Ancak, Türkiye’de devlet, yıllar var ki eği­

tim sistemini özgür düşünceye kapamıştır; düşün­

meyen, eleştirmeyen insanlar istenmektedir; bir yan­

dan “molla eğitimi”nin altında yatan bu olduğu gibi,

öte yandan liselerde felsefe eğitiminin, özellikle

1980lerde horlanan, itilip kakılan bir ders olmasının

altında yatan da budur. Eldeki kitap, bu haince tez­

gâhlanıp sürdürülen tuzağa karşı çıkmak için yazıldı;

o tuzağı hazırlayanların ideolojisi olan "Türk-lslam

Sentezi ”nin önüne dikilmenin amacmı taşıyor: Adı,

“Yaratıcı Akün Sentezi” de buradan ileri geliyor ve

ancak yaratıcı akıl bir sentez kurabilir.” diyen Server

Tanilli nin “ kitabını tanıtmaya çalıştık sîzlere.

BETÜL ÇOTUKSÖKEN

V

arolamn sorular/sorunlar içeren bir yapı olarak kavranması, çeşitli biçimlerde, türlerde, çeşitli boyutlarda ve çeşitli derecelerdedir. Bu kavra­ yış sonucu elde edilen bilgiler için de durum böyledir. Bilgiler belli bir amaçla, örneğin, öğretme amacıyla il­ gililere aktarılması da, başka deyişle bilgilerin öğre- tim/öğrenim konusu haline getirilmesi de, çeşitli dü­ zey ve derecelerde olmaktadır. Öyleyse bilgiler çeşitli yoğunluk derecelerinde oluşturulur, aktarılır.

Herhangi bir bilgiyi içerdiği konusu/konulan ve el­ de ediliş biçimi bakımından Delirgince ortaya çıkarıp bir tür “önbilgi” olarak sunma, bilgi üreticilerinin ge­ nellikle benimsediği bir yoldur, işte bu aşamada bile

sunulanlar, yoğunluk bakımından farklı düzeylerde, farklı derecelerde belirir. Bilgiyi oluşturan kişi, bunu çoğun bilinçli olarak yapar. Her bilgi alanını, temel özellikleri yönünden tanıtmayı amaçlayan bu çalışma­ lar da genellikle “giriş”, “başlangıç”, “hazırlık” sözcük­ leriyle sunulurlar.

Felsefe, varolanları bir yandan ilişkileri yönünden ele alır; öte yandan da onların asıl taşıyıcı yanlarını, özgül ayrımlarını ortaya koyar. Felsefi bilgi öyleyse, alanla- rarası ilişkilerle, özgül ayrımların bilgisidir. Ama böy­ le bir belirleme, belirleme çabalarından sadece biri di­ ye de değerlendirilebilir. Ancak bu belirlemenin son derece biçimsel, bir o kadar da özsel olduğu derinle­ mesine bir araştırmadan sonra ortaya konabilir.

Felsefe bir bilgi olarak da, üstelik çeşitli düzeylerde ve derecelerde başkalarına aktarılabilir, öğretilebilir.

Bu nedenle zaman zaman, “felsefeye giriş”, “felsefeye başlangıç”, “felsefeye hazırlık” türünden çalışmalar gerçekleştirilir. Amaç, düşünme ediminin hem insana en yaraşır, hem de pavlaşılabilir bir ürünü olarak gö­ rülen felsefenin, felsefi bilginin, daha çok kişi tarafın­ dan dikkate alınmasını/alınabilmesini sağlamaktır.

Filozoflar, başka bir deyişle felsefeyi tam anlamıyla bir meslek olarak seçenler (kuşkusuz, yaşanan zama­ nın kimi dilimlerinde sadece gerçekleştirilen bir mes­ lek olarak değil, bir rnodus vivendi -yaşama biçimi- ola­ rak seçenler) için felsefe kavrayışını belirleme ve bu ne­ denle de bir tür “felsefeye giriş” çalışması kaleme al­ ma, filozof olarak kendini ifade etmenin yollarından biridir. Adı açıkça “felsefeye giriş” olmasa bile, tüm fi­ lozoflar böyle bir çabayı hiç olmazsa örtük olarak ger­ çekleştirirler. Bu, bir bakıma onların “

(2)

Bir imparatorluğun

görsel tarihleri

Sanat, 250 sayfa, kuşe, ciltli, ISBN 975-363-843-4, Fiyatı: 7.000.000 TL

İngilizcesi hazırlanıyor.

Manastır’da İlân-ı Hürriyet, 1908-1909/

Hazırlayan: Roni Margulies

Türkçe-İngilizce, Özel Dizi, 86 sayfa, kuşe, ciltli, ISBN 975-363-434-X, Fiyatı: 2.000.000 TL

ODO

K

Y A P I K R E D İ Y A Y I N L A R I

(3)

O K U R L A R A

Server Tanilli, “Yaratıcı

Aklın Sentezi”ni özgür

düşünceye kapatılmış

olan eğitim sisteminin

dışladığı fe ls e fe y i '

yeniden gündem e g e ­

tirmek amacı ile yazmış.

Bakın bu konuda neler

diyor: “Eldeki kitap,

haince tezgâhlanıp

sürdürülen bu tuzağa

karşı çıkmak için yazıldı;

o tuzağı hazırlayanların

ideolojisi olan ‘Türk-

îslam Sentezinin önüne

dikilmenin amacını

taşıyor: Adı, ‘Yaratıcı

Aklın Sentezi’ de bu­

radan ileri geliyor ve an­

cak yaratıcı akıl bir sen­

tez kurabilir.

Kitabın seslendiği, başta

lise ve üniversite

gençliğidir; yazılanlar,

yetişecek kuşakların

felsefe kültürlerini

güçlendirm e hedefine

dönük. Ne var ki, on­

ların dışındaki kesimler

de isterlerse, dikkatler­

ine çarpacak şeyleri bula­

bilirler. Eserin diline ve

biçemine, herkese oku­

ma kolaylığı sağlaması

için özel bir önem göster­

ildi. Okurların, çoğu

felsefe kitabında olduğu

gibi, gen eld e ve soyutta

kalıp bulutların üzerinde

dolaşmamaları için,

günceli gösterip somut

toplum sorunlarında

düşünmelerini sağlamak

amacıyla, ilginç okuma

parçalarına dayanan bir

yöntem de seçildi.

Bütün bunlardan kalka­

rak, kitap, ülkemizde

süren kavram

kargaşasına son vermek

isterken, fikri bir or­

tamın hazırlanmasında

da yararlı olabilir, insan­

larımızın insanca yaşaya­

cakları bir düzenin

koşulları üzerinde

düşünüp tartışmaları an­

cak böyle mümkündür.”

Tanilli’nin kitabını dört

ayrı yazıyla tanıtmaya

çalıştık sizlere.

B ol kitaplı günler!...

TURHAN GÜN AY

K im i»

İmtiyaz Sahibi: Berin Nadi O Basan ve Yayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.$. o Genel Yayın Yönetmeni: Orhan

Erinç o Genel Yayın Koordinatörü: Hikmet çetinkaya OYazıişleri

Müdürleri: İbrahim Yıldız, Dinç Tayanç

o

Sorumlu Müdür: Fikret İlkiz

o

Yayın Yönetmeni: Turhan Günay

o

Grafik Yönetmen: Dilek Ilkoruro Reklam: Medya C

um:ag, yayın atağını sürdürüyor

'Bütün Yazılan' tamam

* — ... mmsjmmmmmmmmMmmmmmMmmmmmmmmmm/mmmmMmmmmmmMmMmmm

Uğur Mumcu Vakfı um:ag, Uğur Mumcu’nun

katledilişinin beşinci yılında yazılarından yapılmış

bir “Seçmeler” dizisinin yayınına başladı. Dizinin ilk

kitabı, “Saklı Devletin Güncesi, Çatlı vs...” adıyla

piyasaya çıktı.Susurluk kazasının en önemli

cahramanı Abdullah Çatlı’nın esas alındığı kitapta,

Mumcu’nun 72 yazısı iki bölüm halinde yer alıyor.

Ancak konunun Susurluk ve Çatlı noktasma kadar

geçirdiği aşamalar da birinci bölümdeki, genel

olarak Ülkü Ocakları, kontrgerilla, gladyo, çete, Özel Harp Dairesi;

kontgerilla-ülkücüler-CIA ve benzeri başka ülke gizli servislerinin

ilişkileri; kontrgerilla ve gladyonun İtalya, Yunanistan uzantısı, terör

ve bütün bunların uyuşturucu ve silah kaçakçılığı bağlantıları ile ele

alındığı 24 yazıyla destekleniyor. Yazıların “Bugünden Bellidir”

başlıklı ilki 13 Aralık 1974, “Kin Tohumları Başlıkl ı” sonuncusu ise

15 Ağustos 1992 tarihini taşıyor. Abdullah Çatlı’nın adının ilk kez

geçtiği ve kitabın ikinci bölümünün ilk yazısı olan “Örgütlü Suç” ise

14 Nisan 1984 tarihli. Mumcu, bu yazıları ile, Çatlı-Ağca-İpekçi

cinayeti-Papa suikastı ekseninin uluslararası boyutu ile birlikte

Türkiye’nin 1970’lerden, hatta daha eski tarihlerden itibaren,

“vatan-millet-kutsal devlet” adına nasıl bir çeteye teslim edildiğini

tüm çıplaklığı ile sergiliyor.

U

m:ag, kurulduğu andan başlayarak, Uğur Mumcu’nun sağlığında yazdı­ ğı 23 kitabını um:ag logosu ile ve

“Bütün Yapıtları” dizisi olarak yayımlamış­

tı. Bu diziye ayrıca, 1975’te Altan Öymen’ıe birlikte yazdıkları ve Yahya Demirel’in ha­ yali mobilya ihracatı konusunu işledikleri

“Mobilya Dosyası”; Papa-Mafya-Ağca’mn

ilk hali olan 1983’teki üçüncü baskısından sonra bir daha yayımlanmamış olan “Ağca

Dosyası” ve Rutkay Aziz’le birlikte sahne­

ye uyarladıkları, oynandığı günlerden bu ya­ na bir daktilo metni olmaktan öteye gideme­ miş bulunan “Sakıncalı Piyade” adlı tiyat­ ro oyunu da eklendi,

urmag’ın ikinci çalışması, Mumcu’nun bü­

tün yazılarını “Bütün Yazıları" adı altında ayımlamak oldu. 1962’de Yunus Nadi Ma- ale Ödülü’nü aldığı ilk yazısından öldürül­ düğü gün yayımlanan yazısının yer aldığı bu dizi de, yaklaşık 5 bin 200 yazı, yaklaşık 10 bin sayfadan oluşan toplam 40 ciltte toplan­ dı.

Uğur Mumcu’nun çalışmalarının değer­ lendirildiği üçüncü dizi ise, ilki “Saklı Dev­

letin Güncesi, Çatlı vs...” olan Seçmeler di­

zisi... “Çatlı vs...”, urmag’m 72’nci yayım. Dizi, Mumcu’nun basın, Atatürkçülük, vb. konu başlıkları altında hâlâ güncelliğini ko­ ruyan yazılarını esas alarak devam edecek.

um:ag şu sırada TBMM Uğur Mumcu Ci­ nayeti Araştırma Komisyonu Raporu ile Bü­

tün Y azılarını oluşturan 40 cildin “Ad Di­

zini”™ yayına hazırlıyor. Ad Dizini bir de­

faya mahsus olmak üzere 40 kitabı kapsayan tek bir cilt halinde yayımlanacak. Bundan sonraki baskılarda ise ad dizinleri her kita­ bın sonunda yer alacak.

urmag’ın bütün bunların dışında Kentsel

Gerilim (Sema Erder), Araştırmacı Gazete­ cilik (Seyfettin Turhan), Uğur Mumcu vel2 Mart (Emin Değer), Suikast Raporu (Evren

Değer-Tuncay Özkan) gibi yaymları da bu­ lunuyor. ■

Ortadirek Türküleri/ Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınları/ 271 s.

Devlet Modası: Tek Yol Özal!/ Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınları/ 310 s.

Ermeni Mandacıları/ Uğur M umcu/ um :ag Vakfı Yayınları/ 316 s.

Kuvvayı Ticariye Ruhu/ Uğur Mumcu/ um-.ag Vakfı Yayınları/ 319 s.

Sahte Atatürkçülük/ Uğur Mumcu/ um.ag Vakfı Yayınları/ 319 s.

Demirel ve Çankaya/ Uğur M um cu/ um :ag Vakfı Yayınları/ 318 s.

12 Eylüİ ve Şeriat/ Uğur Mumcu/ um:ag Vakfı Yayınları/ 322 s.

Laiklik Ruhuna Fatiha/ Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınlan/ 284 s.

Kurtar Bizi Baba/ Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınlan/ 283 s.

Paşa Tasarrufları/ Uğur Mumcu/ um:ag Vakfı Yayınları/ 331 s.

Modern Türban/ Uğur M umcu/ um :ag Vakfı Yayınlan/ 329 s.

Tohum ve Toprak/ Uğur Mumcu/ um -.ag Vakfı Yayınları/ 322 s.

Askeri Marksizmden Demokrat Sosya­ lizme/ Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınla­ rı/ 320 s.

Yabancılaşma, Kenanizm, Ozalizm/ Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınları/ 285 s.

Petrol Bekçisi/ Uğur Mumcu/ um :ag Vak­ f ı Yayınları/ 281 s.

Ortadoğu'da Amerikan Bilardosu/ Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınlan/ 271 s.

Serbest Piyasa ve Kemalizm/ Uğur M um­ cu/, um:ag Vakfı Yayınlan/ 276 s.

Örs ve Çekiç/ Uğur Mumcu/ um :ag Vak­ f ı Yayınları/ 318 s.

Kemalizm Sendromu ve Pax-Amerikano

Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınları/ 350 s.

Son Yazılar/ Uğur Mumcu/ um :ag Vakfı Yayınlan/ 57 s. +7 s. Fotoğraflar

(4)

Kapak konusunun devamı...

dir. (Burada metafiziğin, alışılagel­ miş anlamının dışında bir anlamda kullanıldığına dikkat edilmelidir. Bu ko­ nuda daha geniş bilgi için bkz. B. Çotuk- söken, fe ls e fe y i Anlamak f e l s e f e ile An­ lamak, Kabalcı Yayınevi, İst. 1995.)

Öyleyse ne kadar felsefi söylem, ne ka­ dar filozof varsa, bir o kadar da “felse­ feye giriş” vardır denebilir. Üstelik bu türden yazılar, metinler, felsefeyle kuru­ lan profesyonelce ilginin yoğunluğuyla orantılı olarak farklı bilgi düzeylerinde gerçekleştirilir. Bu farklılığı belirleyen ölçütlerden biri de hitap edilen topluluk- ! tur. Örneğin, bir fizik bilgininin meslek- ! ten fizikçiler ya da meslekten fizikçi ol- | maya aday olanlar için yazacağı bir “gi­ riş" kitabıyla, ortalama okurlar ya da bu | bugi alanıyla ilk kez tanışacak olanlar i için yalın bir hazırlık niteliğinde olmak I üzere yazacağı, kitap arasında büyük farklar vardır. Önemli olan, bilgiyi üre- ; tirken ve iletirken amaçların iyi saptan­ masıdır. Çünkü dünyada sadece uzman kişiler vok; çeşitli türlerde ortaya çıkan | bilgilerden, tarklı boyut ve ölçülerde uz- | man olmayan kişilerin de yararlanmaya I hakkı var sanırım. Yeter ki büyük çarpıt­

malar yapılmasın; ortaya konulan Sser, ! uzmanca çalışmanın yerini almaya giriş- | meşin; yazar, istemlerinde açık davran- | sın.

Filozoflar da yaşamlarının kimi dö­ nemlerinde yoğun, uzmanca, profesyo­ nelce gerçekleştirdikleri çalışmaların ya­ nı sıra, daha geniş kitlelere hitap etmek üzere yazılar kaleme almaktadırlar. B. Russell’ı hemen anımsayabiliriz burada filozof olarak. Son yıllarda çoksalar lis­ telerinde ver alan S ofi’nin Dünyası’m da düşünebiliriz. Özellikle eğitimi felsefi te- | mellere oturtma, dolayısıyla da eğitim aracılığıyla geniş kitlelerin felsefeden pay almasını sağlamak üzere, son yıllarda UNESCO Felsefe Birimi’nin gerçekleş­ tirdiği çalışmalar çok anlamlıdır.

Bundan kırk yıl önce, Almanya’da Bavyera Radyosu’nda yaptığı felsefe ko­ nuşmalarını daha sonra (1959) F elsefece D üşünm e Yollan adı altında yayımlayan Joseph M. Bochenski’nin şu görüşü tam da gelmek istediğimiz noktada bize yar­ dımcı olacak niteliktedir: “Felsefe yal­ nızca uzman kişiyi ilgilendiren bir iş

de-S

dir; çünkü öyle ilgi çekici görünür ki, şefe yapmayan ola ki hiçbir insan yok­ tur. Ya da en azından, her insanın yaşa­ mında filozoflaştığı bir an vardır. Bu her şeyden önce doğa bilimcilerimiz, tarih­ çilerimiz ve sanatçılarımız için doğru­ dur. Bunların hepsi er geç felsefeyle uğ­ raşmaya başlarlar.” (J. M. Bocheaski, F elsefece D üşünm e Yollan, Çev.: Kurtu­ luş Dinçer, Bilim ve Sanat Yayınları, An­ kara, 1996, s.22). Server Tanilli de J. M. Bochenski’nin sesini duyar gibi: Diğer yapıtlarının yanı sıra, özellikle bir tarih­ çi kimliğiyle kaleme aldığı Uygarlık Ta­ rihi ile Yüzyılların G erçeği v e Mirası (İn­ sanlık Tarihine Giriş) (4 cilt) başlıklı ça­ lışmalarından sonra böyle bir noktaya gelmesi hiç de şaşırtıcı değil.

Yaratıcı Aklın Sentezi, fe ls e fe y e Giriş (*) başlıklı son çalışmasında da bu kez, kimi bilimsel bilgilere dayalı olarak fel­ sefeyle ilgi kuruyor. Felsefenin her şeyi konu edinebilmesi gerçeğini göz ardı et­ meksizin, hangi topluluğa hitap ettiği­ nin de hesabını vererek düşüncelerini sı­ ralıyor. “ Kitabm seslendiği, başta lise ve üniversite gençliğidir; yazılanlar, yetişe­ cek kuşakların felsefe kültürlerini güç­ lendirme hedefine dönük. Ne var ki, on­ ların dışındaki kesimler de, isterlerse, dikkatlerine çarpacak şeyler bulabilir­ ler.” (s. 11)

Yapıt, “İnsan N edir?”, “Düşünmenin D iyalektiği”, “Gerçekçilikle ilişkiler”, “Yaşama Anlam Vermek”, “Geçmişten Geleceğe”, “Kendi Olmak” başlıkları al­ tında, altı ana bölümden oluşuyor. Bu

Yaratıc; Aklın

Sentezi Üzerine

başlıklardan da anla­ şıldığı »ibi, yazarın insanı, düşünen, bil­ gi üreten, eyleyen, yaratan bir varlık olarak algıladığı ileri sürülebilir. Yapıtta, her şeye insan açısın­ dan, yaratıcı insan açısından bakmanın örneği verilmekte­ dir. Ana bölüm­ lerin her biri çe şitli alt başlıkla ra ayrılıyor ve bunların sonun­ da da “Daha Çok Bilgi” baş­ lığı altında, oku­ yucu başka bilgi k a y n a k la r ın a g ö n d e r iliy o r . “Olaylar ve Gö­ rüşler” ortak başlığı altında da genellikle k ı­ sa yazılardan ve günlük gazete­ lerden derlenen okuma parçala­ rıyla farıdı bakış açıları sergileni­ yor. Bu yazıların pek azı profes­ yonel anlamda fe lse fe c ile rin , başka deyişle fi­ lozofların ürü­ nü; yazıların bü­ yük çoğunluğu, zaman zaman felsefeyle de bağlar kurmayı Türkiye'de Aydınlanma Hareketi

şefi bilgi biriki­ minden pay al­ maya özen gös­ teren ve yazı yo­ luyla topluma belli bir mesaj sunarken, zihin

açıcı olmayla, yapıcı ve barışçı olmayı dengeleyebilen aydınların ürünü. Ayrıca her alt bölümün sonunda tartışmak üze­

re çeşitli görüşlere de yer veriliyor.

Laik, hümanist bir bakış açısıyla kaleme alınmış olan kitapta, felsefe için bir hazırlık yapmak isteyen okur, varolana, yu­ karıda belirlenen çerçeve içinde ama yine de farklı açılardan baka­ bilmenin ne denli önemli ol­ duğunu görebi­ lir. Böyle bir bakış açısının yerleşebilm esi içinse, aşağıda­ ki özellikleri iç - . selle ştire b ile - cek insanı yetiş­ tirmeyi amaçla­ yan bir eğitime gereksinim var­ dır: “Kişinin aklını, duygula­ rını, davranışla­ rını geliştir­ mek, onları in- sansal hedefle­ re yöneltmektir eğitim: Çocuk­ tan sadece -yar­ gılaması yerin­ de- zeki bir in­ san çıkarmak değil; doğuştan gelen bütün ye­ tenekleri açılıp serpilmiş, yeni yetenekler ka­ zanmış, karşı­ laştığı yeni du- rumiarda'uyum s a ğ la y a b ile n , kendini değiş­ tirmesini ve dü­ zeltmesini bilen dengeli bir kişi­ lik gerçekleştirmektir. Öte yandan, kö­ künden söküp koparmadan geliştirmek; dallarını kırmadan zenginleştirmek; ulu­

sal kültürlerin zenginlik ve değerini yad­ sımadan evrensel kültür değerleriyle do­ natmak; insanı, dünyadaki yeri konusun­ da bilinçlendirmek, geçmişe neler borç­ lu olduğu ve geleceğin nasıl olacağı ko­ nusunda bilinçli kılmak; insana, gelece­ ği kendi ellerinde tuttuğu güvenini ver­ mek ve buyruğu altına aldığı doğa güç­ leri üzerindeki egemenliğini sürdürerek bu güçlere tutsak olmamanınken dişine bağlı olduğunu öğretmek... Özetle, bir insan yaratmaktır eğitim.” (s. 443)

S. Tanilli’ye göre felsefe, düşünme ça­ basına dayalı bir arayıştır (s. 16). Ayrıca günümüzde felsefe, bilim ve teknik ge­ lişmeyi göz ardı etmemelidir. Tözsel ni­ telikli hiyerarşilere karşı çıkan, açık ev­ ren tasarımını önceleyen, değişmeyi ve evrimi temele alan, akla güvenen bir dünya görüşünü temele alan S. Tanilli, insanın özsel ayrımı olarak “emek” ve “dil”i gösteriyor. Yer yer felsefe tarihin­ den kesitlerin de yer aldığı yapıtta, bir­ birinden çok farklı dönemlerde ve koşul­ larda yaşamış olan filozofların “felsefi kaygılarına” ana çizgileriyle yer veriliyor. Ancak, bir yandan Thomas Aquinas’ı (yazarın deyişiyle Ermiş Tommaso) bü­ yük bir filozof olarak görmek öte yandan da, Ortaçağ’daki felsefeyi “sözde felse­ fe” (s. 144) olarak nitelemek, açıkça tu­ tarsız görünüyor. Belki de Ortaçağ felse­ fe yönünden, tek parçalı bir bütün ola­ rak görülüyor; oysa yapılan son araştır­ malara göre Örtaçağ’da tek bir felsefe değil, felsefeler söz konusudur. Aydın- lanmacı bakış açısını sergileyen yazarla­ ra göre, 529 (Justinianus’un Antikçağ felsefe okullarını kapattığı tarih) ile 1637 [Descartes’ın Y öntem Üzerine K onuş­ ma' nın -(“Söylev” ya da “Söylem” ama S. Tanilli’nin dediği gibi “Deneme” de­ ğil-) yazıldığı tarih] yılları arasında felse­ fe diye adlandırılabilecek bir çaba yok­ tur.

S. Tanilli’ye göre “bilimle din uzlaş­ maz, felsefeyle de uzlaşmaz din” (s. 164). Gerçekten de birçok kişi dinle tanrıbili- min neredeyse bir ve aynı şey olduğunu ileri sürerek, din-bilim ya da din-felsefe karşıtlığına ya da çatışmasına dikkat çe­ ker; oysa asıl karşıtlaşan yapılar ya da di­ ni böyle bir konuma sürükleyen, -kuşku­ suz doğabilimleri gibi olması mümkün olmayan- tanrıbilim, başka bir deyişle dinbüimdir. (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz. C. Yıldırım, Bilimsel Dü­

şünme Yöntemi, Bilgi Yayınevi, Ankara,

1997). Dedüktif mantığı kullanarak, din­ sel örüntüleri ussallaştırma çabasına gi­ ren tanrıbilim ancak, bilimle ve içerik olarak felsefeyle karşıtlaşır.

Çağımızda çoklu ilişkilerin odağında bul unan insanı doğrudan ilgilendiren so- I runlara (teknikle, nukukla, çevreyle

ilgi-Tanilli'nin kitabına bir giriş denemesi

VECİHİ TİMUROĞLU

A

çıklık, insanoğluna, Tanrı tarafın­dan sunulmuş bir armağan değil­ dir. Doğa da, insanoğluna o den­ li açık görünmüyor. Atalarımız, doğanın gizlerini sezebilselerdi, başımıza “tanrı” gibi, yaratıcısına yabancılaşan ve sonra da, onu insafsızca ezen bir kavramı sar- mazlardı. Tanrı, bana göre, tüm dindar­ ların gönlünde, gölgeli bir “gerçek”tir. Elçilerine bile, kamunun önünde görün - mekten kaçınmıştır tanrılar. Kaynağın­ da, varabileceğimiz her gerçek, kendisi­ ne ulaşılıncaya değin, bizi yorar. Gerçek, ressamın önüne uzanmış “çıplak” değil­ dir. Kaldı ki, ressamın önündeki “çıp-

lak”ın da, her şeyi, ressamın önüne ser-

gilenmemiştir.”Çıplak”, ressamın önün­ de, yüzlerce giziyle yatar. İnsanoğlu, bu

üzden, gerçeği yakalayabilmek için, bi­ ni, sanat, felsefe yapma çabalarına giriş­ miştir.

“Açıklık”, yakaladığımız değiniyle, sa­

nırım, bilimin ve sanatın bağışıdır insa­ na. Bilimin ve sanatın dili, bu yüzden, günlük yaşamımızda kullandığımız dilin dışında bir dildir. Nusret Flızır’ın deyi­ şiyle, sanatın dili, salt sanatçının dilidir. Öznel ve kişisel düşüncenin yeniden oluşturulmuş biçimidir. Bilimin dili, te­ rimlerle örülmüş “konu dili”dir. Bilim adamı, öznel davranmayı sevmez, nes­ nellikten hoşlanır. Bundan dolayı da, sözcüklerle değil, terimlerle konuşur. Terimler, kavramların sözle anlatımıdır. Bilim adamı, terimlerinin türlü çağrışım­ lara yolaçmamasına özen gösterir, ister ki, söylediklerinin tümü, karlı dağlardan süzülüp gelen su gibi dupduru olsun. Tek anlam, bilim adamının tek isteğidir. (*) Bu yüzden de, eski dillere yönelir, ye­ ni kavramlarını, eski dillerden seçtiği sözcüklerden türettiği terimlerle anlatır. Günlük yaşamımızda kullandığımız dil, salt sözcüklerle örülmüştür. Sözcüklerin

(5)

li sorunlar) da yapıtında yer açıyor S. Ta- nilli.

Henüz ülkemizde felsefe “bir tutku” haline gelmiş değil; ama genç kuşağın felsefeye olan ilgisi, um utlandırın bo­ yutta. Kimi ortaöğretim kurulularında ve biraz daha yaygın olarak yükseköğre­ tim kurumlarında “Felsefe Kulüpleri” kuruluyor; felsefe seminerleri, kongre­ leri hatta öğrenci kongreleri (**) düzen­ leniyor. Felsefe dergileri yayımlanıyor (***). İşte, felsefe ilgisinin giderek

arttı-Î

;t bir ortamda, Yaratıcı Aktın Sentezi de ayık olduğu ilgiyi görecek, okuyucusu­ na ulaşacaktır. ■

(*) Server Tanilli, Yaratıcı Aklın Sen­

tezi. F elsefeye Giriş, Adam Yayınları, İs­ tanbul, 1997.

(**) 24-25 Kasım 1997’de Hacettepe Üniversitesi’nde düzenlendi. 25-28 Mart 1998’de de İstanbul Üniversitesi’nde dü­ zenlenecek.

(***) Felsefelogos adı altında yeni bir

dergi daha yayın hayatına başladı. Yine İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü öğ­ rencileri Philosophia adlı bir dergi ya­ yımlamakta. İstanbul Üniversitesi Felse­ fe Kulübü de bir dergi hazırlığı içinde. Ortaöğretim Kurumlan da benzer çaba­ lar içinde. (Örnek olarak, Saint Benoit Lisesi ile Bahçelievler Lisesi’nin adı anılabilir.)

S. Tanilli’y e g ö r e fe ls e fe , d ü şü n m e çabasına dayalı bir arayıştır.

Ayrıca gü n ü m ü z d e fe ls e fe , bilim v e teknik g e liş m e y i

göz ardı etm em elidir.

çağrışımı çoktur. Şair, bu nedenle, söz­

cüklerle konuşmaya özen gösterir. İster ki, yaşamın her durumunu yansıtsm. Ya­ şayan dil sınırsız bir güçtür. Felsefeci, ne bilim adamı gibi “konu dili”ni seçer, ne de, şair gibi sözcüklerle konuşur. O, “ko-

nularüstü dil”le düşünür. Doğanın ve

toplumun birçok sorununu “açıklık”a kavuşturmak için, böyle bir dile gerek­ sinimi vardır. Felsefecinin izlediği yol, kaynağında, basit, çileli, ama vurucu dü­ şünme yöntemidir. Felsefenin bu niteli­ ğini iyi kavramış olan günümüzün filo­ zoflarından Félix Marti-lbanez, “Felse­

fe, soğuk algınlığı değin basit, kalp kri­ zi değin trajik, veba değin öldürücüdür.”

diyor. Felsefe de, sanat gibi, insanın ya­ şamını konu ediniyor. Ancak bir farkla, sanat, yaşanmış her durumu yansıtırken, felsefe, insanın salt “düşün yaşamı”nı ele alıyor. Her çağda yaşama egemen ol­ muş “düşünce”yi ya da “düşünce dizge­

leri*’ni çözümleyerek sunar bize.

Tarih, geçmiş yaşama egemen olan

“düşün yaşamı” ile, hiç ilgilenmez. Ta­

rihin ilgilendiği “gerçek”, insansal ilişki­ ler değil, “toplumlararası ya da halkla-

rarası” ilişkilerdir. Felsefe yapmak, dü­

şünürler için bir yaşam biçimi olduğu halde, toplumların, nesnenin bilgisini el­ de etmek gibi bir çabaları yoktur. Flat­ ta, yığınlar, böyle bir sorunun farkında

bile değildirler. Bilimlerüstü dili yakala­ yamayan hiç kimse, felsefe yapamaz.

“Tarihsel olan”ı, onu yaratmış kuşak­

ların bakışlarıyla ya da “tarihsel”in orta­ ya çıkmasına yolaçan koşulların benim­ senmesiyle algılarsak, bilimsel davran­ mış oluruz, ama felsefe yapmış olmayız.

“Tarihsel” in oluşmasına özgü özel bilgi

edinen, o koşullan kavrayacak biçimde yaşayan, oluşmayı ve gelişmeleri tümel olarak algılamaya çalışan kişi, “filozof’ sayılabilir. Felsefe, konularüstü bir dil kullandığından, herhangi bir olaya ya da nesneye, sevgiyle ya da sevgisizlikle bak­ mak gibi bir sorunsalla sayrılı değildir.

“Gerçek”in bilgisine ulaşmak, -kuşku­

suz ulaşabilirse- filozofun en büyük

“kuf’udur. Yaşamın özünü aramak, ona

varmak, çoğu kez, “sıradışı” bir çabadır. Ortalama insanın yapacağı bir şey değil­ dir.

Böyle düşününce, beni, “yaşam felse­

fesine bağlı sananlar çıkabilir. Oysa, ka­

pitalizmin emperyalizm aşamasında or­ taya çıkmış olan “yaşam felsefesi”, geri­ ci bir düşünce dizgesini ifade eder. Bu yüzden, bana çok yabancıdır. Uçta bir

“akıldışıcılık”, öznel idealizme varan “nesnel idealizm”, bilgiye güvensizlik,

üretilmiş bilgiye karşı Kötümserlik, g i­ zemcilikten ayırdedilemez bir bilinemez­ cilik, başına buyrukluğu bir düşünme

Server Tanilli Eğitim, Bilim Sendikası (Münih) Türkiye aydınlarıyla Dayanışma gecesinde, 1987.

yöntemi olarak benimseme, görecdik, ol­ gucu (pozitivist) ve dirimbilımci

(biolo-f

isme) önermeler, yaşam felsefesinin öklü öğeleridir. Anlayacağınız, varoluş­ çuluk ve görüngübilim gibi “geç burju­ va felsefeîeri”nin kökenidir yaşam felse­ fesi. Camus’nün “saçmadan kaynakla­ nan tasar”ları, Sartre’ın “bulantı”sı, Kaf- ka’nın “bunalım”ı yaşam felsefesinden kaynaklanmıştır. Kaynağında, bir burju­ va felsefesi olduğu halde, “ilerici burju­ va felsefesi” geleneğinden bilinçli biçim­ de kopmuştur. Materyalist diyalektik dü­ şünceyi öğreti olarak benimsemiş ve özümsemiş biri için, “yaşam felsefesf’ne yaslanmak olanaksızdır. Benim söylemek istediğim, felsefecinin yaşam biçimidir.

Felsefeci, “özdeksel olan”la “düşün­

sel olan”ın ilintisini çözümleyebilmek

için, bir bilinç oluşturur. Üretilmiş bilgi­ lerin “konudili”ni kullanarak kendisini dar bir alana sıkıştırmaz. Evreni, bir ucundan tutarak kavrayamayacağı için,

“konularüstü” bir dil yaratır. Felsefeci,

bu dille konuştuğundan, “yaşam”ı, “ya­

şantı” olarak algılayamaz, en yüksek de­

ğer olarak özdeğin yerine “yaşantı”yı ge­ çiremez. “Yaşantı”, tümel bir nitelik gös­ teren “yaşam”ın öznel ve evreli parçala­ rını ifade eder. Felsefeci, “yaşantılarda değil, “yaşamda ilgilenir. Yaşantı, kuş­ kusuz, her sanatçının ilgi alanında değer azanır. Ne ki, sanatçı da, “yaşantı”nın özdeksel bağıntısını yansıtarak “ger­

çek”! yakalayabilir. Bilimsel özdekçilik­

ten önceki idealist filozoflar, bir felsefe sorununun çözümlenmesinde, sorunun işlenişine, düşünme yöntemlerinin geliş­ mesine, küçümseyemeyeceğimiz katkı­ larda bulunmuşlardır. Yaşam felsefesi­ nin kuramcıları, evreni kavramakta, öz­ deksel alandan kaçmakla, “yanlış bi-

linçdn oluşmasına yolaçmışlardır. Ya­

şam felsefesinin öncüsü, Alman idealist felsefesinin önde gelenlerinden Wilhelm Dilthey’dir (1833-1911). Dilthey, “tarih­

sel aklın eleştirisi”ni, tanrıbilimsel (te-

ologique) kavramlarla geliştirerek “akıl-

dışıcı” bir noktaya vardırmıştır. Ruhbi-

limsel ağırlıklı bu düşünce dizgesi, top­ lumsal bir kötümserliği körüklemiştir. Burjuva “bunalım bilinci”nin kaynağı, bu felsefedir. “Yaşantı”, insanın doğru­ dan yaşadığı “yaşam”dır. Bireyin yaşam süreciyle bağıntılıdır salt. Kişi, kendi bi­ reyselliğini, yaşadıklarıyla (yaşantısıyla) zenginleştirerek, bireysel özgürlüğünü sağlamak ve korumak için, “topluma ge­

reksinim” duymaz. Uyumlu bir toplum­

sal ilişkiler dizgesini yaratma savaşımını olanaksız kılar “kişisel özgürlük savaşı­

mı”. Kısası, beşeri ilişkilerin ve davranış­

ların kökeninde yatan güdüleri koşullan­ dıran toplumsal ilişkilerin algılanması­ nı, özellikle engellerler yaşam felsefeci­ leri. Bütün bunları da, “seçme özgürlü­

ğü” için yaptıklarını söylerler. Yaşam

fel-sefesine bağh sanatçılar, çok çarpıcı bi­ çimde, gerçekliğin algılanışını ve sergile­ nişini, tam bir ikilem (dilemma) içinde yaparlar. Olayların gerçek anlatımını ya­ parken, ikinci bir düzleme geçerler: Va­ roluşçuluk. Kuşkusuz, bu yöntem, bi­ linçli biçimde, toplumsal yaşamın çeliş­ kilerini sislere gömer. Bir bakıma, insa­ nın dramı gizemleştirilir (mistikleştiri­ lir).

Sartre’m Bulantı adlı romanının baş- kişisi Roquentin, etten kemikten yapıl­ mış bir kişi değil de, toplumun ceketine dikilmiş bir düğme gibidir. “Başka biri- leri”yle ilişkiye girmek, onda tiksinti uyandırır. “Başka birileri”, Roquen­ tin’de “bulantı”ya yolaçar. Bu duruma neden düştüğünü kestiremeyen, bu yüz­ den, varlığını, olağan yaşamdan değişik duyumsayan biri olarak görür. “Başka birileri”nin dünyaları, “kandırıcı ve acıklıdır”dır. Roquentin, terk edilmiş “varoluşu”nu, “saçma” bulur sonunda. Camus, insanoğlunun dramım, bu “saç­ ma” kavramında bulur. Ona göre, yaşam “saçma”dır. Bu kavram, onu, onulmaz bir karamsarlığa sürüklemiştir. Ceza­ yir’de başlayan “veba salgını”, salgınla eylemli savaşımın gelişme biçimiyle ya-

I

sanan gerçek olaylar arasında bulunan i bir koşutlukla anlatılır. DoktonRieux, yazman Grande, işçi Tarrou ve veba ile savaşımı göze alamayan “kararsız kişi­ ler”, birer simgedirler. “Veba salgını”, toplumsal bir olgu durumuna gelen, gi­ derek gelişen ve siyasal iktidar olmayı başaran “faşizm”dir. Kısası, veba, faşiz­ min simgesidir. Rieux, Grand ve Tarrou ve kararsızlar, “antifaşist güçler”dir. j “Veba” ile savaşan kişiler, “yaşamı zo- I runlu savunan” güçlerdir, “veba” da, in- ! sanlığın zorunlu olarak savaştığı “insan­ lık dışı” kötülüktür. “Kötülük”, soyut­ lama yoluyla ele alındığından, onunla savaşanlarm eylemleri anlamsız kalıyor. Soyutlama, bilimde zorunlu olmasına karşın, sanatta belirsizliğe yolaçıyor. So­ mut tarihsel güçler, kendiliğinden “saç­ ma” duruma düşüyor. Kötülük geliyor, savaşanlarca geriletiliyor, ama kökten kurutulamıyor. Bütün bu çabalar, özel­ likle düşün alanında, “manevi bilimler” gibi yeni bir kavramın, bilgi kuramı için­ de kökleşmesini sağladı. Dilthey, dinsel ve tarihsel bilimleri, doğa bilimleri kar­ şısında bağımsız kılarak tam bir karşıt­ lık yarattı. Böyle bir karşıdığın en önem­ li yanı, “manevi bilimler”in araştırılma­ sında, “akılcı bilimsel yöntem”in saf dı­ şı bırakılmasıydı. “İç deneyim” diye bir yöntem, “akıldışıcılık’ün öne çıkmasına yaradı. Yaşam felsefesi, geleneksel felse­ fenin “akılcı varlık” olarak nitelediği

“özne”yi dışlamış, yerine “güdü”yü, “duygu”yu ve “istemler”! egemen kılan “manevi güçlerin bütünselliğini yerleş­

tirmiştir. Bu yöntem, insanın toplumsal yaşamı bakımından, tam bir çöküntüyü ifade eder. Dış dünyanın gerçekliğine inanma, insanın “karşı koyma” deneyi­ mine, dış dünyayı değiştirme ve dönüş­ türme çabalarına yol veriyor. “Manevi

güçlerin bütünselleştirilmesi”, açıkla­

mak ruhbilimi, deneyime yol verdiği için yadsıyor ve nedenleri bir yana bırakan betimleyici ruhbilimi öne çıkarıyor. Bu yöntemde birincil ve belirleyici olan,

“ben”le “dış dünya”yı bir araya getiren “yaşan tı”dır.

20. yüzyıl Batı yazınını ve felsefesini derinden etkilemiş filozoflardan biri de, HenriBergson’dur (1859-1941).

Başya-Ê

iti L’évolution Créatrice (Doğurucu vrim) adlı kitabında, evrenin değişim ve devinim yasalarını, “yaşam” kavra­ mından türeten bir “varlık kuramı” de­ ri sürdü. Yaşam, bir manevi güçtür. Bergson, bu, gücü, “élan vital” diye ad­ landırdı. “Elan vital” terimini, Türk­ çe’ye “sevgi yaşam”ya da “yaşam gücü” diye çevirebdiriz. “Elan vital”, her nes­ neyi yoğurur, salt kendi biçiminde ve ko­ numunda kalmaz, öz gelişimini de

(6)

lar. Bu güç, hiçbir fiziksel ya da özdek- sel varlığa bağlı değildir. Özdeksel var­ lıktan bağımsız olarak kendisini ortaya kor, hayvansal ve bitkisel yaşamdan zi­ hinsel yaşama gelişen bir devinimi orta­ ya çıkarır. Yaşam gücünün devindirdiği evrimin üst noktası, “homo faber”dir. Daha sonra, kendisini etkileyecek “in­

san”! oluşturur. İnsan, akla bağlı olarak “gerçeklik”i “değişim”e uğratır. Ne ki,

bunu ileri süren Bergson, bilim ve tek­ niği “akılcı bir etken” olarak benimse­ mez. Düşünce, dünyayı “ölü varlık”a çe­ virirken, sezgi, “élan vitaP’i ele geçirir. Bergson, insan bilincinin dıştan değil, kendi içinde düşünmekten kaynaklan­ dığını savlar. “Sezgi”, bize, yaratıcı gü­ cüyle, sürekli ve sonsuz çeşitlilik olarak

“gerçeklik”i yaşamamızı sağlar. Bu “ya­ şantı”, her türlü belirlemenin üstünde, "insan özgürlüğü”nün mayasını oluştu­

rur. Toplum da, buradan türemiştir. Ge­ leneklerine bağlı toplumlar kapalı, öz­ gürlüğün ve sevginin egemen olduğu toplumlar açıktır. Kapalı toplumların bi­ reyleri, Hıristiyan toplumlara geçmeli­ dirler. Ahlakın köjceni “din”dir, din de Hıristiyanlıktır. “Elan vital”, ancak, H ı­ ristiyan töresini içeren bir ahlakla ölçü­ lebilir.

Çağımızda gericiliği kökleştirmeye ça­ lışan bu felsefeler, sömürüyü yoğunlaş­ tırmış, insanın “karşı koyma” bilincini körleştirmiştir. “Yaratıcı akıl”, bu duru­ mu engelleyebilir. Felsefe kitaplığımız­ da, yaratıcı akıl üzerine derli toplu bir ya­ pıt yoktu. Yıllardan beri, düşün dünya­ mızı besleyen Server Tanilli, kitaplığımı­ zın bu eksiğini tamamladı. “Yaratıcı Ak­

lın Sentezi”!**) adlı yapıtıyla, evrensel

gericiliğe karşı, eline aldığı her konuyu, sığlıktan kurtaran düşün ve bilim adamı Server Tanilli, etkin bir yapıt kazandır­ mıştır bilim ve düşün dünyamıza, “insan

zekâsının bulduğu en anlamlı uğraş” di­

ye nitelediği felsefe, Server Tanilfi’nin sistemli ve derin araştırmasıyla, Türkiye insanının gericiliğe karşı savaşımında, çok etkin b ir yapıt kazanmıştır. Yapıt,

“felsefeye giriş” olarak sunulduğuna gö­

re, Tanilli’den çok değerli bir felsefe di­ zisi bekleyebiliriz.

Böyle bir felsefe dizisi, 12 Eylül’den sonra, uzun süre, felsefe eğitiminden yoksun bırakılan genç kuşaklar için ya­ rarlı olacaktır. Dinsel ve şovenci dünya görüşleriyle kafaları yıkanan genç kuşak­ lar, dış dünyayı bırakmayı öğrenemedi­ ler. Dış dünyaya, insana, topluma, top­ lumsal ilişkilere, toplumsal ve bireysel gelişmelerin nesnel kökenlerine, gelişim yasalarına ilişkin bilgi zenginliği, en ge­ nel biçimiyle, “özdek” (madde) kavra­ mında yoğunlaşır. “Özdek” (madde, matter, matière), insan bilincinden ba­ ğımsız, insan bilincinin dışında var olan, duyumlarımızla algılanabilen, bilinci- mizce imgelenip yansıtılan nesnel ger­ çektir. Özdek kavramı, bilimin ve felse­ fenin temel sorunudur. Çünkü, bilinci­ mizden bağımsız, dışımızdaki nesnel-so- mut her şeyi kapsar özdek. Bilgi kuramı­ nın köklü kavramı olarak, ancak bilinç­ le olan ilişkileriyle belirlenebilir. Evre­ nin oluşumu üzerine ilk düşünceleri, in­ sanoğlunun düşgücünün süslü, korkuy­ la örülmüş, bir ölçüde kavgacı, doğaya karşı olmaya eğilimli ürünü sayabiliriz.

“Luca İncili”, “Önce söz vardı.” diye

başlıyor. Bu, “Evren, düşüncenin ürü-

nüdiir.” .anlamına geliyor. Goethe, Fa-

ust’a, “Önce eylem vardı.” diyerek baş­ lamış. “Eylem”, nesnel -somut var olan her şeyi değiştirmeyi ve dönüştürmeyi kapsayan bir kavram. Düşgücünden çok, “aklın gücü”ne bağlıdır eylem. Düş, insanın, evreni eylemsiz dolaşmasını ifa­ de ediyor. Oysa, eylem, insanın özbilin- cinin, yaşam atını, evrene sürmesini yan­ sıtıyor. Server Tanilli, inaklara (dogma­ lara) saplanmış kafaların bile anlayacağı bir açıklıkla, doğa ve insan ilişkisini, ya­ pıtının III. Bölümünde, gözler önüne se­ riyor. İnsanın “gerçeklik”le ilişkilerini,

eski Yunan’dan başlayarak günümüze değin irdeliyor. Gösteriyor ki, “yaratıcı

akıl”, doğayı değiştirirken, kendisine za­

rar vermesine karşın, “güzel yalan­

lar” dan korkmuyor. Felsefi düşünüş,

sindirilmiş aklın kelepçelerini kırarak düşüncenin özgürleşmesini sağlamıştır. Nesnelerin, görüngülerin (fenomenle­ rin), süreçlerin farklılıklarını kabul et­ mekle birlikte, dışımızdaki nesnelerin ortak olan yanlarını kavramakta zorluk çekmeyiz, işte, özdek, bu “nesnel gerçek

olma” ve bilincimizin dışmda var olma

özelliğini ifade eder. Diyalektik özdekçi (diyalektik materyalizm) görüşle, özde- ği, özel, değişmez, var olan her şeyin kö­ kenindeki bir cevher sayamayacağımız gibi, kendisinin belirli bir türüyle ya da biçimiyle de özdeşleştiremeyiz. Evren (kainat,cosmos), öncesiz ve sonrasız de­ vinimiyle zaman ve uzay içinde var olan tüm özdeksel sistemlerin tümüdür. Bu durumuyla, evren, düşüncenin ürünü değil, tam karşıtı, düşünce, evrenin son­ suz ürünlerinden biridir. Server Tanilli, bir tasarımın ürünü olan tanrı kavramı­ nı, “dinsel inanış”ın kökeninde ele al­ mış.

Felsefenin en köklü sorusu, “özdeksel

olan”la “düşünsel olan’hn birbiriyle ilin­

tisinin ne olduğudur. Bu soruya verilen yanıtlara göre, “felsefi sistemler” oluş­ muştur: “idealizm” ve “materyalizm”.

Bilimlerin gelişmesi göstermiştir ki, özdekçilik (materyalizm), kendi içinde tutarlıdır. Salt bilimsel gelişme değil, toplumsal gelişme de, özdekçi felsefe­ nin, “özdeksel olan”la “düşünsel olan”ın ilintisini en doğru biçiminde ya­ nıtladığım gösteriyor, idealizm, özellik­ le dinsel öğreti, çözümsüzlüğe batmıştır, idealistler, “kuramsal geçiştirmeler”le yanıtlıyorlar temel soruyu.

Server Tanilli, felsefenin bu temel so­ rusunu, tarih öncesi düşünceden başla­ yarak günümüze değin oylum oylum ge­ tiriyor. Felsefenin köklü sorusunun ta­ rihsel gelişimi, düşüncenin özgürleşme­ si için çekilen çileleri içerir. “Ozdeksel

olan”la “düşünsel olan”ın ilintisinin ne

olduğu sorusunun yanıtlanmasına, kuş­ kusuz, idealizm de katkıda bulunmuştur, ilkel toplum yaşamının koşulları, soru­ nun yanıtının düşsel tasarımla verilme­ sine yolaçmıştır. Üretim güçlerinin tü­ müyle bilinmemesi, bilinen üretim güç­ lerinin doğa koşullarına göre değerlen­ dirilmesi, üretici güçlerin yetersizliği,

toplumsal ilişkinin zayıflığı, zihinsel ya­ şamın sınırlılığı, ilkel bir dünya görüşü­ nü yaratmıştır, ilkel dünya görüşü, doğa karşısında ürkek ve korkaktır. Eski Yu­ nanlılar bile, doğa karşısında dengeli ol­ mayı yeğlemişlerdir. Aristoteles, doğay­ la uyum içinde mutlu olabileceğimizi söylemiştir. “Düşünsel olan”la “özdek­

sel olan”ın ilintisi, ancak, soyutlama ye­

teneğinin, insanın doğada kendisini göz­ lemlemesinin ve sorunsalı çözümleme­ nin gelişmesiyle belirlenebilirdi, ilkel in­ san, bunlardan yoksundu. Bu yüzden ür­ kekti doğa karşısında, insanoğlu, karşıt konumları bulamadıkça, “zihinsel olan”la “özdeksel olan”m ilintisini, sağ­

lıklı bir kökene oturtamadı. Bir kez, ti­ kel bilimlerin doğayı yanıtlaması gerek­ ti. “Düşünsel olan”la “özdeksel olan”, birbirlerine karşıt olsalar bile, birbirle­ rine karşı kaskatı duran “özler” değiller­ dir. Belki, biri, öbürünü titreten, ama birbirlerini ortadan kaldıramayacak bi­ çimde karmaşık bir ilinti içindedirler. İkinci olarak, “özdeksel olan”la “düşün­

sel olan”tn diyalektik ilişkisini vurgula­

mak gerekir. Üçüncü bir durum daha var: “Ozdeksel olan”la “düşünsel

olan”ın ilintisi, salt doğa ile düşün lira­

sındaki ilişkilerden oluşmamıştır. “Oz­

deksel toplumsal varlık” ile “toplumsal bilinç” arasındaki ilintiyi de içerir. Top­

lumsal bilinci, toplumsal varlık belirler. Toplumsal gelişme, toplumsal varlığı da değiştirir.

Kaynağında, idealist felsefeyle özdek- :i ve özdekçi bilimsel felsefeleri birbir- _eriyle ilintisiz diye düşünmek, felsefenin tarihsel gelişimine yabancı olmak anla­ mını taşıyacağı gibi, insanın ekinsel (kül­ türel) ve bilimsel gelişiminin zenginliği­ ni algılayamamak anlamına da gelir, iki dünya görüşünün çatışması, sorunun sü­ rekli olarak “yeniden tartışılmasını ge­ rektirmiş, bu yolla, düşüncenin özgürleş­ mesinde önemli rol oynamıştır. Demem o ki, “özdeksel olan”la “zihinsel olan”ın ilintisini yanıtlarken, insanın salt dış dünya ile olan ilintilerini değil, özellikle,

“toplumsal olan”la ilintisini ve “toplum­ sal gelişme sürecindeki” konumlarım da

amaçlıyorum. Özdekçi diyalektik felse­ feyi kavrayabilmek için, bu sorunu dü­ şünmeliyiz.

Felsefe, ilintiler ne değin değişken, so­ runların ortaya konuluşu ne değin kar­ maşık ve çok yönlü olursa olsun, sorun­ lara, “özdeksel olan”la “düşünsel

f,

olan”m ilintisi açısmdan bakar ve yanıt­

lamaya çalışır. Aziz Server Tanilli, Yara­ tıcı Aklın Sentezi’yle, her şeyden önce, felsefi düşüncenin tarihsel gelişimine bir başlangıç yaparak doğrultumuzu düzel­ tiyor. “Akıldışıcılık”ın ve “inaklar”ın toplumlara yapacakları kötülükleri ser­ giliyor.

Değerli bilim adamı, bu önemli yapı­ tında, evrensel bir gelişmeye de değini­ yor: Kirlenme. Teknoloji, toplundan da, doğayı da kirletiyor. Descartes’ın tekno­ loji üzerine düşüncelerini ve yanılgısını belirterek, Michel Serres gibi, doğayla olumlu bir sözleşme yapmamızın gereği­ ne değiniyor. Böyle bir sözleşmeden açık açık söz etmese de, Saygıdeğer Tanilli,

“kirlenme”den rahatsızdır. “Kirlenme”,

bilim tarihinin insanlığa kötü bir arma­ ğanı olarak görülüyor. Ancak, masal ça­ ğından bilim çağma geçişin sancdarı “ya­

ratıcı akl”ın topluma egemen olmasıyla

son bulacaktır. Server Tanilli, evrensel gericdiğin, ancak, “yaratıcı akP’ın “din­

sel düşünce” karşısında bağımsızlaşma­

sıyla yenileceğini gösteriyor. Yapıt, özel­ likle bu yönüyle önemli. Özgürleşen dü­ şünce, bireyle tanrı arasındaki ilişkiyi kurmakta zorlanmayacaktır. “Yaratıcı

akıl”, sonuçta, insanı “eleştirel akl”a

ulaştırır. “Dinsel düşünce”, zora dayanı­ yor. Yadsıyamayız ki, tarihte “zor”un bir rolü olmuştur, ama hiçbir zor, insanoğ­ lunu, “dinin zor”u değin karanlığa sü- rüklememiştir. İnsanoğlu, bu baskıdan

“hukuk” yoluyla kurtulmaya çalışmıştır. “Kurallar”, bir ölçüde, “zor”un da sı­

nırlarını belirlemiştir. Ama, dinsel düşü­ nüş, “kurallar”a da, tanrının buyruğunu egemen kdarak baskıyı sonsuzlaştırıyor. Server Tanilli’ye göre, “öcün tuzakla­ rın d a n insanlığı kurtaracak en etkili ku­ rum “hukuk”tur. “Yaratıcı akıl”, top­ lumda, yararları ve yükümlülükleri bö­ lüştürmek için, “zor”un tarihsel rolünü ortadan kaldırarak “hümanist hukuk”a yönelmiştir. Kaynağında, hukuk, hüma­ nizmin bir öğesidir. Evrensel barış, in­ sanların zihinlerinde, yaratıcı aklın egemenliğinde kurumlaşacak ve “savaş” kavramını, insan zihninden söküp atacaktır. ■

(*) Terminus, lat. eril, sınır çizgisi, sınır, sınırlar tanrısı. (Sözcük, Latince’ye, Grek­ ç e ’den geçm iş.)

(**) S erver Tanilli, Yaratıcı Aklın Sen­ tezi, Adam Yayınları, Ekim 1997, İstan­

bul. ~

Server Tanilli DGM'de yargılanırken, Nisan 1978.

(7)

YAKUP KEPENEK

T

anilli, en karmaşık konulan, açık ve duru anlatımı ve yöntem konu­ sundaki ustalığıyla bilinir. Bu ya­ pıtıyla ustalığının tepe noktalarından bi­ rini yakalıyor. Böyle olunca da insanın düşünsel evriminin güncelleştirilmiş özü sayfalara dökülebiliyor; süzülüp geliyor.

Yapıt, felsefenin anlamı üzerine kaş­ larken ile açılıyor. Başlarken, yani giriş, on sayfaya o kadar çok şey sığdırıyor ki, bunların yalnızca başlıkları şöyle: Felse­ fe doğruyu aramaktır; Aklın bitmeyen sorgulaması; İnsanca bir dünya yaratmak ve Çağdaş kuramsal tavırlar: Yaratıcı Ak­ lın Sentezi’nin sonuç kısmı da gerçekten “bitirim”, çünkü niçin ve hangi doğrula­ rı arıyoruz sorusuna dayalı bir bitirirken ile sona eriyor. Bu ikisi arasında “ince uzun” bir “düşünerek öğrenme yolu” var.

Aradaki “düşünce yolu” altı alt bölüm­ den oluşuyor.

Bunlardan birincisi, en temel soruyu sorarak başlıyor: İnsan nedir? Aslında bu insanoğlunun, Sokrat’tan günümüze, ta­ rih boyunca sorduğu ben kimim, ya da ben neyim sorusudur. Çünkü insan, so­ ru soran hayvandır.

Bu soru, yapıtta, tarihsel değişim süre­ ci içinde ve toplumsal, ekonomik ve kül­ türel yönleriyle “öncelikle” sergileniyor. Çünkü bu soruya verilecek yanıt, tüm öbür konulan açıklamanın da kaynağıdır. Bu başlık altında, evren ve içindeki yeri­ miz; doğa, insan ve kültür; emekteki ya­ ratıcılık; dilin gücü alt başlıkları sıralanı­ yor. Aslında bu dört alt başlık, birbirini tamamlıyor, birlikte insan nedir sorusu­ nun yanıtı oluyor. Bu nokta Önemli, çün­ kü, bu dört öge, yapıtın çözümlemeleri­ nin kilidini açıyor.

İlginçtir, yazarın başarıyla sergilediği gibi, insanın gelişimi önce doğa güçleri­ ne tam teslimiyet ile başlıyor, bunu do­ ğaya egemen olma aşaması izliyor; insan- doğa çelişkisinin çözümü için bilgi gere­ kiyor, yeni araç ve gereçlerin yapımı zo­ runlu oluyor, tekerlekten Mars’a giden uzay aracına uzanan bir çizgi aslında bu­ nu simgeliyor.

Düşüncelerimizin kaynağı ve gücü Düşünmenin Diyalektiği ikinci alt baş­ lığı oluşturuyor. Burada da, her biri ayrı bir dünya olan beş alt konu var: Düşün­ celerimizin kaynağı ve gücü; algı, bellek ve imgelem; kendi kendine düşünmek; bilinç; aklın payı; doğru düşünme sana­ tı: Mantık. Son yıllarda ideolojilerin so­ nu geldi çığlıklarının atıldığı bir süreç ya­ şanıyor, böyle bir ortamda ve düşünce tembelliğinin egemen olduğu, bilinç, dü­ zeyinin çok sınırlı kaldığı bu toplumsal yapıda, bu konuların işlenmesi ayrı bir anlam kazanıyor.

Üçüncü konu, Gerçeklikle İlişkiler. Bu başlık altında, önce iki soru soruluyor, bilim neyi anlatıyor ve teknik insanlığı­ mızdan bağımsız mıdır? Bu iki soru, ko­ nunun hiç de beklemeyeceğiniz bir yö­ nüyle, anlama biçim vermek için sanat bölümüyle tamamlanıyor. Aslında daha sonraki sayfalarda vurgulanan bir nokta burada belirginleşiyor: “Doğruya, inanç­ lar değil bilgi götürür.” Bilim neyi anlatı­ yor sorusu altında, bilimsel bilginin yapı­ sı ve herhangi bir bilimsel çalışmanın zo­ runlu ön koşulu olan “yöntem” konusu yöntem sorununun özü başlığı altında ele alınıyor. Bir beyin ya da bir ülke, bilim­ de geri kalmışsa, genellikle başvurulan çıkışyolu “bilim-dışı” yaklaşımlardır. Ta-- nilli bu konuyu bilim ve şarlatanlık alt- başlığıyla irdeliyor.

Yaşama Anlam Vermek, dördüncü alt konu ve burada neler yok ki? Önce, din nasıl bir dünya vaat ediyor sorusu soru­ luyor; bunu ahlakın gücü; özgür ve bir­ likte yaşamak konuları izliyor. Sonra, mutluluk derken aradığımız nedir? Sor­ gulamasını, aşk imiş her ne var alemde ve çevremiz, kentlerimiz, evlerimiz konula­ rı izliyor.

Düşünerek

Öğrenmenin

Temel İlkeleri

Din nasıl bir dünya vaat ediyor? soru­ sunun yanıtı, dinsel inanış farklılıkları­ nın karşılaştırılmasıyla başlıyor. Tanilli, dogma ve ibadet biçimlerinden oluşan Tanrı'ya ilişkin inançların “evrimini”, Ilk- çağ’dan başlayarak günümüze dek, ince­ liyor ve bunların göreliliğini vurguluyor. Bu bağlamda doğallıkla baskı ve zulüm­ den hoşgörüye ve laiklik gerçeği günde­ me geliyor.

Geçmişten Geleceğe başlığını taşıyan beşinci bölümün konuları şöyle: Tarih için insanca bir gelecek, politikanın ama­ cı, hukuk ne sağlıyor?; Savaş ve barış ve ütopyanın yeri. Bunların tümü kuşkusuz çok önemli, ancak içlerinde doğru tarih bilgisinin “toplumsal belleğin gelişmesi­ ne” yapacağı olumlu katkı ve buradan çı­ karılabilecek “dersler” ayrıca dikkate de­ ğer. Ya “hukuk” ve “adalet” kavramları? işleyeni bulunmayan insan öldürmelerin, gözaltında kayıpların kol gezdiği; top­ lumda kendi davasının yargıcı olma öz­ leminin olağanüstü tırmandırıldığı ve hu­ kukun çoğu kez yasaya indirgendiği ve özellikle de “hukuk devleti özlemi”nin toplumu sardığı bir ortamda bu kavram­ ların büyük önemi yadsınamaz. Aynı öz­ lem yıllardır iç barış için de öncelikle ge- çerlidir.

Altıncı ve son bölüm, Kendi Olmak başlığı altında, kimlik sorununun boyut­ ları; kadının adı var; ve bir insan yaratma sanatı; eğitim konularını içeriyor. Tanilli kimlik konusunu kökenleri ve gelişimiy­ le ele aldıktan sonra, sözü kaçınılmaz ola­ rak Türk kimliğine getiriyor ve bunu Atilla Ilhan’dan yaptığı “Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı”, Padişah’a karşı de­ mokratik devrim” ve “Toplumun ümmet aşamasından millet aşamasına dönüşü­ mü” alıntılarla, 1923 Devrimi’ne bağlı­ yor.

Niçin ve Hangi Doğruları Arıyoruz? sorusuyla başlayan Bitirirken bölümü ise şu öğelerden oluşuyor: Mutlak doğrudan görece doğruya; doğru gerçekliğin sıra­

dan bir kopyası değildir; bilim doğrula­ rın asıl kaynağıdır ve diyalektik akim doğ­ ruları.

Yapıtın alt bölümlerini irdeledikten sonra işlenen konuların kimi “ortak” özelliklerine değinmek gerekiyor.

Altı “ana bölüm” değil, sözü edilen “her alt bölüm” beş ana öğeden oluşuyor, bu öğelerden birincisi, yazarın konu hak- kmdaki kendi görüşleridir. İkinci olarak, daha çok bilgi için başlığı altında, konu ile ilgili çok geniş sayılabilecek yayımlan­ mış kaynaklar veriliyor. Ayrıca çalışmanın sonunda çok büyük çoğunluğu Türkçe olmak üzere bir gçnel kaynakça verildi­ ğini de belirtelim. Üçüncü olarak olaylar ve görüşler başlığı altmda, Türkiye b ası- nında yakın yıllarda / aylarda yayımla­ nan “güncel yazılar”a yer veriliyor. Bun­ ları, konuya ilişkin sorular ve bir düşün­ ce, bir tartışma başlığı altında, ünlü bir düşünürden yapılan “düşündürücü” bir “alıntı” izliyor.

Bu biçimin gerçek bir düşünsel yaratı­ cılığı ya da araştırıcılığa çok uygun oldu­ ğu belirtilmelidir. Neden mi?

Tanilli, gerek başkalarının “görüş- leri’inin gerekse “kaynakların seçiminde tek yönlü ve sınırlayıcı bir yol izlemiyor; tam tersine, olabildiğince geniş ve kap­ sandı bir okuma parçası “seçme” ve “alın­ tılama” yapma yoluna gidiyor.

Ek olarak, kaynaklann çok önemli iki ortak özelliği daha var; birincisi, kullanı­ lan kaynaklar, olabildiğince yeni; konu ile ilgili en son tarihli kaynakların kulla­ nılmasına özen gösterilmiş. Asıl ikinci özellikleri çok, çok önemli; kaynaklann tamamı kendi dilimizde, yani Türkçe. Di­ lin gücü’nü çalışmasının temeline oturtan bir düşünürden bunun dışında bir tutum beklenemezdi. Tanilli , çeviri ya da özgün, yukarıda belirtilen konularm Türkçe ya­ zılı kaynaklarını vermekle, aynı konuda bundan sonra çalışacak araştırmacdara büyük bir kolaylık sağlıyor. Ancak

bu-nunla kalmıyor, çok daha önemli olarak, en karmaşık felsefe ve bilim konularının açıklanmasında, yabancı sözcüklere öze­ nenlerin sandığının tersine, Türkçe’nin hiç de yetersiz olmadığını kanıtlıyor. Tek başına bu kanıt, Türkçe’nin her gün ya­ bancı sözcüklerin saldırısı altmda giderek sahipsiz kaldığı bir ortamda, özellikle ve önemle, alkışlanmaya değer.

içerik söz konusu olunca, seçme isi güçleşiyor. Çünkü, yukarıda sıralanan alt başlıkların da kanıtladığı gibi, yapıtta ger­ çekten çok sayıda konu işleniyor. Konu­ lar, olabildiğince derinliğine işlenmiş. Bu nedenle burada, konuların ortak özellik­ lerine dayak bir değerlendirme yapılabi­ lecektir.

Konularm işlenişinin en önemli “or­ tak” özelliği, tarihsel ile güncelin birlik­ teliğidir. Yazar, her bir konuyu, insanlı­ ğın düşünme sürecinde ortaya çıkışından başlayarak ele alıyor; bunu konunun ev­ rimi üzerindeki çözümlemeler izliyor; ev­ rimsel çözümleme doğallıkla, konunun günümüzdeki algılanışı ve de geleceği üzerinde durulmasını sağkyor. ilgili dü­ şüncenin, doğumu, evrimi, bugünü ve sonrasını açıklamada eytişimsel yöntem kullanılınca, gerekli derinlik ve genişlik elde ediliyor; nedensellik ilişkileri açıklık

kazanıyor. '

Yapıtın ulaştığı bir başka ilginç birlik­ telik düzlemi, yerli ile yabancının bu öl­ çüde içiçe getirilmesidir. Örneğin, Fran­ cis Bacon ile Yasemin Çongar’ı ya da Re­ né Descartes ile Dr. Erdal Atabek’i aynı konu çerçevesinde bir araya getirmek başlı başına ilginç bir bireşim (sentez) ça­ basıdır. Aslında Tanilli, böylelikle, Türk- ler de yaratıcı aldı kullanıyorlar, diyor. Bu anlaşıyın, “bizden adam çıkmaz”, biz “bir şey yapamayız” türünden kısırlıkları kır­ mak için ne kadar gerekli olduğunu bil­ mem vurgulamak gerekir mi?

Gerçekte, Olaylar ve Görüşler başlığı altında güncel konu ve sorunlar üzerin­ deki yazılara geniş sayılabilecek bir bi­ çimde yer verilmesi, yalnızca eski-yeni bağını kurmakla kalmıyor, asıl önemlisi, okuyucusunun, somut güncel sorunlar üzerinde bir kez daha düşünmesini sağ­ kyor.

Kimi önemli sözcüklerin Latince ya da öbür dillerdeki kökleri ile günümüzdeki anlamları arasında kurulan açıklayıcı bir köprü kuruluyor. Okuyucu bu köprü aracılığıyla hemen her temel kavramın zaman içinde değişiminin, yani, evrimini ve göreliliğini kolaykkla izleme olanağı buluyor.

BHgi ve bağımsızlaşma Tanilli, felsefeyi doğruyu aramak biçi­ minde algıkyor. Felsefe sözcük anlamıy­ la bilgelik sevgisi. Ancak bu sürecin irde- lenmesinde kullanılan birbiriyle bağıntı­ lı iki önemli kavram var: Bilgi ve bağım­ sızlaşma. Bu ikili, bilgi ve bağımsızlaşma, hem bireysel anlamda geçerli sayılmalı hem de bu ikilinin toplumsal geçerlikği üzerinde, bilinçle ve derinlemesine düşü- nüimekdir. Yazarın belirttiği gibi, aklın eleştirel tavrı ya da bitmeyen sorgulama­ sı olmasaydı, bugünkü bireysel ve top­ lumsal özgürleşme düzeyi yakalanamaz­ dı.

Bu gerçekler karşısında, Yaratıcı Akkn Sentezi şu ana soruya yanıt veriyor: Eleş­ tirel akıl yürütmeyi belirleyen ana etmen­ ler nelerdir? Yazar bu soruyu en doğru bir biçimde yanıtlamak için, doğa, top­ lum ve insan üçlüsünü ilgilendiren tüm akıl yürütmelere, yani bilimsel gekşmele- re, tarihsel gelişim süreci içinde başvuru­ yor.

Eleştirel akıl, smır tanımıyor; dogmayı ve bağnazkğı reddediyor; bununla da kalmıyor, doğaya egemenkğini daha çok ve nitelikli üretime yöneliyor, üretim güç­ lerini geliştiriyor, giderek üretime ege­ men oluyor.

Doğa-insan çekşmesini yıllar süren uğ­ raşılarla ulaştığı bilimsel gekşme sonucu çözen eleştirel akıl, daha yakın on yıllar- mr

Referanslar

Benzer Belgeler

Câmî, İran edebiyatında şiirin tanımı konusunda da kafa yoran sayılı şairlerden biridir. Câmî, pek çok şiirinde şiire ilişkin görüşlerini ortaya koyar. Câmî’nin

38 Metinde (Şeyh Sa’dî’nin Bir Sergüzeşti, s. Bu beyit için bkz.. kollarının dermanı kesilip elleri bağlı olduğu halde rikâb-ı pederde yürümeye muztar kaldı.

Doğan Yayõn Holding, TMSF tarafõndan gerçekleştirilen Star TV ihalesinde, %99 bağlõ ortaklõğõ olan Işõl TV aracõlõğõyla 306.5 milyon dolarla en yüksek teklifi verdi.

“Osmanlı hükümdarlarının görev ve sorumlulukları nedir?” sorusuna temel oluşturduğu kuvvetle muhtemeldir. Yükselme dönemi Osmanlı aydınlarının padişahın

38 ETO, “Bulgaristan Ülke Bülteni, Bulgaristan’ın Ekonomik Yapısı ve Türkiye ile Ticari İlişkileri”, s.. Avrupa Yönetsel Alanı ile ilgili fikir ayrılıklarını

“Daha azını daha verimli yapmak” senaryosunda olduğu gibi, AB tüm dış politika konularında tek bir söyleme sahiptir; bir Avrupa Savunma Birliği oluşturulmuştur.

Mitolojik metnin mimari yapısıyla ilgili olan özel ilkel estetikpoetik kurgulamalar, Dede Korkut Kitabı met- ninde düzenleyici unsurlar, safdil sorular (kökleri itibarıyla eski

Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile birlikte, Orta Asya olarak adlandırılan Batı Türkistan bölgesi zengin doğal kaynakları ve doğu ile batı arasındaki stratejik