• Sonuç bulunamadı

Türk Dilli Halklarda Ozan-Âşık Sanatı ve Onun Millî Hususiyetleri Sednik Paşayev Pirsultanlı-Şahin Köktürk

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Dilli Halklarda Ozan-Âşık Sanatı ve Onun Millî Hususiyetleri Sednik Paşayev Pirsultanlı-Şahin Köktürk"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

-TÜRK DİLLİ HALKLARDA OZAN-ÂŞIK

SANATI VE ONUN MİLLİ HUSUSİYETLERİ

Sednik PAŞAYEV PtRSULTANLI * Yayma Hazırlayan: Şahin KÖKTÜRK

\__________________________ L.________________________

J

Ta kadim devirlerden (beri) Türkdiii halklar arasında şifahi söz yaratıcıları, halk nağmekârları, söz-musikî ifacıları; şaman, varsak, sayacı, ozan ve başka adlarla tanınmıştır. Onlardan bize yadigâr olarak şaman duaları, sayacı sözler, varsağı-koşmalar, mahmlar(tür- küler), "varsağı-gaytağı" oyun havalan kaldığı halde, ozanın ayn ayn söyü-şiiri, kopuz (adlı) çalgı âleti ve "Kitab-ı Dede Korkut" gibi ölmez epoz-destanı kalmış­ tır.

Ozanlar ozanı Korkut Ata bazen tarihî şahsiyet, bazen efsanevî veya bediî obraz(tip), bazen de "Dede Korkut" boylarının ilk yaratıcısı gibi nazara çat- dmlır.

Ayn ayrı boylarda tasvir olunan ne- sil-soy, şahsiyet veya başka toponimik- coğrafi adlann mevcutluğu, kadim izler, alâmetler çok şeyden haber veriyor. Ka­ zakistan’da Oğuz dağı, Kazan’m Kırlı kalesi, Alatay(Aladağ), Karatay(Kara- dağ), Bayandır(Bayındır) Han ve Kara- çuk Çoban’la bağlı(ilgili yerler, Korkut Ata’nın kabri, Dağıstan’da kadim Ku- muk kendlerinden(köylerinden) birinin adı Manas, ona yakın bir çayın adının ise Manas-Ozan çayı olması çok şey di­ yor. Derbend’de Azerbaycanlılar(m) ya- şayan(yaşadığı) en iri kendlerinden biri­ nin adı Deli Çoban’dır.

* Gence Devlet Pedagoji Enstitüsü Profesö­ rü, Filoloji ilimleri Doktoru.

Azerbaycan’da da böyle yer adları çoktur. Tauz(Tayrdağ), yani dağ Oğuzla­ rının) yaşayan(yaşadığı) yer. Hemin rasyonun(bu bölgenin) arazisindeki Oğuz kalesi, Celilâbâd’ın Kâzımâbâd zo- nasındaki(bölge, yöre) Kazan köşkü, Murov dağındaki Kazandurmaz yurdu, Göranboy’da Kazanbulak kasabası, Taş- kesen’in Emirvar zonasında Kazanbat- maz gölbulak kasabası, Taşkesen’in Emirvar zonasında Kazanbatmaz gölbu- lağı, Gülistan rayonundaki(bölgesinde- ki) "Küsmüş çayın köprüsü", Karabağ arazisindeki Karacuk Çoban dağı ve i. a.

1638 yılında Alman âlimi Adam Olia- ri Derbend’de olmuştur, burada Dede Korkut’un Kazan Han’ın arvadı(karısı) Burla Hatun’un kabirleri olduğunu kay­ da almıştır. Bunun yanı sıra, Kazakis­ tan’ın Kızlarda vilayetinde Aral gölüne yakın, Sır-Derya sahilinde Korkut Ata’nın mezanmn olması bizde taaccüp doğurmuyor. Türkdilli halklarda bu an’ane var. XV-XVI. asırlarda yaşayıp- yarattığı ihtimal olunan(düşünülen, sa­ nılan) bayatı aşığı Lele’nin, Laçın’ın Gü- lebird kabristanlığında, aynı zamanda Fuzûlî ray onundaki Ehmedalılar kendi - nin(köyünün) kabristanlığında (da) me­ zarı vardır. Öylece de Türk âşık-şâiri Karacaoğlan’ın, Türkiye’nin bir çok yer­ lerinde mezarı olduğu nişan veriliyor. Halk rivayetlerinde onun Erzurum’da, Diyarbekir’de vefat ettiği söyleniliyor. Bununla b61e(bunun yanı sıra), İçel’in

(2)

Mut civarındaki Çukur kendinde(köyün- de) "Karacaoğlan Tepesi" onun asıl me­ zarı hesab(kabul) edildiğinden, 1970 yı­ lının yayından(yazından) (beri) resmî dairelerin gösterisi ile Çukur kendi Ka- racoğlan’ın adım taşıyor.

Sır-Derya sahilindeki Korkut Ata adı ile bağlı(ilgili) kadim mezarın, Kazak folklorcusu Ebubekir Divayev 1898 yı­ lında şeklini(resmini) çekmiş ve onun IX-X. asırlara aid bir âbide olduğunu kaydetmiştir. Hemin şekil(bu resim) Ka­ zak ansiklopedisinde (Alma Ata, 6. Cild, 1975, s.616)verilmiştir. Korkut Ata’nın köhne(eski, ilk) kabrini su yuyup(yıpra- tıp) dağıtmış, bir kadar aralıda(bir müd­ det sonra) kabir yeniden berpa olun- muş(inşa edilmiş) ve üzerinde yeni abide kaldırılmıştır(dikilmiştir). Kazaklar Horkut’u (Korkut’u) özlerinin (kendileri­ nin) ilk şamanı, Türkmenler ise ya- ğış(yağmur) mâbudu hesap(kabul) edi­ yorlar.

Türk halklarında sözle, sazla bağlı şahsiyetler ya destanların yaradıcısı, tayfalararası bütün münakaşaları halle­ den, yol gösteren ulu, müdrik şahsiyet (Dede Korkut), ya da sazdan sözden ay­ rılmayan £lin(halkın) bütün metlebleri- ni(isteklerini) kılınçla, kuvvet ve kudret­ le halleden kahraman (Köroğlu) gibi ta­ nınmışlar.

Korkut Ata’nın kopuzu Azerbay­ can’da, Türkiye’de sazla, Türkmenlerde, Özbeklerde, Karakalpaklarda ve Uygur- larda dutarla, Kazaklarda dombra ile evez olunmuştur(yer değiştirmiştir). Kır- gızlar, bu çeşitli simli çalgı âletlerini "demir komuz", Kumuklar ise "ağaç ko- muz" (olarak) adlandırıyorlar. Türkmen­ ler ağızda çalınan küçük bir çalgı âletine, Kazaklar ise Kamança(Kemen- çe) tipli çalgı âletine kopuz diyorlar. Ga- barda-Balkar vilayetinde yaşayan

Bal-karlar ise kemençe çeşitli(tipli) bu çalgı âletine kıl komuz diyorlar. Bir sözle, ar­ kaik çalgı âletlerinin, şiir ve melodilerin adı ayrı ayrı Türkdilli halkların folklo­ runda yaşamaktadır. Türkdilli halkların folklorunu, ozan-âşık sanatını, millî hu­ susiyetleri olan ozan-âşık mekteplerini mukayeseli tedkikat usûlü ile araştır­ manın vakti çatmıştır(gelmiştir).

Türkmenler kemençeyi gıjag gibi ta­ nıyorlar. Bizde sazın yanma ney gelen kimi(geldiğinde), Türkmenistan’da da XIX. asırdan itibaren dutarın yanına ney evezi(yerine) gıjag gelmiştir. Gıjag evvel(a) Taşauz, sonra Göytepe bahşişi - mn(aşığının) yanma gelmiştir(önce Ta­ şauz, sanra Göytepe bahşişi kullanmaya başlamıştır). Kazaklarda ise kemençe- gıjag-komuz çalan, müstakil sanatkar­ dır, onun kendisine mahsus "küyleri-me- lodiy al an-vardır.

Türkmenler, Özbekler, Karakalpak- lar ve Uygurlar aşığı bahşı (olarak) ad­ landırırlar, Kırgızlar Destancı (onlarda huBusi Manasçılar da vardır). Kazaklar­ da ise âşık-akın, destancı-jırçı; kopuz ça­ lan, küyçü adlanıyor. Bu ulu sanatkarla­ ra konulan adlardan asılı olmayarak(ko- nulan adlara bakmayarak), bütün halk­ larda, tarihin ilk çağlarından süzülüp gelen derin hürmet, ihtiram itikat ve bü­ yük muhabbet gördüm. Türk halkların­ da böyle sanatkarlan mukaddesleştir- meye meyil güçlüdür.

Dutar ve dombra iki simli(telli) oldu­ ğu halde, Kırgızların "demir komuzu" ile Kumuklann "ağaç komuzu" üç simlidir. Kumuklann "ağaç komuzu" Dağıstan’da Avarlar, Darginler, arasında da yayıl­ mıştır. Lâkin onların komuzları iki sim­ lidir. Hem de onlann çalgı âletleri Ku- muklarda olduğu gibi, "ağaç komuz" yok(değil), elece(sadece) komuz adlanır. Bunun bir sebebi de odur ki, Kumuklar

(3)

"ağaç komuz"larmın koluna çok bezek vururlar(süslerler) ve Kırgızlar gibi ba­ şına goşa(çift) ipek gotaz (püskül) bağlı­ yorlar.

Kazak Jırausu, akını; Kırgız destan­ cısı dombra ve komuz(kopuz) melodisine "küy" diyorlar. Bizde(Azerbaycan’da) bu ifade şimdi "ses-küy" manasındadır. Ka­ zak akınının ifasında "Korkut küyü" ve "Köroğlu küyü" adlı melodiler vardır.

Kumuk ve Nogaylar şiir ve destana "yır", Kazaklar ise ”jir" diyorlar. Burada sadece Kazaklarda(ki) telaffuza göre "yır", "jır"a çevrilmiştir. Kazak dilinde önde gelen sözlerde "y" sesi "j" sesi ile evezlenir(yer değiştirir. Öyle ki, Kazak­ lar yazıcıya da "Jazıçı" diyorlar.

Kazaklardaki jırau, jırçı ad titulları da şiirle, destanla alâkadar (olarak) ya- ranıp(oluşup) meydana çıkmış bir ıstı- lahtır(terimdir). Kumuklar ve Nogaylar- da ozana yırçı, komuzçu diyorlar. Hangi sanatkar çalıp okuyorsa; yırçı, komuzda muayyen bir melodi ifa ediyorsa; komuz­ çu adı verilir.

Kazaklarda öz(kendi) yaratıcılık ve ifacılık faaliyetlerine göre, destancılara jıraular(jırçılar) denilir ki, Kazak des­ tanlarının yaranması ve söylenmesi on­ ların adı ile bağlıdır(ilgilidir). Aytıslar (aydışlar-deyişmeler) ise akınlann adı ile bağlıdır(ilgilidir). Kazak folkloru ted- kikatçılarının tabirince ozan; jıraunun, jırau ise akın’ın atasıdır. Enşeçiler de var ki, bunlar muğama yakın tarzda okuyan akm’lardır.

Akınlar küyden, enşeden ilave(baş- ka), hususi desturlar da ifa ediyorlar. Mesela, Cambul’un desturu, Süyinbay’m deBturu, Narbek’in desturu (yani Nar- bek’in gaydası(kaidesi), Sadir Hoca oku­ ma ve musikî ifacılığı üsluplarını ifade ediyor. Adları çekilen(bahsedilen) sanat­ karların desturu, muğamı denildiğinde,

onların yarattıkları musikî melodileri ve ifa tarzları nazarda tutulur.

Kazaklarda "jır’lar dombraya, Ku- muklarda ise "yır"lar ağaç komuza bağlı şekilde förmalaşıp meydana çıkmıştır. Kumuklarda yiğitlik eposu ile bağlı(ilgi- li) yırlar, tarihî yiğitlik yırları, ballada yırlan, zarafat(şaka) yırlan, beşik yırla- n, oylu yırlar (yani oy çekmek, hasretli, gamlı, kederli yırlar) (olarak adlanırlar). Oylu-gamlı yırdan bir beyit:

Düzlerden kaplan çıkarsa, Arasından ak marallar öter mi?

Bu yır, ozan söyleri ile nece(nasıl) da yakından sesleşmektedir. (benzemekte­ dir). Böyle yırlar -yuğlar- vakti ile Azer­ baycan’da da mevcut olmuştur. E. Hak- verediyev "Azerbaycan Teatn" adlı ma­ kalesinde (şöyle) yazmaktadır: "Kadim Azerbaycan'ca, ölen büyük kahraman­ lar için ağlamak bir âdet idi. Kahrama­ nın öldüğü gün cemaati bir yere toplu- yorlardı. Bu toplantıya "yuğ" diyorlardı. "Yuğlama-ağlamak sözündendir). Topla­ nanlar için konaklık düzelerdi(misafirler ağırlanırdı), hususi devet edilmiş "yuğ- cular" ise ikisimli(ikitelli) "kopuz" çalıp oynuyorlardı. Yuğcu evvelce merhum kahrammın yiğitliklerinden damşıp(ko- nuşup) onu teriflerdi. Sonra ise gamlı havaya geçip kahraman için ağı derdi. Toplananlar da hönkür hönkür ağlardı. Garibedir (gariptir, tuhaftır) ki, Türk­ menler ağlaşmaya yırlamak diyorlar. Jır, yır, yuğ bunlar hamısı(kamusu, hep­ si) aynı kökten olan sözlerdir ki, muay­ yen tarihî devirlerde, birbirine yakın za­ manlarda yaranmış ve sanat âleminde bir ıstılah(terim) gibi işlenmiştir(kulla- nılmıştır).

Tatar folklorunda halk yırlan aşağı­ daki şekilde tasnifleştirilmiştir: Lirik yırlar, çoban yırları, beşik yırları, tarihi yırlar, asker yırlan.

(4)

Türkler kend’e köy diyorlar. Azerbay­ can’da da köy adı verilen kend vardır. Mesela: Gazah rayonundaki Musaköy kend’i. Tatarların halk mahnısım köy adlandırmaları da meraklı fakttır (dik­ kat çekici durumdur). Belki bu, halk mahnılanmn ilk defa kendde-köyde- ya- ranması(oluşması) tasavvuru ile bağ- lı(bağlantılı) bir meseledir. Belki de bu­ radaki "köy" heç de kend manasında de­ ğil, Kazakistan "küy'unün başka telaf­ fuz formasıdır(biçimidir).

Umumiyetle Türkdilli halkların ozan yaratıcılığı devrindeki müşterek alaka­ lan o derecede kuvvetli olmuştur ki, on­ ların izleri, alametleri bu gün de kal- maktadır(durmaktadır). Akın, bahşı, aşık yaratmcılığı merhalesinden sonra ise her bir halkın bu sahada husisî yara­ tıcılık yolu muayyenleşmiş, özüne mah­ sus, yeni millî mensubiyyet özünü daha güçlü şekilde göstermeye başlamıştır. Şiirde, sanatta, musikîde ad muhtelifliği meydana çıkmıştır.

XVII-XVIII. asırların yazılı âbidesi sayılan "Şehriyar" destamnda saz hava­ larına şimdikinden farklı olarak "kaide" denildiği mâlum oluyor (anlaşılıyor). Ha­ zırda (şu anda da) Borçalı aşıkları saz havasına "gayda” diyorlar. Türkmenler dutar havalarına "muğam" diyorlar. Lâkin bunların bizim anlayışımızdaki muğamlarla alâkası yoktur. Sadece "mu­ ğam" sözünden bir musikî terimi gibi is­ tifade ediliyor. Hatta Türkmen bahşılan koşma, geraylı, şiir formalanna (şekille­ rine) gazal (gazel) diyorlar. Aynı zaman­ da "gosgu" ifadesini de işletiyorlar (kul­ lanıyorlar). Elbette, "muğam" ve "gazel" dutara, bahşı sanatına bağlı ilkin"ilk, bi­ rinci) adlar değildir. Bu şiir ve musikî terimleri, sözsüz ki (şüphesizki), Türkmen bahşişinin yaratıcılığına son­ radan gelme poetik adlardır.

Türk ozanı, geraylı aşık şiirine "semayî'semâî) diyor. Konya (İç Anado­ lu), Erzurum ve Amasya ozanlanna dik­ katle kulak asmışım(dinlemişim). Meş­ hur Türk aş*ğı Yusuf Poladoğlu’nun Şah İsmail Hatâî’den okuduğu bir semaîyi (geraylıyı) heç vakt(hiçbir zaman) unu­ tamıyorum.

Ezel bahar olmayınca, Kırmızı gül bitmez imiş. Kırmızı gül gitmeyince, Sefil bülbül ötmez imiş.

* * *

Bülbül aşıktı ötmeye, Güle sarılıp yatmaya, Bahçıvan gülü satmaya, Gül kıymetin bilmez imiş.

* * *

Şah Hataî ölmeyince, Tenim kurban olmayınca. Dost dosttan ayrılmayınca, Dost kadrini bilmez imiş.

Semaînin ikinci bendindeki "bahçı­ van", bahçeye kulluk eden, bağban ma- nalannda işledilmiştir. "Van" mekân bil­ dirir.

Şah Hatafnin bü geraylısı son yıllar­ da neşr olunmuş kitapların hiç birine dahil edilmemiştir.

Türk sazında sine perdeleri yoktur. Yedi damşan perdeye "Ana perde" diyor­ lar. Saz havaları ise şöyle isimlendirili­ yor: "Sümmanî makamı", "Orta Anadolu türküleri", "İç Anadolu türküleri", "Kars divan makamı", "Semaî-divanî "Koşma divanî" vs. Kazak dombrası, Kırgız ve Kumuk komîızu gibi Türk sazıçın başı da goşa (çift) iper gotazlıdır (püsküllü­ dür).

Yeri gelmişken onu da diyeyim ki, Tebriz aşık mektebi Öz kökü üste, tarihî ananelerine bağlı şekilde leng olarak öz yolunu devam ettiriyor. Kazak, Türk­ men, Özbek, Uygur, Karakalpak,

(5)

Ku-muk ve Nogay bahşı-akın, yırçı mektep­ leri arkaik formaları (biçimleri), adları ciddî şekilde muhafaza edip yaşatıyor­ lar. Türk sazı Öz(Kendi) inkişafına göre, başka Türkdilli halkların saz çeşitli(tü- ründen) simli çalgı âletleri ile mukaye­ sede hayli inkişaf etmiş, Azerbaycan sa­ zına benzer meydan sazına çevriiebil- miştir. Türkün nisbeten uzun kollu sa­ zında perdelerin sayısı artsa da, kökün değişmesi (melodiden melodiye geçmek için) imkânları bizim saza nisbeten az­ dır. Türk sazının kökünü zile(tize) çe­ kende ve pese indirende perde ve kökler­ den istifade ediyor. Halbuki, Azerbaycan sazının altı müstakilli kökü ve yedi da- nışan(konuşan) perdesi ve ses katarı dü- zümünde ise "Baş divanî" (pesgamlı), "Şah perde" (bem-şadlık), "ayak divanî" (zil cengi) gibi mahsuldar perdeleri var­ dır ki, bunlar yeni saz havaları bestele­ yip ortaya çıkartmak için büyük imkânlar yaratıyor. Bu geniş imkânlı kök ve perdelerin kömeyi(yardımı) sâyesinde yüz müstakil saz havası ve altmış da veryantı yeranabilmiştir(orta- ya çıkmıştır). Türkdilli halkların ekseri­ yetinde Dutarı, Komuzu, Dombrayı, Sazı oturur vaziyette çalıp okuyorlar. Bu ba­ kımdan Azerbaycan âşığı ve Kumuk yır- cısı, konuzcusu farklıdır. Onlar sazdan, asıl meydan sazı ve döğüş komuzu gibi isifade ediyorlar. Bana öyle geliyor ki, hemin (bu) sanatkarlar ifa zamanı aya­ ğa kalkıp çalıp çağırsalar, onların musikî âletleri çok şey kazanır. Tarzen Sadıkcan’m tan yerden Bİneye kaldırdık­ tan sonra, tarm neler kazandığını musikişinaslar yahşi biliyorlar.

Türkdilli halkların ozan-âşık sanatı arasında muayyen benzersizlikler oldu­ ğu gibi, her bir halkın ayrı ayrı zona­ larda ifacılıkla bağlı(ilgili olarak) renga- renklik de mevcuttur. Her bir

halka-mahsus nece neçe(nice nice) ozan âşık mektepleri vardır.

Aşık, akın ve bahşı mekteplerini şartlandıran(birbirinden farklı yapan) tekce(sadece) ifacıhk tarzları ve meclis- geçirme kaideleri değildir. Bunlardan başka öyle âmiller de vardır ki, onlardan daha esaslıları aşağıdakilerdir:

1. Coğrafı-etnik muhit, 2. Deb ve toy(düğün) âdetleri, 3. Yerli ahalinin emek meşguliyeti, 4. Yerli folklorun ve edebî muhitin tesiri.

Bahşı sanatı Türkmenistan’ın her köşesinde: Tahtabazar’da, Garngalatla, Bayrameli’nde, Carco’da, Tecen’de, Ba- harden’de ve başka yerlerde geniş yayıl­ mıştır. Türkmenin Taşauz bahşıları esa­ sen destancıdırlar, Göytepe’de aydımlar, okuma ve avazlar, Aşkabad ve Mari’de ise Dutar ifacılığı üstünlük teşkil ediyor. Bununla bele(bunun yanı sıra) Türkmen bahşı ifacılığı mekteplerini esasen aşağı­ daki şekilde gruplandırmak mümkün­ dür:

1. Taşauz bahşı mektebi, 2. Man bahşı mektebi, 3. Göytepe bahşı mektebi.

Hazırda Kazakistan’da dört akın mektebi mevcuttur:

1. Alma-Ata akın mektebi 2. Cambul akın mektebi 3. Çimkend akın mektebi 4. Kızlarda akın mektebi.

Deşt-i Kıpçak Kazak folklorunun, esatir ve efsanelerinin, Jırau ve akın sa­ natının kadîm beşiği olmuş, bu gün de öz şöhretini saklamaktadır(muhafaza et­ mektedir).

Yeri düşmüşken kaydedeyim ki, gü­ zel ifacıhk sanatına malik olan Kızlarda aşık mektebi, Türkmen ve Azerbaycan bahşı-âşık sanatına daha yıkmdır.

(6)

destancılığı, köycü, enşe ifacılığını tam benimseyerek aparıcı rol oynuyor.

Azerbaycan’a mahsus aşık mekteple­ ri ise aşağıdakilerdir:

1. Gence aşık mektebi 2. Tebriz aşık mektebi 3. Garabağ aşık mektebi 4. Şirvan-Muğan aşık mektebi 5. Şemkir-Gazak aşık mektebi 6. Göyçe aşık mektebi

7. Borçalı aşık mektebi 8. Guba-Derbent aşık mektebi Gençe, Tebriz, Şemkir, Göyçe aşık mekteplerinin nümayendelerinin(ileri gelenler) okuma tarzları aynıdır. Lâkin Gence, Şemkir aşıkları balabanla, Bor- çalı aşıklan balabansız, hem de benzer­ siz tarzda okuyorlar. Bunlarda saz ifacı- lığı yüksektir. Hazırda{şu anda) Borçalı aşık mektebi özünün(kendisinin) yüksek tekâmül devrini yaşıyor, başka çalgı âletlerini özüne koşmadan sazı, sözü öz kadîm köküne bağlı şekilde inkişaf etti­ riyor.

Şirvan-Muğan aşığı sazın yanma neyle beraber, nağara ve koşa nağara da getirmiştir. Bu mektebe mahsus aşıklar zengülesiz (sesi titretmeden) ve aydın bir şekilde okuyorlar.

Azerbaycan’ın bütün aşık mekteple­ rinde saz esasen "seğâh" üste köklendiği halde, Şirvan-Muğan aşığının sazı "Şur" üste koklenmiştir. Şirvan-Muğan aşığı­ nın sazı muğama daha çok bağlıdır.

Kohum (yakın, akraba) halkların şi­ ir, musikî, saz çeşitli (türünden) çalgı âletlerinin adlarında, ifacılık tarzlannda rengârenklik olduğu gibi, şiir ve musikînin poetik (manzum) forma ve şe­ killerinde, elece de (bilhassa) epos ve destanların kuruluşunda da köklü fark­ lar mevcuttur.

Tarihen Kazak Kırgız akın ve des- tancılan biribirleriyle görüşmüş, deyiş­ miş, alâka saklamış ve temasta bulun­ muşlardır.

Lâkin Kırgızlardaki "Manas" eposu sipesifîk hususiyetlere malik olduğun­ dan, değil sadece Kazak akınlan, umu­ miyetle Türkdilli halkların hiç bir sanat­ karı, hatta Kırgız destancıları (halk hi­ kayecileri) (onlar aşığı böyle isimlendiri­ yorlar) bile manasçılığa bacarmırlar(ba- şaramıyorlar). Manasçılar da komuz çal­ mayı, âvâzla okumayı bacaramıyorlar. Manasçılık Kırgızlarda özüne mahsus, benzersiz, orijinal bir ifacılık yoludur: "Manas"çı komuzla çalıp çağırmıyor, Müşayietsiz "Manas" eposundan parça­ lar söylemekle kifayetleniyor. Lâkin bu­ nun içinde hususi istidad talep olunu­ yor.

Türkmen bahşişi Azerbaycan aşığı ile, Türk(Türkiye) aşığı ise Azerbaycan aşığı ile tarihen alâka saklamıştır. Türk­ men destanında ya seven oğlan, yahut da sevilen kız Şirvan’dandır. "Yaralı Mahmud" destanında Mahmut Gence’ye, Mahbub hanımın dalınca(arkasından) geldiği gibi, "Göyçek Rıza" destanında Göyçek Rıza Türkiye’ye her goşa’nın ar- kasınça gidiyor.

Umumiyetle, Azerbaycan-Türkmen aşık-bahşı, Azerbaycan-Türk ozan-âşık, Kazak-Kırgız akın-destancı yaratıcılığı istikametinde araştırmalar aparmanın vakti çatmıştır(gelmiştir).

Azerbaycan ve Türkmen halkları arasında tarihî yadigar olan "Sayatlı Hemra" destanının bir kanadı Türk­ men,bir kanadı da Azerbaycan toprağına bağlıdır. Aşık Ahmed’in söylediği bu des­ tandaki "Durnam" koşması ne kadar da samimi sesleniyor:

İkİ durnam vardır ağlı garalı, Birsinin bedeni cam yaralı.

Hakdan buyruk olsa biz hem varalı, Hezirbejan sarı uç İndi, durnam.

Destanda Hezirbejan-Azerbaycan, çöl Muğan toprağının adı büyük ihtiram­

(7)

la(hürmetle, Baygıyla) çekilir(amlır). Azerbaycan-Türkmen aşık-bahşı yaradı- cıhğında böyle bediî numûneler istenil­ diği kadar vardır.

"Aşık Garip ve Şahsanem" Özbekler- de, Ttirkmenlerde, "Emrah" Türklerde, "Arzu-Gamber" Kerküklülerle, Karaim- lerle müşterek destanlarımız dır. Türk aşıklarından Karacaoğlan’ın, aşık Şen- lik’in, Ömer’in, Hasta Hasan’ın şiirleri Azerbaycan’da geniş yayılmıştır.

AzerbaycanlIlar Türkmen aşık-şair- lerinden Mahdumkulu’yu, Molla Nepis’i öz sanatkarları kadar seviyor ve tanıyor. Dağistanlı Yetim Emi’yi, Ehrekli Re- ceb’in şiirleri de Azerbaycan aşıkları arasında geniş yayılmıştır.

Dağistan’ın Ahtı, Dokuzpara Lezgile- ri arasında, Tabasaran hissesinde(bölge- sinde, kısmında) Azerbaycan aşık sana­ tına büyük muhabbet besliyorlar. Bura­ da Azerbaycan ve Lezgi, Tabasaran dil­ lerinden çalıp-çığıran, güzel mahnı- lar(türkü) ifa eden çok sayıda aşıklar nesli yetişmiştir.

Azerbaycan, Türkmen ve Dağıstan aşık-bahşı yaradıcılığı alâkalarının tari­ hi çok kadîmdir. Burada çok meraklı(ilgi çekici) bir tarihî hadiseyi hatırlamak is­ tiyorum.

Derbent-Guba bölgesinde meşhur olan "Yetim Aydın" destanına göre, Türkmenistan’dan Urşan ve Gurşan adlı iki bahşı (aşık) Derbent’te ozanlann son nümayendesi(temsilcisi) olan üç kardeş- le-Dede Gurbet, Dede Heykelli, ve Dede Gügü ile- deyişmeye geliyorlar. Onlar geceleyip Derbend’e o kadar da yakın ol­ mayan bir Azerbaycan kendinde(köyün- de) konuk kalırlar. Konuk kaldıkları Yetim Aydmgilin evidir. Aydın yetim uşak(çocuk) idi, onun koca(ihtiyar) ana­ sından başka bir kimsesi yok idi. Aşıkla­ rın çalıp çığırmaları Aydın’ın hoşuna git­

ti. O, seher(sabah) onlarla gideceğini bil­ dirdi. Aşıklar razı olmadılar. Çünkü ay­ dın keçel, çirkin uşak idi. Baktılar ki, Aydın bunlardan kopan değil(aynlmaya- cak). Yolda onu aldatıp yüce bir dağa kar getirmeye gönderdiler. Aydın dağda karla başam ovuşturup yattı. Ayılanda baktı gördü ki, yanında güllü bir yay- lık(baş örtüsü) var. Güllü yaylığa kar bağlayıp yola düştü. Ağ atlı, yeşil don- lu(elbİ8eli) Hızır İlyas Aydın’ı Ursan’la Gurşan’a çattırdı. Onlar baktılar ki, Ay­ dın geldi. Lâkin evvelki Aydın’dan eser- alâmet kalmamış, o kadar güzelleşmiş ki, gel göresin.

Deyişme meclisi başlıyor. Dede Gur- bet’ten Dede Heykelli ile Dede Gügü’ye hiç nöbet(sıra) çatmamış Urşan’la Gur- şan’ı öz sazımn sözünün gücü ile mağlup ediyor. Bu zaman Urşan ve Gurşan tara­ fından ömründe sazın ne olduğunu bil- miyen Yetim Aydın meydana giriyor ki, gayri adi(fevkalade) istidadının kudreti sayesinde üç kardeşi -Dede Gurbet’i, De­ de Heykelli’ye ve Dede Gügü’yü- mağlup edip sazlarım ellerinden alıyor.

îlyas Muşeg "Nağmeler"(adlı) kita­ bında (1921) Yetim Aydın’ından danı- şır(bahsediyor) ve şiirlerinden numûne veriyor. Hemin (bu) şiirler içerisinde "Urşan’la Gurşan’a dayan dediler" mıs­ ralı koşma da numune verilmiştir.

Daha meraklı bir fakat (ilgi çekici durum) XVII asnn üstad aşığı Aydm’ın mezan Türkmenistan’ın Taşauz vilaye- tenin Kırğızlara, Özbeklere ve Karakal- paklara yakın arazisindedir. Türkmen, Özbek, Karakalpak, Kazak Uygur akın ve bahşılan, Kırgız destancıları bu me­ zarı sanat mabedi gibi kıymetlendiri­ yorlar. Her hangi bir üstadın yetiştirdiği şakirt(öğrenci) Aşık Aydın’ın mezarım ziyaret etmese, onun mezarı üste(başın- da) "Baba Gamber" havasını maharetle

(8)

çalamasa, ona müstakil akın ve bahşı ol­ mak için icaze (izin) verilmiyor. Aynı za­ manda asıl bahşı, destancı ve akınlar sentyabr(eylül) ayında Aşık Aydın’ın mezannı ziyarete geliyorlar. Onlar aşık Aydın’ı bu sanatın hâmisi sayıyorlar. Bu mezar "Aşık Aydın piri" olarak da çok meşhurdur. Türkmen "Köroğlu'sunun "Harmandeli" kolunda Aşık Aydın’dan, onun pir olan kümbezinden geniş bahso- lunuyor. Böyle deniliyor ki, Köroğlu her döğüşe gitmezden evvel kırk gün Aşık Aydın kümbezinde(türbe, yatır) kalıp onu ziyaret edermiş. Adı çekilen sefer arefesinde Harmandeli adlı Türk güzeli­ nin dalmca(arkasmdan) gitmeye tele- sir(acele ediyor), Kırk gün tamam olma­ dan döğüş meydamna gidiyor ve mağlup oluyor. Harmandeli’nin maslahatı(tavsi- yesi) ile Köroğlu Aşık Aydın’ın kümbezi- ni kırk gün daha ziyaret etmeli olur(eder).

Köroğlu’nun bu seferde dediği bir ge- raylı Azerbaycan "Köroğlü'ndaki geraylı ile az kala üst üste düşüyor:

Koca dağların başında, Lembir lembir kar görünür. Benim bu deli gönlüme, Ala gözlü yar görünür.

Köroğlu Rum vilayetinden gayıdan- baş(döner dönmez) Şirvan’da konuk ka­ lıyor. Köroğlu ile Harmandeli’nin Yedi- bentlik deyişmesi halk mahmsını hatır­ latıyor:

Harmandeli:

Harmandeli geldi dile, Sen bir bülbül, kondun güle, Ben bir sona gölden göle, Uçuban çıksam nic’olur?

Köroğlu:

Köroğlu gezir(geziyor) kuş gibi, Sinelerin gümüş gibi.

Seni bir çolpa kuş gibi Dönüp avlasam nic’olur?

Türkdilli halkların arasında ozan sa­ natının yayılma coğrafyasına, menşeine, inkişaf merhalelerine, genetik alâka­ larına, topolojik hususiyetlerine dikkat yetirdikte (edince) araştırılması vecip (gerekli) olan bir çok problemler meyda­ na çıkıyor.

Ben Kazakistan, Orta Asya, Kafkas­ ya ve Dağıstan’ı kend-kend ağıl-ağıl gez­ dikçe, akın, bahşı, destancı, manasçı, yırcı, komuzcu, ozan ve aşıkların birbir­ lerine tarihen ne kadar yakın ve doğma olduklarını ve demlen problemlerin hal­ linin ne derecede vacip olduğunu daha derinden duymuşum.

Dirili Gurbani’nin Miskin Abdal’ın hayatları, yaradıcılıkları, Türk Toprağı ile bağlı okluğu gibi, Türk aşık-şairlerin- den XVII. asrın büyük aşık-şâiri Karaca- oğlan’ın, XVIII-XIX. asırların âşık-şairi Şenlik’in edebî irsierinin(kabiliyet) bü­ yük bir hissesi Azerbaycan’la bağlı- dır(bağlantılıdır). Azerbaycan’da geniş yayılmış Türk halkına mahsus "Yaralı Mahmud", Karacaoğlanın hayatı ile bağ­ lı "Nigar ve Mahmud" destanları hele- lik(şimdilik, şu anda) Türk ve Azerbay­ can matbuatında öz geniş aksini tapma- mıştır(bulmamıştır). Aşık Şenlik daha çok Borçalı regionunda(bölgesinde) ya­ yılmıştır.

"Yaralı Mahmut" destanını(hikayesi- ni) daha çok Mehseti Türkleri biliyorlar. Bu destanın çok meraklı(ilgi çekici) süje- ti(konusu) vardır. Gence hanının hâzine­ sinde iki şöyçıragdaşı vardır. îstambul hükümdarı hiç olmazsa onun birine sa­ hip olmak istiyor. Lâkin Gence hanının pehlivan kızı Mahbub hanımın meyda­ nında duruş getirebilecek bir yiğit yok­ tur. Bir çaycının mesleheti(tavsiyesi)ile bu meydana genç Mahmut gönderilir. Mahmut Mahbub hanıma galip gelir ve Mahbub hanımı söyçıragla birlikte Türk

(9)

toprağına aparır(alıp varır). Doğrudur, destanın mecera hissesinde(bölümünde) Mahbub hanım Mahmud’u Türk topra­ ğında yaralıyor. Bütün musibetlere, faci­ alara bakmayarak(rağmen) destanın so­ nu hoşbahtlıkla bitiyor. Burada hanımın vatan hasretidir. Öz devrinde gurbet el­ de Garip, Tebrizî; Tufarganlı Abbas, Derbend’i; Hasta Kasım, Şamahı’yı yü­ rek yangısı ile tasvir ve terennüm ettik­ leri gibi, Mahbub hanım da doğma Gen- ce’yi kövrek(hasretli, özlemli) bir hisle- hatırhyor.

Eylen, Mahmud, eylen, iltimasım var, Düşüpdü yadıma eli Gence’nin. Atamın var idi ağır haznesi, Yakutu, yemeni, la’li Gence’nin.

Koşma bunun gibi kövrek hislerle be­ zenmiştir. Mahbub hanım "Açılıpdır gönce gülü Gence’nin" diye doğma topra­ ğını hatırlıyor. Öylece de, Gence’de olar- ken(yaşarken) Mahmud, doğma Istam- bul’un hasretini çekiyor:

Mahmud ölse, defn etmeyin Gence'de Onun İstambul’da vilâyeti var.

Karacaoğlan aşık Şenlik’ten, "Yaralı Mahmut" destanından farklı olarak Azerbaycan toprağında daha geniş yayıl­ mıştır. Onun hazırda(şu anda) elimizde "Mahmud ve Nigar" destanından ila- ve(başka) iki hikayeti(hikayesi) daha var. Bu destanlar ve hikayetler Karaca- oğlan’ın AzerbaycanlI tetkikatçcısı Guli- yeva-Gafgazlı Halide hamm'ın tetkika- tından da kenarda kalmıştır. Tetkikatçı, "Karacaoğlan" hakkındaki monografisin­ de, esasen, yazılı menbalara hususen de Türkiye menbalanna söykenmiştir(da- yanmıştır).

"Mahmud ve Nigar" destanında Mah­ mud, Nigar’ın atası tarafından deryaya attırılır. Onun arkasından Nigar’da, Mahmud’un dostu Abid Ganber de ken­ dilerini deryaya atıyorlar. Yegane kızı

için pişman olan hükümdar onu yeniden hayata gaytarmak(döndürmek) arzusu­ na düşüyor. Ona diyorlar ki, Karacaoğ­ lan uzak ülkede sürgündedir. Eğer o, sağ ise, aşıklan yeniden hayata gaytara- bilir(döndürebilir). Karacaoğlan diyor ki, okumak bana yasak olduğu için sazımı bir ağacın dibinde basdırmışam(gömmü- şüm). Eğer onun simleri(telleri) kalır- sa(duruyorsa), saz öterse, benim okudu­ ğum sözler Nigar ve Mahmud’u, Abid Ganber’i hayata gaytarar(döndürür). Karacaoğlan bir bend şiir okuyor. Sazın bir simi dilleniyor. Nigar gözlerini açı­ yor. Sözün ikinci bendini okuyor. Sazın ikinci simi dilleniyor, Mahmud gözlerini açıyor. Karacaoğlan sözün üçüncü mü- hürbendini(son dörtlük) okuyor ve Abid Ganber gözlerini açıyor. Karacaoğlan bakıyor ki, aşıklar ayıldıktan sonra bir­ birlerine sarmaştılar, hükümdarın kal­ bini yumuşatmak için aşağıdaki koşma­ sını söylüyor:

Ay ağalar, Şıh Nesir*in bağında, İki gül sarmaşıp biri birine. Nece melake var sağı solunda, İki tel sarmışıp biri birine. Süsenli sünbüllü süsen gibiydi, Üstten acı yeller esen gibiydi. Birisi birinden küsen gibiydi, Eki tel sarmaşıp biri birine. Karacaoğlan diyor, sözün kısasın, Bu sınık gönlümün ol temennasın. Kabul eyle, ben yazığın duasın, İki tel sarmaşıp biri birine.

Karacaoğlan’nın hayatı ile bağlı des­ tan ve hikayetten ilave(başka) küçük epizotlar da var. Hamısında(hepsinde) Karacaoğlan bir evliya gibi, sazın-sözün kudreti ile her şeyi mümkün eden (biri) olarak verilir. Mesela, Üç kız yol ile gidi­ yor. Çınarı yapraksız görüp gamlanıyor­

(10)

lar. Diyorlar ki, bu çınarın yaprağı olsa ne yahşi olurdu. Bu Karacaoğlan’a ayan oluyor, sazını çıkanp görek ne diyor:

Goşa çınar, goşa çınar, Veripsiz baş başa çınar. Aç yaprağı, döşe çınar, Görşüne kızlar geliyor.

Kızlar görürler ki, o dakika çınarda yeşil yaprak açıldı. Bir kadar(miktar) gi­ dip yoruluyorlar. Kızlar diyorlar ki, ne olaydı heremize(her birimize) bir at olaydı, bineydik. Karacaoğlan yene(yine) sazını götürüp(alıp) okuyor:

Yollar boyu yeşil otlar, Ceyran-cüyür sizi otlar. Yeherlenin bedöv atlar. Binmeye kızlar geliyor.

Üç at hazır oluyor. Kızlar atı binip yola devam ediyorlar. Bir kadar sonra kızlar susayorlar. Bakıyorlar ki, budur, çeşmi gabakta(önlerinde) amma suyu bulanlıktır(bulanıktır). Kızlar diyorlar ki, ne olaydı Karacaoğlan bir söz oku- yaydı, çeşme durulaydı, biz de onun su­ yundan içeydik. Karacaoğlan bunu işitip sazı götürüp görek ne diyor:

Karacaoğlan esip coşma, Bulanlık sel teki taşma. Durul, boz bulanık çeşme, İçmeye kızlar geliyor.

Karacaoğlan’m sazının her teli, sözü­ nün her bendi bir adama hayat veriyor. Halk Karacaoğlan’ın sazına, sözüne bü­ yük inam (in an, inanç) besliyor. Karaca­ oğlan bu makamlarda Dede Korkut’la yanaşı(yan yana, paralel) dayamyor(du- ruyor). O da "müşkül işleri hallediyor", onun sazı da kopuz gibi i’cazkârdır.

Bir başka hikayette Karacaoğlan’m taksirlendiriyorlar ki, bey kızma neyi târif yazmışsın? Karacaoğlan and içiyor ki, o denilen sözü ben demedim. O, bu nünasebetle (şöyle) diyor:

Yüce dağ başında bir bölük duman, Dumanın elinden halim pek yaman, Men ölüp kabire ay giden zaman, Su meleykeler gelirler tamam. Onlann hakkıçün ben dememişim, O deyilen sözü ben dememişem. Yüce dağ başında bir bölük çiçek, Çiçeğin elinden halim pek göyçek İndirin Kur’ânı, yemin and içek, Onların hakkıçün ben dememişim. O deyilen sözü ben dememişem Yüce dağ başında bir bölük kumru, O nedir goynunda ay yumru yumru? Gezledin, görmesin, ay cahil-cumru, Onların hakkıçün ben dememişim, O deyilen sözü ben dememişim. Karacaoğlan deyer, tapıdır tapı, Yıkılmaz Mevla’nın yaptığı yapı, On sekiz bahçedir, kırk sekiz kapı, Onların hakküçün ben dememişim, O deyilen sözü ben dememişim.

Daha meraklısı(ilgi çekicisi) odur ki, "Karacaoğlan" saz havası bu şiirle ikiz yaranmıştır(oluşmuştur).

Türkdilli halklar arasında ozan sa­ natının yayılma coğrafyasına, menşeyi- ne, inkişaf merhalelerine, genetik alâkalarına, tipolojik hususiyetlerine dikkat edildiğinde araştırılması vacip olan bir çok problemler ortaya çıkıyor.

Ben Kazakistan, Orta Asya, Zakaf- kasya ve Dağıstan’ı kend kend, aul-aul gezdikçe, akm, bahşı, destancı, manasçı, yırcı, komuzcu, ozan ve aşıkların birbir- lirine tarihen ne kadar yakın ve doğma olduklarını ve denilen problemlerin hal­ linin ne derecede vacip(gerekli) olduğu­ nu daha derinden duymuşam(duydum).

Referanslar

Benzer Belgeler

傷寒脈浮,自汗出,中風證也。小便數,心煩,裏無熱之虛煩也。微

Sağ böbreğinde grade 3 ve sol böbreğinde grade 4 VUR bulunan 10 yaşında erkek hastanın koronal yağ baskılı FIESTA MRG kesitinde, böbrekler arasında boyut farkı,

期數:第 2010-02 期 發行日期:2010-02-01 認識關節炎 ◎北醫附醫風濕免疫科邱啟勝醫師◎

請簡述

More relativistic individuals may be less inclined to recognize violated fair information behavior as an ethical issue or to intervene in the behavior because they wish to know

M27, Dambıl Bulutsusu Gezegenimsi Bulutsu Takımyıldız: Tilkicik Uzaklık: 1.250 ışık yılı Parlaklık: 7,4 kadir

Methotrexate, Calcium Leucovorin, Cisplatinum, 5- Fluorouracil (MLPF) for those with good performance status and tumors not in gastroesophageal junction or proximal

Felek, ta- savvufta, divan şiirinde; gökyüzü, daha çok yedi veya dokuz kat olan gökyüzünün iç içe girmiş bir çanak veya kâse gibi tasavvur edilmesi iken (çadır, kubbe,