d C
ı
N
e zaman itfaiye çamım duy-1 sam yüreğim “Hop!” eder. ; Çünkü bir kaç kere yangın felâ- ■ ketine uğramış, Rumeli hisarın- ; da büviik bir yalımısın yanm a-; sıııdan tamam bir hafta sonra, i Beyazıtta Yahnikapan sokağın- j da otuzbeş odalı bir evimiz de, iki saat içinde bir sürü enkaz dan ibaret kalmıştı.Odamda fransızca hocamla ’ ■ ders yaparken, hizmetçilerin fer i ,yadile aşağı koşmuş, gözlerime j ı-çarpan alevleri görünce ağlıya | >ağhya rahmetli anacığımın k u -!
cağına atılmıştım.
Bizim koskoca konak mühim- sememezlikten yandı. O zaman lar sadaret seryaveri olan Ce mal Paşanın evde — şimdiki B e yazıt belediye dairesi— yan ya na idi. itfaiye, paşanın evini kur tarmak için bütün faaliyetini o- rada teksif etti. Bizim yangın la pek alâkadar olmadı.
Gedikoaşadaki büyük baba mın evine giderken, b:rtarkam a- damlann bağıra bağıra koştuk larım d* görmüş, merakla ana ma sormuştum r
— îunlat Kim anne?
Zavallı kadın, beni bağrına ı basarak cevap vermişti:
•— Tulumbacılar. Yangım sön , İürmeğe gidiyorlar.
— Bizim konağı da söndi çekler mi? Tekrar evimize c
görüşüm böyle olmuştu. Sonra, büyüdükçe tulumbacılar hakkın da epi şeyler öğrendim. Hattâ birtakım Paşazadelerin, Şûrayı Devlet mensuplarının, sadaret memurlarının, damat beylerin, İlmîye mensuplarının. Velhasıl İçtimaî mevkileri yükse’-, birta kım insanların da tulumbacılığa merak ve heves edip sandık ar kasında. koştuklarını, boruculıık yaptıklarım gördüm, işittim.
Haydi bir de itirafta buluna yım: Ben de tulumbacılık yap tım, sandık arkasında koştum! (Şemsülmaarif) mektebinde o- fcurken, yangın kokusu alınca kaç defa duvardan atladım, ka pıcıya görünmeden kapıdan s a vuştum, sandık peşine takıldım!
Ozamanlar, şöyle muhavere ler işitir, konuşmalara şahit o- lurduk:
— Falan paşanın oğlu, teravih malazım kılmış, gelini koltuğu na almış, tam zifaf odasına gi rerken, bekçi baba kaim sopası nı vurarak: “Yangın varrrrrr! Galatada Fermeneciler deee...” cek miyiz?
diye bağırınca, gelini bırakarak paçalarını sıvamış, çoraplarını fırlatmış, yalın ayak, 'başı ka bak mahalle tulumbasının arka sına takılmış!...
— Hünkâr yaveri .... bey de tulumba arkasında koşmağa me raklıdır...
— Kazaskerin oğlu Haydar yok mu? Dün Vefa sandığının arkasında koşarken gördüm.
★
I T stadım Ahmet Rasim divor ^ ki: “37, 38 sene evvel bir giin Nuri Şeyda ile otururken ya nımıza uzun boylu, zayıfça, az patlak elâ gözlü, sakallımsı, Mı sır dişili bir molla bey geldi. Mol lâ bey en iyi çuhadan lâıtalı, ga yet kıymettar bir kumaşa kap!1 elmıa kürklü, ipek mintanlı, ipe yelekli, altın kordonlu, Iâlı. şallı, açık çuha şalvarlı, gah potinü, kakma tespihli biri id Görüşüldü. Natuk, cerbezeli, fı K ravû, taklitte mahir olması h sebile üzerimde bir hüsnü tesi bıraktı. Bahusus son derecede nazik, mükrim görünüyor kendisinin bir kib&rzade oldu ğunda tavırlarile, sözlerile şüphe bırakmıyordu.
Şeydanm:
— Seccadeci başı zade Nuri Mahfi bey!
Diye takdim etmesi de bu bap ta kâfi gelmişti.
— Hangi Seccadeoibaşı ? Diye sormakta henüz beis -yoktu. Biz bile o yaşımızda bili yorduk ki Sultan Murat merhu ma mensup olsa da burada bu lunamazdı. Meğer beşinGİ sultan j Mehmet imiş! (o zaman daha şehzade idi)
Bu zatı, o günden sonra bir i kaç defa sokakta gördüm. Aynr kıyafet, ayni halde. Yine bir gün Bejmzıttaaı Lâleliye iniyordum. Yangın topları atılıyor, Aksaray i i tarafından bir tulumba geliyor -
du. Oldukça kalabalık bir san -! dik-! iyi de yürüyorlar. Reisleri i de suvari.Önde bir borucu..Başı- i na bir dildade sarmış. Sırtında tek düshnesi çözük bir fanila, , bacağında beyaz bir dizlik. Ayak ‘ l an ç ı p l a k . . , birden bire nazarı dikkatimi c e 1 b e t- ti. Dikkatle baktım: O!.. Bizim Seccadeeibaşı zade! O da: j — Eyvallah beyim!
Diye bir selâm sarkıttı, geçti. Beni öyle bir hayret aldı ki yürüyemedim. Evvelki kıyafet nerede, şimdiki nerede? Bahu - sus tulumba önünde... Boru el de.. Bakakalmıştım. Haşan pa şa karakolu önünde attığı nâra- yı işitiyordum:
— Heeeeyt! memleket kurta ran, yaman giden AksaraylI!
Nuri Şeydaju görür görmem anlattım. Gülümsedi:
— O öyledir! onun daha ne işleri vardır.
dediydi.” (1)
ö u merak, öteden ¡beri şe- hirde, halk ve kibar sınıf arasında vardı. Hattâ hiç umul madık kimseler arasında. Halbu ki:
— Tulumbacı!
Tâbiri, serseri, kopuk, sabıka^, lı, eskilerin dedikleri.
t zanne”/den.a1an : Jggp bir isimdi.
Eskiden, tulumbacılık :-**ğaı zaman, İçtimaî rma
(erimizin birinciler inden yordu, insaniyet ve yasdı rile tesis edilmişlerdi. Tul ✓ «A* tâbiri, yardım «ever, i
dam müradifi olarak kıdİ—, > ^dı. «Sonradan, tesis zaman
nezahatini, inzibatı yavaş kaybederek lisanın tâbirleri sırasına girmiş, ya kullanılmaya
Tulumbacıların gördükleri hizmet pek faydalı, hattâ çile lâyıktı. Fakat giiael müessese birtakım
oldu, gitti.
Vaktile, her esnafın olduğj., gibi, tulumbacıların da bir kıya feti vardı. Onlar da kendilerine bir kıyafet seçmişti. Mintan de dikleri kukuleteli, koyu deve tü yü aba, potur giyerlerdi. Yeme ni ile bu kıyafet ne kadar uygun düşerdi. Sonradan bu kıyafet de bozuldu, istihaleler geçirdi. Gi yenlerin hallerinden, tavırların daki münasebetsizlik yüzünden, bu kıyafet de lekelendi.
Yine her sınıf gibi, bu sınıf da bir nizamnameye bağlanmış tı. Vaktile Devlet dairelerinde (Ocak) adile bir teşkilât
yapıl-[1] Ahmet Rasimitj bahsettiği Nuri
Şeyda, zarif, şair ve musiki
üstadı idi. Hatırımda kaldığına göre, İkdam gazetesinin açtığı bir müsa bakada, Lamartinin (Refael) ini li sanımıza çevirerek birinciliği kazan mıştı.
Nuri Mahfı babaya gelince, nükte dan, hoş sohbet bir bektaşi babasıy dı. Matbu bir iki kitabı da vardır. (Ittihad ve Terakki) nin eski men- suplarındandı. Hürriyetin ilânından sonra Kadıköy şubesinde çalıştı. Ek mekçiler cemiyeti reisliğinde bulun du. İki tramvay arasında kalan bir
genci kurtarmak isterken, kendisi
j mış, bunlara kilise heyetleri de | iştirak ettirilmiş, bunların fayda - 1 lan yaymak için mahallelerde i-
şe kariştirilımişti.
Bunların hepsi devletin tâyin ettiği, bir (ağa) nın, bir (baş) ın : emrine verilmişti. Tulumba teş kilâtı da (ocak), (kilise), (ma halle) tulumbaları adile üç kıs ma ayrılmıştı.
Teşkilât itibarile bu üç kısmın birbirinden farkları yoktu. Hep si müsavi hukuka sahipti. Hep sinin birer reisi vardı. Ve (kırbaç) taşımak ancak bunların hakkıy- ! dı. Reis hastalandığı, bir maze
reti çıktığı zaman sandığı idare sinden uşak adı verilen ve için ikinci bir reis daha vardı,
i Bunlardan sonra, meratip s ils i
lesi şöyle idi: 1 — Fenerci, 2 — Borucu,
3 — Gögenci, (borucu muavi ni).
4 — Hortumcu.
Bunlar sandığa yerleştirilen makinenin isletilmesinden, idare aralarında birbirlerini “omuz - daşî” diye çağıran efrat da san dığın naklinden mes’uldüler. Fe nerci, tulumbanın önünde giden, onların tâbirile (fener çek en) de ğildir. Fenerci, sandık teku ı ef radının “Ağası” dır.
Sandık gayet basit ve portatif di. Bir emme -basma makinesi, üstü açık bir sandığa yerleştiri lird i. Sandığa dört sırık takılır- j i
dı. Makinenin (çartak) kısmı ile | (tepelik) i, (deve) boynu dedik- 1 leri hortum takılan ağız meydan ' da bırakılır, su alıp veren haz neler de gömülürdü.
★
Bütün gayretime rağmen, tu lumbacılar lıakkındaki bildikleri mi, gördüklerimi ve işittiklerimi bir yazıya sığdırmak mümkün o- lamadı. Bunun için, yazıyı bu rada kesiyorum. Gelecek hafta, tulumbacı ocaklarındaki mahke melerden, maznunların muhake melerinden, (tomruk), (kırbaç) cezalarından, eski tulumbacı re islerinden, kahvelerinden, san dık kovalama ve atmacalardan, usturpalı, kamalı, muştalı kav galardan, meşhur semtlerin tu lumbacı takımlarından bahsede
Ocak sandıklarında birinci ta kana şu adı takmışlardı: Mıışli öteki takımlara da reis yahut kendileri türlü türlü isimler ta karlardı: (Karakaçan), (Kap - tan), (Sevdalı), (Hırvat), (Cey lân,^ (Bulut) gibi.
Tulumbacılar arasında sık sık kavgalar da olurdu. Y a bir evi muhafaza meselesinden, ya yan gına giderken bir dönemeçten ; evvel geçmek kabusundan, ay rı ayrı tulumbalara mensup iki J
( Uşak) m kavgasından iki! sandık arasımla bir düşmanlık | başlar. Kılavuz, gözcü tayin ede j ıek birbirlerini gözetlerler, kon trol ettirirler. Yangına giderken. biri bir sokaktan, öteki başka i bir sokaktan çıkmak (tulumba cılar buna 'Koç boynuzu” der lerdi.) için fırsat kovaterlardı. Çok defa, fmzı takımlar, -keııdi-, ne güvgne-inıyeıdet'- bundan ka- i çıuîr, düşman tulumbaya rast- j
lamamaya çalışırdı.
Bazıları da, karşılaşınca, öne, ’ düşer, öteki kovaiar, tutarsaj sandıklan yere indirirler, yum- j ruk yumruğa, toka, tokaya -şim di kullandığımız kayış kemerler. Fakat toka yerleri san pirinç - tendi.- Dövüşürler, ba&kı kolla-: nnı birbirlerinin kafalarına, en- j seterine indirip dururlardı. K av-; ğa çok dehşetli ve kanlı olur, ka- j falar yarılır, gözler patlar, diş ler dökülürdü.
ilk tulumba kavgalarında ka ma, bıçak, saldırma, karakulak, i soğutişi - bir çeşit bıçak- taban- ca kullanılmaz, bu ayıp sayılırdı. Kavgalar ,daha. ziyade kuvvet, e- sasma dayanırdı. Tulumbacılık j ananesi bozulduktan sonra, si- j iâh kullanılmaya başlandı.
istanbulini bütün semtlerinde, birer tulumbacı ocağı vardı. Fa- i kat bazıları pek silik şeylerdi . Şöhretleri yoktu. En meşhur o-1 caklar şunlardı: Tersane, zap- 1ye kapısı, Galaasaray, Üsküdar,1 bel i mi ye, aşağı, yukarı Topçular j Çeşme meydanı, Paşakapışı, Aksaray, F r uzağa, Mevlâne ka-1 pı, Mengene, kiliselilerden e B y -, oğlu Ermeni kiliseiiler, Samat- ya, Sulumarıasür, Üsküdar Y e -: liimaJialle, Topkapı Ermeni kili-, reliler, Tatavla Rum kiliseli- ler, Galata,, Üsküdar mahkeme, | Selâmsız ve saire...
S rtumanastınn, Kel Topik,! Selâmsızın Bodos, Bey oğlunun Mis ak, Tat-o/ianm Todori, Çeş- îtle meydanının Hurşit gev-, rekciler adile meşhur kumar- j hanenin sahibi. Mahut Fehimj
(paşa) buradan pay alırdı. Çer-j kez Hurşit reis, devrinde büyiik j bir şöhretti- Galip reis, Papaz
oğlu, AksaraylI Ha.mdi devirleri-: nin -haydi yine tulumbacıların ; tâbiriyle ;nö5îl veı>! iniş reislerdendi..
- Reisler,. ev?/eli*ri yangına ya-_ ya olarak giderlerdi. Öfefeaf' da arkadaşlara flb i kokarlardı. F a kat onlar, (Uşak)lar, borucu - lar ve illi gibi yalınayak, başta keçe külah, yahut alacalı men dil sarılı olduğu halde koşmazlar dı. Başlarında, siyah Harmdiye kalıp ve kaim dııbüıı püsküllü fes, ayakannda gayet hafif, j Mevlâne kapısı işi, ikisi ancak; yüz dirhem gelen şıpıtık giyer lerdi. Sonraları, yaya gitmeği b rakarak, atla gitmeğe başladı lar.
Bir zacrmdar, tulumbacı kı-j yafetleri rasgele iken, sonradan dizlik, keçe fcülâh muhafaza, edil mekle beraber, her takım -bu günkü futbol klüpleri gibi- birer ronk seçerek, mintanlarım bun lardan yaptırmaya başladılar,
3sk i tulumbacılardan arabacı 1. içtik Nasib -asıl kel Nasıb ağa d e meşhurdur. Şimdi Beyoğ- i ada Bakkpazannda gaziııocu- lı k yapıyor. Nasib, devrinin sa- J h tulumbaeılamıdandı. Müta - i'1 ice yıllarında Bey oğlunda bir l'ransız polisini yaralamış ve, I'ransız divanı harbince nıah - î-aım edilerek îstanbuldan müs temlekelere sevk edilmiştir- di yor <ki;
. Tulumbacihk deyipte ge- çıvonnemeîi! Öyle beyler, efem diler hattâ paşalar vardı ki van- gın topu patlar patlamaz, bağla şan durmazlar, hemen soyunup sandığın arkasına takılırlardı. îç ferinde doruculuk yapanlarda vardı. Bunlar minare kiilâhma su yetiştirirdi, Öyleleri de var dı ki;. “Ha bre!'' der demez, ko ca sandığı sırtlar, evin damına çıkarıverirdi.”
Eski tulumbacılardan köşede bucakta kalanlar vardır. Fakat bunların çoğu ihtiyarlamıştır. Genç sayılanlardan Galatah Necmi ile Muştalanın Murat (şimdi Sokoni Vakum şirketin de şoför) tulumbacılık işinde -, koşma, sandık kovalama, ocak idare etme ve îlh- cidden şöhret yapmış Gerçek Davut çömezleri dir.
dr
Tulumbacıların piri (Davut Gerçek) in mezarı, Haseki lıas- talıanesinin arka kapısındaki, mezarlıkta, 33, 34 yıl evvel te sadüfen bulunmuştu. Mezar ta şılım baş tarafında şu yazılar vardı; “DergShı âli yeniçerileri ,
tulumbacı bağısı merhum Da-, vut Gerçek ruhu için fatiha: | 1148 ”
Bu mezar ve taş, bilmem şim di yine orada mıdır? id k a * . ba- zan çok hayırlı, hazan da gok münasebetsiz işler gören beledi yenin haşmetlû kazması, onu da mı kırdı
geçirdi?-Mezar taşında ve sandukası nın iki tarafında, bir kitabe var dır. Bu aşağı yukarı 'bir hal ter cümesidir. Vaktile not etuğma bu kitabeden Davut Gerçeğin hal t Ar,-i i meşini hulâsa ediyo
runa: _ _
D&vu Gerçek aslan Fransız-/ dır. İbrahim paşa zamanında ; Fransadan çoluk çocukla Istan- bula geldi, müslüman oldu: Ga- latada oturan (Marşan) adında bir Fransız kuyumcu- onu Fran sız elçisine jurnalindi, elçi tara fından tutumMu. zehirlemek is tediler, kurnaz ve daima tetikte j bulunduğu için işi anladı, kaçtı. • İst an buldu ilk itfaiye heyeti
ni kurdu. Ve oraya reis yaptı- ı lar. Fakat bu işe öyle rasgele getirilmedi. Birçok yangınlar söndürdü, fedakârlıklarda bu lundu. Tersane önünde yanan kalyonun söndürülmesinde, tü-fenkh auede çıkan büyük yan - gında, Tophane yangınında icad ettiği tulumbasının faydaları görüldü ve bundan sonra mem lekette bir itfaiye teşkilâtı kur masına müsaade verilerek, iş basma getirildi.
Davut Gerçek, kaptan. İbra him paşa ile gönüllü ol aralı Ve nedik seferine de gitti, orada da fevkalâde yararlığı görüldü. Ve nedik donanmasına 'ei çabuk luğu ve marifetiie bin dokuz yüz aitmiş dört topu” kısa vakit te atmış, gemiler atıl bırak mış, bir çoğunu da batınmış.
Tulumbacı başı Davut Gerçe ğin mezarının yanında eski itfa iye zabitlerinden bamlarının da.: messaıiari. v a r d ı r î ğ j i f l i ş r yc.rlendğe a s ü y S t mu?:, :
Tuiunıbaoılcirın, yatıp kalktîk- lajı (GsakT, iî^ığuf) denilen yerlerden başka bir de kahveleri vardı. Filhakika, buraların müf terisi yalnız tulumbacılar de - ğüdi. Başkaları da gelirdi. Fa kat sahipleri tulumbacı reisleri veya (Uşak) lardan olduğu için buralara (Tulumbacı kahvesi) derlerdi.
Bu kahvelerde çftlğı çalınır, j i mani, destan semaî, koşıtıa. ka
lenderi okunur, bunlar- bittikten sonra da oyunlara başlanırdı: ' Ağırlama, düğün havası, çifte telli, helvacı, kasap, bıçak oyu-1
j !1U- köçek, zeybek ayak havası,
| karşılama, olı yalei, yalel!
%
Bir de bir nevi zeybek oynar- | lardı ki bunun adı (Mahi) idi. j asli Çan,kından gelme olan bu ! oyun şarkısı da beraber söyîe- I nerek oynamrdı. İşte bir (Ma
ki) niimunesi:
Dayatan, da,yalan (atılan ac ınan) Atlardandır sayaları (tekrar) Şu Türkmenia mayalan (an nmn, amman) Ah gelişin nıaMrne ıh? benzer, Yay sekişin yavrsıiöa da ben
zer. Tulumbacı kahveleri, eskilerin (âşık kahveleri), (yeni çalgılı kahve) dedikleri kahvelerden başka birşey değildi. Onların bir I istihaleyiydi. Eski Tavuk paza- ] nmn âşık kahveleri kapanınca, ; mani, destan, koşma, semai, ka- ; lenderî, tulumbacı kahvelerinde okunmağa başladı. Bu kahveler, j 1915 ile 1920 arasında tamamen ! ortadan kalktı.
Tulumbacı kahveleri kış mev simlerinde cuma geceleri çok -iş- i 1er, ramazanlarda ise tıklım tık- I hm dolardı. Hemen her semtte bir tane tulumbacı kahvesi, da ha doğrusu çalgılı kahve olma makla beraber, Çukur çeşme, Halıcıoğlu, Çeşme meydanı, Bo- j ğazkesen, Beşiktaş, Defterdar , Firuzağa kahveleri en meşhıır- laruıdandı.
En iyi mani, koşma, destan ve ilh okuyanlar ve îstanbulda ad ları söylenenler hep genç tu - lumbacılardı. Maamafih araların da. tulumbacı sınğını omuzuna i koymamışlar da yok değildi. ] Buralarda ilk evvel, saz takı
na ahenğe başlardı. Takım bir klarnet, bir çifte nâra, çığırt ma denilen tahta bir düdük, bir 'i zillçmaşa ve darbudakaıı ibaret- ı ti. f asla evvelâ bir marşla -ekse- i
riyetle Ispanyol marşı denilen i maçiç ile- başlarlar, (tiyatrolar j da da böyle idi. Piyes başlama dan maçiç çalınırdı) Arkasından polkamsı bir1 iki hava daha çal-
j diktan sonra kantolara geçilir,
; şarkılar söylenir, nihayet ııeha- ■
veırd kararla manilere başlanır- / |
Adanı aman al ateş
Yanakları rişnemonı, dudak- i
! ları aj ateş! ■
Yandı bağrım kiil oldu, getir kürek al ateş.
★
Adanı aman Y âr edalı ¡Şalı verdi, filiz stirdii. sinem
de yare dnü, Şu cibtuıdM gülmedim yaradan yaradaJı!'
Adam unum kuzusu
Ça> kum, («Miti« kuru, nmlejı içsin kuzu, su? B«mi yakıp bitiren bir tutumu kuzusu!
Maniler karşilikh da okunur, bir maniye muhatap) olan ya ay ni tarzda, yahut cinaslı bir mani ile cevap verirdi. Bu mütaddı. Teamül halini almıştı. Hattâ bu yüzden çok defa, kavgalar çık mış, kahvede oturanlar, iki ta raflı olarak dövüşüp boğulmuş lardır.
Bir maniye ayni tarzda mu kabeleye misal:
Adam aman yayılan (otla
-« , yan)
Meltem mi, poyraz mıdır şu diyarda yaydan ? Geçme arştan önünden ya kurt kapar ya yılan! Cevap:
Adanı aman yayılan (dağıl mak) ıKrpmamıdır, kâkülmüdiir ak gerdana. yaydan ?
Yarim sokağa çıkma, ktirl
kapar, ya yılan 1
manilerin çoğu irticalen söylenir di.
Tulumbacıların söyledikleri maniler, destanlar, koşmalar, semaîler içinde fevkalâde san’at eserleri, nefis şeyler yoktu. Gü- j zellikleri pek azdı. Bunlar da Seyraııfnin, Dertlenin, Gevheri nin, Âşık ömeriıı, Kuloğlunun, Zihninin ve Emrahınkilerdi.
Tulumbacı kahvelerinde oku nan bir. koşma:
Sak ¡ ya camında nedir İni esrar Etti bir katresi mestane beni.
Şarap-ı-lâ’lmde ne keyfiyet
var,
Söyletir efsane, öfsaııe beni
Bu da bir kalenderi:
Taramış kâkülleri Gerdanda fül fiilleri, Sanırsın yanağında, Açmış cennet gülleri!
Eski tulumbacı kahvelerinde okunan destanlar da şunlardı: Pamukçu Ihsan beyin destanı, Çiroz Alinin ölüm destanı, Ye men destanı, zampara destanı, er -avrat destaiiı, komiser Hüsa- meddinin destanı, yorgancı Sa dık destanı, mektepli Atıfın des tanı, esrarkeşlerin destanı, bü yük hareketi arz destanı, nasi hat destanı, İskenderiyeli Bedi in destanı, hacı Bulut destanı yahudi Agop destanı, miras des tanı, yetmiş iki buçuk millet des ; tanı,
Bunların bir kısmı cinayetle- j
rin tasvirinden ibaret şeylerdi, j Dinleyenler hiç kıra hıçkıra ağ- j larlardı. Bir kısmı da gülünç tü. Zampara destanı bir zeııdos- tun başından geçenleri maska ralıkları tasvir eder. Zelzele fe lâketi, Yemendeki askerlerin hali, Sivastopol harbi, bu des tanlarda çok güzel cahlandırıl-
mıştır. ^
\
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi