• Sonuç bulunamadı

Başlık: SİYASAL GELİŞME VE SİYASAL BOZULMAYazar(lar):HUNTINGTON, Samuel P.;çev. ÖZBUDUN, ErgunCilt: 22 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Hukfak_0000001381 Yayın Tarihi: 1966 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: SİYASAL GELİŞME VE SİYASAL BOZULMAYazar(lar):HUNTINGTON, Samuel P.;çev. ÖZBUDUN, ErgunCilt: 22 Sayı: 1 DOI: 10.1501/Hukfak_0000001381 Yayın Tarihi: 1966 PDF"

Copied!
53
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SİYASAL GELİŞME VE SİYASAL BOZULMA (*) Profesör Samuel P. HUNTINGTON (**)

Harvard University

Çeviren : Asistan Dr. Ergıın ÖZBUDUN

«İnsan toplumlarını yöneten kanunlar arasında» demiştir de Tocqueville, «bütün ötekilerden daha kesin ve açık görünen bir ta­ nesi vardır: Bir araya gelme sanatı, koşullar eşitleşmesiyle aynı öl­ çüde gelişip ilerlemedikçe, insanlar ne uygarlıklarını koruyabilir ne de uygarlaşabilirler.» (1). Bugün dünyanın büyük kısmında siyasal katılma (participation) eşitliği, «bir araya gelme sanatı»ndan çok daha hızlı gelişiyor. Mobilizasyon ve katılma hızı yüksek, örgütlen me ve kurumlaşma (institutionalization) hızı düşüktür. De Toe-queville'in uygar toplum için ileri sürdüğü ön şart, henüz çökmüj olmasa bile, tehlikede bulunuyor. Bu toplumlarda mobilizasyon-ku-rumlaşma çatışması, siyasetin kördüğümüdür. Oysa, gelişmekte olan bölgelerin siyaseti hakkında hızla çoğalan yayınlarda siyasal kurumlaşmaya pek az yer veriliyor. Siyasal gelişimle uğraşan ya­ zarlar, modernleşme süreçleri ve bu süreçlerle yakından ilgili olan sosyal mobilizasyon ve artan siyasal katılma olguları üzerinde du­ ruyorlar. Çağdaş Asya, Afrika ve Lâtin Amerika siyasal sistemleri

•('*) Bu makalenin aslı, «Political Development and PoUtical Decay» baş­ lığı altında World Politics dergisinde (Vol. XVII, April 1965. ss. 386 -430) ya­ yınlanmıştır. Çevirimiz için gerekli izni veren World Politics editörlüğüne ve P'rofesör (Samuel P. Huntington'a teşekkür ederiz.

(**) Bu makaleyi mümkün kılan yardımlarından dolayı Harvard Üni­ versitesi, Center for International Affairs'e, ve daha önceki bir tajslak hak­ kında değerli görüşlerini yazıyla bildirmiş olan Edward C. Banfield, Mather Eliot, Miltan J. Esman, H. Field Haviland. Jr., ve John D. Montgomery'ye te­ şekkür ederim.

(2)

hakkında dengeli bir görüş edinebilmek için, «bir araya gelme sa­ n a t ı n a ve siyasal kurumların gelişimine daha çok önem vermek gerekir. Bunun için de, siyasal gelişimi modernleşmeden ayırmak ve onu siyasal örgütlerle usûllerin kurumlaşması şeklinde anlamak faydalı olur. Modernleşmenin başlıca siyasal belirtileri olan hızlı mobilizasyon ve katılma artışları siyasal kurumları zayıf düşürür. Kısacası, hızlı modernleşme, siyasal gelişime değil siyasal bozulma­ ya yol açar.

I. MODERNLEŞME ANLAMINDA SİYASAL GELİŞİM

Siyasal gelişim tammlan saymakla bitmez. Ancak bunların çoğu, biribiriyle sıkı sıkıya ilgili iki özelliği paylaşır. Bir defa, si­ yasal gelişim, toplumun tümünü ilgilendiren, daha kapsayıcı nitelik­ teki modernleşme süreçlerinin bir yönü, ya da ona yakından bağlı bir olgu olarak anlaşılmaktadır. Modernleşme, toplumun bütün ke­ simlerini etkiler; bunun siyasal yönlerine de siyasal geüşim denir. Gerçekten birçok yazarlar, ilgilendikleri ana konuyu daha iyi an­ latacak bir terim olarak, «siyasal modernleşme» deyimini tercih eder görünüyorlar, ikincisi, siyasal gelişimle modernleşme arasında bir bağlantı varsa, siyasal gelişimin de geniş ve karmaşık bir sü­ reç olması gerekir. Bu yüzdendir ki, birçok yazarlar siyasal gelişi­ min ölçülmesinde müteaddit kriterler kullanılması gerektiğini ileri sürüyorlar. Lucian Pye'a göre «siyasetin çok fonksiyonlu niteliği, siyasal gelişim derecesinin tek bir ölçekle ölçülemiyeceği anlamına gelir.» (2). Siyasal gelişim, bu bakımdan ekonomik gelişimden fark­ lıdır; çünkü ekonomik gelişimin mahiyeti üzerinde daha genel bir görüş birliği var görünmekte ve bunun, adam başına düşen millî gelir gibi oldukça kesin indekslerle ölçülmesi mümkün bulunmak­ tadır. Dolayısıyle, siyasal gelişim tammlan birçok kriterleri teker \ teker sayma yoluna gitmişlerdir. Ward ve Rustow, modern devletin sekiz niteliğini saymışlardır; Emerson, bunlardan beş tanesine işa­

ret etmiştir. Pye, siyasal gelişimin dört belü başlı yönünü ve

ay-2. Lucian W. Pye. ed., Oomnnınications and Political Development (Prin-ceton 1963), 16.

(3)

S İ Y A S A L G E L İ Ş M E ve S İ Y A S A L B O Z U L M A 57

rica yarım düzine ek «faktör»ünü belirtmiştir. Eısenstadt, siyasal modernleşmede dört nitelik görmektedir (3).

Tanımlar çok ve karmaşık olmakla beraber, bunların siyasal gelişimle özdeştirdikleri niteliklerin hemen hepsi, modernleşme sü­ reçleriyle ilgili hususlardır. Söz konusu tanımlarda daima dört çe­ şit kategorinin tekrarlandığı görülüyor. Parsons'un «kalıp değiş­ kenleri» (pattern variables) üzerinde duran birinci kategoriyi rasyonelleşme şeklinde özetleyebiliriz. Rasyonelleşme; grupçuluk­ tan (particularism) evrenciliğe (universalism), yaygınlıktan (dif-fuseness) özgüllüğe (speeifity), doğum esasından (ascription) ba­ şarı esasına (achievement) ve duygusallıktan (affectivity) duygu­ sal tarafsızlığa (affectiva neutrality) yönelme demektir. Rasyonel-leşmeyi hareket noktası alanlar, siyasal gelişim konusunda da, özellikle fonksiyonlar farklılaşması ve başarı esası üzerinde duru­ yorlar (4). Gelişimle özdeştirilen niteliklerin ikinci kategorisi, mil­ liyetçilik ve millî bütünleşme (national integration) ile ilgilidir. He­ men bütün yazarlar, «millî kimlik krizi» problemini dikkate almak­ ta ve siyasal topluluk için sınırları kesinlikte belirtilmiş bir etnik temel bulma zorunluluğunu kabul etmektedirler (5). Gelişmiş bir siyasal sistemin, nadir istisnalarla, bir millî-devlet olması gerektiği genellikle kabul olunuyor. Böylece, «millet-kurma» siyasal gelişimin temel unsurlarından biri oluyor. Üçüncü bir görüş ise, demokrat­ laşma (plüralizm, yanşmacılık, iktidar eşitleşmesi ve benzeri nite­ likler) üzerinde duruyor. Coleman'a göre, «yanşmacılık, siyasal modernliğin başlıca unsurlarından biridir... «Dolayısıyla,

«Anglo-3. Robert E. Ward and Dankwart A. Rustow, eds., Political Moderniza-tion in Japan and Turkey (Princeton 1964), 6 - 7 ; 'Rupert EmerHonj, Political Modenüzation: The ıSingle - P a r t y iSystem (Denver 1963), 7 - 8 ; Pye edl. Communications and Political Development, 17 - 1 8 ; IS. N. Eisenstadt, «Bu­

reaucracy and Politicaıl Development^» Joseph La Palombara, ed., Bureaucra­ cy and Political Development (Princeton 1963), 99.

4. James S. Coleman, Gabriel A. Almond and Coleman, eds., The Poli-tios ot the Developing: Areas (Princeton 1960i), S32; Fred W. Riggs, «Bu­ reaucracy and Political Development: A. ParadoxicaI View,» LaPalombara. ed., Bureaucracy and Political Development, 122; Eisenstadt, ibid., 99; Ward and Rustovv. eda, Political Modenüzation, 7.

5. örneğin bk., Gabriel A. Almond, «Political iSystems and Politital Change,» American Behavioral Scientist, VI (June 1963), 3 - 1 0 ; Ward and Rusteny, eds., Political Modernizatian, 7.

(4)

Amerikan devletleri, modern siyasal sistem modeline en çok yakla­ şan rejimlerdir...» (6). Frey da şunları ileri sürüyor: «Amerikan aydın çevrelerinde en yaygın siyasal gelişim anlayışı, demokrasi yö­ nünde bir gelişmedir.» Kendisi de bu anlayışı olumlu karşılamakta ve siyasal gelişimi, «iktidarın daha geniş ölçüde paylaşılması ve karşıhkhlaşması yönündeki değişimler...» olarak tanımlamakta­ dır (7).

Böylece, rasyonelleşme, bütünleşme, ve demokratlaşma, siyasal gelişim tanımlarında çoğu zaman ortaya çıkmaktadır. Ancak siya­ sal gelişim veya siyasal modernleşmenin en sık belirtilen niteliği. mobilizasyon veya katılmadır. Kari Deutsch'un belirttiği gibi, mo­ dernleşme sosyal mobilizasyonu gerektirir; «bu sosyal değişim sü­ reçleri demeti ile önemli siyasal değişimler arasında da dikkate de ğer bir bağlılaşma vardır.» Okur-yazarlık oranında, şehirleşmede, kütle haberleşme araçları alıcılığında, endüstrileşmede ve adam ba­ sma düşen millî gelirde meydana gelen artışlar, «halk-n siyasal bakımından önemli tabakalarını» genişletir ve kamu hizmeti istek­ lerini çoğaltır; böylece de, hükümet yeteneklerinin yükselmesine. elitin genişlemesine, siyasal katılmanın artmasına, ve ilginin yöre­ sel düzeyden ulusal düzeye kaymasma âmil olur (8). Modernleşme kütle mobilizasyonu; kütle mobilizasyonu, artan siyasal katılma de­ mektir ; artan siyasal katılma ise, siyasal gelişimin temel unsurudur. Katılma, modern siyaseti geleneksel siyasetten ayırır. «Geleneksel toplum» diyor Lerner, «katılmaya dayanmaz; insanları, hısımlık bağ­ larına göre, biribirlerinden ve merkezden tecrid olunmuş topluluk­ lara böler...» Modern toplum ise, tersine, «katılmacı toplum»dur

(participant society) (9). Almond ve Verba'ya göre, «yeni dünya siyasal kültürü, katılmaya dayanan bir siyasal kültür olacaktır. Bu­ gün dünyanın her köşesinde süregelmekte olan bir siyasal devrim

6. Coleman, Almond and Coleman, eds., Politics of Developing Areas, 533.

7. Frederick W. Frey, «Political Development, Power, and Communica­ tions in Turkey,» P'ye, ed., Communications and Political Development, 301.

8. Kari W. Deutsch, «Social Mobilization and Political- Development,» American Political Science Beview, L.V (Septemjber 1961), 493 ve son.

9. Daniel Larniel The Passing of Traditional Society (Glencoe 1958), 48 - 50.

(5)

SİYASAL GELİŞME ve SİYASAL, BOZULMA 5 9 varsa, bu, katılma patlayışı (participation explosion) diye adlan­

dırabileceğimiz olgudur. Dünyamn bütün yeni milletlerinde;, alelade insanın siyasal bakımdan bir önem taşıdığı (yani onun siyasal sisteme ilgiyle katılması gerektiği) inancı yaygındır. Şimdiye değin siyaset dışında kalmış geniş insan grupları, artık siyasal sisteme girmek istemektedirler.» (10). Rustow da, siyasal gelişimin, «(1) millî siyasal birliğin kuvvetlenmesi ve (2) siyasal katılma temeli­ nin genişlemesi...» şeklinde tanımlanabileceği kanısındadır. Aynı mahiyette olarak Riggs ileri sürmektedir ki, siyasal gelişim «siya­ sallaşma süreci demektir; bu da, katılmanın artması veya vatandaş­ ların devlet faaliyetleriyle, iktidar hesaplarıyla ve iktidarın sonuç­ larıyla ilgilenmeleri anlamına gelir.» (11).

Bütün tanımlar keyfîdir. Siyasal gelişimi; katılma, rasyonelleş-me, demokratlaşma ve millet-kurma gibi unsurları şu veya bu şekil­ de birleştirmek ya da sıralamak suretiyle tanımlamak da,diğer her­ hangi bir tanım kadar meşrudur. Ancak bütün tanımlar aynı dere­ cede keyfî ve aynı derecede meşru olsalar bile, belli konulara uy­ gunluk ve belli amaçlara yararlık bakımından biribirlerindsn çok farklı olabilirler. Siyasal gelişimle ilgili kavramların başlıca amaç­ larından biri, sanırız ki, çağdaş Asya, Afrika ve Lâtin Amerika toplumlarının siyasal süreçlerini daha kolay anlayabilmektir. Ancak bir kavramın analitik bakımdan yararlı olabilmesi için, açık ve ko­ nuya uygun olması, üstelik de farklı durumların mukayeseli anali­ zini mümkün kılacak derecede geniş bir uygulanma alanına sahip bulunması gerekir. Siyasal gelişimi incelemekte izlenen yollardan çoğu, aşağıdaki güçlüklerden bir veya birkaçıyla karşı karşıya gel­ mektedir.

Bir defa, siyasal gelişimin modernleşmeyle veya genellikle modern­ leşmeye bağlanan faktörlerle özdeştirilmesi, bu kavramın uygu­ lanma alanını yer ve zaman bakımından çok snırlar. Bu anlayışa göre siyasal gelişim, yöresel ve yakın anlamıyla tanımlanmış olmak­ ta ve sadece modern millî devletlere ya da modern millî devletlerin doğuşuna uygun düşmektedir. Siyasal bakımdan gelişmiş bir

kabi-1K». Gabriel A, Almond and Sidney Verıba, The Civic Cultura (Frinoeton 1963), i.

11. Dankwart A. Rustow, «The Vanishing' Dream of Staıbility,» AID Di-gest (August 1962), 13; Riggs. in LaPalamjbara, ed., Bureaucracy amd Politi--cal Development, 130.

(6)

le iktidarından, şehir devletinden, feodal monarşiden veya bürokra­ tik imparatorluktan söz etmek mümkün olamamaktadır. Gelişmiş­ lik, herhangi bir siyasal sistem tipini niteliyebilecek bir özellik ola­ cak yerde, tek bir siyasal sistem tipiyle özdeştirilmektedir. Bütün modern olmayan siyasal sistemler, muhtemelen beşinci yüzyıl Ati­ na'sı, M.Ö. üçüncü yüzyıl Roma Cumhuriyeti, M.S. ikinci yüzyıl Ro­ ma İmparatorluğu, Çin'deki Han ve T'ang İmparatorlukları, hattâ onsekizinci yüzyıl Amerika'sı da dahil olmak üzere, azgelişmiş sayıl­ maktadır. Sözü geçen siyasal sistemlerden hiçbiri modern değilse de, bunları aynı zamanda azgelişmiş kabul etmek ne gibi bir fayda sağlayacaktır? Gelişmişliği veya azgelişmişliği her yeşit siyasal sis­ temde bulunabilecek bir nitelik saymak daha yerinde olmaz mıydı? Şehir devletleri, bürokratik imparatorluklar ve modern millî devlet­ ler, gelişmiş olabilecekleri gibi, azgelişmiş de olabilirler. Konuya bu açıdan bakmak, modernleşme halindeki çağdaş toplumlara daha çok ışık tutacaktır; çünkü böylece bu toplumlardaki değişme süreç­ lerini başka toplum tiplerindeki değişme süreçleriyla mukayeseye yarayacak ikinci (geleneksel-modern ayrımına ek) bir kategoriler serisi elde edilmiş olmaktadır. Şüphesiz, böyle bir bakış yolu, geliş­ mişlik kavramını daha da sınırlı bir anlamdan, yani Batılı, anaya­ sal, demokratik, millî devletle özdeştirümekten de kurtaracaktır

Birçok siyasal gelişim tanımlarında ortaya çıkan ikinci prob­ lem, bu ilk problemin hem tersi hem de zorunlu sonucudur. Geli­ şim, bir yandan modern millî devletin nitelikleriyle sınırlandırılmak­ ta; öte yandan da, modernleşme sürecinin siyaseti ilgilendiren he­ men her yönünü içine alacak şekilde genişle tüm sktedir. Böyleei' kavram, açıklığın fedası pahasına, kapsayıcılık kazanmaktadır. Siyasal gelişimin bir bütün teşkil ettiğini, «iyi şeyler »in bir b ' r V riyle bağdaşacağını varsayma yolunda tabiî bir yönseme mev­ cuttur. Üstelik modernleşme hakkındaki araştırmalar; okur-yazar-lık oranı, şehirleşme, kütle haberleşme araçları alıcılığı ve siyasal katılma gibi indeksler arasında çok kuvvetli bir bağlılaşmanın (cor-relation) var olduğunu göstermiştir. Dolayısıyle, siyasal gelişime katkıda bulunduğu kabul edilen çeşitli unsurlar arasında da benzer bir bağlılaşma olduğu varsayımına kolayca vanlabilmektedir. Ger­ çekte ise, gelişimin dört, sekiz, veya oniki kriteri arasında sistemli

(7)

SİYASAL GELİŞME ve SİYASAL BOZULMA 6 1 bir ilişki var olabileceği gibi, olmayabilir de. Hattâ bunlar, olumsuz

yönde bir bağlılaşma, da gösterebilirler. Örneğin, katılma arbşı. ile yapısal farklılaşma artışının paralel gitmesi için hiçbir özel sebep yoktur; tersine, bunlardan biri fazla olursa ötekinin az olabileceği-' ni varsaydıracak bazı a priori sebepler mevcuttur. Bu durumda, iki karşıt eğilimin (A, -B; -A, B) her ikisine de «siyasal gelişim» eti­ keti yapıştırılabiliyor. Üstelik, gelişim tanımı ne kadar geniş tutu­ lursa, gelişim o kadar kaçınılmaz bir olgu haline geliyor. Bu çeşit kapsayıcı tanımlar, gelişimi kaçınılmaz göstermek suretiyle, onun kolayca gerçekleşebileceği sanısına da yol açıyorlar. Gelişim, her-şeyi açıklayan fakat hiçbir her-şeyi ayırdetmeyen, «heryerde hazır ve nazır» bir ilk sebep niteliği alıyor. «Gelişme halindeki» ülkelerde vuku bulan herşey— hükümet darbeleri, etnik mücadeleler, devrim savaşları— ilk bakışta, ne kadar çelişik ya da geriletiri gibi görünür­ se görünsün, gelişim sürecinin bir parçası haline geliyor. Böylece siyasal gelişim, analitik muhtevasını kaybsdip, sadece coğrafî bir muhteva kazanıyor; en sonunda da, Asya, Afrika ve Lâtin Ame­ rika siyasal tarihiyle aynı anlama gelmeğe başlıyor (13).

Üçüncü olarak, siyasal gelişim tanımlarından çoğu, tanıma gi­ recek unsurların ampirik yararını açıkça ortaya koyamıyor. îdeal tipler veya durumlar anlamındaki «gelişmiş» ve «azgelişmiş» kav­ ramları, «gelişim»i bir süreç olarak anlayan kavramlarla karıştırı­ lıyor; bu ikinci kategorideki kavramlar da, «gelişme halindekis> bölgeler diye amlagelen bölgelerin politikalarıyla özdeştiriliyor. Böylece, gerçeklikle özlem arasındaki sınır bulanıklaşıyor, «Gelişme halindeki» bölgelerde gerçekten vuku bulan şeylerle, kuramcıya göre oralarda olması gereken şeylerr arap saçı gibi biribirine karışı­

yor. Burada da, daha kapsayıcı modernleşme süreçleri bakımından doğru olan herşeyi, siyasal değişimler bakımından da doğru sayma yönsemesi görülüyor. Asya, Afrika ve Lâtin Amerika'da

modernleş-13. Keductio ad absürdüm için, bk. Majid Khadduri, Modern Libya: A Study in Political Developmnet (Baltimore 19S3), ve J. Clagett Taylor, Thıe Political Development of Tanganyika (Stanford 1983). Bu eserlerin 'her ikisinin de başlık ve muhtevasında «siyasal gelişim» hiçbir analitik anlam ta­ şımamakta, sadece «siyasal tarih» le anlamdaş, ya da onun yerine geçen bir örtmece söz (euphemism.) olarak 'kullanılmaktadır. Her iki kitap da iyi birer tarih olmakla beraber, sosyal bilimle ilgileri yoktur.

(8)

me, bir dereceye kadar, bir gerçektir: Şehirleşme hızla ilerlemekte, okur-yazarlık yavaş yavaş artmakta, endüstride hamleler yapıl­ makta, adam başına düşen saf-olmayan millî üretim santim santim yükselmekte, kütle haberleşme araçları yaygınlaşmakta, siyasa! 'katılmaı genişlemektedidir. Bütün bunlar gerçek olmakla beraber, ge­ lişimle özdeştirilen diğer birçok hedefler —demokrasi, istikrar, yapı­ sal farklılaşma, başarı esası, mil1! bütünleşme— yönündeki ilerleme,

en iyi ihtimalle, şüphelidir. Buna rağmen, «madem modernleşme var­ dır, öyleyse siyasal gelişimin de olması gerekir,» düşüncesinin hâkim

olduğu görülüyor. Bu yüzdendir ki, günümüzün azgelişmiş bölgeleri hakkında dostça duygular taşıyan Batılı eserlerin çoğu, 1920 ve 1930'larda Sovyetler Birliğine karşı dostluk duygularıyla kaleme alın­ mış Batılı eserlerdeki gerçekten uzak iyimserlik havasını paylaşıyor. Bunlardan her ikisine de, ancak «Webbism» diye adlandırabileceği­ miz renk hâkim bulunmaktadır: Yani bir siyasal sisteme, onun sü­ reç ve fonksiyonlarının gerçek nitelikleri yerine, o sistemin nihaî hedefleri olduğu varsayılan bazı nitelikler mal etme eğilimi (14).

Gerçekten de, çoğu zaman «siyasal gelişim» kavramı içine so­ kulan eğilimlerden ancak bir kısmının, «gelişme halindeki» bölge­ lere özgü nitelikler olduğu görülüyor. Bu bölgelerde, yarışmacılık ve demokrasiye doğru bir gelişme yerine, «demokrasinin aşınması», otokratik askerî rejimler ve tek-parti rejimleri yönünde bir eğilim göze çarpıyor. İstikrar yerine, biribirini izleyen hükümet darbeleri ve isyanlar müşahade ediliyor. Birleştirici bir milliyetçilik ve rnil-let-kurma yerine, tekrarlı etnik çatışmalara ve iç savaşlara tesadüf olunuyor. Kurumsal rasyonelleşme ve farklılaşma yerine, çoğu za­ man, sömürge döneminden miras kalan yönetim örgütlerinin bozul­ ması ve bağımsızlık mücadelesi sırasında gelişmiş siyasal

örgütle-14. Örneğin b k , Milton J. Esman, «The Politics of Development nistration,» John D. Montgomery and William Siffin, eds,. Politics, Admi-lıistration and Change: Approaches to Development (New York 1965). Es­ man, tahlilini şu varsayıma dayandırıyor: Modernlegme halindeki toplumların siyasal liderleri, kendi kişisel iktidarlarını, servetlerini, İtibarlarını arttırmak veya ülkelerinin topraklarını genişletmek arzusuyla değil, millet - kurma ve sosyal - ekonomik ilerleme amaçlarıyla hareket ediyorlar. Stalin'in siyasetle­ rinin komünizmi kurma amacına matuf bulunduğu varsayımı, 1930' lardaki Sovyet siyasetini açıklama bakımından ne derece gerçek ve yararlı ise; bu varsayım da, çağımızdaki «gelişmekte olan» bölgeler politikasını izah bakı­ mından ancak aynı derecede gerçeklik ve yararlılık gösteriyor.

(9)

SİYASAL, GELİŞME ve SİYASAL BOZULMA 63 rin zayıflayıp parçalanması olaylarına rastlanılıyor (15). Siyasal gelişim, ancak mobilizasyon ve katılma anlamıyla, «gelişme halin­ deki» dünyaya genellikle uygulanabilir görünüyor. Buna karşılık, rasyonelleşme, yarışmacılık ve millet-kurma, gerçekle pek ilgili gö­ rünmüyor.

Teori ile gerçeklik arasındaki bu uçurum, siyasal gelişim kav­ ramlarının çoğunda söz konusu olan dördüncü bir güçlüğü ortaya koymaktadır. Bu kavramlar, genellikle tek-yönlü kavramlardır; ge­ lişim sürecinin tersine de işleyebileceği, ya hiç düşünülmemiş ya da gereğince dikkate alınmamıştır. Oysa, siyasal gelişim, halkın si­ yasal sisteme sokulması olarak anlaşılıyorsa, ters yönde bir siya­ sal değişmenin de mümkün olabileceği ve halkın siyaset alanından uzaklaştırılabileceği hesaba katılmak gerekir. Bir siyasal sistemde yapısal farklılaşma görülebileceği gibi, yapısal türdeşleşme (struc-tural homogenization) de görülebilir. Millî parçalanma, millî bütün leşme kadar gerçek bir olgudur. Bir siyasal gelişim kavramının, tersine-çevrilebilir (reversible) olması, ve siyasal gelişimi tanımla­ dığı kadar, siyasal bozulmayı kolaylaştıran koşulları da belirtmesi gerekir.

Siyasal gelişimin tersine-çevrilsbilir bir süreç olarak düşünüle-memiş olması muhtemelen iki sebepten ileri geliyor. Gelişim mo­ dernleşme ile bir tutulduğuna göre, modernleşmenin birçok yönleri gerçekten de uygulamada tersine-çevrilemez gibi görünüyor. Şe­ hirleşmenin yerini köyleşmenin alması beklenemez. Okur-yazarlık oranındaki artışlardan sonra, normal olarak, önemli alçalmaların gelmemesi gerekir. Fabrikalara veya enerji santrallarına yatırılan sermaye, yatırılmış sermaye olarak kalır. Saf-olmayan millî üre­ timdeki artışlar bile, hafif alçalmalar ya da savaş veya doğal âfet­ lerin sebep olduğu yıkıntılar bir yana, çoğu zaman devamlı nitelik­ tedir. Modernleşme indekslerinin hemen hepsi, bazı sektörlerde ak­ sak fakat öbürlerinde güçlü ve devamlı bir ilerleme kaydetmek su­ retiyle, kesintisiz bir yükseliş gösterir. Siyasal değişimlerde ise, böyle bir tersine - çevrilmezlik yoktur.

Bazan da öyle hissediliyor ki, ilerleme teorisine karşı duyu­ lan köklü bağlılık, siyasal bozulmanın mümkün bir kavram olarak

15. «Demokrasinin aşırtması» ve siyasal istikrarsızlık hakkında, bk. Ru-pert Emerson, From Empire to Nation (Cambridge, Mass., 1960), chap. 15; ve Miehael Brecher, The New States of Asia (London 1963). chap. 2.

(10)

kabulüne imkân vermiyor. Siyasal bozulma, tıpkı nükleer savaş gibi, düşünülmesi imkânsız bir şey haline geliyor. Örneğin Almond, sadece siyasal gelişimi değil, siyasal değişimi bile «bir siyasal sis temin bazı yeni yetenekler kazanması» ile ölçüyor (16). Almond'-un kasdettiği özel yetenekler, millî bütünleşme, milletlerarası uyumlaşma faccomodation), siyasal katılma ve refahın dağıtılma­ sı yetenekleridir. Rönesanstan önce, diyor Almond, siyasal s's-temler «yetenekler kazanmış veya kaybetmiş, fakat bu tek-öoğrul-tulu ve evrimci bir biçimde olmamıştır.» Ancak modernleşme, «ki­ şinin siyasal deneylerde bulunma bağımsızlığını» azaltmaktadır. Değişme, «tek - doğrultum olmaktan uzak», fakat «bir dünya kültü­ rünün doğuşu» yönündedir. Gerçekte ise, modern ve modernleş­ mekte olan devletler, yetenekler kazanma yoluyla olduğu gibi, şüp­ hesiz yetenekler kaybetme yoluyla da değişebilirler. Üstelik, belli bir yetenek bakımından kaydedilen kazanç, genellikle, diğerleri bakımından kayıplara yol açar. Siyasal gelişme teorisinin yanında, bir de siyasal bozulma teorisi olması gerekir. Gerçekten, yukarıda belirtilmiş olduğu gibi, istikrarsızlık, soysuzlaşma, otoriteryanizm, iç cebir, kurumsal gerileme ve siyasal dağılma ile ilgili teoriler, «gelişmekte olan» bölgeler hakkında bizi, iyimserlik dolu karşıtla­ rından çok daha iyi aydınlatabilir.

II. KURUMLAŞMA ANLAMINDA SİYASAL GELİŞİM

Siyasal gelişimi, tabiatıyle modernleşme surecinin etkisi altın­ da bulunan, fakat ondan bağımsız bir süreç şeklinde düşünmek. bize bazı şeyler kaybettirse bile büyük kazançlar da sağlar. Bir yanda mobilizasyonla katılma, öte yanda da siyasal örgütlerin ge­ lişmesi olayları arasındaki ilişkinin temel önemi göz önüne alındı­ ğında, siyasal gelişimi, siyasal örgüt ve usûllerin kurumlaşması yo­ lunda tanımlamak birçok bakımlardan faydalı olur. Bu anlamdaki bir siyasal gelişim kavramı, gelişimi modernleşmenin esiri olmak­ tan kurtarır; sadece modern siyasal sistemlerin değil, her çeşit siyasal sistemin analizinde uygulanabilir; oldukça kesin ve hiç de­ ğilse teorik bakımdan ölçüme elverişli şekillerde tanımlanabilir. Böyle bir kavram, değişimin ancak tek yönlü olabileceği sanısını da

16. Almond, American Behavioral iScientist, VI, 6.

(11)

SİYASAL GELİŞME ve SİYASAL BOZULMA 65

uyandırmaz; biliyoruz ki, kurumların gelişip olgunlaşmaları ka­ dar, bozulup parçalanmaları da mümkündür. Daha da önemlisi, bu anlayış, sosyal modernleşme süreçleri ile, siyasal yapıların (gele­

neksel, geçiş halinde, veya modern) kuvvet, istikrar ve zayıflıkla­ rı arasındaki karşılıklı ilişki üzerinde dikkatimizi toplar.

Siyasal örgüt ve usûllerin kuvveti, bunların destekleniş alan­

larına ve kurumlaşma düzeylerine göre değişir. Destekleniş alanın­

dan maksat, siyasal örgüt ve usûllerin toplum faaliyetlerini ne Öl­ çüde kapsadıklarıdır. Ufak bir üst-sınıf, siyasal örgütleri tekeli al­ tında bulunduruyor ve mevcut usûl sistemi içinde hareket ediyor­ sa, bu alan dar demektir. Tersine, halkın büyük kısmı siyasal ba­ kımdan örgütlenmiş olup, siyasal usûller uyarınca hareket ediyor­ sa, alan geniştir. Yerleşmiş, muteber ve tekrar gören davranış ka­ lıplarına kurum denir. Örgüt ve usûller, kurumlaşma dereceleri ba­

kımından farklı olabilirler. Harvard Üniversitesi de, yeni açılmış bir banliyö orta okulu da birer örgüt olmakla beraber, Harvard. söz konusu orta okuldan çok daha fazla kurumlaşmıştır. Amerikan Kongresindeki kıdem sistemiyle Başkan Johnson'un basm toplan­ tılarının her ikisi de birer usûldür; fakat kıdem sistemi, Mr. John­ son'un basm ilişkilerini düzenleme metodlanndan çok daha fazla kurumlaşmıştır. Kurumlaşma, örgütlerle usûllerin itibar ve istik­ rar kazanmaları sürecidir. Bir siyasal sistemin kurumlaşma düze­ yi, o sistemdeki örgüt ve usûllerin uyarlanabilirliği (adaptability), karmaşıklığı (complexity), özerkliği (autonomy), ve tutarlığı (vo-herence) ile ölçülebilir. Aynı şekilde, belli bir örgüt veya usûlün kurumlaşma düzeyi de, onun uyarlanabiürliği, karmaşıklığı, özerk­ liği ve tutarlığı ile ölçülebilir. Bu kriterleri belirtip ölçebilirsek, si­ yasal sistemleri kurumlaşma düzeyleri açısından mukayese edebiliriz. Üstelik, bir siyasal sistemdeki belli örgüt ve usûllerin kurumlaş­ ma derecelerindeki artış ve azalışları da ölçme imkânı ortaya çı­ kar.

üYAÎRLAKABltljRUtK - BÜKÜLMEZLtK

Bir örgüt veya usûl ne kadar uyarlanabilirse, o kadar kurum­ laşmış demektir; ne kadar bükülmez ve az uyarlanabilirse, o kadar az kurumlaşmıştır. Uyarlanabilirlik, sonradan kazanılan bir

(12)

gütsel nitelik olup; genel anlamıyla, çevresel baskıların ve yagnı bir fonksiyonudur. Bir örgüt ne kadar eskiyse ve çevresinin bas­ kılarına ne kadar çok mâruz kalmışsa, uyarlanabilirliği o kadar yüksektir. Bükülmezlik ise, eski örgütlerden çok, yeni örgütlerde görülen bir niteliktir. Bununla birlikte, statik bir ortam içinde sü­ regelmiş eski örgüt ve usûllerin uyarlanabilir olmamaları mümkün­ dür. Ayrıca, bir örgüt zamanla belli çeşit bir probleme karşı bir takım tepkiler kazanmış olur, sonra da farklı bir tepkiyi gerekti recek bambaşka bir problemle karşı karşıya gelirse, boyla bir ör­ gütün geçmişteki başarılarının kurbanı olup yeni probleme kendini uyduramaması ihtimali büyüktür. Ancak, genellikle örgütlerin kar­ şılaştığı güçlüklerin en ciddîsi, bunlardan ilkidir. İlk çsvresel bas­ kıya başarıyla uyarlanabilme, daha sonraki çevresel baskılara da başarıyla uyarlanmanın yolunu hazırlar. Örneğin, ilk baskıya da­ yanma ihtimali yüzde 50 ise, ikincisinde bu ihtimal yüzde 75, üçün­ cüsünde yüzde 87'/2, dördüncüsünds yüzde 93'/., v.b. olabilir.

Ayrıca, bazı çevresel değişimler, örneğin personel değişiklikleri, bütün örgütler için kaçınılmaz mahiyettedir. Diğer bazı çevresel değişimleri ise, örgütün kendisi yaratabilir; örneğin örgütün, kuru­ luş amacını başarıyla gerçekleştirmesi durumunda olduğu gibi Çevreden örgüte gelen baskıların çevreden çevreye değişebi­ leceğini unutmamak şartıyla, bir örgütün uyarlanabilirliğini kaba­ taslak o örgütün yaşıyla ölçebiliriz. Örgütün yaşı ise, üç şekilde Ölçülebilir.

Bunlardan ilki, kronolojik yaştan başka birşey değildir: Bir örgüt veya usûl ne kadar uzun bir süredenberi mevcut bulunuyorsa,

kurumlaşma düzeyi o kadar yüksektir. Eski bir örgütün, gelecskts de varlığını devam ettirebilme şansı daha büyüktür. İddia edilebilir ki, yüz yıllık bir örgütün bir yıl daha yaşaması ihtimali, bir yıllık bir örgütün bir yıl daha yaşaması ihtimalinden belki yüz kat

büyük-17. Şüphesiz, kurumlaşma kavramı, siyasal gelişimle ilgilenen başka ya­ zarlar, özellikle S. N. Eisenstadt, tarafından da-ha önce kullınıhnıştır. Ancak onun tanımı, benim burada izlediğim yoldan önemli ölçüde ayrılıyor. Kendi­ sinin şu yazılarına özellikle bakınız: «Initial Institutional Patterns of Political Modernisation,» Civilisations, XII (No. 4, 1962), 461-72, ve XIII (No. 1, 1963), 1 5 - 2 6 ; «Tnstitutionalization and Change,» American Sociological Kevievv, XXIX (April 1964) 235 - 47; «Social Change, Differentiation and Evolution,» ibid., XXIX (June 1964), 375 - 86.

(13)

SİYASAL GELİŞME ve SİYASAL BOZULMA 6 7 tür. Siyasal kurumlar bir gecede yaratılamaz. Bu anlamda siyasal

gelişim yavaştır, hele çok daha hızlı görünen ekonomik gelişmeyle karşılaştırıldığında... Bazan belli çeşit tecrübeler, zaman yerine ge­ çebilir: Çetin çatışmalar veya diğer ciddî sınavlar, bir örgütü, nor­ mal koşullardakinden çok daha hızlı olarak, kurum haline dönüştü­ rebilir. Ancak böyle yoğun tecrübeler az olduğu gibi, bunlarda bile gene zamana ihtiyaç vardır. Ashoka Mehta, komünizmin Hindis­ tan'da niçin zayıf olduğunu açıklarken şunları söylüyor: «Büyük bir parti bir günde yaratılamaz. Cinde böyle bir parti devrim yo­ luyla kurulmuştur. Başka ülkelerde de büyük partiler, ya devrim­ lerden doğmuştur, ya da doğabilir. Ancak normal yollardan geçe­ rek büyük bir parti kurmak, yarım milyon köyde yaşayan milyon­ larca kişiye erişip onları harekete sevketmek, düpedüz imkânsız­ dır (18).

Uyarlanabilirliğin ikinci ölçüsü de, kuşaksal yaştır. Bir örgütün başında hâlâ o örgütün ilk liderler takımı bulunuyorsa, bir usûl hâ­ lâ kendisini ilk defa tesis etmiş kişilerce izlenmekteyse, bu örgüt ve usûllerin uyarlanabilirliği henüz şüphede demektir. Bir örgüt, kendi içinde iktidarın barışçı yoldan intikali problemini kaç kere çözmüş ve bir liderler takımı yerine bir başkasını geçirebilmişse, kurum­ laşma düzeyi o kadar yüksektir. Şüphesiz kuşaksal yaş, büyük ölçü­ de, kronolojik yaşın bir fonksiyonudur. Ancak siyasal partiler ve hükümetler, uzun süre aynı kuşağın liderliğinde kalabilirler. Örgüt­ leri kuranlar —bu örgütler, partiler veya hükümetler olabileceği gibi, şirketler de olabilir— genellikle genç kişilerdir. Doiayısıyle, kronolo­ jik yaşla kuşaksal yaş arasındaki mesafe, örgütün ilk yıllarında da­ ha büyük olabilir. Bu mesafe, örgütün ilk liderleriyle, hemen onla­ rın ardından gelen kuşak arasında bir gerginlik yaratır; çünkü bu ikinci kuşaktakiler, ömürleri boyunca ilk liderlerin gölgesinde kal­ ma durumundadır. 1960'larin ortalarında kırkbeş yaşma varan Çin Komünist Partisi, hâlâ, büyük ölçüde ilk liderler kuşağı tarafın­ dan yönetilmektedir. Bir örgüt, liderlik kuşaklarını değiştirmeden de liderlerini değiştirebilir. Ancak her kuşak, yetişme tecrübeleri bakımından öteki kuşaklardan farklıdır. Doiayısıyle, sadece bir liderler takımı yerine bir başkasının geçirilmesi, yani bir halefiyet

18. Ashoka Mehta, in Raymond Aron, ed., World Technology and Human Destiny (.Ann Arfoor), 133.

(14)

buhranının savuşturulması, kurumsal uyarlanabilirlik açısından belli bir değer taşırsa da, bu, liderlik kuşaklarındaki bir değişme (bir liderler takımı yerine örgütsel tecrübeleri adamakıllı farklı baş­ ka bir liderler takımının geçirilmesi) dereczsinde önemli değildir,

Lenin'in yerine Stalin'in geçmesi, kuşak-içi bir iktidar intikaliydi; Stalin'in yerine Khrushchev'in geçmesi ise, kuşaklar-arası bir ikti­ dar intikali olmuştur.

Üçüncü olarak da, örgütlerin uyarlanabiürliğini fonksiyonel açıdan ölçmek mümkündür. Şüphesiz, bir örgütün fonksiyonları pek çok şekilde tanımlanabilir. (Bu, örgütlere fonksiyonel açıdan bak­ ma yönteminin hem en çekici tarafı, hem de başlıca sakıncasıdır.) Genellikle bir örgüt, bir tek belli fonksiyon görmek üzere kurulur. Bu fonksiyona ihtiyaç kalmaması, örgütü büyük bir krizle karşı karşıya bırakır ve o örgüt, ya kendisine yeni bir fonksiyon bulmak, ya da tedricî bir ölüme boyun eğmek zorunda kalır. Çevresindeki değişmelere uyarlanabilmiş ve temel fonksiyonlarını bir veya birkaç defa başarıyla değiştirebilmiş bir örgüt, bu yeteneği gösterememiş bir örgüte oranla daha fazla kurumlaşmış sayılır. Çok gelişmiş bir örgütün gerçek ölçüsü, fonksiyonel özgüllük değil, fonksiyonel uyarlanabilirliktir. Kurumlaşma, bir örgütü, belli amaçları gerçek­ leştirmeye yarayan bir araçtan ibaret olmaktan kurtarır (19). Ku­ rumlaşmış bir örgütün lider ve üyeleri, doğrudan doğruya o örgü­ tün kendisine değer atfetmeğe ^başlarlar; örgüt, belli bir andaki öz­ gül fonksiyonlarından bağımsız, kendine özgü bir yaşantıya sahip olur. Yani örgüt, fonksiyonuna üstün gelir.

Şu halde, değişikliklere uyarlanma yeteneği bakımından, örgüt­ lerle fertler arasında önemli farklar vardır. Genellikle fertler, ço­ cukluk ve yeniyetmelik (adolescence) çağlarında pek özgül fonk­ siyonlara derinden bağlanmazlar. Bu bağlanma süreci, yeniyetmelik çağının sonlarında başlar. Kişi, belli fonksiyonlara gitgide bağlan­ dıkça, çevresel değişmelere uyabilmek için bu fonksiyonlarını de­ ğiştirmeyi ve kazandığı tepkileri unutmayı güç bulmağa başlar; ar­ tık kişiliği oluşmuş, davranışları yerine oturmuştur. Örgütler ise, çok özgül birtakım fonksiyonlar görmek üzere kurulurlar. Çevre değişmeleriyle karşılaşan bir örgüt, ilk fonksiyonlar ndan

vazgeç-19. Philip Selznick'in küçük klâsiğindeki çok yararlı tartışmaya bakınız: Leadership in Administration (New York 1957), 5 ve son.

(15)

SİYASAL, GELİŞME ve SİYASAL BOZULMA 6 9 medikçe varlığını devam ettiremez. Örgüt olgunlaştıkça, davranış­

ları gitgide oynaklaşır.

Uygulamada örgütler, fonksiyonel uyarlanabilirlik bakımından birbirlerine hiç benzemezler. Örneğin YMCA (Hristiyan Delikanlılar Derneği), ondokuzuncu yüzyıl ortalarında, bir evanjelik örgüt ola­ rak kurulmuştu; amacı, endüstrileşmenin ilk yıllarında kütle halin­ de şehirlere göç etmekte olan bekâr delikanlıları. kendi mezhebine çekmekti. Sonraları bu fonksiyona ihtiyaç kalmayınca, YMCA ken­ dini yeni koşullara uydurabildi ve meşrulaştırıcı amacı olan «karak­ ter gelişimi» ile geniş anlamda ilgili, diğer birçok «genel hizmet» fonksiyonları görmeye başladı. Bir yandan da üyelik hakkını, ilkin evanjelik olmayan Protestanlara, sonra Katoliklere, sonra Yahudi­ lere, daha sonra yaşlı erkeklere, ve nihayet kadınlara kadar geniş­ letti (20). Böylece, başlangıçtaki fonksiyonlarının sefil atölyelerle birlikte ortadan kalkmasına rağmen, örgüt gelişmesine devam et­ ti. Diğer bazı örgütlerin, örneğin WCTU (tçki Aleyhtarı Hıristiyan Kadınlar Birliği) ve Townsend Hareketi'mn, değişen çevreye ken­ dilerini uydurmaları daha güç olmuştur. WCTU, «gerilemekte olan bir örgüttür... Kurumlaşma teorilerindeki tahminlerin tersine, bu hareket, geçmiş doktrini bir yana bırakıp örgütsel değerleri koruya­ cak şekilde hareket etmemiştir.» (21). Townsend Hareketi de, ör­ gütün orijinal fonksiyonuna sadık kalmak isteyenlerle örgütsel gerekleri ön plâna koyanlar arasında çekişmelere sahne olmuştur. Bu gruplardan ikincisi başarı kazanırsa, «lider ve üyelerin hâkim yö­ nelimi ; liderler, üyeler ve kamu nazarında örgütün temsil etmekte ol­ duğu değerlerin gerçekleştirilmesinden, örgüt yapısının olduğu gibi devam ettirilmesi endişesine kayacaktır; hattâ örgütün ana misyo­ nunun kaybı pahasına da olsa..» (22). Çocuk felcinin mağlup

edilme-20. Bık. Mayer N. Zald and Patricia Denton, «From Evangelism to Gene­ ral Service: The Transformation of the YMCA.» Administrative Science Quar-terly, VIII (September 1963), 214 ve son.

2îl. Joseph R. Gusfield, «Social IStrueture and Moral Reform: A Study of the Woman's Christian Temparence Union,» American Journal of Sociology, LXI (November 1955), 232; ve Gusfield, «The Problem of Generations in an Organizational Struoture,» Social Forces, XXXV (May 1957), 323 ve son.

22. Sheldon L. Messinger, «Organizational Transformation: A Case Study of a Declining Social Movement,» American Sociological Bevievv, XX (February 1955), 10.

(16)

si, Çocuk Felci Millî Vakfı (National Foundation for Infantile Paral-ysis) bakımından, benzer mahiyette ciddî bir buhrana yol açmıştır: Örgütün orijinal amaçları çok özgül nitelikte olduğuna göre, bu amaçlara ulaşıldığında örgütün dağılması mı gerekee:kti? Gönüllü üyeler arasındaki hâkim düşünce, örgütün devam etmesi gerekti­ ği idi. ilçe başkanlarından biri, «Çocuk felcine karşı savaşabilmemiz için halkı örgütlendirmemiz lâzım. Halkı örgütlendirdikten sonra da herşeye karşı savaşabiliriz.» diyordu. Diğer bir üye ise şöyle dü­ şünüyordu: «Çocuk felcini yenmek, sonra başka bir problemle uğra­ şıp onu da alt etmek, arkasından daha başka bir dâvaya el atmak. . Bundan güzel şey olur mu? Bu bir hayat amacı, bir meslek oluyoı bizim için.» (23).

Fonksiyonel uyarlanabilirlik problemleri, siyasal örgütler ba­ kımından da pek farklı mahiyette değildir. Bir siyasal parti, belli bir seçim çevresi yerine bir başkasını temsile başlamak suretiyle fonksiyonel yaş kazanmış olur; keza muhalefetten iktidara geçmekle de bir partinin fonksiyonel yaşı artar. Dayandığı seçim, çerçevesini değiştiremiyen veya iktidara gelemeyen bir parti, bu değişimleri geçi­ rebilen bir partiye oranla daha az kurumlaşmıştır. Fonksiyonu sö­ mürge yönetiminden kurtulup bağımsızlığı sağlamak olan milliyetçi bir parti, bu amacının gerçekleşmesi üzerine ciddî bir buhranla karşı­ laşır ve kendisini, ülkenin yönetimi gibi hayli farklı bir fonksiyona uyarlamak zorunda kalır. Hattâ böyle bir parti, bu fonksiyonel ge­ çişi o kadar güç bulabilir ki, bağımsızlıktan sonra bile çabalarının büyük kısmını sömürgecilikle savaşa tahsis edebilir. Bu şekilde ha­ reket eden bir parti, bağımsızlığın kazanılmasından sonra sömürge­ cilik düşmanlığını bir yana bırakan ve kısa zaman içinde kendisini yönetim görevlerine uyarlayan bir parti, örneğin Kongre Partisi, kadar kurumlaşmış değildir. Sovyetler Birliği Komünist Partisinin belli başlı fonksiyonlarından biri, ülkenin endüstrileştirilmesi olmuş­ tur. Şimdi endüstrileşmenin güç devresi atlatıldığına göre, Komü­ nist Partisinin kurumlaşma derecesini gösterecek önemli bir test, Partinin yeni fonksiyonlar edinmedeki başarısı olacaktır. Değişen

23. David Lv Silis, The Volunteers (Glencoe 1957), s. 268. Bu kitabın do­ kuzuncu bölümünde, örgütsel amacın değiştirilmesi sorunuyla i-gili, YMCA, WCTU, Townsend Hareketi, Kızıl Haç ve diğer örnek - olaylara dayanan, mü­ kemmel bir tartışma yer alıyor.

(17)

SİYASAL GELİŞME ve SİYASAL BOZULMA 71

fonksiyonlara başarıyla uyarlanabilen bir hükümet organının, örne­ ğin onsekiz ve ondokuzuncu yüzyıllardaki ingiliz Tac'ınm, kurum olma niteliği; bunu başaramayan bir hükümet organına, örneğin aynı dönemin Fransız monarşisine, oranla daha fazladır.

KARMAŞIKLIK — BASİTLİK

Bir örgüt ne kadar karmaşıksa, o kadar kurumlaşmış demek tir. Karmaşıklık, hem örgütsel alt-birimlerin (subunits) hiyerarşik ve fonksiyonel bakımdan çoğalması, hem de çeşitli alt-birim tiple­ rinin farklılaşması anlamına gelir. Bir örgütün alt-birimleri sayıca ne kadar çok ve çeşitli ise, o örgütün, üyelerinin sadakatini kazan ma ve devam ettirme yeteneği de o derece büyüktür. Üstelik, birçok amaçları olan bir örgüt, amaçlanndan herhangi birinin ortadan kalk­ masına, tek amaçlı bir örgütten daha kolay katlanabilir. Çeşitli iş kollarında çalışan bir şirket, şüphesiz, tek bir pazar için tek bir mal üreten bir şirket kadar tehlikeli durumda değildir. Örgüt içeri­ sindeki alt-birimlerin farklılaşması, fonksiyonel nitelikte olabilin veya olmayabilir: Fonksiyonel ise, alt-birimlerin kendi kurumlaşma düzeyleri, örgütün tümünün kurumlaşma düzeyi kadar yüksek de­ ğildir. Buna karşılık, bütünün fonksiyonlarından değişiklikler, alt-birimlerin iktidar ve roUerindeki değişikliklerde kolayca ifadesini bulabilir. Öte yandan, alt-birimler çok-fonksiyonlu nitelikteyseler, daha büyük kurumsal güç taşırlar; fakat aynı sebepten dolayı, ör­ gütün bütününe kattıkları esneklik daha az olabilir. Dolayısıyle. Neumann'ın deyimiyle «sosyal bütünleşme» partilerinden meyda­ na gelen bir siyasal sistem, «ferdî temsil» partilerinden kurulu bir sistem kadar kurumsal esnekliğe sahip değildir (24).

Nisbeten ilkel ve basit yapılı gelenaksel siyasal sistemler, ge­ nellikle, modernleşme sürecine dayanamayıp yıkılırlar. Daha kar­ maşık yapılı geleneksel sistemler ise, bu yeni isteklere kendilerini daha kolay uydurabilirler. Örneğin Japonya'nın, geleneksel siyasal kurumlarım modern dünyaya uydurabilmesi, bu kurumların nisbe­ ten karmaşık oluşları yüzündendir. Japonya'da 1868'e kadar iki bu­ çuk yüz yıl süreyle imparator hüküm sürmüş, fakat ülkeyi Toku-gawa şogunları yönetmişlerdi. Bununla birlikte, siyasal düzenin

24., Sigmund Neumaıın, «Toward a Comparative ıStucly of Political P'ar-ties,» Neumann, ed., Modern Political Parties (Chicago 1956), 403 - 5.

(18)

istikrarı, tek başına şogunluğun istikrarına bağlı kalmış değildi. Ni­ tekim şogunluk otoritesinin çözülüşü üzerine, yenilikçi samurai'ler, başka bir geleneksel kurumu, yani imparatoru, kendi araçları olma­ ğa hazır buldular. Şogunluğun çöküşü, siyasal düzenin yıkılmasına değil, imparatorun «restorasyon»una yol açtı.

En basit siyasal sistem, tek kişiye dayanan sistemdir. Bunlar, tabiî, en istikrarsız sistemlerdir. Aristo'nun işaret ettiği gibi, he­ men bütün istibdat yönetimleri «pek kısa ömürlüdür.» (25) Öte yandan, birkaç tane değişik siyasal kurumu olan bir siyasal sistem, daha büyük bir uyarlanma yeteneğine sahiptir. Birtakım kurumlar belli bir çağm gereklerini karşılarken, başka bazı kurumlar ondan sonraki çağm gereklerini cevaplandırabilir. Kendini yenileme vs uyarlama araçları, sistemin kendi içinde mevcuttur. Örneğin Ameri­ kan sisteminde Başkan, Senato, Temsilciler Meclisi, Yüksek Mahke­ me, ve federe devlet hükümetleri, değişik dönemlerde değişik rol­ ler oynamışlardır. Ortaya yeni problemler çıktıkça, bunlara ilkin bir kurum, sonra bir başkası el atabilmektedir. Tersine, Üçüncü ve Dördüncü Fransız cumhuriyetlerinde otorite, Millî Meclis ve mil­ lî bürokraside toplanmıştı. Sık sık görüldüğü üzere, Meclis hareket edemiyecek derecede bölünmüş, bürokrasi da hareket yetkisinden yoksun olduğu zamanlar sistem çevresel değişmelere kendini uyar-layamıyor ve yeni siyaset sorunlarını çözemiyordu. 1950'lerde Mec­ lis, Fransız İmparatorluğunun parçalanışı sorununu çözmekten âciz kaldığında, bu boşluğu dolduracak başka bir kurum, örneğin ba­ ğımsız bir yürütme organı, mevcut değildi. Dolayısıyle, anayasa dışı bir kuvvet yani ordu siyasete müdahale etti; zamanla da, de Gaulle'ün Cumhurbaşkanlığı gibi, sözü geçen problemi çözebilecek yeni bir kurum ortaya çıktı. Fransa'nın daha eskiden geçirmiş bu­ lunduğu bir buhran dolayısıyle Burke, şöyle demişti: «Kendini de­ ğiştirebilme araçlarından yoksun bir sistem, kendini koruma araç­ larından da yoksun demektir.» (26).

İstikrar sorunu üzerinde kafa yormuş klâsik siyasal kuramcı­ lar da benzer sonuçlara varmışlardır. En kolay yozlaşan sistem­ lerin basit hükümet şekilleri; en istikrarlı sistemin de «karma

dev-25. Politics (Ernest Barker çevirisi, London 1946), 254.

26. Reflections on the (Bevolution in France (Gatevvay edn., Chicago 1955), 37.

(19)

SÎYASAL GELİŞME ve SÎYASAL BOZULMA 73 let» olduğu kabul ediliyordu. Gerek Eflâtun gerekse Aristo, uygu­ lamada en iyi işleyen devletin, demokratik ve oligarşik kurumları kendinde birleştiren «polity» olduğunu ileri sürmüşlerdi. Aristo'ya göre, «tam ve mutlak anlamıyla oligarşik ya da demokratik eşitlik ilkesine dayanan bir anayasal sistem, kötü bir düzendir. Olayların açıkça gösterdiği gibi, bu çeşit anayasalar hiçbir zaman uzun ömürlü olamamaktadır. Birçok unsurlardan meydana gelen bir anayasa, da­ ha iyi bir anayasadır.» (27). Böyle bir anayasa, fesatçılığı ve ihti­ lâli daha kolay önleyebilir. Polybius ve Çiçero da, aynı düşünceyi daha açık şekilde işlemişlerdir: Basit «iyi» hükümet şekillerinden her biri (krallık, aristokrasi, ve demokrasi), kolayca kendi bozul­ muş şekline (istibdat, oligarşi ve kütle istibdadı) dönüşebilir. İstik­ rarsızlık ve yozlaşma, ancak bütün iyi şekillere ait unsurların, bir karma devlet şeklinde birleştirilmesiyle önlenebilir. Karmaşıklıktan istikrar doğar. İki bin yıl sonra aynı düşünceyi Burke şöyle yankı-lamışür: «Basit hükümetler, en hafif deyimle, temelden kusurlu­ dur.» (28).

ÖZERKLİK — UYRUKLUK

Kurumlaşmanın üçüncü ölçüsü, siyasal örgüt ve usullerin diğer sosyal gruplaşmalar ve davranış metodları karşısındaki bağımsız­ lık dereceleridir. Siyasal alan, diğer alanlardan ne ölçüde farklılaş­ mıştır? Gelişmiş bir siyasal sistemin siyasal örgütleri, daha az ge­ lişmiş sistemlerde sahip olmadıkları bir bütünlüğe sahiptirler. Ya­ ni siyasal - olmayan grupların ve usûllerin etkisinden belli ölçüde tecrid olunmuşlardır. Azgelişmiş siyasal sistemlerde ise, siyasal ör­ güt ve usûller dış etkilere açıktır.

En somut anlamında özerklik, sosyal güçlerle siyasal örgüt­ ler arasındaki ilişkileri ilgilendirir. Sosyal güçler, insanların sosyal ve ekonomik faaliyetlerde bulunmasına yarayan gruplaşmaları içine alır: aileler, klanlar, iş grupları, kiliseler, ırk ve dil gruplaşma­ ları gibi. özerklik anlamında siyasal kurumlaşma, belli sosyal grup­ ların menfaatlerini ifade araçlarından ibaret olmayan siyasal ör­ güt ve usûllerin gelişmesi demektir. Bir sosyal grubun (aile, klan, sınıf) aracı olan bir siyasal örgüt, özerklik ve kurumlaşmadan

yok-27. Politics, 60, 206.

(20)

sundur. Devlet, Marksistlerin ötedenberi ileri sürdüğü gibi, ger­ çekte «burjuva sınıfının yönetim kurulu» ise, gelişmiş bir kurum sayılamaz. Bir yargı organının bağımsızlığı, ancak o organın yar­ gısal normlara bağlı kalması, ve diğer siyasal kurumlarla sosyal gruplaşmalardan bağımsız perspektiflere ve davranışa sahip bulun­ ması ölçüsünde söz konusu olur. Aynı şekilde, siyasal kurumların özerkliği de, bu kurumların, kendilerine özgü ve diğer sosyal güç-lerinkinden farklı menfaat ve değerlere sahip olma derecesi ile ölçülür. Yargı organının bağımsızlığı gibi, siyasal kurumların özerk­ liği de, çoğu zaman sosyal güçler arasındaki rekabetin sonucu ola­ bilir. Örneğin, tek bir sosyal grubun (işçiler, işverenler, veya çift­ çiler) menfaatlerini dile getiren bir siyasal parti, çeşitli sosyal grupların menfaatlerini savunan ve bileştiren bir parti derecesinde özerk değildir. Bu ikinci kategoriye giren bir parti, belli sosyal güç­ lerden ayrı, kendine özgü bir varlığa sahiptir. Yasama ve yürütme organlarıyla bürokrasiler hakkında da aym şeyler söylenebilir. Si­ yasal örgütler gibi, siyasal usûller de, değişik özerklik dereceleri gösterirler. Gelişmiş bir siyasal sistemde, cebrin sistemdeki rolünü ortadan kaldırmasa bile asgarî hadde indirecek ve servetin etkisini açıkça belirtilmiş kanallara inhisar ettirecek usûller vardır. Bir ülkede siyasal iktidar sahipleri birkaç asker tarafından devrilebi-liyor veya,- birkaç dolarla satın alınabidevrilebi-liyorsa, örgüt ve usû'lsr özerk­ likten yoksundur. Özerkliği olmayan örgüt ve usûllere de, günlük dilde, soysuzlaşmış denilir.

Toplum içerisindeki siyasal - olmayan güçlerin etkisine açık siyasal örgüt ve usûller, genellikle, toplum - dışı güçlerin etkilerin­ den de kendilerini koruyamazlar. Başka siyasal sistemlerden gelen ajanlar, gruplar ve fikirler, bunları kolayca etki altına alabilir. Örneğin, bir siyasal sistemin uğradığı hükümet darbesi, diğer az­ gelişmiş sistemlerde benzer grupların yapacağı darbeleri kolayca tah­ rik edebilir (29). Bazı hallerde, bir ülkeye birkaç ajanla bir avuç silâh kaçırılması, rejimin devrilmesine yeter görünüyor. Bazan da bir rejim, yabancı bir devlet elçisiyle bazı hoşnutsuz albaylar ara­ sında geçen birkaç söz ve alınıp verilen birkaç bin dolar sonucu

dev-29. Bk. Samuel P. Huntington, «Patterns of Violence in World Politlcs,» Hunting-ion, ed, Changing Patterns of Military Poütics (!New York 1962),

44-47.

(21)

StYASAL GELİŞME ve SİYASAL, BOZULMA 75

rüebiliyor. Sovyet ve Amerikan hükümetleri, güçsüz siyasal sistem­ lerin yöneticilerini satın almak için muhtemelen yüksek meblağlar harcadıkları halde, birbirlerinin yöneticilerini etkileme yolunda pa­ ralarını israf etmeyi düşünmüyorlar.

Sosyal değişimin etkilediği her toplumda, siyasete katılan yeni gruplar ortaya çıkar. Siyasal sistemin özerlikten yoksun oldu­ ğu ülkelerde bu gruplar, yerleşik siyasal örgütlerle özdeşmeğs ya

da yerleşik siyasal usûlleri benimsemeğe daha fırsat bulmadan, si­ yaset alanına girerler. Bu durumda siyasal örgüt ve usûller, yeni bir sosyal gücün baskısına dayanamazlar. Gelişmiş bir siyasal sis­ temde ise, sistemin özerkliği, yeni grupların baskısını kayıtlayan ve hafifleten mekanizmalarla korunur. Bu mekanizmalar, ya yeni grupların siyasete girişini yavaşlatır; ya da bir siyasal sosyalleş­ me süreciyle, yeni grubun siyasal bakımdan aktif üyelerinin büyük kısmının yönelim va davranışlarında değişiklikler yaratır. Kurum­ laşma düzeyi yüksek bir siyasal sistemde en önemli liderlik mevki­ lerine, normal olarak, ancak daha aşağı mevkilerde bir staj dev­ resinden geçmiş kişiler gelebilir. Bir siyasal sistemin karmaşıklığı, onun özerkliğine yardımcı olur; çünkü böyle bir sistemde, kişileri en yüksek makamlara hazırlayacak çeşit çeşit örgütler ve görev­ ler mevcuttur. Bir bakıma, üst liderlik mevkileri, siyasal sistemin merkez çekirdeğini meydana getirir; bu çekirdeğe ulaşmak iste­ yenler, daha az iktidar sahibi görevler, yan örgütler ve yarı - siya­ sal örgütler gibi süzgeçlerden geçmek zorundadır. Böylece siyasal sistem, kendi kurumsal bütünlüğünü feda etmeden, yeni sosyal güçleri ve yeni personeli özümler. Bu gibi savunma araçlarından yok­ sun bir siyasal sistemde ise, yeni kişiler, yeni görüşler, yeni sosyal gruplar, sistemin çekirdeğinde şaşırtıcı bir hızla yer değiştire­ bilir.

TTJTABLIK — BÜBLlRSİZLİK

Bir örgütün birlik ve tutarlığı ne kadar kuvvetli ise, kurum­ laşma düzeyi de o kadar yüksektir; örgüt, birlikten ne derece yok­ sunsa, o derece az kurumlaşmıştır. Şüphesiz, belli ölçüde bir oy­ daşına (consensus), her sosyal grup için varlığın ön - şartıdır. Et­ kin bir örgüt, en azından, grubun fonksiyonel sınırları üzerinde ve bu sınırlar içinde doğacak uyuşmazlıkların çözüm yollan hakkında güçlü bir oydaşmaya sahip olmalıdır. Oydaşma, sistemde aktif roî

(22)

oynayanları içine almalıdır. Sisteme katılmayanlar, ya da ancak

zaman zaman ve tâli ölçüde katılanlar, oydaşmayı paylaşmasalar da olabilir; gerçekten de bu gibi kimseler, genellikle, aktif üyeler de­ recesinde oydaşmaya katılmazlar (30). Teorik bakımdan bir örgüt, tutarlı olmadan özerk, özerk olmadan da tutarlı olabilir. Uygula­ mada ise, bu ikisi çoğu zaman birbiriyle yakından ilgilidir. Özerklik sayesinde bir örgüt, davranışının ayırdedici işaretleri haline gelen bir espri ve üslûp kazanır; böylece özerklik, tutarlığı geliştirecek bir araç olur. Özerklik, yıkıcı dış güçlerin sisteme müdahalesini de önler; ancak, iç sebeplerden ileri gelen yıkılmaya tabiatıyla engel olamaz. Bir örgütün üyelerinin, ya da bir sisteme katılan kişilerin birden ve büyük ölçüde artması, tutarlığı zayıflatma eğiliminde­ dir. Örneğin, Osmanlı Kapıkulu Teşkilâtı'na giriş sınırlı tutulduğu ve yeni elemanlar «esaslı bir öğretimden geçirilip, her aşamada

uzmanlaşma ve ayıklanma sağlandığı» sürece, kurum canlılık ve tu­ tarlığını korumuştur. Sonraları, «ayrıcalıklarından pay alabil­ mek için herkesin oraya kapılanma yolunu bulması» bu teşkilâtın mahvına yol açmıştır. «Sayı arttıkça, disiplin ve etkinlik gerile­ miştir.» (31).

Birlik, kollektif ruh, moral ve disiplin, sadece asker alayların­ da değil, hükümetlerde de bulunması gereken niteliklerdir. Savaş­ ta, sayı, silâh ve stratejinin hepsi önemlidir; fakat üstün tutarlık ve disiplin, bunlardan herhangi birisindeki büyük eksiklikleri bile örtebilir. Siyasette de durum aynıdır, Tutarlı siyasal örgütler yarat­ mak, tutarlı askerî örgütler yaratmaktan güçse de, bunlar esas itibariyle birbirinden pek farkh şeyler değildir. David Rapoport'un belirttiği gibi, «bir askerî gücü ayakta tutan duyguyla, siyasetle meşgul bir grup insanı birbirine bağlayan duygu arasında ortaic yanlar çoktur: Her ikisinde de, genel sosyal amaçlar uğruna, özel veya kişisel dürtülere çoğu zaman seve seve gem vurulur. Grup üyeleri, grup dayanışmasını tehdit eden türlü ayartıcı etkilere karşı

30. Örneğin bk. Herbert McCloskey, «Consensus and Ideology in Ameri­ can Politics,» American Political Science Review, LXIII (June 1964), 361 ve son.; Samuel Stouffer, Communism, Coıiformity, and Civiî Liberties (New York 1955). passim.

31. Arnold J. Toynbee, A iStudy of History (Abridgement of Vols. ı - vı by D. C. Somervell, New York 1957), 176-77.

(23)

SİYASAL, GELİŞME ve SİYASAL BOZULMA 77 koyma konusunda birbirlerine güvenmelidir; yoksa, güç sosyal durumlarda kendi başının çaresine bakma isteğinden kurtulmak çok zor olur.» (32). Düzenleştirme (coordination) ve disiplin yete­ nekleri, savaşta da siyasette de son derece önemli bir rol oynar; tarihte, bunlardan birini ustaca örgütlendirebilmiş toplumlar, öte­ kini örgütlendirmede de başarılı olmuşlardır. Bir antropologun göz­ lemlediği üzere, «ister uygarlıktan ister uygarlık - öncesinden söz edelim, sosyal örgütün barış sanatlarındaki etkinliği ile savaş sanatlarındaki etkinliği arasındaki ilişki hemen hemen mutlaktır. Savaşın başarıya ulaşması, takım çalışmasına ve oydaşmaya bağlı­ dır; bunlar ise, komuta ve disiplini gerektirir. Komuta ve disiplin de, zamanla, kendilerinden daha derin ve gerçek bir şeyin sembol­ leri haline dönüşebilir.» (33). İsparta, Roma ve İngiltere gibi, kanun­ larının otoritesi ve âdilliği bakımından çağdaşlarının hayranlığını çekmiş olan toplumlar, aynı zamanda ordularının tutarlık ve disiplini bakımından da hayranlık toplamışlardır. Disiplin ve gelişme, birbi­ rine paralel yürümektedir.

Gelişimi, mobilizasyon ve katılma olarak incelemenin başlıca avantajı, bu olguların ölçülebilir olmalarıdır. Şehirleşme, okur-ya-zarhk, kütle haberleşme araçları alıcılığı ve oy vermeyle ilgili ista­ tistikler kolayca elde edilebilir. Dolayısıyle, çeşitli ülkeler ve aynı ülkenin geçirdiği çeşitli aşamalar arasında kolayca karşılaştırmalar yapılabilir. Ya kurumlaşmada durum ne merkezde? Uyarlanabi-lirlik, karmaşıklık, özerklik ve tutarlık kriterleri de ölçüme elverişli mi? Burada güçlüklerin daha büyük olacağı şüphesiz. Birleşmiş Milletler, İstatistik Yıllıklarında, üye devletlerin siyasal kurumlaş-malarıyla ilgili verileri derleyip toparlamış değil. Gene de, çeşitli ülkelerin siyasal kurumlaşma düzeyleri, ya da aym ülkenin değişik zamanlardaki kurumlaşma düzeyleri arasında anlamlı karşılaş­ tırmalar yapmamıza yetecek bilginin toplanamaması için hliçbir se­ bep görünmüyor, yeter ki bir parça muhayyilemizi çalıştırıp biraz fgaba gösterelim. Uyarlanabilirlik; kronolojik yaşla, lidjerlik inti-kalleriyle, kuşaksal ve fonksiyonel değişimlerle ölçülebilir.. Karma­ şıklığı ; örgütsel alt - birimlerin ve örgütlerce yerine getirilen

fonk-32. David C. Rapoport, «A Comparative Theory of Miütary and Politi-cal Types,» Huntington» ed., Changing Patterns of Military Politics, 79

33. Harry Holbert Turney- Hiıgh, Primitive War (Columlbia, S. C , 1940), 235 - 36.

(24)

siyonların sayısı ve çeşitliliğiyle ölçebiliriz. Özerklik, kriterlerden saptanması belki en güç olanıdır; buna rağmen onu da, örgütün norm ve değerlerinin diğer gruplannkilerden farklı olup olmama­ sıyla, örgütle diğer gruplar arasındaki personel ilişkileriyle (ko-optasyon, sızma, ve temizlikler gibi), ve nihayet örgütün kendi mad­ dî kaynaklarına tasarruf edebilme derecesiyle ölçmek mümkündür. Tutarlık da; yarışma sonucu vuku bulan liderlik değişmelerinin toplam liderlik değişmelerine oranıyla, liderler ve üyeler arasındaki görüş ayrılıklarının birikici (cumulative) nitelikte olup olmama­ sıyla, örgüt içinde açık bir yabancılaşma (alienation) ve muhalefetin bulunup bulunmamasıyla, ve muhtemelen örgüt üyelerinin bağlılık ve tercihlerini gösteren anketlerle ölçülebilir.

Tecrübe, bize, farklı kurumlaşma düzeylerinin varlığını öğreti­ yor. Bu farkı ölçmek, güç olsa bile imkânsız değildir. Sosyal, eko­ nomik ve demografik değişimlerle, siyasal yapı değişimleri arasın­ daki ilişkiye değgin hipotezleri doğrulamak veya çürütmek, ancak kurumlaşmanın ölçülmesiyle mümkün olabilir.

m . MOBtLİZASYON — KURUMLAŞMA KARŞITLIĞI : KAMU MENFAATLERİ, YOZLAŞMA VE

SOYSUZLAŞMIŞ DEVLET

MOBtLİZASYON VE K U R U M L A Ş M A

Asya, Afrika ve Lâtin Amerika'da, sosyal mobilizasyon ve si­ yasal katılma hızla artıyor. Bu bölgelerde siyasal kurumların uğra­ dığı bozulmanın nedeni de, bu süreçlerden başka bir şey değildir. Kornhauser'in Batı dünyası bakımından kesinlikle göstermiş olduğu gibi, hızlı endüstrileşme ve şehirleşme, kütle toplumuna vücut veren intibaksızlıklar yaratmaktadır. «Büyük kütlelerin, yeni gelişmekte olan şehir bölgelerine hızla akın etmesi, kütle hareketlerine yol açar.» (34). Çok hızlı bir endüstriyel büyüme gösteren bölgelerde ve iş kollarında, sendikalar aym hızla kurulup kurumlaşamaz ve işçiler arasında kütle hareketleri baş gösterebilir. Kurulabi'eı sendikalar da, başlangıçta dış etkilere karşı dayanma gücündei/

34. Wi1Uam Kornhauser, The Politlc3 of Mass Society (Glencoe 1959)

(25)

SİYASAL GELİŞME ve SÎYAlSAL BOZULMA 7 9 yoksundur. «Büyük kütlelerin yeni bir örgüte (ya da yeni bir böl­

geye) birden dolmaları, kütleye dönük elitlerin o örgüte sızma­ larını mümkün kılar. Bu, özellikle, örgütün kuruluş dönemi bakımın­ dan doğrudur; çünkü böyle zamanlarda örgütün değerleri yeni üye­ lerce içselleştirilinceye kadar, sosyal kontrol yükünü dlış kayıtlama­ ların taşıması gerekir.» (35).

Siyasette de durum aynıdır. Hızlı ekonomik büyüme, siyasal istikrarsızlığa yol açar (36). Üstelik siyasal mobilizasyon, mutlaka fabrikaların yapılmasını, hattâ şehirlere göçü de gerektirmez. Mo­ bilizasyon, sadece haberleşmelerin artması sonucu olabilir; haberleş­ me artışı ise, kişilerin özlemlerinde, ya ancak kısmen doyurulabilen ya üa hiç doyurulamayan büyük artmalara meydan verir. Bunun sonucu, «kabaran umutsuzluklar ihtilâli» (revolution of rising frus-trations) dir (37). Okur-yazarlık ve eğitim alanlarındaki gelişmeler, siyasal istikrarsızi.ğı daha da arttırabilir. Burma, Seylan ve Kore Cumhuriyetinde okur-yazarlık oranı, Asya ölçüleriyle yüksek ol­ duğu hakte, bu ülkelerden hiçbiri bir siyasal istikrar modeli sayıla­ maz. Okur-yazarhğın demokrasiyi güçlendireceği de, mutlak anlam­ da doğru üeğJdir. Komünistliği benimseyen ilk Lâtin Amerika ül­ kesi Küba, yüzde 75'e yaklaşan okur-yazarlık oranıyla, Lâtin Ame­ rika'da beşinci (Arjantin, Uruguay, Şili ve Kosta Rika'dan sonra) geliyordu; aynı şekilde, Hindistan'da okur-yazarlık oranı en yük­ sek federe devletlerden Kerala, bir Komünist hükümeti seçim yoluyıa iktidara getiren ilk Hind devleti olmuştur (38). Daniel Lerner'in belirttiği gibi, okur-yazarlık, «kurumlarını hızla başkalaştırmağa uğraşan çağdaş toplumlarda, modernleşmeye yardımcı değil, ger­ çekte ciddî bir engel olabilir.» (39).

Böylece haberleşmenin gelişimi, gerçekleştirilmesi imkânsız «.yenilik» çilekleri doğurabileceği gibi, yeniliğe karşı bir tepki yaratıp

35. Ibid., 146.

36. Bk. Mancur OlSon, Jr., «İRapid Growth as a Destabilizing: Force,» Journal of Econoniic History, XXVII (December 1963), 529-52; ve Bert F. Koselitz and Myron Wemer, «Economic Development and Pblitical ıStability in lndia,» Dissent, VIII (Spring 1961), 172-79.

37. Bk. Daniel Lerner, «Toward a Coımmunication Theory of Moderniza-tton,» Pye, ed., Communications and Political Development, 330 ve som.

38. Bk. DeMtsch, American Political Science Beview,, LV.496 39. Daniel Lerner, «The Tranafonmation of Instituttans» (teksir), 19.

(26)

gelenekçi güçleri harekete de geçirebilir. Siyaset alam, normal ola­ rak, daha modern grupların hâkimiyeti altlıdadır; artan haberleş­ me, modrrnlik düşmanı yeni birtakım grupları da bu alana sokmak suretiyle, sistemin ileri gden unsurları arasında mevcut oydaşmay?. parçalayabilir. Gene artan haberleşme, o ana kadar siyasete kargı ilgisiz kalmış bulunan, fakat şimdi benliklerinin bilincine varmağa başlayan etnik azınlık gruplarını eyleme geçirerek, siyasal sistemde etnik bölünmelere yol açabilir. Milliyetçiliğin millî bütünleşmede etmen olduğu, genellikle benimsenmiş bir varsayımdır. Gerçekte ise, milliyetçilik ve diğer etnik bilinç türleri, çoğu zaman siyasal dağıl­ ma eğilimlerini güçlendirerek, siyasal sistemin parçalanmasına se­

bep olur.

Oy vermenin ve diğer siyasal katılma belirtilerinin ansızın artı­ şı da, siyasal kurumlar üzerinde zararlı etkiler yapabilir. 1930'dan bu yana Latin Amerika'da, oy verme oranının yükselişiyle siyasal istikrarsızlığın artışı, biribirine paralel gitmiştir. «Demokrasi ha­ tırına, oy verme yaşı indirilmiş, mal sahipliği ve okur-yazarlık şart­ ları hafifletilmiş ya da kaldırılmış, uygarlık ve okul yüzü görmemiş milyonlarca köylüye seçme hakkı verilmiştir. Yeni seçmenler, cum­ huriyetlerin siyasal hayatına o kadar çabuk sürüklenmişlerdir ki, ne mevcut partiler bunların büyük kısmını özümleyebilmiş, ne de onlar mevcut siyasal sistem içerisinde çalışmanın yollarını öğreneb'.lmiş-lerdir» (40). Geleneksel ve modern kültürler arasında sıkışıp kalan

elitlerin kimliklerini arayış bunalımları da, ayrı problemler yarata­

bilir: «Geçiş aşamasındaki ülkelerde, davranışlarım kişisel dürtüle­ rine uyduran ve yoğun kişisel sorunlarına çözüm arayan kişilerin huzursuz ve gergin durumları, siyasal süreci aşırı derecede etkiler.»

(41). Hızlı sosyal ve ekonomik değişme, mevcut değerler ve davranış kalıpları hakkında şüphe uyandırır ve böylece, çoğu zaman, kişinin soysuzlaşmasına yol açar. Bazı durumlarda ise bu soysuzlaşma (cor-ruption), yeni ve dinamik grupların, mevcut değer sistemi ve sosyal yapı içerisinde yapamayacakları işleri yapabilmelerini mümkün kıl­ mak suretiyle, modernleşme sürecinde olumlu bir rol oynayabilir. Buna karşılık soysuzlaşma, siyasal kurumların özerkliğini ve

tutar-4iö. John J. Johnson, The Military and Society in Latin America

(Staıı-iorĞ 1964), 98-99.

41. Lucian W. Pye. Politics, Personality and Nation Building (New Ha-ven 1962), 4 - 5 .

(27)

SİYASAL, GELİŞME ve SİYASAL BOZULMA 8 1 lığını zayıflatır. 1870 ve 1880'lerde Amerikan ekonomisinin göster­

diği hızlı gelişmenin, Amerikan devlet yönetiminde yolsuzlukların en yoğun olduğu bir devreye rastlaması, pek de tesadüf eseri değil­ dir (42).

Kurumsal bozulma, modernleşmekte olan ülkelerin hemen hep­ sinde görülür. Hükümet darbeleri ve askerî müdahaleler, siyasal kurumlaşma düzeyinin yüksek olmadığını gösteren ölçütlerden biri­ dir. Darbelere ve askerî müdahalelere, siyasal kurumların özerklik ve tutarhktan yoksun bulunduğu ülkelerde rastlanır. Bir hesaba gö­ re, İkinci Dünya Savaşı öncesinde bağımsızlığına sahip bulunan, mo­ dernleşme halindeki oniki cevletten (Latin Amerika devletleri dışın­ da) onbiri, ikinci Dünya Savaşmdan sonra hükümet darbesi veya darbe teşebbüsü geçirmiştir. İkinci Dünya Savaşı ile 1959 yılı ara­ sında bağımsızlık kazanan yirmi devletten ondördü, 1963'ten önce hükümet darbesine veya darbe teşebbüsüne uğramıştır. 1960'la 1963 arasında bağımsızlıklarına kavuşan yirmidört devletten yedisi, 1963 yılı sonundan önce darbe veya darbe teşebbüsüyle karşüaşmıştir (43). Latin Amerika'da da istikrarsızlık, yirminci yüzyıl başlarında, aym yüzyılın ortalarındaki kadar belirgin değildi. 1917 -1927 döneminin yüzde 28. 7'sinde ordu mensupları, yirmi Latin Amerikan cumhuri­ yetinde başkanlığı elde bulundurmuşlardı; 1947-1957 döneminde ise, bu oran yüzde 45,5 olmuştur (44). Arjantin ve Kolombiya gibi ülkelerde ordunun siyasete müdahalesi, yüzyılımızda ilk defa olarak. 1930 ve 1940'larda vuku bulmuştur. 1945-1964 döneminde yirmi La­ tin Amerika devletinden onyedisi, darbe veya darbe teşebbüsü ge­ çirmiş; sadece Şili, Meksika ve Uruguay, siyasal istikrar bakımın­ dan başarılı bir sınav vermişlerdir.

42. Genel olarak bk. Ronald E, Wraitll and Edgar Simpkins. Cornıption in Developing Countries (Landon 1983).

43. Bu rakamlar, şu eserin Ek Bölümünde gösterilen verilerden hesap­ lanmıştır: Fred R. von der Menden, Politics of the Developing Nations (Eng-lewood Cliffs, N. J., 1964).

44. Şuı eserdeki rakamlardan hesaplanmıştır: R. W. Fitzgifobon, «Anmies and Pblitieş in Latin America,» tebliğ, 7'nci Yuvarlak Masa, International Po-Jitical Science Association. Opatija, Yugaslavia. September 1959, 8 - 9 .

(28)

Birçok devletlerde parti örgütlerinin bozuluşu, iktidarı kişisel-leştiren ve bu iktidarlarını sınırlandırabilecek kurumları zayıflatan, karizmatik liderlerin yükselişinde ifadesini bulmaktadır. Örneğin. Nkrumah'nın despotluğu arttıkça, Convention People's Party'nin ku­ rumsal gücü de farkedilir dereceıdie azalmıştır. Türkiye, Pakistan ve Burma'da; Cumhuriyet Halk Partis.nin, Müslüman Birliğinin vf-AFPFL'nin zayıflamaları, eninde sonunda askerî müdahaleye yol açmıştır. Parti ve yönetim örgütlerinde bir yandan yolsuzluklar alıp yürümüş, öte yandan da kamu hizmetlerinin etkinliği büyük ölçüde azalmıştır. Kabileler, etnik ve dinsel topluluklar gibi kendi çıkarlarını düşünen gruplar, varlıklarını sık sık duyurur olmuşlar, dolayısıyle siyasal kurumların otorite ve tutarlığını büsbütün baltalamışlardır. Çoğu zaman sömürge - sonrası rejimler, kendi halkları gözünde Av­ rupalı sömürge rejimleri kadar bile meşruluk kazanamam ştır. Eko­ nomi uzmanları, gelişmiş ve azgelişmiş ülkelerin ekonomik refah düzeyleri arasındaki mesafenin gittikçe genişlemekte olduğunu; çünkü gelişmiş ülkelerin, mutlak hattâ nisbî artış itibariyle, azge­ lişmiş ülkelerden daha hızlı ilerlediğini ileri sürüyorlar. Siyaset ala­ nında da, benzer mahiyette, belki daha da belirgin, bir olgu göze çarpıyor. Fransa gibi birkaç istisna dışında, ileri ülkelerin siyasal kurumlaşma düzeyleri nisbeten istikrarlı kalmıştır. Diğer ülkelerin çoğunda ise, siyasal kurumlaşma gerilemiş, dolayısıyle bu iki grun ülke arasındaki siyasal uçurum daha da genişlemiştir. Yeni devlet­ lerin çoğunluğu veya hiç değilse birçokları bakımından, kurumsal gücün en yüksek olduğu, yani siyasal gelişimin zirvesine ulaştığı an, bu devletlerin bağımsızlıklarına kavuşma anlarıdır.

Mobiiizasyon ve kurumlaşma düzeylerinin farklılığı, siyasetin dört ideal - tipi olduğu düşüncesini uyandır yor (Bakınız Tablo 1). Modern, gelişmiş, sivik (oivic) devletlerde (Amerika Birleşik Dev­ letleri ve Sovyetler Birliği gibi), hem mobiiizasyon, hem kurumlaş­ ma yüksektir, ilkel rejimlerde (örneğin Banfield'in geri kalmış top­ lumu), bunların her ikisi de aşağı düzeydedir. Kapanık (contained) devletler, iyi kurumlaşmış olmakla beraber, mobiiizasyon ve katıl­ ma bakımlarından aşağı durumdadırlar. Kapanık devletlerde te­ mel siyasal kurumlar, ya geleneksel (örneğin monarşiler), ya da modern (örneğin siyasal partiler) olabilir. Birinci halde bu devletler, yükselen sosyal mobiiizasyon düzeyine kendilerini uydurmakta bü­ yük güçlük çekebilirler; geleneksel kurumlar ya yavaş yavaş çözü­ lüp gidebilir, veya ansızın çökebilir. Bunun sonucunda da, katılma

Şekil

TABLO 2. BAĞIMSIZLAŞMA  S I R A S I N D A KURUMSAL, GELİŞİM  D Ü Z E Y İ
TABLO 3. MODERNLEŞME HALİNDEKİ ÜLKELERDE  BAĞIMSIZLIKTAN BU YANA VUKU BULAN

Referanslar

Benzer Belgeler

Alanyazında öğretmenlerin sınıf içi geçişlerde kullandıkları stratejiler, sınıf içi geçişler için harcanan süre, sınıf içi geçişlerde ortaya çıkan

Şekil numaraları (Örneğin, Şekil 1., Şekil 2. gibi) sola dayalı, ilk harf büyük ve italik olarak yazılırken, şekil başlıkları şekil numaralarından hemen sonra ilk

Ayrıca otizmden etkilenme düzeyinin ebeveynlerin davranışları ile ilişkili olması açısından önemli olduğu düşünüldüğünde (Ekas ve.. Whitman, 2010), OSB’den

KONTAKT programındaki beceriler (Herbrecht ve diğ., 2009), Junior Dedektive programında yer alan beceriler (Beaumont ve Sofrosoff, 2008), Skillstream Programındaki sosyal

İkinci katılımcı, ilk başlama düzeyinde dakikada 31 kelime, ikinci başlama düzeyinde 29 kelime, TO müdahale tekniği koşulunda birinci yoklamada bir dakikada 45 kelime,

Yazılar başlık sayfasını, Türkçe ve İngilizce özetleri ve anahtar sözcükleri, ana metni, kaynakları, ekleri, tabloları, şekilleri, yazar notlarını,

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Adına Fakülte Dekanı Prof.. Ayşe

İşverenlerin bu olumsuz tutumları, özel gereksinimi olan bireylerin akademik ve mesleki olarak gerekli bilgi ve becerilere sahip olmamalarından, işverenlerin özel gereksinimi