• Sonuç bulunamadı

Klasiklerin tercümesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Klasiklerin tercümesi"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Milli Eeğitim Bakanlığının klâsikleri tercüme ettirmek husu­ sundaki kararı ve bu kararın uzun bir zamandanberi tatbik sahasına geçmig bulunması, bir çok muhar­ ririn kalemini şimdiye kadar hare kete getirdi, kendilerine uzun ve kısa yazılar yazdırdı. Bu bahsi ben ilk defa olarak ele alıyorum. Konuyu maruf ifade ile geç fakat temiz olarak tahlil ve teşrih etme ğe çalışacağım. Söyliyeceğim söz­ leri her hanği bir sekil ve suret­ le minnetin, yahut ta menfaatler­ de bir mutazarrır oluşun eseri sa­ yacaklar, söylediğim şeylerin doğ ru veya yanlış olduklarını tetkika girişmiyerek ancak saikleri ara­ mağa kalkışacaklar veya bunu bul duklarından emin olacaklar çıka­ bilir. Bunlara peşinen ve toptan cevap vermiş bulunmak için de evvelâ şu üç beş satırı yazıyorum: A. Maarif Veküiğince neşre­ dilmiş yüzlerce klâsik eserden ü- çünün dördünün tercümesi tara­ fımdan yapılmıştır. Bu cihetle, ha reketi sena edişimi şahsî bir min­ net eseri sayanlar haklıdır.

B. Eserlerden ancak üçü dördü tarafımdan tercüme edilmiştir. Bu cihetle, yapacağım tenkitleri “Niçin diğer bazı mütercimler gi­ bi bana da yirmi otuz tercüme ve rilmedi ve onlar gibi ihya edilme­ dim?” düşüncesinin hasıl etmiş olduğu! Mizaca göre infialden başlayup korkunç bir kine kadar varacak- hislerin bir tezahürü sa yanlar da kezalik, haklıdırlar.

(2)

Kendilerinin haklarım böyle, ce ve toptan tasdik eyledikten sonra mevzua artık girince, evve­ lâ bu işin bir tarihçesini yapma, nın muvafik olacağını düşünüyo­ rum. Maarif Vekâleti hemen he­ men ilk zamanlarından itibaren bazı esrler tercüme ettirmemiş de ğildi. Meselâ Wels’in bir vulgari. zasyon çalışması olan tarihini bu arada zikretmek mümkündür. Ki­ tap tercüme ettirmek sahasında programsız bir mikdar faaliyeti olmuştur. B. Saffet Ankan zama­ nında ise üniversite gençlerinin bilgilerini arttırmak ve kendileri­ nin gördükleri dersler hakkında garbın muhtelif mühim dillerinde yazılmış büyük eserleri okuyabil­ melerini temin edebilmek üzere ol dukça programlı bir faaliyete gi­ rişilmiş, bir mikdar eser türcüme ettirilmiş, basılıp neşredilmiştir. Fakat Şark ve Garbın hemen he­ men bütün dillerinde, Fransızca, İngilizce ve Almanca esas temeli teşkil etmek üzere Çince ve Arap. çadan Macarcaya kadar türlü li­ sanda yazılmış edebî eserlerin di­ limize naklettirilmeleri ve bunla­ rın artık bir büyük kütüphane dolduracak bir mikdara erişmiş bulunması muvaffakiyeti, teslim etmek icabbederki, Haşan Âli YU celin eseri ve hizmetidir. Hele u. zun vekilliği zamanının en büyük kısmının dünyayı ateşin sardığı ve bu ateşin bizim yurdıfinuzu da kaplaması ihtimalinin her zaman mevcut olup bir çok çalışma im­ kânlarının âdeta mefluç bulundu­ ğu zamanlara tesadüf edişi, bu e. serin ehemmiyeti ve hizmetin bü­ yüklüğü herkese tasdik ettirecek

(3)

ecummj oza- rak, can ve yürekten ikrar eyle dikten sonra güzel fikrin ve bü" yuk teşebbüsün tatbik sahasında ne gibi neticelere vardığını ve na sil bir mahsul temin ettiğini taraf sızlıgm bence mümkün âzamilL I &> e incelemek isterim.

• •

edilecek eserlerin Tercüme

seçilişi;

Bu işde iki gekilden birinin ihtiyarı kabildi. Bunlardan birisi bir kaç tane pek büyük edibi seç' mek ve onların bütün külliyatı" m nakletmekti. Faraza ü5 in e." ük, dört senelik bir program ya.

P^gram mucibince bütün Sophocîe. bütün Shakespe. I are, tekmü Racine veya Voltaire i tamuamÜe tercüme edilmeden baş. i ka büyüklere geçilmezdi.

' .. . Yahut ta faall>et iki koldanj yürürdü. Yani bir taraftan bütün ' eserlerin toptan tercüme edilecek edilecek kadar heybetli büykler. den bir kaçmm külliyatı tercüme edilirken ehemmiyetleri o derece ye varmayan, ancak bir, iki, üc" nihayet beş eserleri tercüme edi. ecek olanlar da ayrılır, onların da eserleri nakle başlanırdı.

Tercüme heyetinin bu tazda ır programa sahip bulunmuş ve Şimdiye kadar bu tarzda yürüye bilmiş olduğunu söylemek, netice." Jere bakıhnca imkânsızdır. Hattâ bazı pek büyüklerden daha az eser tercüme edilmişken o derece de büyük olmayan bazılarından bir çok eserrin dilimize çevrildi, gini anlamak için, tereüme edil" mış eserlerin üstesine bakmak" yeter.

(4)

Diğer taraftan, tercüme edil, mı'ş, neşrolunmuş eserlerin cümle sinin (Klâsik) olarak tanınmış bu lunduklanru söylemek de güçtür. Hiç bir memleketin (Klâsik) diye kabul etmediği bir takım kitaplar, (Klâsikler) serisinde yer almış bu lunuyorlar. Bu eserlerin mevzulu, rı itibarile memleketimize pek ya kin ve sıkı bir alâkaları bulundu, ğu için imtiyazlı bir muameleye mazhar edildikleri de söylenemez. Meselâ Prouot külliyatının tercü­ mesi kararlaşmış ve ancak ilk ciL i dini Yakup Kadri tercüme ettik, j ten sonra mütebakisini aşırı dere ' | cede faal bir kalem tercümeye

başlamıştı. Halbuki, Prouot, dik­ kate pek lâyik bir romancı olma­ sına rağmen klâsik sayılmamış­ tır. Üzerinde fikirlerin ve kanaat, lerin mutlak bir ittifakı yoktur. Ve garp eserleri arasında hanğile rinin klâsik olarak kabul edilecek lerini bizim memleketimizde top­ lanmış bir heyetin kendi vukuf ve salâhiyetle tayin edebileceği iddi­ ası, hiç değilse, gariptir.

Yani, tercüme edilecek eserle rin seçilişi meselesinde bir prog­ ram tatbik edilmeyip en büyükler le büyükler karma karışık tercü­ me edildikleri gibi işe şahsî zevk­ ler dahi karışarak kendi memle­ ketlerinde klâsik olmamış, -Hiç değilse henüz olmamış bazı mu­ harrirler. Ankarada bir bakanlık binasının bir odasında sadir olu. vermiş fetvalarla klâsikliğe erişi- vermişlerdir. Ve dediğimiz gibi bu hususta ileri sürülebilecek ye., gâne mazeret te mevcut olmamış. dır: Yani klâsik olmadan klâsik

(5)

muamelesine mazhar olan bu eser ler bizi yakından ilgilendirecek bir mahiyeti haiz de bulunmamakta, dırlar.

Eserlerin seçilişi bahsini ka­ parken bir istirtat açıp ilâve ede­ yim ki, dünyanın klâsik eserler hâzinesini kendi fetvamızca zen­ ginleştirmek hakkına sahip bulun madiğimiz son zamanlarda heyet­ çe kabul edilmiş ve klâsik olma­ yan Prouot’un kabarık ciltlerini klâsik diye tercüme etmekten de vaz geçilmiştir...

Zarf meselesi:

Klâsiklerin basılışları üzerinde de durmak lâzım. Sayısı beş yüzü geçen bu eserlerin tabı iğinde Fransızların (Sluny) neşriyatı ör_ ı nek alınmıştır. Fakat elimizdeki imkânlar, klâsiklerin rahat oku­ nur ve kusursuz bir şekilde basıl malarım temin etmeğe kâfi gelme­ miştir. Kâğıtlar çeşitlidir, kitap­ ların dikişleri kötüdür, ve bilhas­ sa bazı uzun eserler o kadar ufak harflerle dizilmişlerdir ve bu ufak harfler o derece yıpranmış halde­ dir ki, kaim ciltlerden birini oku­ duktan sonra hele bir az yorgun gözlerin ağrımaması kabil değil­ dir. Maarif Vekâletinin edindeki imkânlar, bilhassa harb yıllarında bu kadar eseri daha iyi şekilde basmağa müsait değildi, fakat da ha az eseri daha iyi şekilde bas­ mak ciheti tercih olunabilirdi. Ve bu keyfiyet, klâsik olmadıkları halde klâsik payesine eriştirilmiş bazı eserlerin basılmaması veya zaten kitap evleri tarafından neş­ redilmiş bir takım tercümelerin klâsikler serisinde ikinci baskıla­ rının yapılmamaları gibi tamamen

(6)

isabetsiz hareketlerden çekinilme si suretiyle temin edilebilirdi. Bas­ kı işini bozan bir cihet de bütün e serlerin birden zahir gözleri ka­ maştırmak üzere Cumhuriyet bay ramlarında neşredilerek o tarih yaklaşıncaya kadar gösterilmiyen bir hummalı faaliyete teşrinlere doğru girişilmiş olmasıdır ve ta ­ bıları bu istical devresine tesadüf eden kitapların baskıları büsbü­ tün feci olmuştur. Kemiyetin dai­ ma keyfiyete üstün tutuluşunun bir delili olarak bazı eserlerin asıl larmda mevcut olmayan şekiller de bulunduklarını, ciltlerin artırıl­ dığını da söylemek kabildir.

Tercüme meselesi:

Sayısı beş yüzü aşmış miktar­ da eseri beş altı yıl içinde kusur­ suz tercümeye muktedir bir mü­ tercim ekipi memlekette mevcut mudur? Bu, üzerinde durulacak çok mühim bir noktadır. Her hal­ de, pek muhakkak olan keyfiyet, tercüme edilmiş eserler arasında bir kısmının pek bozuk bir dille ve kusurlu şekilde çevrilmiş bu­ lunduklarıdır. Tercümelerine ha­ talı denmesi kabil olmayan bir çoklarında da dil o kadar alelâde ve o derece itinasizdır kİ, bunla, nn her türlü sanat endişesinden u zak kalınarak, çalakalem tercü­ me edildikleri derhal belli olmak­ tadır. Bazı mütercimlerin eserleri nin hiç bir tetkike tâbi tutulma­ dan kabul edilmiş oldukları hak. kındaki iddiaları, bunların bazıla. rını pek mevsuk saymakla bera­ ber burada bahis mevzuu edecek değilim. Ancak, elle tutulacak şe­ kilde sabit ve aşikâr olan bazı noktaları sıralıyacağım:

(7)

a) Memlekette mevcut ve Tiirkçeye de, bir ecnebi diline de sahip olarak tanınmış bir takım insanlar, baştan veya birer müd­ det sonra (Bedrettin Tuncel gibi) kadro harici tutulmuşlardır. Fa­ kat buna mukabil, bir kaç sene ev vel dil öğrenmeğe başladıklarını bildiğim ve bu tercüme heyetinin faaliyetinden önce değil hattâ bir müddet sonra da isimleri yazı âle­ minde aslâ görülmemiş bir takım kimseler, kadınlı erkekli, tercüme heyetince klâsiklerin tercümesine lâyık görülmüşlerdir. Mütercim­ ler listesinin insana sürprizler ver memesi kabil değildir. Bu hükmü, ezcümle, iki kalın ciltlik bir Al­ manca — ve ismi belki kendi ka. bahatim olarak bence meçhul — bir eser üzerinde mütercim ismi o larak bir kaç sene Almanyada o- peraya çalışmış bir bayan adım görünce verdim. Klâsikler tercü­ mesi, bir hayli mütercim için baş­ langıç ve yazı hayatına ilk adım olmuştur.

Fakat bu, o kadar kolay bîr iş olmîyabilir.

b) iyi mütercim olarak ka­ bul edilmiş bazı zatların bir kaç se ne içinde o kadar çok, öyle çeşitli, ve öyle kaim ciltler tercüme etmiş lerdir ki, bu tercümelerin itinalı olabilmesi için bu zatların bu yıl- j lan başka hiç bir iş görmeden, hat tâ hiç gezip yürümeden birer ku­ leye hapsedilmiş olarak bu tercü­ melerini vücude getirmeleri gere­ kirdi. Vakıa herkesin çalışma ve­ rimi bir değildir. Fakat bunun da bir derecesi, bir haddi vardır.

(8)

c) Yunanca ile lâtinceden ba­ zı tercümelerin o dilleri bilmiyen kimseler tarafından ve başka li­ sanlardan yapıldığı da bir itiraz ve tenkit konusu olmuştur. Fakat Yunan ve lâtin klâsiklerinin büyük garb dillerinde o derece de çok tercümeleri vardır ve bizde Yu­ nanca ve lâtinceye vukuf ananesi henüz o derecede eksiktir ki, me­ selâ Nurullah Ataç gibi kudretli bir mütercimin bu eserleri Fran. sızcalarmdan tercüme etmesi bize uzun zaman kâfi gelebilir. Fakat ecnebi dili bilmiyen Türklerle Türkçe bilmiyen ecnebiler arasın- .da müşterek bir çalışma mahsulü meydana çıkmış ciltler mevcut ki, bu ciltler karşısında bir An- dre Gidein de Rusça bilmeden Rus ça bilenle tercümeler yaptığı gibi sözler birer gülünç müdafaa kalır. Meselâ iki küçük şiir kitabından bahsetmiş olduğum hiç bir ecnebi dilini bilmediğini pek iyi bildiğim — ve nesrinin kudreti hakkında bir delile sahip değilsem de nesir sayılması mümkün şiirindeki dili pek zayıf bulduğum — genç şairle Türkçe üç beş kelime bilen ve han­ gi ecnebi dilini ne derece bildiği ma lûmum olmayan bir ecnebi ırktan bayanjn tercüme etmiş oldukları iki cilt karşısında, itiraf edeyim ki, engin hayretlere düştüm.

d) Klâsikleri tercüme ettiren heyet dil özleşmeği hareketinin pek metin bir kalesi olmak dava­ sını güderek mütercimleri bu dâ­ vanın sadık neferleri olmağa sevk etmiş, fakat işde samimî ve dik- katli davranılmamıştır. Hiç tu t­ mamış ve çoktan unutulmuş keli

(9)

*

melerden tercüme edilmiş eserler de yüzlercesini bulmak kabildir. , Fakat bunlara birer nazarlık bon cuğu, birer paratonerdir. Bu tu t­ mamış ve şimdiden unutulmuş — bazısı de yersiz kullanılmış — ke- | limeler yanında ve sayısız fr» nkçe kelime ve bunlarla birlikte pek es­ ki, kullanılmamaları tamamiyle mümkün arap ve fars kelimeleri ve hattâ terkipler mevcuttur. Bu perhizle lahna turşusu kendi te r­ cümelerinde de bol bol görülen bir mütercim, (Sanat ve edebiyat) ga zetesinin iki üç sayı evvelki bir nüshasında bu hale artık dert yan maktadır.

Har halde, muhakkak olan key fiyet, tercüme heyetinin uzun za­ man başında bulunan zatın tenki­ de çok mütehammil bir şekilde ça lışmış ve çalıştırmış bulunmasıdır. İşaret ettiğimiz ve sıraladığımız noktalardan kısmen tevakki edil j miş olsaydı, netice yine kusumız olamaz, fakat bukadar kusurlu da olmazdı. Lâkin klâsikler her yer. de bir kaç kere tercüme edilmiş­ lerdir ve bu muhtelif tercümeler arasında hangisinin daha iyi ol­ duğu daima münakaşa mevzuu teşkil etmiştir. Yeni bir reisin, cid diyet ve ehliyetinden şüphe etme­ diğimiz bir arkadaşın, Kemal Yet­ kinin eline verilen bu işde artık ke miyete keyfiyetin tercih edilerek daha kuvvetli ve itinalı bir çalış­ ma ile yürütüleceğini umuyor ve

(10)

ram hediyemi dağıtır gibi yüz ciL din ortayı atılmasmdan vaz geçil, miş bulunmasını da bu hususta bir delil sayıyorum.

Şimdiye kadar yapılmış işler hakkındaki tenkitlerimi başarına} ve hele esas fikrin ehemmiyetini asiâ küçümsemeğe kalkmadan ile. rı sürdüm, işaret ettiğim kötü ter cümeler arasında en kötülerinin bana ait olduklarını da, sözlerime

( karşı başka sözü olmıyanlarla sö. zü uzatmamak üzere tekrar etme ği, sözlerimi bu sözle bitirmeği mu vafık buluyorum.

* * *

Referanslar

Benzer Belgeler

● Anaerob Mikroorganizmaların Neden Olduğu Hastalıklar Tartarik Asit Azaltımı

Ayd ın-Kemer Barajı: Geçen yıl 16 Nisan'da doluluk oranı yüzde 78'di, bu yıl oran 166 milyon 600 bin metreküp suyla yüzde 40.. Ayd ın-Topçam Barajı: Geçen yıl doluluk

Sonuç olarak; çalışmamızda yenidoğanlarda salmon lekesi ve dismaturasyon bulguları literaratür sonuçlarından yüksek; mongol lekesi ve toksik eritem

Poliakoff, Archipenko, Hartung ve Zadkine gibi Paris Ekolü'nün önde gelen sanatçılarıyla birlikte sergiler açtı.. Sanatçının Tür­ kiye'nin ve dünyamn birçok

Sonuç olarak hemşire, kendi dini veya manevi ilgi, inanç ve düşüncelerinden etkilenmeden, hastanın gereksinimlerine yönelik bakım verecek olursa, hastanın, çatışma

İşte böyle bir özelliğe sahip olan Devvânî, sadece dini ilimler alanında değil, felsefe- mantık sahasında da söz sahibi bir düşünürdür. Mantık ve felsefenin

Ama ünlü sanayici Rahmi Koç’un zaman içinde topladığı objeler o kadar çok ve hacimliydi ki, 2100 metrekarelik bir alana kurulu olan Lengerhane binası bu geniş

Bunu temin için, her vesilede, her ihtiyaç muvacehesinde Türk mimarının hatırlanması- nı, ona da itimatla bir kere müracaat olunması- nı, çalışma imkânı bulduğumuz