• Sonuç bulunamadı

Yetimhanede doğan efsane Safiye Ayla

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yetimhanede doğan efsane Safiye Ayla"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

U

?£X

28

CÜZİ

Cuma 16 Ocak 1998

Milliyet

±

Ö

ZELLİKLE gençlikte, adı ramp ışıklarına

çıkanlara imrenilir, yaşamlarına özenilir.

Öykünülmek istenilenlerin de bizler gibi insan oldukları, belki de doğumdan ölüme içlerinde bir dert taşıdıkları hiç akla gelmez.

Safiye Ayla bunlardan biriydi... Yaşamı boyu sırtlamak zorunda kaldığı derdi

“yalnızlığı"ydı.

Yok canım; öyle “evli olmamak” ya da “evi biriyle paylaşamamak” türünden bir yalnızlık değildi bu. Basbayağı

“birbaşmaliktı”. Anne, babasmı

tanımamıştı. Bırakınız kardeşi, bir akrabası bile yoktu!

“Çözümsüz bir aşk”m ürünü müydü?

Olabilir, ama bir şey farkeder mi? Böyle olması için davetiyeyi kendisi mi çıkarmişti?!

Filistin ya da Suudi Arabistan Romanı mıydı?

Belki! Fakat bir şey değişir mi?

Eyüp Camii'nin musalla taşında başlayan yaşam savaşımı, bir rastlantı sonucu onu starlaştırdı. Ünü

kendisini, Atatürk’ün Çankaya ve Florya köşkleriyle,

Dolmabahçe Sarayı'ndaki “forum sofralanna" taşıdı. Hz. Muhammed’in torunu, büyük müzik adamı Ş erif Muhiddin Targan’m eşi yaptı.

Çok uzun bir süre Türkiye, “Safiye” diye hop oturdu hop kalktı.

On altı yaşmda ününün doruğundayken, kendisinden 47 yaş büyük Kavalalı Hüsamettin B ey’e aşık olunca, sahneden ve sosyal yaşamdan elini - eteğini çekmekte sakınca görm edi

Atatürk'ün “Kadife Sesli”si, İsmet Paşa’nm “Karakız”ı, Celal Bayar’ın “Güzel Hanım”ı, Yahya Kemal'in de “Safiye SultanCydv

Çallı İbrahim’innü”sünü yapma istemine karşı çıkışına sonradan pişman oldu.

Kendisini paylaşamayan Kemal Tahir'le Naci Sadullah'm birbirlerine düşmelerini

engelleyemedi

Halikarnas Balıkçısı’nm dostlarının başında yer almasından hep gurur duydu.

Sanat gücüyle Türkiye’yi titreten,. Nazım Hikm et’in adına senaryolar yazdığı, Rıza Tevfik’in yüceliğini

dizelerinde anlattığı Türkiye’nin Ümmü G ülsüm ’ü, ünlü M uganniye Safiye Ayla, huzurlarınızda!..’’

Türk Müziğinin büyülü sesi Safiye Ayla, hayatının bilinen bilin­ meyen bütün ayrıntılarını kısa süre önce Nalan Seçkin’e anlattı.

Yetimhanede

doğan efsane

N a l a n S E Ç K İ N

H

AT.KI.ARI yoksullukla cebelleşirken, kendileri K aru n yaşam ı sü rdü ren M ısır Kralı F a ru k ’la Irak Kral Naibi A b d ü lillah ’a yü z vermedi.

Bir Kahire gecesinde, krallar h u zu ru n d a, O rtadoğu’n u n b ü lb ü lü Ü m m ü G ü ls ü m ’ü n ü n ü n ü gölgeledi!

Kendisini A tatürk’ü n değil. Nazım Hikm et’in “çirkin b u ld u ğ u n u " söyleyecek k adar açık yürekliydi. Ş air böyle dü şü n ü rk en , “K u rtu lu ş Savaşı DestanT’nı yazdığı için, o Nazım ’ı “Peygam ber katında” görüyordu.

A tatürk’ü n kendisini kıskandığı için İnönü’yle arasının açıldığına inanıyordu!

“İrtica” tehlikesini taa 50’li yıllarda gördü, devletin dikkatini çekti.

Yaşam ı boyu h a k - h u k u k peşinde koştu. Anlaşm azlığa d ü ştü ğü T R T ’yi dava etti; kazandığı 200 bin lira tazminatla, bü y ü k bestekar Sadettin Kaynak’ın ru h u n a mevlit okuttu.

K D V uygulam asın a geçildikten

sonra, k a s a fişi verm eyen esnafı azarlam aktan geri kalmadı.

Müslüman sosyalist

İşte böyle bir yaşam dı Safiye A yla’nınki...

D ışarıdan tantanalı görünen, aslın d a uzlet içeren yaşam , “aşkların en g ü z e lfn i son nefesine dek koruyarak, kaçınılm az sonla noktalandı.

A n cak b u d ü n y ad an gözü ve gön lü a rk a d a kalarak, b ir cu m h u rbaşk an ın a “kırgın ve k ü sk ü n ” gitti. Yaşam ını dört cu m h u rbaşk an ı etkilemişti. B u n la rd a n ü ç ü n ü çok sevdi, bir tanesine ise aynı o ran da kızdı!..

Geriye dört m adde kaldı: Sesi çok güzeldi. Tek bestesi “G önül ŞarkılarTydı. İnanm ış

M ü slü m an ve aynı zam an da da ödü n sü z b ir sosyalistti! T ü rk Eğitim Vakfi’n a b ü y ü k m iras bıraktı.

60’ında transparan

Y aşam ın da en titizlendiği konu ise “y a şfy d ı. Ansiklopedilerde

1907 yazan doğum tarihini,

söyleşirken “ 1917”ye çıkardı. Şim di varsayınız ki,

İstan bu l'u n eskiden hanım ların tuvalet, beylerin de smokinle gittikleri lü k s gazinolarından birindeyiz ve perde arkasın dan yü k sek sesle k on u şan

su n u cu y u dinliyoruz: “San at gücüyle Türkiye’yi titreten, C em al - Ekrem Reşit Rey kardeşlerle Sadettin K aynak’m sesine (özel) şarkılar bestelediği, Nazım Hikmet’in ad ın a senaryolar yazdığı, Rıza Tevfik’in yüceliğini dizelerinde anlattığı, ayakkabısından şam p an y a içmek isteyen erkekleri kom ik bu lan , 60’ında tran sparan tuvaletle sahneye çıkınca kendisinden 24 yaş k ü çü k a d a m a feleğini şaşırtan, onu m ecn un a çeviren,

Türkiye’nin Ü m m ü G ü lsü m ’ü, “derdini" değil am a, yazsaydı görüp geçirdiklerinin b ir teki ciltlere sığm ayan kitap olacak ü n lü M uganniye Safiye Ayla, huzurlarınızda!.. ”

(2)

Milliyet

+

dizi

27

Cumartesi 17 Ocak 1998

Mustafa Bey’den, Yesari Asım Ersoy’dan usul ve makam dersleri aldı. İlk plağını Colombia şirketi doldurdu.

Musalla’dan şöhrete

Küçücük bir oda kiralayıncaya kadar Eyüp Camii’nin musalla taşı üzerinde

geçirdiği çok geceler oldu. O dönemde yakalandığı öksürükten uzun süre

kurtulamadı. Yıllar süren ızdırabın ardından, bir ay içinde şöhrete ulaştı

S

AFtYE A yla kendini anlatıyor: “D ü n y a d a yapayalnız, tek b a şım a bir insanım . B ir tek a k ra b a m bile

yok. 1907'de İstanbul'da doğdum . B abam ı (Abdullah

Efendi) Mısırlı bilirdim. S on rad an H alilrahm an’dan

b a n a yazdığı m ektuplardan Filistinli olduğun u

öğrendim. A nn em (Seyyide Hanım ) S u u d i

A rab istan ’d an gelmiş. B a b a m sanatla ilgilenen b ir rantiye, anneciğim cahil b ir kadın... K üçücük yaşın d a saray a (Osm anlı) i girmiş, en yakın arkadaşı

Eladil Kalfa. Saraydan birlikte çıkarılmışlar. C an yoldaşı olup K adırga'da b ir ev satın almışlar. Annem le b a b a m o evde evlenmişler. B a b a m beni annem in k a m ın d a bırakm ış (ağlıyor), çekip gitmiş.

B en doğduktan kısa süre sonra evimiz yanm ış (A ksaray - 1911). İki kadın b ir de ben, ortada kalakalm ışız. T ü m varlıkları yok olm uş. Anneciğim

parasızlığın getirdiği bakım sızlık ve üzüntüden verem olm uş. Beni Eladil

Kalfa'ya teslim edip b ir hastaneye yatm ış ve o rad a ölm üş. (Çok

hüzünlendi, yüzü ve sesi çocuk ifadesi aldı, ağlıyor.) Mezarını hep

aradım , m aalesef bulam adım . Eladil Kalfa’yı hayal meyal hatırlıyorum. Çerkez’di. O beni

Ç ağlayan D arüleytam ’m a (yetimler yu rd u ) vermiş.

Ç ocukken tifo, tifüs, sıtm a ve uyu zu n en dehşetlilerini

geçirdim. Sahneye çıktığım yıl dizanteriye yakalandım , d ah a

son ra d a Fistül ameliyatı oldum . Hayatım boyu

hemoroitten çok çektim. Birkaç kez de bebek aldırdım. Çocuk

sevm ediğim den değil, aksine

Sesim in üç oktav m ezzosoprano olduğunu, çalışırsam dü n ya çapm da b ir opera sanatçısı olm a şansını yakalayabileceğim i söylediler. Fakat ö k sü rü k yakam ı bırakm adığı için sesim çatlıyordu. O sırada Lütfullah Bey’in eşi, G ülriz S u ru ri’nin annesi S u zan Hanım d a operet söylüyordu. Benim yerime o gitti A v ru p a ’ya.

M u stafa Bey b a n a u s u l ve m akam öğretti, yetiştirdi, sonraları Yesari A sım (Ersoy) Bey den de ders aldım am a, ilk hocam Hafız M ustafa Efendi’dir. İlk plağımı Colom bia şirketi doldurdu. B u n ların h epsi bir ay içinde oldu. İlk plağım Yesari A sım Bey’in “Bekledim de gelm edin” ve “Sevda yaratan gözlerini”

şarkılarını kapsadı. “Sevda y aratan ” b a n a şöhret kapılarını açtı, b ir ay içinde m eşh u r oldum.

“Allah’ın kızı”

B u n ların hepsi rastlantıydı. Yaşam ım da b ir b ü y ü k rastlantı d a h a vardı. Şerif Bey’le evlendiğimiz zam an çok ü n lü bir m inyatür profesörü bizim eve geldi. Eşime, “Efendim, Şerif Hazretleri siz kimlerdensiniz?” diye sordu. O asil ya, Peygam ber’in torunu.. Am acı farkımızı ortaya koymak... Soruyu b e n cevapladım. "O Peygam ber’in torunu, b e n A llah'ın kızıyım” dedim (gülüyor). “Evet” dedi. O zam an Sıraselviler’deki 66 num aralı ap artm an d a oturuyoruz. Profesör gü ld ü ve şunları söyledi:

“Evet, sen Allah'ın kızısın. Girerken baktım , kapı num aranız 66. 66 ebced h esabıyla ‘A llah ’ demektir.”

Rastlantılar gibi rüyaya d a inancım vardır. K u r - an okurum , kocam m hatimlerini kendim indiririm. Yenisi gibi eski Türkçeyi de çok iyi ok uyup yazarım . Şim dilerde u n u tu lm asın a üzülüyorum .

YARIN: Ata'nın huzurunda..

derste ’Haydi h ayat bilgisi’ diyordum. Ç ocuklarla sokaklara dökülüyor, şarkılar söylüyorduk. B u sırad a h alk da, “Ne güzel sesi v a r b u kızın” diye

fısıldaşıyordu.

B ir hafız efendinin b eni görm ek istediğini söyleyip yan ın a götürdüler. B u zat, ü n lü R ebabi, Kem ani ve B estekar Hafız M u stafa (Sunar) Efendi’ydi. Sesimi dinledi, “Ooo ne k a d a r güzel. Yarın gel s a n a plak dolduracağız” dedi. Ertesi gü n gittiğimde tanıştırdığı kon u k lan A lm an ses m ühendisleri W illy ve Goille’ydi.

54f ,

/ItfİA

Y e t im h a n e d e

doğan efsane

N a l a n S E Ç K İ N

2

çok sevdiğimden. D oğursaydım ‘Safiye A yla’ olamazdım.

Şans gülüyor

D arüleytam ’d a ilkokulu bitirince l ’inci dönem B u rs a milletvekili Şeyh Servet Efendi beni evlatlık aldı ve B u rsa Öğretm en O k u lu ’n a verdi. Ç ok yaram az ve asi ru h lu b ir çocuktum . B u yüzden B u rs a - Konya - A d a n a - Konya - B u rs a o kullan arasın d a m ekik dokudum . S o n u n d a beni okuldan atm aya k arar verdiler.

P arm ak k ad ar çocuğu nereye

gönderecekler? Beni eskiden tanıyan b ir öğretmen Gevher H anım vardı. Aldı İstanbul’a getirdi. Milli Eğitim M ü d ü rü akrabasıym ış. Eyüp'te b ir ilkokula öğretmen yardım cısı olarak atadılar. K üçücük bir oda kiralayıncaya k adar E yüp Cam ii’nin m u salla taşı üzerinde geçirdiğim çok geceler oldu. O dönem de yakalandığım öksürükten u zu n süre kurtulam adım .

S o n u n d a b ir oda tuttum am a, b u kez de eşyam yoktu. M avi k u m lu b ir m antom vardı. Gece, y an sı altım a yatak, y an sı üstüm e yorgan, gü n dü z de çalışm a kıyafetimdi.

Kendim bir şey bilm iyordum ki çocuklara öğreteyim? O nedenle her

(3)

+

6

dizi

Pazar 18 Ocak 1998

Milliyet

Gazi’nin huzurunda

Mustafa Kemal “Safiye’yi getirin" dediğinde polis pervane olur beni arar, Emniyet Müdürü

“ Reisicumhur Hazretleri geldiğinde nerede olduğunuzu bildirin Safiye Hanım ” diye yalvarırdı

-| y '"v plaklarıyla - v I lünlenen, bir yıl

- L sonra 14 yaşın­

da Mulenruj’da sahneye çıkan Safiye Ayla, sonunda Ata’yla tanışma onu­ runa da erişti. Ayla, o günleri şöyle anlatıyor:

“M ustafa Kemal’le tanışmam 1931 ya da 32’dir. O nu görmeden önce fı­

sıltı gazetesinin söylentileri beni çok korkuttu. Öyle şimşek gibi gözleri varmış ki, yüzüne bakarım gözleri e- rirmiş. ‘Am an benim gözlerim akm a­ sın. Uzaktan göreyim yeter’ diyorum. Mulenruj’dan Küçük Çiftlik Par- kı’n a geçtim. Patronumuz Ziver Bey’di. O yıl kanlı bir dizanteri geçir­ dim. Patron, göz önünde olayım diye beni parkın içindeki vaktiyle şehza­ delerin kaldığı bir köşke yerleştirdi. Eşini de başım a nöbetçi dikti, çünkü benim fena halde kaçma huyum vardı. Hiçbir şey dinlemez, haftalığımı alınca kiramı ödediğim gibi vunn ortan toz olur­ dum.

Karşısında titrerdim

Bir akşam programım bittikten sonra herkes çevreme toplandı, kaçmayayım diye oyalıyorlar. Ziver Bey telaşla geldi, Başyaver Rusuhi Bey’in kapıda bekledi­ ğini, beni M ustafa Kemal’in emrettiğini bildirdi. Şişli’de Vali Yardımcısı Nuri Bey’in evine gittik. Kapıdan girip de sa­ londan gelen sesleri duyunca, elim aya­ ğım boşalıverdi. Zangır zangır titreye tit- reye huzura alındım, işte GaZi M ustafa Kemal karşımda! Yanındaki dünya güzeli kadının Nuri Bey’in eşi Seza Hanım, bey­ lerin de Kılıç Ali, Recep Peker ve Zühtü Bey olduklarını sonradan öğrendim.

Koştum elini öptüm. Beyaz gömleğinin bağrı açıktı. Yanma oturttu, bir şarkı is­ tedi. Herkesin dilindeki ‘Sevda Yaratan’ı okudum. ’Aferin sana. Şimdi öp bakalım beni’ dedi. Yaradana sığındım, gözlerimi gözlerinin içine diktim, içimden de, ‘Beni koru Rabbim’ diye yalvararak doya doya yanaklarından öptüm. Neyse ki hiçbir şey olmadı (dozu çok yüksek kahkaha­ lar).

Sesimin güzel olduğunu, ileride daha da güzelleşeceğini, benim de serpilip

geli-S*%*

Y e t im h a n e d e

doğan efsane

N a l a n S E Ç K İ N

3

şeceğimi söyledi; öğütte bulundu: ‘Sana yönelen teveccühleri daima etrafındaki- lerle paylaş. Böylelikle kıskançlıklara! ö- nüne geçersin. Zira okuduğun şarkıda bestekar ve saz arkadaşlarının da hissesi

vardır. Benim arkadaşlanm olma­ saydı, tek başım a kendimi görev­ lendirdiğim problemleri çözemez­ dim.’

Gazi’yi ikinci kez 1933’te M arm a­ ra Köşkü’nde gördüm. Başkentte çalışıyordum. Keman üstadı arka­ daşım N u bar Tekyay’la Orm an Çift- liği’ndeki köşke götürüldük. ‘Mani Oluyor Halimi Takrire Hicabım’ şar­ kısını ondan öğrendim. Bir ara po­ ker oynamayı önerdi. Fakat ne hik­ metse hep kendi kazandı (kahkaha­ lar). Oyun bitince herkesin kaybet­ tiğini geri verdi.

Ertesi akşam Çankaya Köşkü’nde birlikte olduk. O gece orada kaldım. O n yedi yaşımdaydım. Yaşadıkları­ ma, gördüklerime şaşırmış bir hal­ de İstanbul’a döndüm.

M utluluk rüyasından uzun süre uya­ namadım. Ankara'da verdiği sözü tuttu, İstanbul’a gelir gelmez beni aradı. Gazi “Safiye’yi getirin” dediği zaman İstanbul polisi pervane olur beni arar, ben de ne­

fes nefese soluğu huzurda alırdım. Kaç­ m a huyum polisi çok zora sokar, m üdür “Reisicumhur Hazretleri İstanbul’da ol­ duğu zaman nerede bulunduğunuzu bi­ ze bildirin Safiye Hanım n ’olur” diye yal­ varırdı.

Bir gün de, hepsi rahmetli sevgili dost­ larım Çallı İbrahim, Mehmet A kif in d a­ madı Ömer Rıza Doğrul, büyük aşkıni Naci Sadullah, Doğan Nadi ve Kemal Ta- hir’le Marko’n un meyhanesinde oturu­ yorduk. Ben içki içmem. Sohbetlerinden sonsuz zevk aldığım arkadaşlanm bana çay ısmarlarlardı. Meyhanenin üstünde bilmem kim adm da bir kadın oturuyor- muş, ev işletiyormuş. Müşterilerini Mar- ko'nun üst locasmda ağm a düşürüyor, sonra d a evine çekiyormuş.

Üstat Selahattin Pm ar’m gelişinden kı­ sa süre sonra polis içeri daldı ve ‘paat’ diye tabanca sesi eşliğinde, Tanıklar gel­ sin’ yaygansmı bastı. Silahtan ödüm ko­ par. Avazım çıktığı kadar ‘Allaaah’ diye bağırarak kendimi m asanın altına attım. Kedi yavrusu gibi titrerken beni bulan polisler çok sevindi. Meğer bir yandan kadım basmak, öte yandan da beni ara­ makla görevlendirilmişler.

Zengin Safiye

Atatürk, Çankaya’da şarkılarımdan çok duygulandığı bir gece, ’Benden ne is­ tersin, sana ne yapayım?’ diye sordu. H uzurunda bulunm anın yeterli olduğu cevabıyla yetinmedi, ısrar etti. Alm an mühendislerin önerilerini aktardım; dünyaya açılmak istediğini belirttim. Ül­ kemde çok tanındığımı, b u hevesimi ge­ reksiz bulduğunu vurguladı, ‘ille de isti­ yorsan kendi imkanlarınla git’ dedi.

B u sözleriyle benim iyi para kazandığı­ mı kastediyordu. Yevmiyem başlan ğçta

1 0 - 1 5 liraydı, sonra 35’e çıkü. Nitekim bir başka gün de, ‘Safiye sen günde 35 lira alıyor m uşsun öyle mi?’ diye sordu. ’Evet efendim’ karşılığın verince, ‘Bana bak, bir milletvekilinden çok kazanıyor­ sun. B u parayı iyi tut’ diye uyardı. (Anı­ lan yıllarda - 1936 - milletvekili maaşı 500 - 600 liraydı, Safîye Ayla'nm aylık kazancı bin lirayı aşıyordu.)

YARIN: Komünist mi besliyorsun?

(4)

25

dİZİ

±

__________________________________________________________________________________________

Pazartesi 19 Ocak 1998

Milliyet

Nazım’a komplo

Bir gün stüdyoya elinde kitaplarla bir çocuk geldi. Doğru Nazım’a

yöneldi. Meğer bir tuzakmış. Çocuğun arkasından içeri polisler sökün

etti ve Nazım’ı alıp götürdüler. Yıllarca hapislerde çürüttüler zavallıyı..

A

TATÜRK’ün kendisini çok sevdiği belirten Safiye Ayla, Ulu Önder’in kendisini çirkin bulduğu yolundaki söylentileri de yanıtladı ve anılarına şöyle

devam etti:

“Atarük beni çok sever, her şeyi öğrenmemi, bilgilenmemi isterdi. Bu nedenle de sık sık yanında

bulundururdu. Bu durum da, iş bitirmek isteyen beylerin

hanımlarıyla kızlarının canlarını sıkardı.

İşte bu kişilerin

yakıştırmaları, taa o yıllardan bugünlere uzandı. Neymiş

efendim. Gazi sesimi çok beğenirmiş ama, beni , “ÇİRKİN” bulurmuş. O

\ nedenle de şarkı istediği zaman, ‘Arkam dön de

söyle’ ya da ‘Perdenin arkasına geç’ dermiş;

değil mi? (gülüyor) B u bir uydurma, bir dedikodu ve yanlış... Bu palavraları muratlarına eremeyenler ve beni çekemeyenler çıkardı. Dünyayı titrettiği yıllarda bir baloda yanına kadın gelince ayağa kalkan, onun elini öpen nazik

ve duygulu BİR erkek böyle kabalık yapar mı? Kaldı ki biz birbirimizi çok severdik. İnsan sevdiğini üzmek ister mi? Beni çirkin bulan Atatürk değil,

Y e t im h a n e d e

d oğan efsane

■H M .H J.İU IJU

Nazım’dı, Nazım Hikmet... Ona da ‘vatan haini' damgası vurdular. Bir şair vatan haini olabilir mi? Hele hele ‘Kurtuluş Savaşı Destam’nı yazan bir şair nasıl vatan haini sayılır? Bence Nazım, b u şiiri yazmakla ‘Peygamber katma’ çıkmıştır.

Nazım’ı İpek Film Stüdyosu’nda tanıdım. Hapishane dışında yaşama şansı bulunca, takma adlarla onlara senaıyo yazardı. Sesimi beğenir, zaman zaman da beni dinlemeye gelirdi. Bir eser yazmış. Güzel ve çirkin iki kadın arasında paylaşılamayan bir erkek... Çirkin kadmı benim oynamamı istemiş. Bunu öğrenince o yıllardaki sevgilim Naci Sadullah’la birbirlerine girmişler.

Bir gün stüdyoda oturuyoruz, elinde kitaplarla bir çocuk geldi. ‘Üstadım beni sever’ diyerek doğru Nazım’a yöneldi. Meğer o bir komplo, bir tuzakmış. Çocuğun arkasından içeri polisler sökün etti ve Nazım’ı alıp götürdüler. Yıllarca hapislerde çürüttüler zavallıyı.

Bir haber aldım ki Nazım Bursa Hapishanesinde sıkıntıda. Üstelik ciğerlerinden de hasta.

İzmir eşrafından Halim AlanyalI adında bir aşiğım vardı. Bana sık sık tenekelerle yağ, çuvallarla erzak ve sabun gönderirdi. Ben de bir gün tuttum hepsini Nazım’a yolladım.

Aradan birkaç gün geçti bir polis geldi; beni Birinci Şube’ye götüreceğini söyledi. O dönemde Dr. Rıza Nur’a hakaretten sekiz ay hapse hüküm giyen Naci Sadullah’ın karan da kesinleşmişti.

Ben bunun için sandım. Yanıldığımı sorguya çekilince anladım. Bir komiser ‘Bana bak Safiye Hanım; sen komünistleri mi besliyorsun?’ diye bangır bangır bağırdı. Ben de komünistlikten momünistlikten anlamadığımı, Nazım’m arkadaşım olduğunu, gerek görürsem başka yardımda da

bulunabileceğimi belirttim; adamı adeta delirttim. Komiser üstünkörü Sadullah'ı da sordu, som a serbest bıraktı.

Nazım’m Atatürk’ün çağnsına uymayışına, sonucunda da birbirlerini

tamyamayışlanna ve Gazi’nin ‘Kurtuluş Savaşı Destanı’m okuyamayışına hep üzülürüm. Oysa yüzyüze gelselerdi birbirlerini görerek de çok seveceklerdi. Buna da adım gibi eminim.

“Safiye Sultan”

Naci Sadullah hapse girmemek için Bodrum’a Halikarnas Balıkçısı’mn (Cevat Şakir Kabaağaçlı). Aydın’a kadar düşe kalka, oradan da bulduğum bir gaz kamyonuyla leş gibi koku arasında Bodrum’a indim.

Bana göre dünyanın en güzel konuşan insanı Balıkçı'yı orada tamdım. Ve onun dostu olabilmekten de her zaman gurur duydum. Naci’yi İstanbul’a getirdim, elimle hapse soktum.

Üsta şairimiz Yahya Kemal’i de çalıştığım Ambassador Gazinosu’nda tanıdım. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi sonrasında

Bursa Cezaevi’ndeki Nazım yü­ zünden Ayla karakolluk oldu.

derlendiğini sandığım ‘Acem Dağlan’ türküsünü dinlerken kendinden geçiyordu. Beyatlı’yı ikinci kez Florya Köşkü’nde gördüm. Şair çok iştahlıydı. Alsancak'ta bir lokantada yedi çipurayı peş peşe yediğinin tanığıyım. Bu Osmanlı entelektüeliyle Park Otel’de de pek çok beş çayım paylaşük. Ve Yahya Kemal, ölünceye kadar bana hep “Safiye Sultan” diye seslendi.

Büyük ressam Çallı İbrahim gibi Yahya Kemal de çapkındı. Çallı’nın ‘nü’mü yapması istemine b u nedenle karşı koydum, ölümünden som a da önerisini geri çevirmekten pişmanlık duydum.

Çallı’nın muzipliği

Çallı çok matrak adamdı. Bana hep ‘Kııız’ derdi. Sık sık anlatırdı. Ankara'nın başkent olduğu yıllarda Ata, ‘Köylü memlekeün efendisidir’ demiş. Ressam bir gün çamur içindeki Ulus’ta yürüyormuş. Bir - iki milletvekilinin sahip olabildikleri otomobiller de yayaları zifosa buluyormuş. Bakmış, bir köylü çuhasına sarınmış kenarda kestiriyor. Dürtüp uyandırmış ve arabayı göstererek demiş ki: ‘Kalk bak, uşakların geçiyor.’

Bir gece de Balıkpazan'ndan çıkmış, yolda sıkışmış. Kendini hiç zorlamamış bir kepengi sulayıvermiş. Bekçi yakalamış, karakola götürmüş. Komiser sormuş: ‘Ne iş yaparsın?’, ‘Profesörüm’, ‘Nerede oturursun?’, ‘Fındıklı Sarayı’nda’. (Güzel Sanatlar Akademisinin lojmanında kalıyormuş.) Komiser sinirlenmiş: ‘Ulan başımıza bela mısın be? Hem profesörsün, hem sarayda oturuyorsun, hem de elalemin kepengine işiyorsun. Utanmıyor musun?’..

işte aldığı yanıt: ‘Neden utanayım? Profesörler işemez mi?”’

(5)

Krallar arasında...

D

AMAT Ferit Paşa’nın M aarif Nazırı, Rıza Tevfık'in (Bölük- başı) can dostlanndandı. 1914’te Enver Paşa’nın kahramanlık şiiri yazması için önerdiği 20 bin lira­ yı, “Ben ısmarlama yazacak adam de­ ğilim" gerekçesiyle geri çevirmişti. Dev bir şair, büyük düşün adamıydı.

ittihat Terakki’ye olduğu gibi M us­ tafa Kemal’e de karşı çıkmış, 150’lik- ler arasındaki yerini almıştı. Kendisiy­ le Cunya’dayken 1935’te mektupla ta­ nıştık. Ben, güftesini yazdığı, Sadettin Kaynak’ın bestelediği şarkıyı plağa o- kudum. Karşılığında beni göklere çı­ karan şiirleriyle, “Serabı Ö m rüm ” ki­ tabındaki tahtıma oturdum.

1922’de ayrıldığı yurduna 1945'in 23 Haziran’ında hasta olarak döndü ve karlı bir kış günü Suadiye’deki so- basız evinde ilk kez yüzyüze geldik. Hastaydı, üşüyordu; Lübnan’dan ge­ tirdiği bir abaya sannmıştı. Evinin durum u dolayısıyla benden ve arka­ daşlarım Halim Alanyalı’yla Prof. Dr. Abdülkadir Karahan’dan özür diledi. Uzun süre sohbet ettik, sonra da sık sık görüştük.

Üstadın durum u beni çok etkiledi. İstanbul’un yalılarını, köşklerini ve konaklannı gözlerini kırpmadan pay­ laşan, sarayın altınlarını çoraplarının konçlanna vanncaya dek doldurup çalan bakan arkadaşlarını düşündür­ dü. B u büyük insan 1950’de bir h as­ tane köşesinde sefalet içinde öldü.

35 kelle kurtardı

Mehmet Akif in damadı Ömer Rıza Doğrul’la beni Çallı İbrahim tanıştır­ dı. Birkaç dil bilen çok kültürlü bir a- damdı. Devlet kendisini Kuran - 1 Ke- rim’i Türkçeye çevirmekle görevlen­ dirmişti. Yevmiyesini alır, Kulis’in tez­ gahına kurulur, kimsenin elini cebine sokturmaz, “Bugün Bakara Suresi bitti" der, hesabı öderdi.

Akimı ve zekasını kullanarak, Necip Ali, Kılıç Alı, Kel Ali ve Rize Ali’den o- luşan (Halkın, “Ali’ler Divanı" adım taktığı) istiklal M ahkemesinde yargı­ lanan 35 kişiyi ölümden kurtarmıştı. Bizlere anlattığına göre şu savun­ mayı yapmıştı:

“...Hz. Muhammed Mekke’ye girdi­ ğinde müşrikler vardı. Bunlar, taptık- lan putlara kim karşı çıkarsa yerin göğün birbirine kanşacağma,

topra-Aç Mısırlılar Nil kenarında sürünürken Kral Faruk, Karun

yaşamı sürdürüyordu. Halkı, bu ‘kleptomanin yerine bir

Mustafa Kemal bekliyordu. İncecik belime paha

biçilemeyecek değerde kemer armağan eden bu Kralı da,

Abdülillahi da hiç sevemedim

Y e t im h a n e d e

doğan efsane

N a l a n S E Ç K İ N

ğın yanlâcağına inanırlardı. Hz. M u ­ hammed baltasıyla bütün putlan kır­ dı ve hiçbir şeyin değişmeyeceğini is­ patlayarak gösterdi. Biz de ‘Hilafet ol­ m azsa b u ülke batar’ diye bellemiştik. Kalkınca baktık ki, her şey yerli ye­ rinde duruyor. O nun için biz de şimdi Mustafa Kemal’e ve devrimlerine ina­ nıyoruz."

Hüseyin Cahit Yalçın

Büyük gazeteci Hüseyin Cahit Yal- çın’ı, beni destekleyen bir yazısı son­ rasında evinde teşekkür ziyaretine git­ tiğimde tamdım, ikinci görüşmemiz D P iktidan döneminde üstadın içeri a- tıldığı Paşakapısı Cezaevinde oldu. Gidişat için kulağıma, ‘Kaybettiler!’ di­ ye fısıldadı.

Aradan yıllar geçti; fistül ameliyatı olmak için Cerrahpaşa Hastanesine yattım. Karakışta yalnızlık ve sıkıntı­ dan bunaldığım bir andı. Hastabakıcı kapıyı tıklattı, içeriye önce çok güzel bir demet çiçek girdi. Ardından da nur yüzüyle Hüseyin Cahit Bey...

Hapishane ziyaretimi hastanede ö- düyordu!

İsmet Paşa’nın hapis­ hanede ziyaret ederek

‘saygılarım sunduğu’ Yalçın, bir dım. Dostum Lütfi Barudi, ‘Bilmeden ‘ülkü’, bir ‘inanç güzeliydi. casusluk yaptın’ diyerek beni

güldür-Bilmeden casusluk

Sanat hayatımda üç kral tamdım: Ürdün Kralı Abdullah, Irak Kralı Naibi Abdülillah ve Mısır Kralı Fa­ ruk.

Ürdün Kralı Abdullah, 40’lı yılla­ rın ortasında ülkesinin İstanbul Başkonsolosluğu’nda verilen bir da­ vette onuruna kendi dilinden şarkı okumama çok sevindi. Soylu kişili­ ğe sahip bir devlet adamıydı. Bana ilgi göstermesini dönemin İstanbul Valisi ‘Hareme gireceğim' şeklinde yorumladı. Tam aksi gerçekleşti. I Hz. Muhammed’in soyundan akra­

bası Şerif Muhiddin Bey’le evlen­ dim, yengesi oldum. Sonraki yıllar­ da İstanbul’a gelişlerinde eşimle dertle­ şir, ülkesinin içinde bulunduğu du­ rumdan yakınırdı. Yanılmadığı, camiye namaz kılmaya giderken öldürülünce anlaşıldı!

Irak Kralı Naibi Abdülillah çok ‘sulu’ bir adamdı. Eli pantolonunun cebinde gezerdi. Başbakanı Nuri Sait Paşa ya­ lan dostumdu. Onun hatırına bu ka­ dın düşkünü adamın çağrılarına katıl­ mak zorunda kalırdım. İstanbul'da, Savarona'da şarkı söylememi istedi, A- ta ölüme bu yatta uzandığı için maze­ retim olduğunu bildirerek geri çevir­ dim.

Mısır’a gitmek üzere olduğumu öğ­ renen Nuri Sait Paşa, bana bir mek­ tup verdi, ‘Hem de tanışmış olursu­ nuz’ diyerek Ümmü Gülsüm’e teslim etmemi istedi.

Kahire’de mektu­ bun aslında bir generale gönde­ rilmiş olduğunu

anla-dü.

Ümmü Gülsüm, beni evinde ağırla­ dı, adımı duyduğunu söyledi. Kahi­ re’de bulunan Abdülillah’m konuk ol­ duğu Abdullah Paşa’nm konağında coşkuyla alkışlanmama bozuldu, kral- lan salona teşrif ettiği an bir el işaretiy­ le, ‘Kral Faruk Marşı’nı çaldırttı, herke­ si saygı duruşuna geçirtip eğlenceyi dağıttı.

Aç Mısırlılar Nil kenarında köpekler gibi sürünürken Kral Faruk Kanın ya­ şamı sürdürüyordu. Halkı, bu ‘klepto- man’ın yerine bir Mustafa Kemal bekli­ yordu. Çok beğendiğini söylediği ince­ cik belime paha biçilemeyecek değerde

kemer armağan e- den bu Kralı da, Abdülil- lah’ı da hiç seveme­ dim.

Yarın:

Özel

geceler

(6)

+

6

dizi

Çarşamba 21 Ocak 1998

Milliyet

Yetimhanede

doğan efsane

"tALI Yardımcısı Nuri Bey’in \ / evinden erken kalkan Gazi,

V

giderken beni Kılıç Ali'ye teslim etti. Biz çıkarken o da bana, ‘Sen hiç sabahın nasıl olduğunu gördün mü?' diye sordu. Epeyce alkollüydü. Bakışlanndaİd tuhaflığı b un a bağladım. İşte Kılıç Ali’yle tanışmamız böyle bir ortamda ve haşan onanlamayacak sandığım bir biçimde gerçekleşti. Kısa sürede bu

duygusundan arındı, bana tümüyle bir ba b a gibi davrandı. Çekemeyenlerime karşı beni hep koruyan ve savunan ilk büyüğüm Atatürk ise, İkincisi de Kılıç Ali’ydi.

Atatürk öldüğü gün, üniversiteli flörtümle Bükreş’teydim. Sevgilimin elindeki gazetenin manşetinde iri puntolu, ‘Atatürk est mort’ sözlerini görünce

kahroldum. Boğazıma kaya oturdu, hiçbir şey konuşamadım. İnsiyaki bir davranışla bavulumu topladım, Köstence’ye koştum. Gemide akşam yemeğinde hafif müzik çalınırmış. Süvari geldi, ’Atatürk öldü. Büyük adama Romen halkı da saygı duyardı. Bu gece yemeği müziksiz yiyeceğiz' dedi ve yolcularla,

Na l a n S E Ç K İ N

6

İnönü’yle şampanya

piyanistten özür diledi.

Karadeniz’de gözlerimden yaşlar dökülüyor, kulaklarımda bir ses

yankılanıyordu: ‘Kadife sesli Safiye!’...Bu kadm a verdiğim yüzün binde birini başkasına versem, Türkiye'yi birbirine katardı!’... ‘Başarım daima onda payı olanlarla bölüş!’...

Atatürk ölmüştü!

Dolmabahçe Sarayı’nda Kılıç Ali’den destek alarak tabutunun başm a geçtim, hıçkırıklar içinde ruhuna Fatiha okudum.

İnönü’nün yüzüğü

İsmet İnönü’yü Florya Köşkü’nde tanıdığım zaman, Atatürk'ün

Başbakani’ydı.

1936’da Dolmabahçe’de, yurda çağnlan

büyükelçilerimiz onuruna bir ziyafet veriliyordu. Dönemin

bütün ünlü sanatçılarıyla Î Macar kabare yıldızlan da i oradaydı. Atatürk b u dünya

güzeli kızlan İsmet Paşa'mn yanm a oturttu.

O sırada hiç

beklenmedik bir şey • İnönü dolu bir kadehle yanıma geldi ve, Karakız, benim elimden bir şampanya içer misin?’ diye sordu. Alkol kullanmadığım halde şampanyayı bir dikişte ’ ıltirdim. davranışım \tatürk’ün gözünden kaçmamıştı. Bir başka akşam Floıya Köşkü’nde Gazi, rakı içmemi istedi.

1936’da Dolmabahçe’de bir ziyafet veriliyordu.

Hiç beklenmedik bir şey oldu; İnönü bir kadehle

yanıma geldi ve, ‘Karakız, elimden bir şampanya

içer misin?’ diye sordu. Alkol kullanmadığım

halde şampanyayı bir dikişte bitirdim

Safiye Ayla, sesiyle olduğu kadar dostluğu ve

Acemisi olduğum için su içer gibi bitirdim. Sonucunda da hareketlerimin kontrolü benden çıktı. O gün ‘Amerikan Boğası’ namlı güreşçiyle ünlü pehlivanımız Mülayim mücadele etmiş, altın kemer bizim olmuştu. Ben de çekişmeyi izlemiştim. Paşa,

Amerikalı’yı merak etti. Ben ‘dehşet’ deyince kaşlarım çatıp, ‘Sen, benim pehlivanlarımı gördün mü?’ sorusunu yöneltti.

Sarhoş kafayla, ‘Sizin pehlivanlannız kaç para eder ki?’ dememle İnönü’nün atılması bir oldu, ‘Am an Paşam, b u kız artık içmesin’ ricasında bulundu. İnönü izin isteyip kalktıktan sonra Atatürk bana, ‘Safiye, git sor bakalım Paşa’mn bir arzusu var mı?’ diyerek onun odasına yolladı.

İsmet Paşa beni büyük bir nezaketle karşıladı. ‘Karakız çok yorgunsun. B u gece yanımda kal’ dedi, pijamasını verdi. Sabah uyandığımda İnönü’yü giyinmiş gördüm. Birkaç gün sonra İsmet Paşa özel kalem

kişiliğiyle de milyonların kalbinde taht kurmuştu.

müdürüyle bana çok güzel bir yüzük yolladı.

O geceden sonra Atatürk beni bir daha çağırtmadı. Ankara Radyosu

sanatçılarından Melek Tokgöz’ün yerimi alabilmesi için elinden geleni ardına

koymadı. Fakat tüm çabalara rağmen Melek tutmadı.

Bu olaydan kısa bir süre sonra da İsmet Paşa Başbakanlık’tan istifa etti.

Bayar’dan ders

3’üncü Cumhurbaşkanımız sevgili dostum Celal Bayar’la, İktisat Vekili’yken ilk kez avukatım ve dostum İsa Bey’in evinde karşılaştım.

Bunu dönemin İş Bankası Genel M üdürü Yusuf Ziya Öniş’in evinde verilen davetler izledi. Öniş’ler, aralarında Hazım

Körmükçü’yle Vasfi Rıza Zobu’nun da bulunduğu biz sanatçılara küçük bir masa

hazırlamış, kendilerine büyük bir sofra kurmuşlardı. B u bizleri çok incitti. Tabloya hepimiz gözlerimizle lanet okuduk. Fakat hiç ummadığımız bir şey oldu, Bayar, ev sahiplerinden izin alarak geldi bizim masaya oturdu.

Hazım ve Vasfi Beyler, anlattıkları fıkralarla taşı gediğine koydular. Üstat Sadi Işılay, bir arkadaşının kendisini evine davet ettiğini, kapıdan girerken kemanını

sorduğunu, geri dönüp sazım oğluyla dostuna yolladığım anlattı, herkesi gülmekten kırdı geçirdi.

Benim anlattığım da Amerikalı bir piyanistle ilgiliydi. Sanatçıyı bir eve çağırmışlar. 300 dolar istemiş. "Sofraya oturmayacaksınız” demişler, “O zaman 150 dolar yeter” demiş. Nedeni sorulunca da, “Sizin değerli

konuklarınızın aptalca sorularım cevaplamayacağım da ondan” karşılığım vermiş.

Celal Bey bir gün evime geldi. Onu, Atatürk’ün iğneden ipliğe döşediği, ancak

hastalandığı için gelemediği yuvamda sevgiyle ağırladım. Ve sanırım, eve girerken yüzünü tırmalayan kedimin ayıbım da bağışlattım!

Şaşırtan Menderes

Adnan Menderes’i 1946’da İzmir'de gördüm. Bir lise öğrencisi gibi sıkılgan ve çekingendi. Fakat Başbakanlığı sırasında Meclis Başkam Koraltan’ın torununun Tokalıyan’da yapılan sünnetinde beni çok şaşırttı.

Önce pat diye önümde diz çöktü, “Siz ölümsüz bir sanatkarsınız” diyerek iltifatlar yağdırdı. Bir an sonra hışımla yerinden firladı, “Siz, CHP’nin ve İnönü’n ün bir numaralı hayranlanndanmışsınız öyle mi?” diye sordu.

Önce bir anlam veremedim. Dostu İhsan Doruk (tütün tüccarı - Cahide Sonku ve Şükran Özer’in eşleri) kolunda Münir Nurettin Selçuk’la kapıda görününce nedenim kavradım. Koskoca Başbakan dolduruşa gelmişti!”

(7)

+

Milliyet

Perşembe 22 Ocak 1998

dizi

28

Peygamber gelini

Safiye Ayla, Müzeyyen Senar ve Sezen Cumhur Onal.... Uç müzik İnsanı “Sevdim Bir Genç Kadını” adlı tangoyu birlikte söylerken...

Hz. MuhammecTin torunu Şerif

Muhiddin Targan’a tutuldum. Suudi

Krallığfnın itirazlarına rağmen

1950’de evlenince Riyad’da

kıyamet koptu. 17 yıl, Şerif Bey

ölünceye dek dünyanın en

mutlu kadınıydım

Es

^ŞlM ve Hz. MuhammecTin torunu Şerif Muhiddin Targan’ı ftanıymcaya kadar, Atatürk'e aşık olduğum u sanırdım.

Eşime tutulunca O ’n a duyduğum sevginin minnet ve hayranlıktan kaynaklandığını anladım. Şerif Bey’i Konservatuvar icra Heyeti’nde çalışırken tanıdım. U d u dillere destan üstat, orada başkandı. 'Beyefendi, udunuzu bir

dinlesek’ diye peşine takıldım. Sonra o beni göz hapsine aldı, uzun süre gezdik

dolaştık. Tüm dostlarım ‘B u adam sana aşık’ demeye başladı. Sarıyer’deki yalı dairemde iki yıl birlikte oturduk. Ailesi Suudi Arabistan Krallığfnın bütün itirazlarına rağmen de, 1950’de evlendik. ‘Şarkıcıyla evlenmiş’ diye Riyad’da

kıyametler koptu. 17 yıl, Şerif Bey ölünceye dek dünyanın en m utlu kadım oldum. O n u n anılanyla hala d a öyleyim. B u mutluluk, ben de ölünceye dek de sürecek.

Komando - komünist

Kocamı kaybettikten sonra depresyona girdim. Bir yılbaşı gecesi Rujenuar’da sahne alacaktım. Patron Dr. Semih Ünkan, bü yü k ilanlar verdi.

Ben de transparan bir tuvaletle, kocaman afişlerde ‘Venüs’ gibi yer aldım, işte b u fotoğraflar A nadolu’d a bir adamı çılgına çevirmiş. G ü n geçmiyor mektup geliyor, imza: Komando. O zaman

Serkildoıyan’da (Büyük Kulüp) kalıyorum. Şükufe Nihal’in kızkardeşi Fatma Hanım da orada. Eee kültürlü kadın, ona sorayım bu ‘komando’ ne demek diye düşündüm . ‘Ne demek olacak komünist’ demez mi? (Dozu yüksek kahkahalar). Beni iyice bilgilendirdi yani!..

O günlerde turneye çıktım. Programda

Gaziantep de var. Oteldeki odam a elinde bir demek glayölle bir er geldi, teğmeninin beni görmek için izin istediğini bildirdi. Biraz sonra bizim ‘Komando’ karşınıdaydı. B ana göre pek yakışıklı sayılmayacak, esmer, uzun boylu bir gençti. Heyecandan dudaklan ve elleri titriyordu. Ben mini etekliyim. Saçım afro. Baktı baktı, ’Efendim çiçek yerine keşke nazar boncuğu

gönderseymişim. Sizi b u kadar genç zannetmiyordum’ dedi.

Ne iş yaptığını sordum; doğru dürüst yanıtlayamadı, ağzında geveledi. Oysa ben hakkında her şeyi öğrenmiştim. Yüz kızartıcı suçtan hüküm giymişti ve şimdi hapiste cezasını çekiyordu. Kendisini ihbar edip yakalatan da iki çocuğunun annesi, ayrılmak üzere olduğu eşiydi. O bunların hepsinin iftira olduğunu öne sürüyordu.

Aradan zam an geçti; şakır şakır yağm ur yağan bir gecede evimin kapısı çalındı. Terzim ve arkadaşım Fatma’yla oturuyorduk. O nun mektuplarını da Fatma yanıtlıyordu. Kapıyı bir açtık ki, elinde kırmızı valiziyle karşımızda bu.

Sonra amcası anlattı: ‘Eğer

çıkarmasaydım ölecekti. Malihülyaya (kara sevdaya) tutulmuş b u çocuk. Kefil oldum, çıkardım’ dedi. Geldiğinde 1969 sonuydu. Altı ay kadar birlikte olduk. Çok nazik, fedakar, içki - sigara içmez, kum ar oynamaz.

‘Jig o lo ’ çıldırttı

Ben konser için Am erika’ya davet edildim. Eşimin mezannın başında küçük bir boşluk vardı. Oraya güller ektirmiş. Şerif Bey'in fotoğraflarım çerçevele ttirmiş. Evin eksiğini gediğini gidermiş, iş dışında 40 gün evden hiç çıkmamış.

H aa b u arada. Şerif Bey benden 25 yaş

Yetimhanede

doğan efsane

N a l an S E Ç K İ N

7

büyüktü, b u 24 yaş küçük. D urur durur b u n u n hiç önemi olmadığını söylerdi. Fakat giderek, ‘Safiye’nin parasını yiyor, jigolo’

söylentilerinden çıldırmaya başladı.

Oysa hiç de sanıldığı gibi değildi. Onurlandırm ak için kiralarımı kendisine toplatırdım. İçinden sadece dolmuş paralarım alır, . kalanını benim adıma bankaya yatırırdı. Bankada

hesap açmayı ban a Tim ur Aksoy öğretti. Dedikodular yoğunlaştıkça bizimkinde kıskançlık krizleri başgösterdi. İzmir’e kaçtım gelip buldu, ‘Bir daha

yapmayacağım’ diye yeminler etti. Fakat sözünde duramadı. Çaresiz kaldım, sapasağlam ken saklanm ak için hastanelere yattım.

B u arada da evimi boşaltıp kiraya verdim. O da tedavi olmak için psikologa gitmiş. Onun hastaneye yattığını

duyduğum an pilimi pırtımı topladığım gibi yallah Amerika’y a...

Birbuçuk yıl kaldım; arkadaşlanm sık sık mektup yazıyorlar, ‘Seni öldürecek,

sakın gelme' diyorlardı. Her şeye rağmen ban a aşkı bitmiş değil (1969

- 1985). H ala mektup yazar, telefonla arar, ziyaretime gelir.

Ağlatan ‘Yanık Öm er’

Tüm hayaüm ın iki büyük dramı beni çok üzdü. Ağlattı,

yaraladı...

Atatürk’ü n vasiyet saydığım emri paralelinde

‘Yanık Ömer’i orkestrayla okumak, çok

seslendirmek istedim. Mücadeleme 1977’de başladım, amacıma dört yıl sonra dostum Cihad B ab an ’m Kültür Bakanlığı döneminde ulaşabildim.

Engelleyenlerden biri Hikmet Şimşek (Prof, orkestra şefi) , yarım yam alak

kasete ’Oldu işte, yeter artık’ diyen de Mehmet Bey’di

(Özel - M E B Güzel Sanatlar Genel M üdürü).

‘Çile bülbülüm '

yüzünden de başım derde girdi. Sadettin Kaynak şarkıyı benim için bestelemişti. Bandım benden izinsiz çalan TR Tyi dava ettim, 200 bin TL tazminat kazandım. B u parayla Hafız’m ruhuna mevlit okuttum.”

(8)

_________________________________________________________ i

Milliyet

Cuma 23 Ocak 1998

dizi

25

Tüm hayatımın ikinci en büyük dramı, Devlet

Sanatçısı olamamam. Sanırım 12 Eylül

döneminde Kenan Evren Paşa, zamanında TİP’e

üye olduğum için bu unvanı benden esirgedi. Bu

yüzden kendisine çok kırgın ve küskünüm

(Se -A. ar:

t T n in beni, Müzeyyen’! (Senar) ve Hamiyet’i (Yüceses) arşive kaldırm asının nedenini anlam ış değilim.

A m erika ve A v ru p a’d a eski sanatçılar her g ü n e kranlarda ve mikrofonlardadır. B u n ların dü n yad an haberleri yok galiba. B u arkadaşlarım la eskiden bizi patronlar birbirimize d ü şü rü rd ü , şim di T R T tozlu raflarda birleştirdi.

A rkadaşlarım la eski günlerin acısmı biz de şimdi çıkarıyoruz; bazen toplanıp fasıl geçiyor, bazen de Ş erifin tek başım a indirdiğim hatm inin d u asm ı birlikte yapıyoruz. Sonuç olarak, artık yaşlandık ve çok iyi ‘dost’ olduk.

Yaşlıyız maşlıyız am a, jen erasyon u m a toz kon du rm am ha. Şim di ‘assolist’ diye bir şey çıkardılar. B u n d a ses mes aranmıyor. Sahnede hareket yapsın, kıvırttırsın, orasını bu rasın ı açsın, şatafatlı olsun, yetiyor. M üzik bilgisi, icra yeteneği, u s u l m usul; b u n la ra hiç gerek yok.

Zeki M ü ren de sahneye hareket getirdiğini iddia eder. O n u n yaptıklarını ben kendisinden 30 - 40 yıl önce S aray Sinem ası’ndaki konserlerimde

gerçekleştiriyor, halkla diyalog

kuruyordum . Zeki Bey b u konserlerimi b ü y ü k bir dikkatle izliyordu.

Estetik yaptırm adım

Bazıları d a işi gü cü bırakm ış, estetik yaptınp yaptırm adığım ve form um u nasıl k oru d u ğu m u n derdine düşm üş.

Sık sık nezle oluyordum . Meğer bu rn u m d a k i et yapıyorm uş. Erdoğan Bey (Dr. Konuk) ameliyat etti. B abası koyu hayranlanm danm ış, ‘B u d a bizim k ü çü k b ir hizmetimiz olsun’ diyerek para bile almadı. Gazeteye teşekkür ilanı verdim, içine ‘estetiği’ de sıkıştırmışlar. A m aaan haftalarca, aylarca olay oldu.

F orm um u o b u r olmadığım için koruyabiliyorum. A slın da yetimler yu rd u n d an kalm a b ir alışkanlık olsa gerek, eti hiç sevmem, hayvana acıdığım için k u rb a n d a kesm em am a, tatlıya bayılınm . Fakat çok h a ssa s bir bünyeye sahibim. Biraz üzüleyim hem en iştahım kesilir ve derhal kilo veririm. Gördünüz, şu k ad ar sürede kaç kere ağladım.

Ağlatan konuşma

T ü m hayatınım ikinci dram ı saydığım k o n u d a da, çok gözyaşı döktüm. M esela M ün ir Nurettin Bey’e (Selçuk) askeri

Türk Sanat Müziği’nin unutulmaz efsanesi Safiye Ayla, ölümünden önce yaptırdığı anıt mezarında ebedi istirahatlne çekildi. Ama o, kadife sesiyle Türk halkının kalbinde hep yaşayacak.

Evren’e kırgınım

Yetimhanede

doğan efsane

KSEOBSÜEKİ^

yönetim dönem inde (12 Eylül) haklı olarak ödül verildi (Devlet Sanatçısı). Herkes ‘Size neden verilmedi?’ diye sordu.

‘D a h a bizim sıramız gelmedi herhalde’ diye cevapladım. O ysa gerekçesini tahm in ediyordum.

Efendim; 60’lı yılların ortalarında, beni TİP’e (Türkiye İşçi Partisi) kaydettiler. Toplantılarına, kongrelerine katıldım, konuşm alar yapüm . Kasım paşa’d a bir açıkhava toplanüsındaydık. Yaşar Kemal kü rsü de b a s b a s bağırıyordu: ‘Nedir b u lüks apartmanlar?.. Zenginlerin evleri... Onları indireceğiz, yerlerine biz

geçeceğiz...’

B u benim tuttuğum bir konuşm a değildi. Y aşar’dan sonra söz aldım, yaşantımı, ne denli sefalet içinde

yetiştiğimi, öksüz ve yetim olarak hayatla nasıl m ücadele ettiğimi anlattım. B aşta Y aşar Kemal herkes h ü n gü r h ü n gü r ağladı.

İndireceğimize, biz de on lan n düzeyine çıkalım’ diyerek sözlerimi noktaladım.

Sanıyorum b u n u söylediler Kenan Evren P aşa’ya (12 Eylül’ü n önderi - 7. C um hurbaşkanı). B u ünvanı benden esirgedi, ödül vermedi. (Yüzü çocuksu bir ifade aldı, dudakları titriyor ve ağlıyor.) B u yüzden kendisine çok kırgın ve k üskünüm .

Hiç gücenmediğim, incinmediğim, aksine m innettar olduğum , beni şöhret, servet sahibi yap an kesim, yüzde doksanım tanımadığım halİumdır. Fakat bilinmesini isterim ki, mal, m ülk sahibi olm am da tutum luluğum un da payı büyüktür.

B o şa y an an b ir am pul benim içimi yakar. A y n c a böyle davranm ak zorundayım da... Ç ü n k ü ölüm üm den son ra iğneden ipliğe h er şeyimi T ürk Eğitim Vakfı’n a bıraktım. Gece hayaü olmayan, modasını kendi yaratan bir insan olarak parayı h a r v u ru p h arm an savurursam , s o m a ne bırakabilirim?

“İrtica” uyarısı

M od a dedim de aklım a geldi. Nedir b u k ara çarşaflılar böyle (1985) ayol?

1958’de de böyleydi. O yıl M ustafa Kemal Derneği’nde bir k on u şm a yapmış, aklım da kaldığı kadarıyla ş u n lan söylemiştim:

‘Hiçbir kadın, çarşaf giymek istemez. K adınlan çarşaf giymeye zorlayan erkeklerdir. Biz, onlarla m ücadele edeceğiz. Çarşafın kullanılm asını yasaklayan k an u n u n m utlaka çıkanlm ası mecburiyeti vardır.

Yasaklanm azsa ç a rşaf o k ad ar yayılacak ki, son u n d a d a bir gü n Türkiye’nin başı ‘irtica’yla belaya girecektir. Tek isteğim, devletimizin b u k onuyu ihm al etmemesi ve gereken tedbiri almasıdır.’”

Yıl 1998... ‘İrtica ve ç a rş a f Türkiye gündem inin birinci maddesi...

N u r içinde yatın, ‘görm üş, geçirmiş’, (falcı) Safiye Hanım.

BİTTİ

-NOT: Safiye

Âgfı

hikâyesi Bilgi Yayınevi1 kitap olarak yayınlanacak.

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu nedenle büyük araflt›rma laboratu- varlar› bile, halk›n ilgisinin (dolay›s›yla da devlet yard›m›n›n) sürmesi için za- man zaman "dünyan›n en küçük

In the interacting boson model (IBM) boson degrees of freedom are introduced which are believed and, at least in some cases, have been shown, to be related to

Bu çalışmada, böyle bölgesel magnetik alanlı bir demet-plazma sis­ teminde de toplam plazma, elektron siklotron ve iyon siklotron gibi karakteristik frekanslara

Ferahda misli yok, âbı havada bî nazir elhak Nedeğlu iltifat olsa seza ender seza oldu Boğaz içre nice nüzhetgehi şahane var. amma Bu nev tarhı mücessem

Şehrin büyük ve sayılı meydan­ larından biri olan Beyazıd meydanı, bügün Beyazıd camii, medresesi ve bunlara yakın olarak da hamamla Şimkeşhane ve Haşan

Şimdi bu genç mücadelecinin hayatı­ nın, konumuzla ilgili safhasına geliyo­ ruz. Mütarekeden sonra memleketin ileri gelen vatansever kişileriyle bir müdafai hukuk

Hayat’a göre 13 yaşında iken saraya gi­ ren bu afet-i cihan orada musiki dersleri ve­ ren Hacı Arif Bey’e gerekli dersi, ilk “tenef­ füs” sırasında vermiş

Erksan bu fil­ miyle sinemamızda ilk gerçekçi köy film i de­ nemesine girdi ama sansürün de hışmına uğ­ radı ve film o kadar çok makas yedi kİ, film olmaktan