SON
14 Şubat
E S K İ N E S İ L D E !
Şiir yamt&alc şiir
okumak meraka
Hariciye Nazırından Şehilislâma tabur kati*
binden piyade ferikine kadar şair bir nesil
Yazan«
E
ğ il neslin okur yazar sim im in iki merakı vardı: şiir yazmak, şiir okumak... Hariciye Nazırından geyhilislâma, tabur kâtibinden piya de ferikine kadar şairdi. Abdülmeci- din Hariciye Nazırı Ali Paşadan Ab- öülâzizin ve Abdiilhamidin iki kere Sadrâzamı olan Mi-dhat Paşaya kadar vezirler Partin tezkeresine girecek ka dar şairdiler. Namık Kem al’in Midilli sürgünü iken, 93 mağlûbiyetinin acı günlerinde kendisile müştereken Va tan mersiyesi söyliyecek derecede il tifatına nail ve lâyık olan şair Deli Hikmet Taıbur Kâtibi idi. İkinci Ato- dülbamidin son Şeyiıilislâmı Cema- teddin Efendi, son Dahiliye Nazırı Memduh Paşa, ve yine onun devrin de Nafıa Nazırı olan, ve Babıâlide resmi kitabete şahsiyetinin hususiye tini verecek derecede kuvvetli olduğu İçin «K âtip Mahmut Paşa» diye anı lan Mahmud Celâleddin Paşa şair diler.Memduh Paşa Divan Edebiyatının en güzel bir parçası olan şu beyti söy leyen zabtı:
«Elinde naka-1 Leylâ, başında murgu var Kays’in; «Benim deşt-i cünunumdan kuş uçmaz, hâriban geçmez. Sadrâzam Koca Ragıp Paşa’nın devletteki icraatından ziyade şairliği Ve bu beyti meşhurdur:
«Azâdegân-i kayd-i emel serflrâz olur; «Naz eylesin sipihre o kim bîniya? olur. Divan Edebiyatının hârikası sayı labilecek olan şe beyit Yavuz Seli mindi:
«H er gece Altın benekli asımıâ- nîler geyib, «Kabbe cerh-i pîrezen olmuşdur
oynaşım benim. En kuvvetli realite olan şu beyti en salâhiyetle söyleyen şair Kanun! güleymandı:
«Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi; «Olmaya devlet eihânda bir nefes sıhhat gibi. Bazı sözler vardır ki, söyleyenlerin den tecrid edilerek düşünülürse bir kıymet olmaktan çıkarlar. Yukardaki beyti OsmanlI hükümdarlarının en
Midhat Cemal
talihlisi söylemeyip te sarraf bore ile veyahut dost yârdımile geçinen bil şair söyleseydi lâ f olmaktan ibaret ka iırdı. Nasıl ki tesadüfe «Zatı akdesi hazreti Tesâdüf» diyen adamın Bü yük Fredrik oluşu bu lâkırdıyı mânalı bir vecize haline koymuştur.
Hasılı dünkü ve evvelki günkü ne siller hükümdarından, Sadrâzamın dan, kâtibine, hattâ haremağasına kadar şairdi. Şair olan Sadrâzam Âli Paşanın konağındaki harenıağası Sü rür ağa bile devrinin şairleri arasın daydı: Konağın sahibinden uşağına kadar şair...
Yalnız şiir yazmak değil, lâkırdı a- rasında ezberden şiir okumak ta ayrı adam olmak, mümtaz adam olmak vasıflarının farikalarmdandı. Mol- yerin tabirile mütemadiyen mensur konuşan adam basitti, hattâ galiba biraz da cahildi. Ve bu ithamdan kur tulmak için, bir sohbette hiç olmazsa bir tefle mısrâ olsun ezberden söyle mek lâzımgeliyordu. Bu lüzumun ö-
nünde bazan maskara ve gülünç o- lanlar vardı: Bir vali ile nazımsız ko nuşmanın pek yavan olacağını bilen mektupçusu, ıbir muhavere sırasında şu meşhur mısraı ezberinden okumak ister:
«Hakîm -i zûfünûna karşı nakl-i mâceı-a olmaz. Ve mısraı okumıya başlar:
Hakim-i zûfünûna....
Aynı mısraı yarısına kadar birkaç defa tekrarlar, ortadaki «nakıl-1» ke limesini bir türlü hatırlayamaz, ve mısraın devamım temin edemez. N i hayet mısraın ortasındaki boşluğu sahte öksürükle doldurarak şu tarzda
okur-«Hâkim -i ziifiinûna Jtarşı öhhö ma cera olmaz. Bu, şiir okumak merakının insan ları bazan ne kadar maskara ettiği nin misalidir. Bir de şiir yazmak ip- tilâsınm insanları, bazan, ne derece gülünç edebileceğinin misali vezir rütbeli bir valinin, mısrâ sanarak, söylediği bir lâkırdıdır. Vilâyetinde yaptırdığı bir köprüyü kâfi görmiye- rek bir de onun şiirini yazmak arzu suna tutulan bu vezir rütbeli vali, nerin nazım olabilmesi için sonunda imâle bulunması kifayet edeceğini sa nır, ve şu bir satır lâkırdının sonuna dört elif miikidarı uzaıttığı «aââye-i şâââthâânede» terkibini koyarak man zum bir mısrâ söylediğine inanır:
Kuntay
«Vilâyetimiz tesr-J eedîd ile ma- bıurei cennete döndü sââye-i şâââ hâânede!»
Bu hazin dalâlet eski devirlerin te sadüfen vali olmuş bir takım basit insanlarına münhastr değildi. Mesle ğinde kemal noktasına varmış çok de ğerli .bir hekim ve bir avukat tanı mıştım. Bu ihtiyar doktor, Pariste tababet tahsil ederken, bir gün so kakta Viktor Hugo’ya Tasladığını ve onun bir kıt’a yazdığını söylemiş, ve yazılışından elli yıl sonra bile unuta madığı bu hazin kıt’ayı, beğenen bir sesle bana okumuştu. Pek ihtiyar ol- mıyan avukat ta ölen hemşiresi için yazdığı bir mersiyeyi okumuştu: B i rincisinin kıt’asmda nazım var, mâ na yoktu; İkincisinin mersiyesinde ne bazım vardı, ne mâna... Birincisine susmuştum. İkincisine susmak bir te essürü paylaşmamak olurdu, ve şöyle bir şeyler söylemiştim:
— Teessürler yeni iken ifade edile mezler. Acınızın üstünden zaman geç meşini bekleyiniz. Geç yazılan mersi yeler daha güzel olur.
Şunu da ilâve edeyim kİ, bııgün sağ olmıyan o değerli hekimle o kıymetli avukatın rahmetle anılmak için, ar kalarında muvaffakiyetle yazılmış şi irler bile bırakmıya ihtiyaçları yoktu, birinin şahsî bir hazakatle iyi etıtiği hastalar, ötekinin mümtaz bir vukuf la kazandığı davalar, güzel sanatla- rın dışında kalsalar, birer şaheserdi. Fakat ne var ki, insanlar, çok iyi ya pabildikleri şeylerle değil, hiç yapa madıkları şeylerle meşgul ve mağrur olmak zâfından kurtulamıyorlar. Hattâ Koca Mustafa Reşid Paşa gibi,
«B î muhâbâ reli-i nârefteye g it sem de ne var; «Hasmı kahı* eylemeye elde asâ-
dır bâmem. Söylemenin lezzetini, gururunu, bir millete Gülhane hatftı gibi bir eser verdikten sonra bile terkedemiyorlar. Mecelle! üslûbundaki muazzam m i mariyi, Kasas-ı Enbiya’ntn nesrinde ki büyüyü, Cevdet tarihindeki terkip kudretini yurdunun diline veren Cev det Paşa bile şair olmaktan vazgeçe memişti.
Zamanımızda azalan hastalıklar dan biri de şiir yazmak merakıdır: Bugünkü ilim adamları şair olmıya merak etmlyecek kadar talihlidirler.
«Talihlidirler» diyorum. Çünkü sa hici âlim oldukları halde, bir de şair olmak istiyenlerin haysiyetleri rahat-
ESKİ NESİLDE:
Şiir yazmak şiir okumak
merakı
(Baştarafı 5 inci Sayfana) sız olmamak için «G öte» yibi, «Valerb gibi şiir söylemeleri lâzım olduğuna göre, bugünkü ilim adamlarının şair lik etmemeleri mümtaz bir dirayet vakasıdır, ve, her dirayet gibi bu da güzel bir kaderdir.
Yalnız, hattâ bazı ilim adamları mızın arasında bile, lâkırdıya şiir ka rıştırmamak merakından hâlâ kurtu- lamıyanlar var. Ve bunların da en çok okudukları mısra şudur:
«Geçmiş zeman olur ki hayâlı ci-
, h&n değeı
Ve, bu pek çok okunan mısra bile çok defa feci yanlışlarla okunuyor En h a fif yanlışla okunduğu şekil şu dur:
«Geçmiş zeman ohırki (bâzan) hayâli cihan değer.
Bir gün âlim bir dostumun da bu mısraı bu türfü okuduğunu görünce tashihi nazik ve küçük bir öksürüğe sararak:
— Zannedersem, (bazan) kelimesi fazladır, vezni biraz sarsıyor galiba!
Diyecek oldum; az daha dostluğunu kaybediyordum. Sözümü hemen geri aldım.
Hasılı ¡manzum söz tekin deği1 Sade yazanda değil, okuyanda bile öyle bir gurur yaratıyor ki en açık yanlışın hatırlatılması otuz kırk senelik dost luğu tehlikeye düşülüyor.
Mıdhat Cemal KUNT AY
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi