• Sonuç bulunamadı

Türkçenin 70 şiir yılı:74 yaşındaki Fazıl Hüsnü Dağlarca "bütün zamanların saniyesinde" yaşıyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkçenin 70 şiir yılı:74 yaşındaki Fazıl Hüsnü Dağlarca "bütün zamanların saniyesinde" yaşıyor"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

~ ı7 -

5‘<>53

J

•i: Cumhuriyet Matbaacılık ve Gazetecilik Türk Anonim Şirketi atlına İstanbul Haberleri, Erhan Akyıldı*. Dış Haberler: Ergun Halci, Ekonomi: Cengiz Turhan, Kültür: Celal Üsler, Basan ve Yayan Cum huriyet M atbaacılık vc Gazel

Nadi # Genel Yayın Müdürü: Haaan Cemal, Müessese Müdürü: Emine Spor Danışmanı: Ahdulkadir Yucelman, Düzeltme: Refik Dıırhaş, Bilim Eğitim: Şahin Alpay, Iş-Sendika: 34334 Isı P K 246-İstanbul Tel 512 05 05 (2i

lıgll, Yazı İşleri Müdürü: Okay G önensin, # Haber Merkezi Müdürü: Şükran Ketenci, Yurt Haberleri: Necdet Doğan, Dizi Yazılar: Kerem (. alışkan, # Koordinatör: Ahmet Burular Ankara: Zıya (lO kalp Blv İnkılap S No

ı Bayer, Sayfa Düzeni Yönetmeni: Ali Acar, # Temsilciler: A NK AR A Kurulsan, # Mali İşler: Erol Erkut, # Muhasebe. Bülent Yener # Bütçe-Planlama: Sevgi Aran # Reklam: 133 II 4I/42H # 1 /m lr H Zıya »İv 1352 S 2/3. ı D oğan, İZMİR: Hikmet Çetinkaya, ADANA: Celal Başlangıç. Ayşe Torun, Ek Yayınlar: Hülya Akyol # İdare: Hüseyin (»ürer, İşletme: Önder Çelik, Bilgi İşlem: Nail İnal. # Adana: İnönü ( ad ı ı v s N o ı Kat ı. Tel ı

CVİM: 21 KASIM 1988 imsak: 5.21 Güneş: 6.50 öğle: 11.54 İkindi: 14.26 Akşam: 16.49 Yatsı: 18.13

74 yaşındaki Fazıl Hüsnü Dağlarca “bütün zamanların saniyesinde” yaşıyor

Türkçenin 70 şiir yılı

Şiirler ve sayılar — ilk şiiri 1933’te yayımlanan Dağ- larca’nın 79 kitabı var. Ama ona göre “şiirler sayıların­ ca değerlendirilmezler."

P O R T R E /

D A Ğ L A R C A

Askerlikten şairliğe

1914’te İstanbul’da doğdu. Kuleli Askeri Lisesi’ni ve Harp Okulu’nu bitirdi, subay çıktı. 1950’ye kadar görevle Türkiye’nin çeşitli yerlerini dolaştı. 1950’de kıdemli önyüzbaşı rütbesindeyken askerlikten ayrıldı. 1952-60 arasında Çalışma Bakanhğı’nm İstanbul İş Müfettişliği örgütünde çalıştı. 1960’ta bu görevinden emekli oldu ve Aksaray’da Kitap Kitabevi’ni açtı. Daha sonra Şehzadebaşı’na taşıdığı kitabevini 1974’te kapattı. Şiirlerini lise sıralarındayken yayımlamaya başladı, ilk kitabı Çocuk ve Allah 1935’te çıktı. Bugüne kadar 79 kitabı yayımlandı, birçok eseri yabancı dillere çevrildi. Yeditepe, Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi Vakfı ödülleri başta olmak üzere birçok ödül kazandı. 1967’de ABD’de Uluslararası Şiir Forumu tarafından “ Yaşayan En İyi Türk Şairi” seçildi.

D a ğ l a r c a : “Şiir

önce düzyazıdan,

sonra ozanın

kendisinden

kurtulmuştur. Şiir

ozanın elinden çıksa

bile ozanından önce

de vardır. O bile

şiirini yazdıktan sonra

yapacağı şiiri tanır. ”

A L P A Y K A B A C A L I

“Dilini yitirmiş bir ülke, savu­ nulamaz. Son günlerde çok gü­ lünç bir olay yaşadık ‘teritoryal’ la. Hangi Türk bu sözcüğün an­ lamını bilir? Önce adını Türkçe koyalım, sonra ne olduğuna baka­ lım. Bir yurttaş böyle bir çağn kâ­ ğıdı alsa, şaşar... Kimi savunacak, Amerika’yı mı, kendini mi? Bu ne gülünç şeydir! Böyle bir şeyi cid­ diye almaz kimse... ‘Efendiler, kendinize gelin’ demek gerek bun­ lara!..”

Sözcüklerini ölçe tarta konuşan Dağlarca, öfkelenmişti. Ağzına geleni söylüyordu... “Yeni” Türk Dil Kurumu’ndan söz açılınca da ağır konuştu:

“Hem tiyatrovari yurt koruyor­ lar, hem yurdun topu tüfeği olan dili dışardan gelen etkilerle yok et­ meye çalışıyorlar. Sorumluluktan kurtulamayacaklar!”

Dağlarca ile ne konuşulur? Şi­ irden söz edilir elbet. Dil konusu­ na da şiirden açılınca gelmiştik. O,

“Türkçem, benim ses bayrağım”

demişti bir kez; şiirin üzerine ne denli titriyorsa, Türkçe konusun­ da da o denli ödünsüzdü.

Kanepesinin, koltuklarının, ma­ sasının üzerine serdiği şiir dosya­ ları arasında oturmuş; söze ülke­ mizin şiir geleneğinden başlamış­ tık. “ Şiir” , diyordu, “ Uygarlığın

ilerlemesiyle gerçek yerini almak­ ta, gerçek görüntüsünü göster­ mekte ve yaşamaktadır. Şiiri şür- le uğraşanların sayısıyla değerlen­ dirmemek, kendi yoğunluğuyla ölçmek gerekir. Beş yüz tane uyak düşürücüsü olacağına beş ozan ol­ sun, yeter!”

Soruyorum: “Günümüzde şiiri sevdirmek, geniş kitlelere yaygın­ laştırmak için neler yapmak gere­ kir?”

“Şiiri şiir yapmak gerekir”, di­

yor. “Anlamalı ki kitleler, bü sa­

nat ne sinemaya benziyor, ne te­ levizyona, ne gazete yazısına, ne tiyatroya... Bu sanatın öbür sanat görüntüleri içinde yaşatılması ola­ naksızdır. Şiir kendi boyutları, kendi kuralları, kendi olanağı için­ de söylenebilir. Şiir, gerçek tadı bozulmadan dizelerde yaşatılabi- lirse, dizeler yığını bu tatlarla dol­ durulabilirse, eskiden olduğundan daha büyük bir susuzlukla arana­ caktır, okunacaktır.

Ne yazık ki ülkemizde dilin iş­ lenmemesi, kendi olanakları ölçü­ sünde büyütülmemesi, OsmanlIca kurallardan kurtanlamaması, hele son yıllarda ters bir yol tutulması ve böylece dilin anlatımdan yok­ sun bırakılması, söylediğiniz ilgi­ sizliğin tek nedenidir. Yurt içinde, yurl dışında bundan çıkar uman­ lar var.”

Çocukluktan beri

Dağlarca, şiirle çocukluk döne­ minde, daha dört beş yaşındayken tanışıyor. Bu tanışıklık sonradan içli dışlılığa dönüşüyor. Ne o şiiri bırakıyor, ne şiir onu... İlginç bir bütünleşme, özdeşleşme bu:

“Her saniye, hem en eski süreç içinde, hem şimdiki süreç içinde yaşamanın gizine erdim. Yaşama­ mın her saniyesinde, bütün za­ manlarımın saniyesinde gibiyim.

Kendimi ablalarımın masasında, anneannemin odasında, şiire karşı gözlerini açmış, o yarı şaşkın, ya­ rı inanmış, yarı ummuş, yarı bek­ lemiş çocuğun durumu içinde bu­ luyorum. Sanki hem ordayım, hem burda. Aradan geçen şu yet­ miş yılı yaşamamış gibiyim. Orda- ki o şaşkınlık, o kalem tutmamış- lık içindeyim. Yeniden başlıyor gi­ biyim...”

Bu noktada yetmiş yıl önceye dönmek, onun ilk “şür ortamı”yla tanışmak gerekiyor:

“Şiir sevgisini evdeki şiir orta­ mından aldım. Yüksekokullara gi­ den ablalarım ve ağabeyim evde ödevlerini yaparlarken masaları­ nın çevresine okulun bütün bilgi­ sini, bütün içtenliğini taşırlardı. Ben bu büyük şölende küçük avuçlarımı doldura doldura yer­ dim, içerdim. Onların hiç bilme­ diğim, çoğunu da anlamadan bel­ ki biraz sezinlediğim konulan, be­ nim için, gecelerimi dolduracak büyük düşüncelerin kartpostallan gibi olurdu. Orada konuştukları sözleri, okudukları yazıları gece- lerce düşünür, yorumlardım; an­ lamaya çalışırdım.

Bundan büyük bir masal tadı, masaldan da öte, kendi katıldı­ ğım, kendi çabalarımla elde etti­ ğim bir yemiş tadı duyardım. On- lann okudukları, sonradan şiir ol­ duğunu anladığım yazı parçaların­

da Fikret adı çok geçerdi. O ka­ dar çok geçerdi ki mektuplar da kâğıttan okunduğu için, o yazı parçalarını Fikret’ten bize gelen mektuplar sanırdım. Okula gittik­ ten sonra bile, çok ileri sınıflarda, Fikret’in adı edebiyatta geçince, öğretmenime ‘benim agabeyimdir’ dememek için kendimi zor tut­ tum.”

İlk öğretmen_________

Dağlarca’mn bir başka “ilk öğ-

retmen”i de Yunus Emre. O, an­

neannesinin odasında. Anneanne, küçük Fazıl’ın içine işleyen Yunus Emre ilahileri okuyor...

Bu iki ortam öylesine etkiliyor ki onu, daha okula gitmeden şii­ rin tekniklerini, kurallarım öğre­ niyor. Hatta, kulağındaki iniş çı­ kışlar yoluyla, kimi aruz kalıpla­ rını bile buluyor.

İlk şiiri 55 yıl önce yayımlandı, İstanbul Dergisi’nde. 1935’te ilk kitabı Havaya Çizilen Didıya’yı bastırdı. Ve şiir kitaplarının sayı­ sı 79’a ulaştı. Bunlar dışında def­ terler, dosyalar dolusu, toplamı­ nı kendisinin de bilmediği çalış­ maları var. Bu konuyu tek cüm­ leyle geçiştiriyor: “Şiirler, sayıla­

rınca değerlendirilmezler." Dergi­

lerde kalmış, kitaplarına girmemiş şiirleri için de “Benden sonra o şi­

irler bulununca, hepsinin Kaçak­ lar adı altında yayımlanmasını

is-“

Özgürlük, şiir

gerçeğinin evreni

olarak şu ya da bu

yönlere dönüşmüştür,

dönüşmektedir. Bence

şiir bütün anlatımların

'

yanında bir

yönlenmedir. Ben

1

eleştirmen olsam,

yalnızca ozanın

\

dediklerinin yorum una

.

gitm ek isterim. ”

terim; çünkü kitaplarım dan t

kaçmışlardır” diyor.

Konunun en ince, en duyarlı yö­ nüne geldik: Şiirlerinin oluşma sü­ recine. Dağlarca, “Şiir, önce düz­

yazıdan kurtulmuştur” diye söze

başlıyor. “Sonra ozanın kendisin­

den kurtulmuştur. Eleştirmenleri­ miz ise, kendi açılarından, birta­ kım yargılara varmışlardır. Sanı­ yorum ki şiir, ozanının elinden çıksa bile, ozanından önce de var­ dır. Ozan, şiirine başlarken bunun inancı içindedir. Şiir, ozana, hem bütün istediklerinin içinde hem dı­ şında görünür. O bile şiirini yaz­ dıktan sonra yapacağı şüri tanır.”

Dağlarca şiirinden söz edilirken üzerinde özellikle durulması gere­ ken üç nokta, üç boyut var: Türk- çeye verdiği önem, yenilik ve top­ lum sorunları. Ama o, bunların masaya otururken önüne aldığı amaçlar olmadığını belirtiyor.

“Kalemi elime aldığım günkü öz­ gürlük, sonradan yapay amaçlar­

la yönlendirilmemiştir” diye açık­

lıyor: “Özgürlük, şiir gerçeğinin

evreni olarak şu ya da bu yönlere dönüşm üştür, dönüşm ektedir. Bence şiir, bütün anlatımların ya­ nında bir yönlenmedir. Bundan dolayı eleştirmenlerce değişik yar­ gılar, anlamalar ortaya konmuş olabilir. Ben eleştirmen olsam, bir ozanı incelerken yalnız onun de­ diklerinin yorumuna gitmek iste­ rim.”

Dağlarca’nın hoşgörüsüne sığı­ narak konuyu değiştiriyorum.

O yıllar önceki, pek kısa sür­ müş evliliği sayılmazsa, hep yal­ nızlığı “seçmiş”tir. Acaba devi, ev­ lilik ve yalnız yaşama üstüne ne­ ler düşünüyor?

“ Şeyi” , diyor, “ İnsanların ilk

günden son güne kadar en yakı­ nındaki varlıktır; sevinin kendisi L t _ an> i ı L i . . .. _ L I . A . « .

o ı r v a r ıiK t ır . e c r i n i n M CM K H gını

duymayan yoktur sanıyorum. Kimse (burada kimse’yi tırnak içi­ ne almak isterim) yoksa bile, kişi sevgi ile olmamış sayılamaz. Evli de olsa bir kişi, sevisiz kalabilir; evli olmasa da sevili olabilir.

Siz sevgiyi canyoldaşı olarak mı alıyorsunuz, yoksa sevi olarak mı? Evlilik, canyoldaşlı olmaktır; ille sevili olmak değil. Bekârlık da canyoldaşsızlığıdır, ille sevisiz ol­ mak değil, tster açıkça söyleyelim, ister söylemeyelim, yeryüzündeki

“Evlilik, canyoldaşlı

olmaktır; ille sevili

olmak değil. Bekârlık

da canyoldaşsızlığıdır,

ille sevisiz olmak

değil. ”

“Evlilik, iki

saklanmış ülkenin bir

odada yaşamasından

başka bir şey

değildir. ”

T

bütün varlıklar yalnızdır. Evli olanların yalnız olmadıklarına inanmaları, kendilerini aldatma­ larından başka bir gerçeği anlat­ maz. Hangi evlileri düşünürsünüz ki birbirinden ayrı odalan yoktur, ayrı evleri yoktur, ayrı sarayları yoktur, ayrı ülkeleri yoktur? Ev­ lilik, iki saklanmış ülkenin bir odada yaşamasından başka bir şey değildir. İlk günler, birbirlerini ta­ nımadıkları günler, bunu pek an­ lamazlar. Birbirini tanıdıktan son­ ra da söylemeye korkarlar. Ben birçok kadının ellerinde, gözlerin­ de bunu görmüşümdür. Kocası yanındayken bile Erkekler, evliliği bir zenginlik sanmakla, kendileri­ ne özgü bir yorum sanmakla yi­ ne kendilerini ne kadar aldattık­ larını bilmezler.”

Ya bunların özel yaşamındaki yeri? O, bu kavramları birer “ça-

iışma modeli” gibi alıyor.

“Bunları bir sinema seyreder gi­ bi. bir doğa parçasını seyreder gi­ bi seyretmişimdir ve seyretmekte­ yim. Bunlar bana bir öğe gibi gel­ mektedir. Şöyle de diyebilirim: Nasıl bir ressam modellerle ilk ça­ lışmalarını yaparsa, bu saydığınız kavramlar da başka kavramlarla birlikte, benim için birer çalışma modelidir. Çalışmalarıma model olarak aldığım yönlerdir. Daha başka, daha büyük bir yetkiyle yüreğime yansımazlar.”

Yine şiire dönüyoruz. Bu kez konumuz, Dağiarca’nın çok sayı­ daki çocuk şiirleri. O, bunlarla öteki şiirleri arasında ayrım olma­ dığını söylüyor: “Yalnız şu van Bi­

rinde umut var, geleceğin umudu. Ötekinde umut azalmış, eksilmiş­ tir. Ben çocukları kendi çocuklu­

ğum sayarım ve onları kendi ço­

cukluğumun şiire açık, şiire sıcak yeriyle görürüm. İsterim ki yalnız

çocuklar için şiir yazayım. Ne ya­

zık ki ülkemizde çocuk yazını de­ nilince gerçek yazın değil, çok baş­ ka şeyler akla geliyor.”

Taha Toros Arşivi

3 0 1 5 1 7 3 3 3 0 0 6 * * C

Referanslar

Benzer Belgeler

請簡述

Ali Mirabi ve diğ., katı faz ekstraksiyon için yeni sorbent olarak Fe3O4 manyetik nanopartiküllerinin üzerini difenil karbazon/ sodyum dodesil sülfat ile kaplayarak eser

Subsequent vertebral angiography revealed that this delayed enhancement was related to contrast extravasation from a torn anterior meningeal branch of the right vertebral

Dinî ve İmanı bütün olan Profe- *ör, «Din ve Laiklik» isimli kitabında maddeciliğin do­ ğuşunu ve m odern maddeciliğin hatâlı taraflarını ilmine yakışır

Oysa Bakanlar Kurulu Turgut Özal'ın tarikatçı annesi­ nin Süleymaniye Camii avlusuna gömülmesi için karar ve­ riyor, kadın gömülüyor, Aziz Nesin, göm ülm esine izin

Otobüsün camında Yılmaz Güney, duvarlar boyu Yılmaz Gü­ ney, kahve ocağının yamacında Yılmaz Güney, manavın dük­ kânında Yılmaz Güney, gezgin

Muhterem Vahap Ko­ ca Memi, bnnu amcasının el yazi- sile görünce, kendi tarafından ya­ zıldığını zanneder, ve böyle zan­ netmesi için de sebep var:

İstanbul surlarının ehemmiyeti nazarı dikkate alınarak, bunların muhafazası kati surette lcabeden kı- sımlarile yıkılması icabeden kısımla­ rının tesfoiti