• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet Osmanlı İmparatorluğunun içinden çıkmadı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cumhuriyet Osmanlı İmparatorluğunun içinden çıkmadı"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET 28 OCAK 1079

T%

B E Ş

ATATÜRK'ÜN YÖNTEM İ VE YÖ N ETİM İ

« Prof. Niyazi BERKES

L

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDAN SONRA KURULMUŞ OLAN CUMHURİ­

YET VE DİKTATÖRLÜKLER D uN

HİÇ BİRİSİNİN MUSTAFA KEMAL

TÜRKİYESÎNİN KOŞULLARI İLE

EN KÜÇÜK EİR İLİŞKİSİ VE BEN­

ZERLİĞİ BİLE YOKTUR.

Cumhuriyet

Osmanlı

İmparatorluğu içinden

çıkmadı

m

■ftmcay'ın yakındığı «A- ta» edebiyatı; ölçüsüzlükle rinln, ikiyüzlülüklerinin ve din sakıncası korkularının kökenlerini Kemalizm reji­ mine (Atatürk Yönetimine) bağlayacak köprüyü «halka rağmen» ve «biçimsel de­ ğerler» teorisi ile kurduktan sonra o yönetimin bunlar­ dan sorumluluğunu göster­ mek için onun sakat özel­ liklerini belirterek eleştirme işine dalar. Bunca önemli 6orunlan, bir bilim dergisi için çok kısa, hayli yüzeyde kalmış, yetersiz bir yazı i- çinde yerebileceği sanısı i- Ie_

Bu yetersizliklere karşın, onları saptarken, her birin­ de tarih olaylarına uyup uy madiği kesinlikle belli olma­ yan iddiaları var. Örneğin, bir dip notunda ileri sürdü­ ğü bir görüş vardır ki oku­ yanı yerinden zıplatacak tu haflıktaı «Cumhuriyet Döne

mi»nin III. Selim, II. Mah­ mut ile İttihat ve Terakki­ nin devamı olduğunu iddia eder. Onun, Osmanlı impa­ ratorluğunun «içinden çıktı ğmı» söylemek de nerdeyse küfür sayılıyormuş. Selim ve Mahmut’u anıp da Abdül mecid’i, Abdülaziz'i, ve he­ le Abdülhamid’i ne hakla at ladığmi; Osmanlı tarihinde onların da bulunduğunu ne den tanımazlıktan gelir gi­ bi olduğunu merak ettim. Eğer söylemek istediği şey, bir tarih zinciri olduğunu, Cumhuriyet döneminde de ondan kalma süregelen yan lar olduğunu söylemek idiy­ se. bunu böyie söylemekte, hele o zavallı Abdülhamid'i atlamakta no sakınca var­ dı? Bunu söylemek ile Cum huriyet rejiminin Osmanlı İmparatorluğunun «içinden çıktığını» söylemek aynı şey mi? Bir «cumhuriyet« reji­ mi bir «saltanat — hilâfet» rejiminin içinden nasıl çı­ kar? Ve bir siyasal bilim ve rejimler uzmanı nasıl böyle lüf eder- Cumhuriyet, sözünü ettiği saltanat — hilâfet tü­ rü rejimin; giderek İttihat ve Terakki rejiminin için­ den değil, onlara karşı is­

yan olarak çıkmıştır. Özel­

likle İttihat ve Terakki de­ nen (ileride anlatacağım gi­ bi) bir Osmanlıcılık, İslam­ cılık. Turancılık koalisyo­ nuna karşı. Bunca açıklıkla bilinen bir şeyin tersini sırf bir Atatürkçülük bık­ kınlığı yüzünden tarih olay­ ları ile mantık kavramları­ nı alt-üst edecek bir dikkat­ sizlikle bir bilim adamı na­

sıl söyler?

Bunlar yalnız tarihsel yak laşım yoksunluğu ile konu­ nun ele alınmış olmasından ileri gelen yetersizlikler de­ ğil, aynı zamanda basit ta­ rih olaylarının değerlendin lemeyişinden de doğan yan­ lışlıklardır. Bu eleştirimde (buraya değin henüz yete­ rince belirtmemiş olduğum) Cumhuriyet ya da Atatürk olaylanna tarihsel açıdan yaklaşım olmaksızın bize bu gün yabancı gibi görünen yanlan yorumlayanlayız te­ zini savunuyorum, ama bu­ nu yapayım derken «Cum­ huriyet Abdülhamit — İtti hat ve Terakki — Vahdettin çizgisinin devamıdır» der­ sem dünyaya gülünç olu­ rum. Ayrıca, Cumhuriyetin Osmanlı İmparatorluğunun içinden çıktığım iddia ede­ ne de rasiamadım bugüne değin. Tersine, Cumhuriyet dönemini tartışırken onun Osmanlılık gerisine gere­ ğinden çok bağlılık gösteril­ diği inancındayım. Osmanlı devletinin. Cumhuriyetin karşıtı olduğu yanlarının ki nülerine dokunulduğu za­ man kabarmalarımızı da tu tarlı bulmam.

ULUSAL BAĞIMSIZLIK SAVAŞININ ÇAPI

Atatürk Yönetiminin da­ ha sert eleştirileri kısmına henüz gelmedik. Yukarda- ki iddiaya benzer bir garip iddiası daha var Tuncay’­ ın: Ulusal bağımsızlık sa­

vaşı, tarihte eşi menendi gö rülmemiş bir «zafer» gibi a- bartılarak anlatılıyormuş öğ rencilere.

Onun da öğrenciliği yılla­ rında bu savaşın militer yan larma gereğinden çok yer verilerek anlatılmasından gı­ na getirmişlerden olduğu anlaşılıyor. Buna karşı ona sempatimi açıklamayı ödev bilirim. Çünkü; savaşın, o dönemin olaylarının ancak bir yanı, bir parçası olma­

yıp her yanı olduğu gibi bir inanç yerleştirmesi tehlikesi var. Bu yanlış tutumun bel­ ki bir nedeni, bu savaş ya­ nının anlatılmasının bir mu­ kayeseli savaş tarihi öğre­ timi içinde yapılmamış ol­ masıdır. Buna bir de gençli ğe özgü muhayyile ve gu­ rur yanının katacağı abart ma da ilâve edilebilir. Kaldı ki başka ulusların da. örne­ ğin bizim açımızdan onla­ rın sandığı kadar eşsiz, ben zersiz olmayan savaşlarla

öğündüklerini bilirim. Ne var ki Tuncay mera­ mını anlatmaya çalışırken bu Kurtuluş Savaşının ve onun sağladığı «zafer»in «çap»ı- nın uzak ve yakın zamanla­ rın savaşları ve sağladıkları zaferler ayarında olmadığı­ nı iddia etmek gibi bir pot daha kırar. Bu «pot kırma» sözcüğünü uluslararası taş­ kınlığı nedeniyle söylemiyo­ rum. İddia bende bir merak uyandırdı da ondan. Topla­ rın. tüfeklerin çapını ölçen

bir fen var. Acaba «zafer­ lerin çapı hangi fen saye­ sinde ölçülüyor? Savaşın kaç yıl sürmüş olmasıyla mı? Kaç bin. kaç yüz bin. kaç milyon insan öldürme­ siyle mi? Savaşlardan son­ raki «tamirat komisyonları­ nın yaptıkları hesaplama­ larda olduğu gibi ne kadar zarar ve ziyana mal oluş­ ları ile mi? Savaşı yürüten kumandanların marifetleri i- le mi? Savaşı yapan kişile­ rin kahramanlıkları, çektik­

leri acıları, «zafer» denen şeye ulaşmak için neleri fe­ da ettikleri ile mi?

Siyasal bilim bunları sap­ tadı da biz mi bilmiyoruz diye merak ettim, p lim in alabileceği kadannca bir sa vaşın ve getirdiği zaferin ça pı, ilgili ulusun ona verdiği önem oranı ile ölçülebilir Giderek, bir savaşın bir yan için «zafer» öteki yan için «yenilgi» olduğu zaman bi­ le iki tarafça da büyük çap ta sayıldığı olur. Çanakkale

Savaşlarının (ki «Büyük Sa­ vaş» denen Birinci Dünya Savaşının içinde belki en küçük bir epizottur) çapı bu gün bile hem Türk hem Britanya halklarının büyük saydığı bir savaştır. Kurtu­ luş Savaşı için de aynı şe­ yi söyleyebiliriz. O küçük çaplı savaşın getirdiği «za- fer»in çapı Büyük Savaş'ta ki bir dizi savaşların çapla nndan kuşkusuz daha bü­ yük olmuştur, nice güçlük­ ler ve yoksulluklar içinde

elde edildiğini düşünür­ sek.

ATATÜRK'ÜN DEMOKRASİ KARŞITLIĞI

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda kurulmuş olan cum huriyetlerin çoğu gibi, Mus tafa Kemal'in kurduğu cum huriyetin de bir diktatörlük olduğu yollu Tuncay’ın göz­ lemi bana bir bilmece gibi geldi. Siyasal bilim adamı, olan bir kişinin kaleminden çıktığı için merak edip

bir-kaç kaynak karıştırdım. Bi­ rinci Dünya Savaşından son ra kaç cumhuriyet kurulmuş tu ve kaçı diktatörlüktü?

Almanya’da Weimar Cum huriyeti kuruldu. Rusya’da yasal durumları henüz bel­ li olmayan cumhuriyetler Baltık kıyılarında üç cum huriyet. Bir de Finlandiya'­ da. Orta Avrupa'da Çekos­ lovakya. Bunların hiç biri diktatörlük değil. Bu sontın- cunun az doğusunda Polon­ ya, kısa süre sonra

dikta-törlük. Macaristan da öyle. Hem de üst üste iki kez. Balkanlarda Yugoslavya var, diktatörlük değil. Ro­ manya. Bulgaristan ve daha aşağıda Yunanistan zaten vardı. İtalya'da Mussolini diktatörlüğü oldu ama İ- talya ne cumhuriyetti ne de kurulan diktatörlük savaşın ardından olmuş bir şey. Hit­ ler diktatörlüğü de öyle. İs- panya’daki Primo de Rive­ ra diktatörlüğü de. Ne bun­ larla, ne dünya savaşı ile, ne de cumhuriyetle ilgili bir şey değil. Hepsinin ayn za­ manlan ve ayn nedenleri var.

Bunların hiç birisinin Mus tafa Kemal Türkiyesi koşul­ lan ile en küçük bir ilişki si ve benzerliği bile yok. Mustafa Kemal’in diktatör­ lüğünü önce kimi Türkiye ile uzlaşamamış olan emper yalist devlet adamları yay­ gınlaştırdı. Sonra yumuşa­ ma başladı. Britanya Kralı olmakla beraber henüz da­ ha taç giymemiş olan Ed- ward’in. Anılar ında bayan Simpson ile yaptığı bir Ak­ deniz ve Orta Avrupa gezi­ sinden dönüşünden sonra karşılaştığı en büyük devlet adamının Kemal Atatürk ol­ duğunu yazdığını tesadüfle görmüştüm. Son günlerde, Edward - Simpson olayım bir dizi film ile İngiltere’de ilk kez açıklayan bir tele­ vizyon gösterisinde Edward dönüşten sonra Ana Krali­ çesinin elini öpmeye gittiği

«Mustafa Kemal’in diktatörlüğünü önce, kimi Türkiye ile uzlaşamamış olan

emperyalist devlet adamları yaygınla ştırdı. Sonra yumuşama başladı. Mus­

tafa Kemal’in diktası sözü üzgünlükle söyleyeyim, ardılı olan M illî Şef döne­

minde Türkiye’de canlandı. Çünkü O kendini demokrasi yanlısı olarak

bize

inandırma amacındaydı.»

zaman söylediği ilk söz ola/- rek, Anılar ındaki bu gözle mini almışlar. Filmde Ana Kraliçe, oğlunun bu sözünü duyunca yüzü buruşur: «A- ma. o devrimci bir diktatör­ dür» der. Edward oııa şu yanıtı verir: »Ama ulusunu yükseltiyor.» Sert görüşme orada biter. Genç Edward, büyük bir pot kırmıştı tutu cu anasına karşı. Ana kra İlçelerden sonra, Mustafa Kemal’in diktası sözü, üz­ günlükle söyleyeyim, ardılı olan Milli Şef döneminde Türkiye’de canlandı. Çünkü o, kendini demokrasi yanlı­ sı olarak bize inandırma a- macındaydı. Tuncay, her­ halde Hitler diktatörlüğünün sonsuz gücünü düşünerek, Mustafa Kemal diktatörlüğü nün benzerleri gibi saldır­ ganlığa geçmemesini onun zayıf oluşuna bağlar. Dikta­ tör Mustafa Kemal’in durma dan barış siyaseti güttüğü herkesin bildiği bir şey ol­ duğuna göre. Milli Şef za­ manındaki Türkiye daha da güçsüz bir Türkiye olduğu halde demokrasi yanlısı şe­ fin zamanında büyük bir se rüvene atılmasına kıl payı kalmıştı (bunun öyküsü he­ nüz açıklanmış değil. Bu ko nunun yalanlan içinde ya­ şıyoruz hâlâ.)

ATATÜRK'ÜN

HALKÇI LI K VE

d e m o k r a s id e n

NE ANLADIĞI

Tuncay’ın bu konudaki ilk yargısına tümüyle katılıyo­ rum. Ona göre, onun halk­ çılıktan anladığı şey «geniş kapsamlı bir demokrasi» ol mayıp (her ne ise o tür de­ mokrasi) sadece bir «anti- monarşizm» ve bir de «sta­ tü» ayrıcalıklarına düşman­ lıktı. Mustafa Kemal'in anla dığı halkçılık, kuşkusuz. Tun cay’ın anladığı demokrasi değildi. Giderek, herhangi bir demokrasi olup olmadı­ ğı da söz konusu değil. E- vet, Tuncay'ın kullandığı (ve benim kullanmıyaca- ğım) alafranga bir terimle «anti - monarşizm»di.

Mustafa Kemal, (hadi ben de alafranga bir terim kulla nayım) Osmanlı «monark» larının imparatorluğunun kesinlikle yıkıldığını, için­ deki halkların onunla olan ilişkilerinin bir daha gelmi- yeceğini en açıklık ve kesin­ likle anlayan bir kişi olmuş­ tu. (Sanıma göre, ona bağ­ lılığı çok daha öncesinden kopmuştu. Buna karşın 1919 ve sonrası yıllarda bile hâ­ lâ onun geri gelebileceğine inananlar, yalnız İstanbul'da değil. Ankara'da da sayısız denecek kadar çoktu). Mus­ tafa Kemal'in o halklardan biri olan Türk halkının kep di başına uğraşarak bir u- lus olmak zorunda olmak­ tan başka bir seçeneği kal­ madığını görecek kadarlık bir kavrama yeteneği de var dı. Onun anladığı şey, Tun­ cay’ın geniş kapsamlı de­ mokrasisi değil, ondan önce bulunması gereken bir şey, ulusal egemenlik kavramı­ dır.

MUSTAFA KEM'AL'IN İŞLEDİĞİ BUYUR SUÇ ister romantik naro- dizm anlamında olsun, ister Mete Tuncay'ın anladığı an­ lamdaki geniş kapsamlı ço­ ğulcu demokrasi anlamında olsun demokratik bir yöne­ tim kurmakla başlamamış ol mak dışında, Atatürk günü müze değin affedilmeyen da ha büyük başka bir «suç» işlemiştir. 1919 dan 1945 yı­ lına dek geçen çeyrek yüz­ yılın tarihi, onun düşman­ larının Türkiye'yi o zaman sokmak istedikleri uyduluk yörüngesine getirmek için harcadıkları çabaların ba­ şarıya önünde sonunda u- laştılar ama. daha sonraki tarihte ulaşmadığı bir dö­ nem olmuştur.

Eğer onun karşıtlarının o zaman erişileceğini umduk lan hedefe o zaman erişil­ miş olsaydı, Tuncay’ın Ata­ türkçülüğün hedefi diye gösterdiği (ve ileri sürdüğü iki nedenle başan şansı ol­ madığını söylediği) «Batı düzeyine çıkma» amacının, 75 sentlik başarısızlık sını­ rına gelindiği bir zamanda anlamış olmamızın sorumlu­ luğunu, Mustafa Kemal’in (az sonra anlatacağım) fark h bir yörüngeyi, seçeneği yeğlemiş olmasına yükletmek te haklı olacaktık. Ve belki de o zaman Tuncay'ın onca kaygılanarak belirttiği «hal­ ka rağmen» ve «biçimsel değerleri benimsetme» gibi yanlışlıklar da işlenmemiş olacaktı.

Hilâfet — saltanat rejimi olarak Osmanlı imparator­ luğunun kurtarılması umu­ dundan Mustafa Kemal gibi kuşkuya düşmüş gözüken kişilerle onun arasında çok gerginlik yaratan, ancak bel ki elde olmayan tesadüfle­ rin çözümlediği ve ondan sonra da unutulmuş gözü­ ken bir seçenek çatışması vardı. Bu, ünlü ABD «man- dat»sını sağlama sorunu ü- zerine çıkan anlaşmazlık sorunudur. Bu konuyu, yeri­ min elverdiği ölçüde ve şim diye dek anlatılandan az- çok ayrı bir biçimde ayrın­ tıyla anlatmayı yarına bıra­ kıyorum.

YARIN:

Mustafa Kemal’in

Affedilmeyen Suçu

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Gaziantep Kalesi 2003 yılı kazıları kale içindeki Geç Osmanlı Dönem yapı kalıntılarını ortaya çıkartarak belgelemek, bunlardan korunması gerekenlerin

Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XIV, Sayı: 42, Kasım 1998... Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XIV, Sayı: 42,

27 Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki 1885’ten sonra Osmanlı Ermeni cemaati ve Ermeni eğitim düzeni kendi içinde giderek parçalanır olmuş,

Acil ünitesine başvuran orta veya şiddetli travma- tik beyin hasarı olan hastaların retrospektif bir kohort çalışma- sında, kırmızı kan hücrelerinin transfüzyonu artmış

Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Tarih III: Yeni ve Yakın Zamanlarda Osmanlı-Türk Tarihi (1931: 43) kitabında yer alan bu ifadeler doğrultusunda Osmanlı ile ilgili olarak

總穴位名稱

Bizler zaman şeridinin, bir ucu yüzyıllar öncesinin derinliklerinde yi­ tip giden ince yollarında gezinirken, ışık gölge oyunlarıyla bezenmiş görsel imajlar birer iki­ şer

A Prospective Randomized Comparative Study between Baska Mask, Proseal LMA and I Gel During Positive Pressure Ventilation in Laparoscopic Cholecystectomy.. Logos Tıp