• Sonuç bulunamadı

Rabia Hatun:Tuhaf bir kıyamet

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Rabia Hatun:Tuhaf bir kıyamet"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TAKMA ADLAR, SANAL KİMLİKLER

Râbia Hâtûn: "Tuhaf Bir Kıyâmet"

ENİS BATUR

Nâzan Dânişmend

(Hüseyin Karakan, Şiirimizin Cumhuriyeti, C. II, s. 109)

Râbia Hâtûn “olay”ı 1948 yılında patlak verdi, ama sözkonusu şiirlerden birkaçı 1930’ların başından beri dillere destan olmuş, bir XVI. yüzyıl şairinin ürünleri olarak sunulan parçalara Peyanü Safa yazıla­ rında değinmişti. Aile dergisinin yayını başlatmasıyla birlikte kuşkulu bakışlar konuya yönelir. Büyük ola­ sılıkla Yahya Kemal’in görüşlerine dayanarak, Nihad Sami Banarlı sorunun üzerine gider. Birkaç ay sü­ ren, çeşitli kalemlerin devreye girdiği tartışmanın bir noktasında, İsmâil Hâmi beyden bulanık bir itiraf çı­ kagelir: Râbia Hâtûn, bir yıl önce genç yaşta (1911 —

1947) yitirdiği eşi Nâzan Dânişmend’in mahlasıdır, şiirlerin kendi elinden çıktığının bilinmesini isteme­ miştir.

Olay, olmadık yankılar da uyandırarak (inatla Râbia Hâtun’un sahici bir Dîvan şairi olduğunu, Er­ zurumlu ya da Bursalı olduğunu, türbesinin hâlâ ayakta durduğunu ileri sürenler çıkmıştır), bu itirafla kapanır. Arkada, birkaç canalıcı soru bırakarak: R o­ bert College’de öğrenim görmüş, Fuzulî Dîvam’m ezbere bilen Nâzan hanım mı bu şiirleri yazmıştı? Collège de France’da okumuş, Selçuklu tarihi üze­ rinde yoğunlaşmış İsmâil Hâmi Dânişmend’in şiirle­ rin yazımına katkısı olmuş muydu? Yoksa, bu tarih­ çimizin, ilk günden başlayarak ileri sürdüğü gibi, bir biçimde eline ulaşmış üç-dört yüzyıllık bir yazma­ dan esinlenerek bu şiirlerin yeniden yazıldığı gerçek miydi?

Bu kaygıların, benzerlerinin gerçi bir önemi yoktu. Dânişmend, 1961’de şiirleri bir kitapta top­ larken, başa yerleştirdiği “Zarurî Bir Tavzih”de en sağlam dayanağa başvurur bana kalırsa: “İsmâil Ha­ bib yevmî gazetelerden birinde neşrettiği haklı bir makalede her kim isterse nâm-ı müsteârla şiir yazıp neşretmekte serbest olduğunu, buna kimsenin karı- şamayacağım ve karışmak hakkı olmadığını ve bil­ hassa gerek Türk, gerek dünya edebiyyât târihinin her devrinde bunun bir çok misâlleri bulunduğunu söyliyerek vâveylâcıları akıl ve mantık dâiresine dâ- vet etmiş ve bir müddet sonra da mesele kapanıp gitmişti”.

İsmâil Habib Sevük’ün yaklaşımına katılmak en kestirme yol olsa bile, yazın tarihi, yazın kuramı, da­ hası yazı/n etiği açısından, Râbia Hâtûn imzalı şiir­ lerin konumlandırılmasını gerekli buluyorum, kendi payıma.

Yazı/n etiği bağlamında, yapılan tartışmaların bir kefesinde, esgeçilemeyecek bir soruyla karşılaşılı­ yor: İsmâil Hâmi Dânişmend, bu şiirleri önce bir Dî­ van şairinin ürünleri olarak sunarken, okurları ve

(2)

Vesika-lık

TAKMA ADLAR, SANAL KİMLİKLER

ENİS BATUR

yazın kamuoyunu amaçlı ya da amaçsız, kandırma ya da aldatma durumuna düşmemiş miydi?

Bu soruyu yalnızca etik düzlemde göğüslemeye yönelmek, hak-hukuk çerçevesine kilitler kişiyi. O zaman da, İsmail Habib’in haklı olarak değindiği bir yazınsal geleneği sorgulamaya dek vardırılır iş: Fark­ lı bir isim, farklı bir kimlik kullanmak ahlâk kapsa­ mında ele alınabilir mi?

Burada, hem yazın tarihinin, hem de yazın ku­ ramlarının, ahlâkçı bakışaçısının yaratıcılık sorunsalı çerçevesinde güdük kaldığını ileri süren bir perspek­ tiften akıl yürüttüğü gözlemleniyor. Dânişmend’in girişimini kandırma ya da aldatma amaçlı olarak gör­ memizi sonradan engelleyen, tam da etik dayanağı: Eşine, kimliğini açığa vurmayacağına söz vermiş. Yaptığı bir maskeleme. Maskeyi düşürmek için yapıl­ ması gereken teknik bir düzeyde, şiirlerin üzerinde çalışmak — çözüme de oradan varılıyor kaldı ki: Bu şiirlerin ancak bugün (o gün) yazan biri tarafından kaleme alınabileceği kanıtlanıyor.

Benzeri bir “olay”a, 1945 sonrası iki genç şairin, Rim baud’nun “La Chasse Sprituelle” şiirini sözü- mona yazmalarına, “Düş Teknisyenleri, Teknik Düşçüleri” başlıklı bir denememde değinmiş, André Breton’un düğümü çözüşünden sözetmiştim. Râbia Hâtûn olayıyla “sahte Rim baud” olayının hemen hemen aynı tarihlere denk düşmüş olması şüphesiz ilginç bir rastlantı. İsmail Habib’in işaret ettiği yerli örnekler, Gilles Laurendon ve Laurence Berro- uet’nin 1991‘de yayımladığı Canulars et autres Superc­ heries’ de sergilediği pek çok yabancı örnek, “takma isim”le “takma kimlik” arasındaki köprüyü katet- memizi kolaylaştırıyor. Ama asıl ünlü çıkışlar sonra gelecek: Sayısız kimliğe bölünen Pessoa, yetkin bir oyun kuran Romain Gary: Çeyrek yüzyıldır bu kar­ maşık “durum ”ları didiklem ekten geri durmadı

eleştirmenler, yazın ortamı’m kuşatan yapay değer dizgesinin ancak bu yoldan sarsılabileceği görüşünü savunanların sayısı günden güne arttı. Bunun sonu­ cunda, yurtdışında, yeniden aynı oyunun sahnelen­ diğine tanık olundu: İki genç şair, gene Rimbaud’ya başvurdular, Uluminations’u temize çekip büyük yayı- nevlerine gönderdiler: Modern çağın en güçlü me­ tinlerinden birini bütün yayınevi yöneticilerinin “yayımlanmaya değer” bulmamaları fırtınayı ateşle­ meye yetti.

Aynı yıllarda, Türk edebiyatı bağlamında da benzer kimi bahtsızlıklarla karşılaşıldı: Türk Dili der­ gisi Yunus Koray’ın Metin Eloğlu imzasıyla gönder­ diği şiiri sanırım biraz da imzaya güvenerek yayımla­ dı. Reşit İmrahor o sıralarda sahneye çıktı. Aramızda kalsın, bu son onbeş yıl içinde başka “şey”ler de ol­ du. Belki bir gün, Râbia Hâtun’un çocukları ve to­ runları saptanır, soykütük belirlenir: Sahibinin sesi metin ne demektir, o zaman daha iyi anlaşılır.

Râbia Hâtûn şiirleri, ürünle ürün sahibi arasında­ ki ilişkiyi irdeleyebilmek açısından, kıymetli bir kay­ nak oluşturuyor. Klâsik bir örnek geliyor hemen ak­

la: Portekiz Mektupları. Aslı —sözümona— bulunama­

mış, çeviri yoluyla Dünya Edebiyatı’nda köşetaşı sta­ tüsüne erişmiş o küçümen kitabın yazarını, iki yüzyıl sonra, tanımamızın ya da tanımamamızın uzunuzadı- ya bir anlamı var mı? Râbia Hâtun’un, Necatigil’in Edebiyatımızda isimler Sözlüğü’nde madde olması ye­ rinde bir karar: İster Nâzan hanım tarafından yazılmış olsun bu şiirler, ister İsmâil Hâmi Dânişmend tarafın­ dan, Râbia Hâtun’a kendisinden öte bir kimlik ara­ manın anlamını göremiyorum.

Dânişmend’in deyişiyle, Râbia H âtun’un etra­ fında koparılan “tuhaf kıyâmet”, ne yazık ki poetik sorunun yeterince gündeme gelmesini engellemiştir. Şiir bilirkişilerinin, 1948 yılında, bu şiirlerin geçmişe

(3)

Vesika-lık

TAKMA ADLAR, SANAL KİMLİKLER

ENİS BATUR

ait olamayacağı yönündeki savlan, şiir dili üzerinde önemli gözlemlerin ifade edilmesini sağlamıştı gerçi; gene de, temel bir soru gözden kaçırılmıştı: Bu şiir­ ler geçmişe ait olmadıklarına göre, hangi döneme aittiler?

Râbia Hâtûn olayı patlak verdiğinde, Türk şi­ irinin evrim çizgisinde ayrımlaşmalar başgöstereli epey olmuştu: Nâzım Hikmet çoktan çıkışını ta­ mamlamış, Garip hareketi çiçek gibi açmış, Dağlar­ ca Çakırın Destanı m ve Daha’yı, Asaf Hâlet Çelebi He’yi ve Lamelifi yayımlamışlardı. Gelenek cephe­ sinde, Yahya Kemal’in yolu tıkanmış görünüyor­ du; onun açtığı yoldan, “sahibinin sesi” olmayacak yeni ürünlerin çıkıp çıkmayacağını kestirmek ola­ naksızdı. Râbia Hâtûn olayının bir ucunu buradaki tıkanıklığa bağlamak eldedir. T anpınar’ın, R a- do’nun aktardığı gibi, bu şiirleri dinledikten sonra Râbia Hâtun’u “bizim en büyük şairimiz” ilân et­ tiği (hem de Yahya Kemal yaşarken) doğru olabilir mi? Doğru ya da yanlış, Tanpınar’ın Râbia Hâtûn şiirlerini Yeni Şiir hareketleri karşısında bir sığmak saymış olması olasılığı bana zayıf görünm üyor. Yahya Kemal’e gelince, “sahtekârlık” vurgusuna karşın, kanımca aynı gerekçelerle, 1948’in şiir tab­ losuna yönelik cümlesini esirgememişti: “Hâsılı bir sahtekârlık ise de, bu şiir yoksulluğunda iyi bir şey­ dir”.

Demek ki, Râbia Hâtûn şiirleri, günışığına çıkıp gözleri kamaştırdığı günlerde, Türk şiirinin gelenek­ çi çizgisinin, Yeni Şiir hareketi önünde can simiti gibi sarıldığı, bir tür “yenidendoğuş” umuduyla ilgi­ lendiği bir toplam görünümü taşımaktaydı. Modern Türk şiirinin o çizgiye dönmesi, sahiden de sözkonu- su olabilir miydi?

Kestirip atan bir yanıtla yetinmek, yedi-sekiz yıl sonra II. Yeni hareketinin başlamış olduğunu, dola­

yısıyla geri dönüşsüz bir yenilik çizgisinin herşeye karşın sürüp gideceğini bugünden bakıp anımsat­ mak, bir yol. Bir ülkenin şiirinin, şiir dilinin düzçiz- gisel evrim yasasına bağlı biçimde değerlendirileme­ yeceğini ileri sürmek, ikinci bir yol.

Gerçi “rübai” değildir Râbia Hâtûn şiirleri, bi­ rer kıt’adır; gene de, o dörtlükleri karşılaştırmak ge­ rekir, ileri-geri hareket ederek: Önce Yahya Ke­ mal’in, sonra Nâzım’m rübai çalışmalarıyla; minör bir çizgide de olsa, Fuat Bayramoğlu’nunkilere, hat­ tâ Arif Nihat Asya’nınkilere, giderek Attilâ İlhan’a bakmak gerekir: Bir etki geçişiminden sözedilebilir mi? Özellikle 1970 kavşağında gelenek deposuna eğilen yenilikçi şairler üzerinde Râbia H âtun’un edasının bir payı gözlemlenebilir mi?

“Olay’hn önemi başka: Râbia Hâtun’un kimliği ve konumu, sunuluş biçimi ve alımlanışı, dönemin zihniyet haritasının çıkarılması açısından temel bir denek ortaya koyar. Kim, hangi gövde gösterilerine, alım-çalım harekâtına hangi dil, sözlük, üslûpla kal­ kışmıştır, incelemek yararlı olacaktır. Gölgede, göl- gealtında kalan yanlarıyla İsmail H âm i D âniş- mend’in de kurcalanması beklenir. Bir “ortam”ı ser­ gileyen düşünce ve tavır “refleks”lerini okuma'nın katkıları küçümsenemez; bu işlemler açısından, Râ­ bia Hâtûn gibi atipik bir olgunun elimizin altında durması bir bakıma şanstır.

Son olarak, şiirlerin ve olayın unutuluşundan do­ ğan sonuçlara eğilmek istiyorum. Ülke edebiyatının gelişim çizgileri, çizgi zincirlerinin herbirindeki ca- nalıcı önem barındıran halkaların eklem mantığı, genel ve özel yargılar çerçevesinde, birincil etmenler arasında yer alır. Bunlar görülmüyorsa, sis egemen olacak demektir. Sisin içinde ölçüler koymak, ölçüt­ ler geliştirmek tehlikeli, yanıltıcı çabalara dönüşebi­ lir. Bir kültürün geleceğine yol alırken, onun

geç-f k

262

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

G üneşli havalarda dışarıda uzun zaman geçirmek pek çoğumuz için keyifli olsa da Güneş’in zararlı ışın- larından korunmak için bazı önlemler alırız?. Ancak bu

Kjeldahl metodunda incelikli sonuçlar alınmakla beraber uzun bir süre gerekmekte ve ana­ liz esnasında niimune bünyesi, kimyasal işlem ler yüzünden değişikliğe

Bireyler bilgileri nasıl öğrenirse ileriki hayatlarında da öyle kullanacaklarından bilginin kazandırılma Ģekli ve bu süreçte öğrenen bireylerin yaĢadıkları

tartışma şu şekilde sürdürülür: Seküler dindarlık ve yeni dinî eğilimlerle ilgili çeşitli araştırmalar, tarihi dinlerin modern inanç sistemlerinin bazı bölümlerinde

tested(testⅠ).In the second regiment, chlorella (0%,1%, 5% and 10%)was added to the diet for feeding the hyperlipidemia in rats, and the hypolipidemic effects of chlorella

özellikle (Goldene Apfel-K~z~l Elma, 35-73 sah.) mitinin ele al~nd~~~~ bölüm, bu konuda okuyucuya yeni veriler getirecek baz~~ sorunlar~~ ayd~nlatacak güçte de~il, kitabta ele

Önceleri ilkokul olan, köy eşrafından Mustafa Ağırnaslı’nın yaptırdığı bu güzel yapı, daha sonra, Mimar Sinan Kültür Merkezi haline getirilmiş.. Üç

Inadvertent intra-arterial administration of propofol can be a possibility during induction of anesthesia in a patient with an anomalous radial artery located in the anatomical