• Sonuç bulunamadı

GLİSEMİK İNDEKSİ YÜKSEK BESİNLERİN TÜKETİMİYLE VÜCUT AĞIRLIĞI ARASINDAKİ İLİŞKİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "GLİSEMİK İNDEKSİ YÜKSEK BESİNLERİN TÜKETİMİYLE VÜCUT AĞIRLIĞI ARASINDAKİ İLİŞKİ"

Copied!
111
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AİLE EKONOMİSİ VE BESLENME EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

GLİSEMİK İNDEKSİ YÜKSEK BESİNLERİN TÜKETİMİYLE VÜCUT AĞIRLIĞI ARASINDAKİ İLİŞKİ

Hatice GÜNEŞ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Sıdıka BULDUK

(2)

Ekonomisi ve Beslenme Eğitimi Anabilim Dalında Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.

Adı Soyadı İmza

Üye (Tez Danışmanı):Prof. Dr. Sıdıka BULDUK ... ... Üye : Prof. Dr. Mine ARLI ... ... Üye : Yrd. Doç Dr. İbrahim KISAÇ... ... Üye : ... ... Üye : ... ...

(3)

araştırma yapılmış ve farklı diyetler denenmiştir. Son yıllarda gündemde olan Gİ kavramı, bu konuya farklı bir bakış açısı getirmiştir. Vücut ağırlığının kontrol edilmesinde yiyeceklerin Gİ düzeyinin etkisini netleştirebilmek için her geçen gün litaratüre yeni araştırmalar katılmaktadır.

Ülkemizde besinlerin Gİ düzeyinin vücut ağırlığına etkisi üzerinde yapılmış çalışma sayısı sınırlıdır. Bu konudaki boşluğu doldurmasa da ışık tutacağını umut ettiğim bu çalışmayı yürütürken benden anlayışını ve desteğini esirgemeyen danışmanım Prof. Dr. Sıdıka BULDUK’a, değerli katkılarından dolayı Prof Dr. Mine ARLI’ya, Yrd. Doç. Dr. İbrahim KISAÇ’a, her aşamada bana yol gösteren Yrd. Doç. Dr. Yasemin DEMİRCİOĞLU’na, ayrıca İsmail KARADEMİR’e, Gülsüm DEREKAYA’ya, eşime, kızlarıma, dostlarıma, benden inancını ve güvenini esirgemeyen herkese teşekkür ederim.

(4)

GLİSEMİK İNDEKSİ YÜKSEK BESİNLERİN TÜKETİMİYLE

VÜCUT AĞIRLIĞI ARASINDAKİ İLİŞKİ

Güneş, Hatice

Yüksek Lisans, Aile Ekonomisi ve Beslenme Eğitimi Anabilim Dalı Tez Danışmanı: Prof. Dr. Sıdıka BULDUK

Nisan, 2007

Bu araştırma ilköğretime devam eden 13- 15 yaşlarındaki ergenlerin mevcut beslenme alışkanlıkları doğrultusunda günlük diyetlerinin G

İ

(Glisemik İndeks) düzeyi ile beden ağırlıkları arasındaki ilişkiyi tespit etmek amacıyla yapılmıştır.

Araştırmanın çalışma grubunu, Toygar Börekçi İlköğretim Okuluna 2005-2006 eğitim öğretim yılında devam eden 13- 15 yaş aralığındaki 143 ergen oluşturmuştur.

Araştırmacı tarafından geliştirilen bir anket aracılığı ile toplanan veriler SPSS 11.0 ve BEBİS programları kullanılarak bilgisayar ortamına aktarılmış, ortalama, standart sapma, t testi, korelasyon, X² ve tek yönlü varyans analizleri yapılmıştır.

Ergenlerin besin tüketim sıklıklarına her gün bakıldığında; ekmek, şeker, kola, çikolata, pilav, havuç, dondurma, makarna, yoğurt, süt ve şekerlemeyi daha çok tükettikleri görülmüştür. G

İ

düzeyi yüksek yiyeceklerden böreğin (Erkek=137,0 g, Kız=96,8 g), düşük yiyeceklerden yeşil sebzelerin (Erkek= 98,2 g, Kız=189,6 g) tüketim miktarının cinsiyete göre gösterdiği farklılık anlamlı bulunmuştur (p<0,05).

(5)

çinkonun yetersiz; protein miktarının (erkek= 56.3±20.23 g, kız= 56.0±16.10 g) yeterli olduğu görülmüştür.

Ergenlerin diyetlerinden aldıkları enerjinin harcadıklarından daha az olduğu tespit edilmiştir. Cinsiyete göre enerji harcaması (p<0.001) ve protein tüketiminde (p<0.01) önemli bir farklılık olduğu görülmüştür .

Ailelerin gelir ve eğitim seviyesine göre, karbonhidrat tüketimi ve diyetin Gİ düzeyindeki farklılığın önemli olduğu tespit edilmiştir (p<0.005).

Ergenlerin yeterli ve dengeli beslenme konusunda temel eğitim kapsamında bilgilendirilmelerinin, özellikle gelir seviyesi yüksek ailelerin ise Gİ düzeyi yüksek yiyecekler konusunda bilinçlendirilmelerinin yarar sağlayacağı düşünülmektedir. Ayrıca günlük diyetlerin ve öğünlerin G

İ

düzeyini belirlemeye yönelik daha fazla çalışmanın yapılması faydalı olacaktır.

(6)

THE RELATION BETWEEN THE CONSUMPTION OF FOOD WITH

HIGH GLYCEMIC INDEX AND BODY WEIGHT

The aim of this study is to investigate the relation between glycemic Index of daily diets of adolescents between 13-15 and their body weight in view of their present eating habits.

The study group of the investigation comprises 143 students between 13-15 who attended Toygar Börekçi Primary Education School during 2005-2006 academic years.

Data collected using a questionnary developed by the investigator were analyzed using SPSS 11.0 and BEBİS programs and mean, standard deviation, t test, correlation, chi-square and one way variance analyses were carried out.

When the frequency of the food consumption in adolescents was investigated, it was established that they consumed bread, sugar, cola, chocolate, rice, carrot, ice cream, noodles, yogurt, milk and sugar candies more. The difference between sexes in terms of the consumption of pastry, which is a food with high GI (male=137,0 g. Female= 96.8 g) and green vegetables with low GI (male= 98.2 g, female= 189.6 g.) was found to be significant (p<0.05). It was also established that the energy they received from daily diets was (male=1704.8±482.22 kcal, female =1591.9±567.69 kcal) inadequate; similarly the consumption of calcium, magnesium, iron and zinc

(7)

It was also found that the energy adolescents received from their deists warless than that they spent. A significant difference was found between sexes with regard to energy expenditure (p<0.001) and consumption of protein (p<0.01).

It was also established that the relation between the income and the education level of the families and carbohydrate consumption and GI level of the diet was significant (p<0.005).

In conclusion, it is thought it will be beneficial if adolescents are informed about adequate and balanced nutrition in the framework of basic education and especially families with high income level should be informed about food with high GI index. In addition, further studies that try to determine the GI level of daily food and diets are warranted

(8)

Sayfa

JÜRİ ÜYELERİNİN İMZA SAYFASI ... iii

ÖNSÖZ ...iv

ÖZET ...v

ABSTRACT ...vii

İÇİNDEKİLER...xi

KISALTMALAR VE SİMGELER ...xii

TABLOLAR LİSTESİ... xiii

1. GİRİŞ...1 1.1. Araştırmanın Amacı ...2 1.2. Araştırmanın Önemi ...3 1.3. Araştırmanın Sınırlılıkları...4 1.4. Sayıltılar...4 2. KURAMSAL ÇERÇEVE...5

2.1. Ergenliğin Tanımı ve Süreci ...5

2.1.1. Ergenlik Döneminin Özellikleri ...5

2.1.2. Ergenlik Döneminde Beslenme...6

2.1.3. Ergenlerin Enerji ve Besin Ögesi İhtiyaçları...7

(9)

2.2.3. Obezitenin Sonuçları...15

2.2.4. Obeziteden Korunma ...17

2.3. Glisemik İndeks (Gİ) ve Sağlıklı Beslenme ...18

2.3.1. Gıdaların Glisemik İndeksini Etkileyen Faktörler...21

2.3.2. Bazı Yiyeceklerin Glisemik İndeksleri ...23

2.4. İlgili Araştırmalar ...25

3. YÖNTEM ...29

3.1. Araştırmanın Modeli...29

3.2. Çalışma Grubu...29

3.3. Veri Toplanma Aracı ...29

3.4. Verilerin Toplanması ...30

3.5. Verilerin Analizi...31

4. BULGULAR VE TARTIŞMA ...33

4.1. Ergenlerin Özellikleri ...33

4.2. Ergenlerin Besin Tüketim Durumları ...39

4.3. Ergenlerin Besin Ögesi İhtiyaçlarını Karşılama Durumları...52

4.4. Ergenlerin Diyetlerinin Glisemik İndeks Düzeyi ve Karbonhidrat Tüketim durumları...61

5. SONUÇ ve ÖNERİLER ...69

5.1. Sonuç ...69

(10)

EKLER...85 EK1. Araştırma İzni ... EK2. 2-18 Yaş Grubu Bireylerin Boy Uzunluğu Ve Vücut Ağırlığı Referans Değerleri- Nchs (13). ... EK3. Anket Formu Örneği ...

(11)

BMH: Bazal Metabolizma Hızı CDH: Diyet ve Sağlık Komitesi FAO: Dünya Gıda Örgütü Gİ: Glisemik İndeks GL: Glisemik Load (Yük) ISOPS: İzoprostan MDA: Malondialdehit

NIDDM: Non-İnsülin-Dependent Diabetus Mellitus(Tip II Diyabet) NHANES: National Health and Nutrition Examination Survey SED: Sosyo-ekonomik Düzey

WHO: Dünya sağlık Örgütü TEF: Yiyeceklerin Termik Etkisi

(12)

1 Ergenlik Döneminde Besin Gruplarından Bir Günde Alınması Gereken Miktar.8 2 Ergenlik Döneminde Günlük Alınması Önerilen Enerji ve Besin Ögesi Miktarı.9

3 Bazı Besinlerin Glisemik İndeks Değerleri ...24

4 Ergenlerin Demografik Özelliklerinin Dağılımı ...33

5 Ergenlerin Vücut Ağırlıklarının Ortalamaları...35

6 Ergenlerin Cinsiyetlerine Göre Boylarının Ortalamaları...37

7 Ergenlerin Cinsiyetlerine Göre Kilo ve Boylarının Ortalamaları, Standart Sapmaları ve t Testi Değerleri...37

8 Ergen ve Ailelerinin Hastalık Durumlarının Dağılımı ...38

9 Ergenlerin Besin Tüketim Sıklıkları...40

10 Ergenlerin Cinsiyetlerine Göre Besin Tüketim Miktarlarının Ortalamaları, Standart Sapmaları ve t Testi Değerleri ...46

11 Ergenlerin Cinsiyetlerine Göre Günlük Tükettikleri Makro Besin Ögesi Miktarlarının Ortalamaları, Standart Sapmaları ve t Testi Değerleri ...53

12 Ergenlerin Cinsiyetlerine Göre Günlük Tükettikleri Ortalama Mikro Besin Ögesi Miktarlarının Ortalamaları, Standart Sapmaları ve t Testi Değerleri ...56

13 Ergenlerin Cinsiyetlerine Göre Diyetlerindeki Karbonhidrat Çeşitleri ve Glisemik İndeks Düzeyinin Ortalamaları, Standart Sapmaları ve t Testi Değerleri .62 14 Ergenlerin Cinsiyetlerine Göre Günlük Diyetlerindeki Glisemik İndeks Dağılımlarının X2 Değerleri ...63

15 Ergenlerin Vücut Ağırlıkları İle Diyetlerinin Gİ Düzeyinin Ortalamaları, Standart Sapmaları ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları ...64

(13)

Sonuçları ...65 17 Araştırmaya Katılan Ergenlerin Annelerinin Eğitim Durumuna Göre Tükettikleri Besinlerin Gİ Ortalamaları, Standart Sapmaları ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları ...66 18 Araştırmaya Katılan Ergenlerin Ailelerinin Gelir Durumuna Göre Karbonhidrat Tüketimlerinin Ortalamaları, Standart Sapmaları ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları ...66 19 Araştırmaya Katılan Ergenlerin Ailelerinin Gelir Durumuna Göre Tükettikleri Besinlerin Gİ Ortalamaları, Standart Sapmaları ve Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları ...67

(14)

GİRİŞ

Canlılar, en ilkel şekliyle tek bir hücreden ve ilerlemiş şekliyle birbirleri ile dengeli bir şekilde çalışabilen milyarlarca hücreden meydana gelmiştir. Bu hücreler, büyüyüp çoğalabilmek, protoplazmalarını yenileyebilmek ve çevreye uyabilmek için, birtakım fiziksel ve kimyasal işlemleri sürdürmek zorundadır. Metabolizma olarak ifade edilebilecek bu işlemlerde, enerji kullanılır ( Field ve ark., 2003).

Büyüme ve gelişme, hayatın belli dönemlerinde hızlanan, belli dönemlerinde yavaşlayan, belli dönemlerinde de duran bir değişkenlik göstermektedir. Büyüme ve gelişme hızı, bireyin beslenme şekliyle çok yakından ilgilidir. Büyüme ve gelişmenin hızlandığı dönemlerde, vücudun besin ögesi ihtiyacı da artar (Baysal, 2002).

Gerçekte çok karmaşık olan büyüme, beslenme, kalıtım, hormonal durum, cinsiyet, çevresel koşullar, sosyo-ekonomik düzey, kültür ve gelenekler gibi çok çeşitli faktörlerin etkisi altındadır. Yıllardır süregelen çalışmalar; büyüme, gelişme ve sağlıklı olarak yaşamın sürdürülebilmesinin bütün bu unsurların yanı sıra, yeterli oranda enerji, protein, mineral ve vitaminlerin tüketimine bağlı olduğunu göstermiştir (Baysal, 2002).

Büyüme ve gelişmenin en hızlı olduğu dönemlerden birisi olan ergenlik döneminde kişilik gelişimi ve alışkanlıklar da şekillenir. Sağlıklı ve dengeli beslenme alışkanlıkları kazanamamış bireylerde, vücut ağırlığındaki dengesizliği takip eden birçok sıkıntının ortaya çıktığı, yapılan araştırmalarda gözlenmiştir (Field ve ark., 2003).

Aşırı vücut kilosu, son yirmi yıldır hızlı artış oranlarına ulaşmıştır. Tahminen dünya çapında 302 milyon erişkin, yani yaklaşık olarak erişkinlerin %40’ından fazlası Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) kriterlerine göre obezdir, kardiyovasküler hastalık ve diyabet oluşumu konusunda yüksek risk altındadır. Bu oran, 1980’lerin başındaki oranın yaklaşık iki katına ulaşmıştır (Brand-Miller ve ark., 2002; Pawlak ve ark., 2002).

Obezite ve aşırı kilo oranları, hükümetlerin ve sağlık hizmeti sunanların bu eğilimi önleme çabalarına rağmen, çoğu batılı ülkede ve Amerika’da artmaya devam etmektedir. Bu küresel sorunun altında yatan sebepler karmaşıktır. Genetik faktörler hassas bir rol oynasa da, genlerdeki değişimler, son on beş yıl içinde obezite

(15)

oranındaki bu artışı açıklayamamaktadır (Tunçbilek, 2003). Azalan fiziksel aktiviteler, bol ve kolay ulaşılan, enerjisi yoğun, son derece leziz gıdalar, sosyal ve ekonomik etkiler, aşırı kilo ve obezitenin hızlı artışına neden olmaktadır (Brand-Miller, 2002).

Obezite; tedavisi önemli, çok yönlü ve güç olan kronik bir hastalıktır. Uzun dönem takibinde, tedaviden genellikle sevindirici sonuçlar alınamadığı görülmektedir (Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996). Bu nedenle obezitenin ortaya çıkmadan önce ya da başlangıç döneminde önlenmesi önem kazanmıştır.

Yapılan araştırmalarda, karbonhidrat kaynaklarının tüketildikten sonraki sindirim sürecinde kan şekeri ve insülin salgısı üzerinde birbirinden farklı etkilere yol açtığı tespit edilmiştir (Jenkins ve ark 1983; Pawlak ve ark 2002). Değişik karbonhidrat kaynaklarının kan glukoz düzeyine etkisini tahmin etmek için, Glisemik İndeks (Gİ) terimi gündeme gelmiştir. Birçok beslenme uzmanı ve tıp doktoru, sağlıklı bir diyetin yeterli ve dengeli olmasının yanında Gİ düzeyinin de düşük olması gerektiğini önermiştir. Kısa süreli beslenme çalışmalarında Gİ ile doygunluk arasında ters ilişki bulunmuştur. Orta süreli klinik çalışmalarda ise Gİ düzeyi düşük diyetlerde, Gİ düzeyi yüksek diyetlerden daha fazla kilo kaybı olduğu görülmüştür (Pawlak ve ark., 2002).

1.1. Araştırmanın Amacı

Bu araştırmanın amacı ilköğretime devam eden ergenlerin mevcut beslenme alışkanlıkları doğrultusunda günlük diyetlerinin Gİ (Glisemik İndeks) düzeyi ile beden ağırlıkları arasındaki ilişkiyi çeşitli değişkenler açısından tespit etmektir. Bu genel amacın yanı sıra araştırmanın alt problemleri şunlardır:

a ) Ergenlerin besin tüketim sıklıkları nasıldır?

b ) Cinsiyete göre besin tüketim miktarları farklılaşmakta mıdır?

c ) Cinsiyete göre makro ve mikro besin ögesi tüketim miktarı anlamlı olarak farklılaşmakta mıdır?

d ) Cinsiyete göre diyetlerinin Gİ düzeyi ve karbonhidrat çeşitleri anlamlı olarak farklılaşmakta mıdır?

(16)

e ) Cinsiyete göre diyetteki düşük, orta ve yüksek GI düzeyi anlamlı olarak farklılaşmakta mıdır?

f ) Ergenlerin vücut ağırlıkları ile diyetlerinin Gİ düzeyi arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

g ) Ergenlerin annelerinin eğitim durumuna göre karbonhidrat tüketim miktarı anlamlı olarak farklılaşmakta mıdır?

h ) Ergenlerin annelerinin eğitim durumuna göre diyetlerinin Gİ düzeyi anlamlı olarak farklılaşmakta mıdır?

i ) Ergenlerin ailelerinin gelir durumuna göre karbonhidrat tüketim miktarı anlamlı olarak farklılaşmakta mıdır?

j ) Ergenlerin ailelerinin gelir durumuna göre diyetlerinin Gİ düzeyi anlamlı olarak farklılaşmakta mıdır?

1.2. Araştırmanın Önemi

Gİ kavramı, Jetkins ve arkadaşları tarafından 1981 yılında ortaya atılmıştır. O günden bu yana birçok ülkede konu ile ilgili araştırmalar yapılmıştır ve halen de yapılmaktadır. Bu çalışmaların bazıları kısa süreli, bazıları orta ve uzun süreli deneysel ve durum tespitine yönelik çalışmalardır.

Yapılan literatür incelemesinde, Türkiye’de yapılmış üç deneysel çalışmaya, bir tane de derleme makaleye ulaşılabilmiştir. Deneysel çalışmalar bal, ekmek ve bulgurun Gİ düzeylerinin belirlenmesi üzerine yapılmıştır (Albayrak, 1989; Lodos, 1991). Erbaş (1990) pirinç, bulgur ve mercimeği pişirme yöntemlerinin bu yiyeceklerin Gİ’lerini önemli derecede etkilediğini tespit etmiştir.

Türkiye’de, 13-15 yaş grubu üzerinde günlük diyetlerinin Gİ düzeyinin belirlenmesi konusunda yapılmış bir araştırmaya rastlanmamıştır. Bu araştırma, 13-15 yaş ergenlerin mevcut beslenme alışkanlıkları doğrultusunda günlük diyetlerinin Gİ düzeyini ve bunun beden ağırlığı üzerindeki etkilerini tespit edecek ve konu ile ilgili kendinden sonra yapılacak araştırmalara yol gösterecektir.

(17)

1.3. Araştırmanın Sınırlılıkları

Bu çalışma, 2005-2006 eğitim öğretim yılı ile, Ankara ili Keçiören ilçesi Toygar Börekçi İlköğretim okulunun 13-15 yaş arası öğrencileriyle sınırlıdır.

1.4. Sayıtlılar

- Araştırmaya katılan ergenlerin veri toplama aracına içtenlikle ve yansız cevaplar verdikleri kabul edilmiştir.

(18)

KURAMSAL ÇERÇEVE

Ergenlik dönemi, büyüme ve gelişmenin en hızlı olduğu dönemlerden birisidir ve 13- 15 yaşı da içine alır. Aşağıda ergenlik döneminin tanımı, özellikleri ve bu dönemdeki besin ögesi ihtiyaçları inceledikten sonra, şişmanlık ve Gİ konuları üzerinde durulacaktır.

2.1. Ergenliğin Tanımı ve Süreci

Adölesan sözcüğü Latincede “adolescanse” den gelmektedir. Anlamı “büyümek ve olgunlaşmak”tır (Hurlock, 1973).

Ergenlik, çocukluktan erişkinliğe geçiş döneminde organizmada oluşan karmaşık biyolojik olgunlaşma için kullanılırken, adölesan bunların yanı sıra ruhsal gelişme ve adaptasyonu da kapsayan bir terimdir (Neyzi ve Alp, 1977). Diğer bir deyişle adölesan, çocukluktan erişkinliğe geçişte bir köprü sağlayan fiziksel, ruhsal, zihinsel ve sosyal büyüme ve gelişme dönemidir (Önay, 2002). Dilimizde iki kavram birbirinin yerine kullanılmaktadır, bu araştırmada ergenlik kavramının kullanılması tercih edilmiştir.

Ergenlik döneminin başlama ve bitiş sınırlarını tam olarak belirlemek güçtür. Bireysel farklılıklar, cinsiyet, iklim, sosyo-ekonomik durum ergenlik döneminin başlama ve bitiş yaşlarını etkiler. Fizyolojik olarak adölesan dönemi, cinsiyet karakterlerinin ilk belirtilerinin ortaya çıkması ile başlar, somatik büyümenin durması ile sona erer. Bireysel farklılıkların göz önünde tutulması koşuluyla, kızlarda 10-17, erkeklerde 12-19 yaşlar arasını kapsayan bir dönem olduğu söylenebilir (Önay, 2002).

2.1.1. Ergenlik Döneminin Özellikleri

Ergenlik dönemi, 0-1 yaştan sonra büyüme ve gelişmenin en hızlı olduğu ikinci dönemdir. Büyüme atağı 18-24 ay sürer. Kızlarda erkeklerden yaklaşık iki yıl önce başlar. Ortalama olarak kızlarda 10, erkeklerde 12 yaşında başlayan ve sırasıyla 12 ve 14 yaşlarında en yüksek hıza ulaşan “boy uzama atağı” giderek yavaşlamakla

(19)

birlikte, her iki cinste de 17-18 yaşlarına hatta erkeklerde 20’li yaşlar kadar devam eder. Bu dönemde ergen, erişkin hayattaki boy uzunluğunun %15’ini kazanır. Kas kitlesi ve beden ağırlığında da aynı şekilde artış atakları gözlenir. Yaklaşık olarak erişkin iskelet kitlesinin %48’i, ideal beden ağırlığının %50 si bu dönemde kazanılır. Kalp, akciğer, dalak, böbrekler, pankreas, tiroid, adrenaller en az bir misli, testisler ise yaklaşık on misli ağırlık artışı gösterirler (Önay, 2002).

Ergende büyümenin hızlanması, vücudun bütün kısımlarında aynı anda başlamaz. Önce bacak uzaması hızlanır. Kızlarda pelvis, erkeklerde göğüs kafesi genişliğindeki artışlar bunu daha geriden izler. Omuz genişliği, göğüs ön-arka çapı ve omurga yüksekliğindeki artışlar ise daha sonra hızlanır. El ve ayaklar ile kol ve bacakların distal parçalarının büyümeleri, proksimal kısımlardan önce hızlanır ve tamamlanır. Böylece genç, eski orantılı görünümünü kaybeder. Ter ve yağ bezlerinin aktivitesindeki artış sonucu, vücut kokularının belirginleşmesi, ergenlik sivilceleri, saçlarda yağlanma ve kepeklenmeler, ses kalınlaşması, menarş ve ilk yıllarda adet düzensizliği, iskelet ve kas gelişiminin aynı zamanda ve oranda olmayışına bağlı olarak sakarlık artışı bu dönemin diğer özellikleri arasındadır (Kınık, 1996).

Hızlı büyüme ve gelişme ile birlikte ergende duygu, düşünce, değer yargıları, davranış biçimi, ana baba ve yaşıtlarla olan ilişkiler, bağımlılık ve sorumluluk, duygularında hızlı bir değişim gözlenir (Hüner ve Demirkol, 1997).

2.1.2. Ergenlik Döneminde Beslenme

Beslenme durumu ergenlik döneminin başlangıcını büyük ölçüde etkiler. Besin ögesi ve enerji eksikliği büyümeyi ve biyolojik olgunluğu geciktirir.

Ergenlik döneminin en önemli özelliği olan hızlı büyüme ve gelişme olayı, besin ihtiyacının en yüksek düzeye çıkmasına neden olur. Bazal ihtiyaçların artması büyümenin de arttığını gösterir (Türkmen, 1996). Çok hızlı büyüyen genç, yetersiz ve dengesiz beslenmeden en çok bu dönemde zarar görür. Ergende gelişen büyüme atağı, cinsel gelişme, zamanla değişebilecek fiziksel aktivite yoğunluğu ergenin bu dönem içinde izlenmesini, enerji ve besin ögesi ihtiyacının bu faktörler göz önünde bulundurularak düzenlenmesini gerektirmektedir (Kınık, 1996).

(20)

2.1.3. Ergenlerin Enerji ve Besin Ögesi İhtiyaçları

İnsanların enerji ve besin ögesi kaynağı besinlerdir. Çeşitli hayvansal ve bitkisel dokular, besin olarak kullanılır. Besleyici değer bakımından birbirine benzeyen besinler belirli gruplar altında toplanabilir:

a ) Et ve et ürünleri, yumurta ve kurubaklagiller, b ) Süt ve süt ürünleri,

c ) Sebze ve meyveler, d ) Tahıl ve tahıl ürünleri, e ) Yağlar ve şekerler.

Eğer insan bu grupların her birinden gün içinde belirli miktarlarda alabilirse, enerji ve besin ögesi gereksinimini dengeli karşılamış olur. Erişkin bireylerin enerji ve besin ögesi ihtiyaçlarının belirleyen yaş, cinsiyet, ağırlık, boy, vücut yapısı, vücut yüzeyi, sosyo-ekonomik durumu, çalışma koşulları, beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite, iklim vb. faktörler ergenlik çağı çocuğunun enerji ve besin ögesi ihtiyaçlarının belirlenmesinde kullanılırsa, yeterli ve doğru olmaz.

Ergenlerin yeterli ve dengeli beslenebilmesi için bu besin gruplarındaki yiyeceklerden bir günde tüketmesi gereken miktarlar g olarak Tablo 1’de verilmiştir (Önay, 2002).

Tablo 1. Ergenlik Döneminde (13-15 Yaş) Besin Gruplarından Bir Günde Alınması Gereken Miktar (gr/gün)

Kız Erkek

Et, yumurta ve kurubaklagiller 155 155

Süt ve süt ürünleri 500 500

Sebze ve meyveler 400 400

Tahıl ve tahıl ürünleri 400 300

Yağlar 60 50

(21)

Ergende bu faktörlere ek olarak boyun uzama hızı ya da yaşa göre boy uzunluğu gözlenerek, boydaki artışa yani büyüme atağına göre enerji ve besin ögesi gereksinimlerinin hesaplanması önerilmektedir (Bozkurt, 2000). Ergenlerin enerji ihtiyaçları; yaş, cinsiyet, vücut ağırlığı, fiziksel aktivite ve gelişim atağı ile ilgilidir ve bireyden bireye farklılık gösterir (Baysal ve ark., 1991). RDA’nın(1989) ergenler için günlük enerji gereksinim standartları Tablo 2’de verilmiştir

Tablo 2. Ergenlik Döneminde Günlük Alınması Önerilen Enerji ve Besin Ögesi Miktarı ERKEK Yaş(yıl) KIZ Yaş (Yıl) 13-14 15 13-14 15 Enerji (kkal) 2500 3000 2200 2200 Protein (g) 45 59 46 44 Kalsiyum (mg) 1200 1200 1200 1200 Fosfor (mg) 1200 1200 1200 1200 Demir (mg) 12 12 15 15 Mağnezyum (mg) 270 400 280 300 Çinko (mg)* 15 15 12 12 Vitamin A (µg RE) 1000 1000 800 800 Vitamin D (µg) 10 10 10 10 Vitamin E (mg TE) 10 10 8 8 Vitamin K (µg) 45 65 45 55 Tiamin (B1) (mg) 1,3 1,5 1,1 1,1 Riboflovin (B2) (mg) 1,5 1,8 1,3 1,3 Pridoksin (B6) (mcg)* 1,3 1,2 1,3 1,2 Folik asit (mcg)** 200 200 200 200 Vitamin C (mg) 50 60 50 60

* Baysal ve arkadaşları (2002) Diyet El kitabı. Hatiboğlu Yayınevi, Ankara. * *Baysal, A. (1990) Beslenme. Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara.

(22)

Vücudun en küçük parçası olan hücrenin ve metabolik faaliyetleri katalize eden enzimlerin yapısı, önemli ölçüde proteindir. Büyüme, hücrelerin çoğalması demek olduğuna göre protein, büyüme için elzemdir (Baysal, 2002).

Ergenlik döneminde yeni yapılanmaların, büyüme ve gelişmenin hızlı olması nedeniyle, diğer besin öğeleri gibi proteine olan ihtiyaç da artar (Kınık,1996). Ergenlerin protein ihtiyaçları üzerinde, diğer yaş gruplarının ihtiyaçlarından daha az çalışılmıştır. RDA’nın (1989) standartlarına göre ergenlik döneminde alınması gereken protein miktarı da Tablo 2’de verilmiştir.

Ergende vücut gelişimleri için kalsiyum, demir, çinko ve magnezyum miktarı iki kat daha fazladır. Kalsiyum, kemik gelişimi için gereklidir. İskeletin %45’i bu dönemde meydana gelir. Erkeklerin ihtiyacı, kızlara göre daha fazladır. Her iki cinsiyette de yetişkinlere oranla kalsiyum ihtiyacı daha fazladır.

Erkeklerde kas kitlesinin yapımı, daha fazla kan yapımı gerektirir; kızlarda ise demir, aylık adet kanamaları ile azalır (Önay, 2002). RDA’nın (1989) standartlarına göre ergenlik döneminde alınması gereken günlük kalsiyum, demir ve bazı minerallerin miktarı da Tablo 2’de verilmiştir.

Ergen erkekte niasin ve tiamin gereksinimi yaşla birlikte artmaktadır. Tiamin, niasin ve riboflavin, artan enerji ihtiyaçlarını karşılamak için yüksek miktarda önerilmektedir. Vitamin D, özellikle hızlı iskelet büyümesi için gereklidir. A, E, C vitaminleri, Folik asit ve B6 vitaminin önerilen miktarları yetişkinlerde olduğu gibidir (Önay 2002). RDA’ya (1989) göre ergenlik döneminde alınması gereken bazı vitamin miktarları Tablo 2’de verilmiştir

Ergenlik döneminde en çok görülen beslenme sorunları yanlış beslenme alışkanlıkları, beslenme anemileri, guatr, diş çürükleri ve obezitedir (Önay, 2002). Obezite, genellikle gelişmiş ülkelerin az ve orta gelirli kesimlerinde, gelişmekte olan ülkelerin ise orta ve yüksek gelirli kesimlerinde çok görülür (Tüzün, 1999). Obezite, ergenlik çağından önce hatta çoğu zaman süt çocukluğu döneminde başlar ve devam eder. Çocuklarda ve gençlerde şişmanlık önemli gibi görünmese de çeşitli hastalıklara zemin hazırlar ve ileri yaşlarda hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur.

(23)

2.2. Obezite

Obezite, Latince “obesus” sözcüğünden türemiştir. Şişman karşılığı olarak kullanılan “obesus” iyi beslenmiş anlamına gelir. Obezite alanında terminolojik yönden aşırı kiloluluk, obezite gibi kavramları tanımlamakta tam bir birlik oluşmamıştır. Aşırı kilo; kişinin boyuna oranla kilosunun artmasıdır. Obezite ise, vücut yağ kitlesinin yağsız kitleye olan oranının artmasıdır (Durukan, 2001; Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996; Field ve ark., 2003).

Obezite, hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerde prevelansı artan, erişkinleri olduğu kadar çocukları da etkileyen kronolojik bir hastalıktır (Tataranni ve Ravussin, 2003). Ülkemizdeki kadınların %21.8’inin, erkeklerin %9’unun obez olduğu saptanmıştır (Tezcan ve ark., 2003; Durukan, 2001).

Günümüzde obezite, ideal kilonun %10’unun üzerinde bir yağ dokusu artışı ile kendini gösteren bir karbonhidrat ve lipit metabolizması bozukluğu olarak kabul edilmektedir (Türkdoğan, 1989).

2.2.1. Obezitenin Değerlendirilmesi

Obeziteyi değerlendirirken vücuttaki yağ dokusu ile yağsız dokunun oranlarının belirlenmesi önemlidir. Bu oranları belirlemek için kullanılan farklı yöntemler vardır. Toplam vücut potasyumunun ölçülmesi, toplam vücut suyunun izotop difüzyonu ile belirlenmesi, sualtı tartımı ile vücut dansitesinin hesaplanması, yağda eriyen gaz metodu, nötron aktivasyonu, radyolojik görüntüleme yöntemi gibi vücuttaki yağın direk ölçümünü sağlayan yöntemlerin kullanımı bilimsel çalışmalarla sınırlı kalmış, yaygın olarak klinik uygulamaya girmemiştir. Obezite yaygın bir sorun olduğu için değerlendirilmesinde kullanılacak olan metodun ucuz, emin, kolay tekrarlanabilir olması idealdir. Bu yüzden vücut yağını gösterecek antropometrik ölçümler araştırılmıştır. Rölatif ağırlığın (boya göre ağırlık) ölçümü, cilt kıvrım kalınlığının ölçümü, Beden Kitle İndeksi (BKİ) en çok kullanılan antropometrik ölçümlerdir (Pekcan, 1993; Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996).

(24)

Rölatif Ağırlığın Ölçümü

Hastanın Ölçülen Ağırlığı

Rölatif Ağırlık=───────────────────────x 100 Aynı Boydaki Normal Çocuğun Ağırlığı

Rölatif ağırlığın %120’nin üstünde olması, obezite olarak kabul edilir (Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996).

Deri Kıvrım Kalınlığının Ölçümü

Deri altı yağ dokusunu belirlemek için deri kırım kalınlığı ölçümü yapılır. Ölçüm, “kaliper” adı verilen özel geliştirilmiş aletle yapılmaktadır. Triseps, biseps, subskapular ve suprailiak bölgelerde ölçüm yapılabilmektedir. Yaygın olan triseps, deri kıvrım kalınlığının ölçümüdür. Deri kıvrım kalınlığının yaş ve cinsiyete göre normal değerlerini içeren tablolar geliştirilmiştir. Yaş ve cinsiyete göre normal değerleri içeren tablolarda 85. persentilin üzerindeki değerler, obezite olarak kabul edilir ( Pekcan, 1993; Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996).

Beden Kitle İndeksi (BKİ) ve Percentil Değerleri:

Ağırlığın boyun karesine oranıdır. Vücut bileşimini en iyi yansıtan indeks olarak kabul edilmektedir.

Ağırlık (kg)

BKİ= ────────────── Boy²(m)

BKİ, çocuklarda yaşa ve boya göre değişiklik gösterir. Yaşa ve cinsiyete göre BKİ’nin persentilleri (yüzdelikleri) yayınlanmıştır. Bu tablolarda 95. persentilin üzeri obezite olarak değerlendirilmektedir (Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996; Pekcan, 1996).

2.2.2. Obezitenin Nedenleri

Organizmada kalori alımı, alınan kalorinin harcanması ve depo edilmesi belli bir denge içinde olmaktadır. Bu dengenin bozulması sonucunda obezite oluşur.

(25)

Obezler genellikle fazla yemek yerler, harcayabildiklerinden daha çok eneri alırlar, sonuçta kullanılamayan enerji yağa dönüşür. Gerekenden fazla gıda alanlarda iştah kontrolünde bozukluk olduğunu destekleyen çalışmalar vardır. Beslenme sonucu, tokluk hissinin oluştuğu gözlenmiştir. Ancak obezlerde bu mekanizmanın bozuk olduğu düşünülmektedir (Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996). Obeziteyi etkileyen faktörler aşağıda incelenmiştir:

Beslenme Şekli ve Alışkanlıklar

Doğumdan itibaren bebeğin beslenme şekli, daha sonraki hayatındaki beslenme alışkanlığını belirlemektedir. Beslenme alışkanlığı, obezite gelişiminde rol oynayan bir faktördür. Karışık ya da yapay beslenme süt çocuklarında obeziteye neden olurken, anne sütü ile beslenme obeziteye karşı koruyucu özellik göstermektedir (Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996).

Obezitede en önemli faktör, hızlı ve fazla yeme davranışıdır. Günde tek öğün beslenen kadınlarda yağ oluşumunu artıran enzimatik değişikliklerin olduğu saptanmıştır. Bugün toplumların beslenmesinde, yağ sükroz, sodyumdan zengin, posadan fakir bir diyetin yer aldığı görülmekte ve işlem görmemiş gıdalardan uzaklaşılmaktadır. Esas problemin, diyetin yağ ve karbonhidrat miktarındaki dengesizlikten kaynaklandığı ve beslenme bilgisi ile ilgili olduğu düşünülmektedir (Durukan, 2001).

Yemek yeme sıklığı glukoz metabolizmasını ve kolesterol konsantrasyonunu etkilemektedir. Sağlıklı gönüllülerde yapılan çalışmalarda aynı miktarda gıdayı üç veya daha fazla öğünde tüketenlerle, bir veya iki öğünde tüketenler karşılaştırılmış; fazla öğünde tüketenlerde kolesterol konsantrasyonunun daha düşük, glukoz toleransının daha iyi olduğu tespit edilmiştir (Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996).

Sigara tüketimi vücut ağırlığını azaltır. Sigarayı bırakmak ise enerji harcamasındaki azalmadan (her bir sigara sempatik sistemi uyararak 8 kilokalori kullandırır) ve aynı zamanda enerji alımındaki artıştan dolayı kilo alımına sebep olur. Açıklık kazanmamasına rağmen, orta dereceli alkol tüketiminin yüksek BKİ ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir (Durukan, 2001).

(26)

Genetik Faktörler

Obezite, bazı ailelerde daha sık görülmektedir. Her iki ebeveyn obez ise çocuğun obez olma olasılığı %80, sadece biri obez ise %40, her ikisi de obez değilse %7 bulunmuştur. İkizlerde yapılan çalışmalar da obeziteye genetik bir eğilim olduğunu desteklemektedir. Farelerde “ob geni” adı verilen ve 6. kromozomda lokalizasyonu gösterilen bir gen bulunmuştur. Ob geni bulunduktan sonra bu genin kodladığı, yağ dokusunda sentez ve sekrete edilen bir proteinin varlığı gözlenmiştir. Bu protein beyin dokusunda spesifik reseptöre bağlanarak gıda alımını azaltmaktadır. Farelerde tespit edilen bu proteinin, homoloğunun insanlarda da bulunduğu tespit edilmiştir (Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996). 100 yıldır yapılan bilimsel araştırmalar, insan vücudunun gelişiminde ve obezitede kalıtımın rol oynadığını göstermiştir (Price ve Lee, 2001; Price ve ark., 2000).

Günümüzde obezitenin, genetik yatkınlığı olan kişilerde çevresel faktörlerin etkisi ile ortaya çıktığı kabul edilmektedir (Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996).

Fiziksel Aktivite

Obezite, genellikle düşük fiziksel aktivite ile beraber görülmektedir. Çok sayıda kesitsel çalışma fiziksel aktivite ile BKİ arasında negatif bir korelasyon olduğunu, fiziksel aktivitenin kilo kaybı sağladığını, aşırı kilo alımını engellediğini ve kişiyi uygun kilosunda tuttuğunu ortaya koymuştur (Durukan, 2001).

Psikolojik Faktörler

Ev ortamındaki huzursuzluklar, anne-baba ve çocuk arasındaki olumsuz ilişkiler, anne baba ayrılıkları, arkadaş edinememe, grup etkinliklerine katılamama gibi davranış bozuklukları çocuğu pasif hale getirmektedir (Alikaşifoğlu ve Yordam, 1996).

Obez bireylerde bir takım psikolojik sendromlar tanımlanmıştır; ama bunların neden mi sonuç mu olduğu tam olarak belirlenememiştir. Stresin obezite üzerinde rol oynayabileceğine dair bulgular vardır. Obez bireyler, obez olmayanlara göre dış

(27)

uyaranlara karşı daha hassastır ve bu uyaranlara yüksek yanıt verebilir. Çocuklarının her ağlama ve rahatsızlığına meme ve biberonla yanıt veren anneler, onların oral doyum ve yaşantı açlığını koşullandırarak ileride stres altında kaldığında oral doyum aramasına neden olur (Durukan, 2001).

Psikanalitik kurama göre fazla yeme, psikoseksüel gelişmenin oral dönemine fiksasyondan kaynaklanır. Yemek yeme, parmak emme gibi oral etkinlikler erken yaşamda yakınlığa ve sevgiye eşdeğerdir. Daha sonraki yaşamda sevgi ve güvenliğe olan gereksinim doyurulmamışsa, oburluk bunların yerine geçer. Yaşam üzücü ise, kişi yiyeceği, duygularını doyurmak için kullanır (Durukan, 2001).

Metabolik Risk Faktörleri

Düşük metabolizma hızı, düşük fiziksel aktivite, düşük yağ oksidasyon hızı, düşük Santral Sinir Sistemi aktivitesi, düşük plazma leptin konsantrasyonu ve insülin duyarlılığı gibi metabolik risk faktörleri obezite riskini artırır.

Düşük Metabolizma Hızı: Hem istirahat koşullarında hem de 24 saatlik süreçte düşük metabolizma hızı, obezitenin sebebi olamazmış gibi görünse de Ravussin ve arkadaşları 4 yıllık süreçte BMH(Bazal metabolizma hızı) düşük olanların, yüksek olanlardan 8 kat daha fazla kilo almaya müsait olduklarını gözlemişlerdir (Tataranni and Ravussin, 2003).

Düşük Fiziksel Aktivite: Fiziksel aktivitenin azaldığı durumlarda kilo alımının arttığı yönündeki görüş, bilim adamları tarafından en fazla kabul gören obezite sebebidir (Tataranni and Ravussin, 2003).

Düşük Yağ Oksidasyon Hızı: Obezite gelişiminde alınan besin içeriği önemli bir faktördür. Bundan yola çıkarak, besinlerin oksidasyon hızlarının da önemli bir faktör olabileceği beklenebilir. Protein dışı solunum oranı, (Respiratory quotient) karbonhidratın yağ oksidayonuna oranının göstergesidir. Yapılan gözlemler sonucu solunum oranı yükseldikçe, yağ oksidasyonu azalmakta ve yağ depolanması artmaktadır (Tataranni and Ravussin, 2003).

Düşük Santral Sinir Sistemi Aktivitesi: Yapılan araştırmalar, Santral Sinir Sistemi aktivitesinin enerji tüketiminin üç temel bileşeni ile ilgili olduğunu göstermiştir.1. BMH(Bazal Metabolizma Hızı), 2. TEF(Yiyeceklerin Termik Etkisi),

(28)

3. Spontan fizik aktivite. Aynı zamanda Santral Sinir Sistemi aktivitesinin 24 saatlik solunum hızı ile negatif ilişki içinde olduğunu gösteren araştırmalar da yapılmıştır (Tataranni and Ravussin, 2003)..

Düşük Plazma Leptin Konsantrasyonu: Ob genini ürünü olan leptin, yağ dokusunda üretilen, yiyecek alımını engelleyen ve enerji tüketimini artıran bir hormondur. Yapılan araştırmalarda obezlerdeki plazma leptin oranı, normal kiloda olanlara göre fazla çıkmıştır; ancak bu kanıyı genellemek yanlış olabilir (Tataranni and Ravussin, 2003).

İnsülin Duyarlılığı: İnsülin duyarlılığı, glukozun alınmadığı esnada insülin ile uyarılan total glukoz salınması olarak ölçülür ve karbonhidrat oksidasyonu ile non-oksidatif glukoz salınımının toplamıdır (Tataranni, Ravussin, 2002). İlk defa 1930’ lu yıllarda Himsworth ve Kerr, insulin duyarlılığını in vivo olarak ölçmek için, oral glukoz tolerans testi (OGTT) ile standart bir yöntem geliştirmeye çalışmışlar, sonuçta bugünkü sınıflama ile Tip1 diyabetik bireyleri ekzojen insuline daha duyarlı, Tip 2 diyabetikleri ekzojen insuline daha dirençli bulmuşlardır. İlerleyen yıllarda radioimmunoassay (RIA) yönteminin gelişmesiyle C–peptid ve insulin düzeylerinin daha hassas bir biçimde ölçülebilmesi, klinikte periferik insülin direncinin kantitatif olarak belirlenebilmesine olanak sağlamıştır (Bahadır, 2006).Yüksek karbonhidrat oksidasyon hızı (24 saatlik solunum olarak ölçülür), kilo alımına yol açmaktadır. Artmış insülin duyarlılığı, kilo verenlerde tekrar kilo alınmasına yol açmaktadır. Erişkinlere insülin direnci, daha fazla kilo almayı engelleyen bir mekanizmadır (Tataranni, Ravussin, 2002). İnsüline karşı vücut duyarlılığı, yağ dokusu ile ters orantılıyken kas kitlesi ile doğru orantılıdır. (Türkdoğan, 1989).

2.2.3. Obezitenin Sonuçları

Obezite yalnızca bir görünüm sorunu değil, aynı zamanda kronik hastalıkları hazırlayıcı bir etkendir. Her yıl yaklaşık 300 bin insanın, obezitenin hazırladığı kronik hastalıklar nedeniyle öldüğü rapor edilmektedir.

Obezitede görülen komplikasyonlardan en önemlileri şunlardır (Baysal, 2002; Durukan, 2001; Field ve ark., 2003).

(29)

Kardiyovasküler sistemle ilgili komplikasyonlar

Koroner kalp hastalığı, kalp yetmezliği, hipertansiyon, serebrovasküler hastalık, derin ven trombozu ve varikoz venler obezitenin kardiyovasküler sistemle ilgili komplikasyonlarındandır.

Son yıllarda artmış bel-kalça oranı, insülin direnci, hipertrigliseridemi, lipit oksidasyonu, hiperkoagulabilite ve hipofibrinoliz gibi yeni risk faktörleri tanımlanmıştır (Baysal, 2002; Durukan, 2001)

Tip II Diyabet (NIDDM)

Yapılan çalışmalarda, insüline bağımlı olmayan NIDDM (Non-İnsülin-Dependent Diabetus Mellitus)’lu hastaların büyük bölümünün fazla kilolu olduğu saptanmıştır. BKİ’nin Tip II Diyabet oluşumu için dominan belirleyici olduğu tespit edilmiştir. Obezite arttıkça, Tip II Diyabet riski de artar (Baysal, 2002; Durukan, 2001).

Safra kesesi hastalıkları

Safra kesesi hastalığı, obezitenin iyi bilinen bir komplikasyonudur. BKİ 30 kg/m² üzerine çıktığı zaman, safra kesesinde taş insidansı oldukça hızlı bir yükseliş göstermektedir.

Karaciğer yağlanması da obezitenin komplikasyonlarından biridir. Artmış VLDL (Çok Düşük Yoğunluklu Lipoprotein) yapımı ve hiperinsülinemi sonucu gelişmektedir (Durukan, 2001).

Kanser

Obez hastalarda bazı kanser cinslerinin daha sık geliştiği bilinmektedir. Obez erkeklerde kolon, rektum ve prostat; obez kadınlarda ise endometriyum, meme ve safra kesesi kanserinin daha sık görüldüğü ileri sürülmektedir (Baysal, 2002; Durukan, 2001).

(30)

Solunum sistemi komplikasyonları

Göğüs duvarında ve karında aşırı yağ birikimi, solunum hareketlerini kısıtlayabilir. Nefes darlığı, en sık görülen komplikasyondur. Diğer bir komplikasyon da uyku apne sendromudur (Field ve ark., 2003; Baysal, 2002).

Psikolojik bozukluklar

Obezitenin neden olduğu bir diğer sağlık sorunu da psikolojik problemlerdir. Anksiyete, depresyon, distoni gibi psikopatolojik bulgular, obezitenin nedeni olmaktan çok sonucudurlar. Obezite oluşmasına etkisi olan psikolojik etmenlerle, obezitenin sonucu olan duygusal bozukluklar ayrılmalıdır.

Obez bireylerin çoğu, diğer kişilerin kendilerinden tiksindiğini ya da küçük gördüğünü düşünürler. Bu nedenle olumsuz bir benlik geliştirip sosyal işlevleri bırakırlar, kendilerini pasifize ederler, toplumdan soyutlanırlar, yalnız yaşamak isterler (Durukan, 2001).

2.2.4. Obeziteden Korunma

Genellikle şişmanlamak kolay, zayıflamak ise güçtür. Bu nedenle obezitenin tedavisindense önlenmesi daha doğrudur (Baysal, 2002).

Obezite, günümüzde toplam sağlık hizmeti giderlerinin %4-8’ini oluşturan ekonomik bir yüktür. Üretkenlik kaybından kaynaklanan dolaylı maliyet daha da fazla olabilir (Durukan, 2001). Obezitenin önlenmesinde en önemli nokta, bireylerin enerji dengesine uygun bir diyet uygulamasıdır. Bu da bireyin besinlerin enerji değeri ile enerji harcaması konusunda bilinçli olması ve enerji dengesine uygun beslenme alışkanlığı kazanması ile olur (Baysal, 2002).

2.3. Glisemik İndeks (Gİ) ve Sağlıklı Beslenme

Diyette, yağ ve proteinlerin tersine, yüksek oranda karbonhidrat tüketiminin fazla yan etkilerinin olmaması, sağlıklı bir diyette yağdan gelen enerji oranının

(31)

% 30’un altına indirilmesini, buna karşılık karbonhidratlardan sağlanan enerji oranının %55 ve üzerine çıkartılmasını gündeme getirmiştir (FAO,1998; Thomas, 1991, Sayaslan, 2005). Bu Öneriler doğrultusunda son 20 yılda ABD’de diyette yağdan sağlanan enerji, yaklaşık %43’ten %33’e indirilmiştir. Ancak obezite, NIDDM gibi metebolik hastalıklarla bunlara bağlı olarak gelişen kalp-damarı ve insüline direnç sendromu artmaya devam etmiştir. Bu durum karbonhidrat sindirimi ile ilgili değişik faktörlerin, özellikle de karbonhidrat kaynaklarının tartışılması ve araştırılmasını başlatmıştır (Sayaslan, 2005).

Beslenme açısından, 1970’li yıllara kadar McCance ve Lawrence’nin (1929) sindirilebilir olan ve sindirilemeyen karbonhidratlar şeklindeki sınıflandırmaları kullanılmıştır. Sindirilebilir karbonhidratların tamamen ve aynı hızda sindirildiği ve kan glukoz düzeyini aynı ölçüde etkilediği düşünülmüştür. 1970’li yılların sonlarına doğru ise beslenme yönünden karbonhidratlar, basit (monosakkarit/disakkaritler) ve kompleks (polisakkaritler) olarak sınıflandırılmıştır. Nişasta gibi kompleks karbonhidratların tamamen ve yavaş; glukoz ve fruktoz gibi basit karbonhidratların ise tamamen ve hızla sindirildiği kabul görmüştür (ASP, 1994; Jetkins ve ark., 1981). 1980li yıllara gelindiğinde ise aynı miktarda; fakat farklı gıdalardan alınan karbonhidratların, basit ya da kompleks olmasına bağlı olmaksızın kan glukoz düzeyini farklı derece etkilediği (Jetkins ve ark., 1981 ve 1983) ve ayrıca gıdalarla alınan nişastanın ince barsakta tamamen sindirilemediği ve sindirilmeden kalın barsağa geçen bir kısım nişastanın (dirençli nişasta) fizyolojik yararlar sağladığı ortaya çıkmıştır (Englyst ve Cummings, 1985). Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak da değişik gıdaların tüketim sonrası kan glukoz düzeyini yükseltici etkilerini tahmin etmek için Glisemik İndeks (Gİ) terimi gündeme gelmiştir (Sayaslan, 2005).

Gİ, diyetteki karbonhidratların in vivo sindirimi ve emilimi ile ilgili bir terimdir. İlk kez Jetkins ve arkadaşları tarafından 1981 yılında kullanılmıştır. Karbonhidrat içeren gıdaların kan glukoz düzeyini yükseltici etkilerini değerlendirmek için kullanılan yeni bir yaklaşımdır (Wolever, 1997; FAO, 1998). FAO’ya göre bir gıdanın Gİ düzeyi şöyle hesaplanır: 50 g sindirilebilir karbonhidrat içeren test gıda denek (insan) tarafından tüketilir ve takip eden 2 saat içinde 15’er dakika aralıklarla kan glukoz düzeyi belirlenir. Zamana karşı kan glukoz düzeyi grafik üzerinde gösterilerek, test gıdanın kan glukoz düzeyi eğrisi elde edilir. Yine

(32)

aynı denek tarafından 50 g sindirilebilir karbonhidrat içeren standart gıda (Beyaz ekmek ya da glukoz şurubu) tüketilir ve test gıdaya benzer şekilde standart gıdanın kan glukoz düzeyi eğrisi elde edilir. Test gıdadan elde edilen eğri altındaki alanın, standart gıdadan elde edilen eğri altındaki alana oranı, söz konusu gıdanın Gİ düzeyi olarak adlandırılır. Gİ düzeyi, aşağıdaki formülle hesaplanır (FAO, 1998).

50 g karbonhidrat içeren test gıdası verildikten sonraki kan glukoz düzeyi Gİ=────────────────────────────────────────── x 100 50 g karbonhidrat içeren standart gıda verildikten sonraki kan glukoz düzeyi

Deneklerden kan örnekleri, kolay olduğu için parmak ucundan alınır. Test süresi sağlıklı deneklerde 2, diyabetli deneklerde ise 3 saattir. Başlangıçta standart gıda olarak glukoz kullanılmıştır; ancak glukozun tatlılığa bağlı olarak bazı deneklerde problemlere neden olması ve yüksek ozmotik basıncından dolayı gıdanın mideden ince barsağa geçişini yavaşlatması nedeniyle beyaz ekmek kullanılmaya başlanmıştır (Jenkins, 1984; Englyst ve ark., 1996 ). Glukozun Gİ düzeyi beyaz ekmeğin Gİ düzeyinin yaklaşık 1.4 katı kadardır. Dolayısıyla herhangi bir gıdanın Gİ düzeyi verilirken hangi standart gıdaya göre verildiği belirtilmelidir. 1995 yılına kadar yaklaşık 600 gıdanın Gİ düzeyi belirlenmiştir (Foster-Powel ve Brand-Miller, 1995). Bu belirlemeler düşük, orta ve yüksek olmak üzere üç kategoride değerlendirilir. Gİ düzeyleri 55 ve altında çıkan besinler düşük Gİ’li (LGİ), 55-69 arasındaki yiyecekler orta Gİ’li (MGİ), 70 ve üstündeki yiyecekler yüksek Gİ’li (HGİ) olarak kabul edilir (Latourrette 2005).

Gıdaların Gİ düzeyleri; obezite, diyabet, insüline direnç sendromu ve kalp damar hastalıkları gibi yaygın olarak görülen metabolik hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde önemlidir (Sayaslan, 2005 ). FAO ve WHO tarafından oluşturulan bir uzman grubu, diyet seçiminde gıdaların kompozisyonu ile beraber Gİ düzeylerinin de dikkate alınmasını önermiştir (FAO, 1998). Bu öneriler sağlıklı bireyler içindir; ancak diyabetli bireyler için de önem taşır. Sağlıklı bir diyetin en önemli göstergesi, makro ve mikro besin öğelerinin yeterli ve dengeli olarak bulunmasıdır. Ancak bu şart sağlandıktan sonra Gİ ve sağlık ilişkisini tartışmak bir anlam ifade eder (Sayaslan, 2005).

(33)

Benzer makro besin öğeleri ve lif içeriğine sahip olmasına rağmen Gİ düzeyi düşük gıdalar, Gİ düzeyi yüksek gıdalara göre diyabetli, kan lipit seviyesi yüksek ve sağlıklı insanlarda kan glukozu ve insülin düzeylerini düşürdüğü belirlenmiştir (Brand ve ark., 1991; Collier ve ark., 1988; Fontvieille ve ark., 1988; Jenkıns ve ark., 1985, 1987a, 1987b, 1988; Wolever ve ark., 1992). Epidemiyolojk çalışmalar, Gİ düzeyi düşük gıdaların kadın ve erkeklerde Tip II diyabet gelişme riskini düşürdüğünü ortaya koymuştur (Salmeron ve ark., 1997a, 1997b). Klinik denemeler, Gİ düzeyi düşük gıdaların sağlıklı, diyabetli ve kan lipit düzeyi yüksek insanlarda, kan glukoz konsantrasyonu, insülin salgılanması ve kan lipit düzeyini düşürdüğünü göstermiştir (Wolever ve ark., 1991,1992; Wolever, 1997). Ayrıca Gİ düzeyi düşük kahvaltılık tahıllar (Liijberg ve ark., 1999) ve spagettinin (Liijberg ve Bjorck, 2000), takip eden öğünde glukoz toleransını iyileştirdiği, sporcu performansını ve dayanıklılığı artırdığı (Bean, 1997; Spark ve ark., 1998; Demarco ve ark., 1999) ve tokluk hissi verdiği, dolayısıyla da obezite, diyabet ve kalp- damar hastalıklarının oluşum riskini azalttığı (Brand ve ark., 1991; Morris ve Zemel, 1999) belirtilmiştir. Roberts (2000), Gİ düzeyi ile açlık, obezite ve kilo alma konusundaki literatürü özetlemiştir. Yapılan 20 çalışmadan 12’sinde Gİ düzeyi düşük gıdaların, yemek sonrası tokluk hissini artırdığı ve açlık hissini geciktirdiği tespit edilmiştir. Diğer bir ifadeyle, Gİ düzeyi yüksek gıdaların açlık hissini artırdığı ve fazla gıda tüketimini tetiklediği ve bunun sonucu olarak da obezite ve ilgili komplikasyonlar neden olduğu ifade edilmiştir. İdeal kilonun korunması ve kilo almanın önlenmesi için, tam tahıllar gibi Gİ düzeyi düşük gıdaların, işlenmiş ve saflaştırılmış Gİ düzeyi yüksek tahıl ürünlerinin yerine kullanılması önerilmiştir.

Gİ yaklaşımı, sağlıklı insanlar için sağlıklı diyetlerin seçiminde genel olarak kabul görmüştür. Ancak üzerinde oldukça yoğun çalışılmasına rağmen, diyabetli ve insüline direnç sendromu olan hastaların diyetinin hazırlanmasında kullanımı hala tartışmalıdır. Avusturya, Yeni Zelenda, Kanada, Fransa ve İngilteredeki diyabet dernekleri hazırladıkları diyetlerde, gıdaların Gİ düzeylerini dikkate almaya başlamışlardır (Brand-Miller ve Fostaer-Powell, 1999). Avuturya ve Yeni Zelenda’da 2000 yılından itibaren gıda etiketlerinde Gİ’in belirtilmesine izin verilmiştir (Brand- Miller, 2001). Herhangi bir gıdanın etiketinde Gİ sembolü taşıyabilmesi için, söz konusu gıdanın toplan yağ, doymuş yağ, sodyum ve enerji

(34)

miktarları bakımından ideal bir diyette olması gereken kriterleri sağlaması ve ürün porsiyonunda en az 10 g karbonhidrat içermesi gerekmektedir (Sayaslan, 2005). Sydney Üniversitesi Gİ Araştırma Servisi tarafından oluşturulan ve bir sivil toplum örgütü olarak görev yapan “Gİ Limited”, gıdalarda Gİ testi ve akreditasyonu gibi işlemleri yürütmektedir (http://www. glycemicindex.com).

2.3.1. Gıdaların Glisemik İndeksini Etkileyen Faktörler

Nişastanın ince barsakta sindirimi ve emilimi, gıdaların Gİ düzeyleri yönünden en önemli faktördür (Englyst ve ark., 1999). Nişasta diyette en yaygın ve yüksek oranda bulunan karbonhidrattır (FAO, 1998). Bu bağlamda baklagiller, tahıl ve ürünleri büyük önem taşımaktadır.

Gıdalarla tüketilen nişastanın bir kısmı, ağızda amilaz enzimi tarafından oligosakkaritlere ve a-limit dekstirinlere hidrolize edilir. İnce barsağın üst kısmında ise; pankreastan salgılanan α-amilaz enzimi ile maltoz, maltotrioz ve α-limit dekstrinlere parçalanır. Daha sonra bu oligosakkaritler, ince barsak yüzeyinde bulunan spesifik enzimlerce glukoza parçalanır ve emilim gerçekleşir. Sindirilemeyen karbonhidratlar (örneğin dirençli nişasta), kalın barsağa geçer ve mikrobiyal fermantasyon sonucu parçalanır (Sayaslan, 2005).

Gİ düzeyini etkileyen faktörler üzerinde çok sayıda araştırma yapılmıştır. Genel olarak karbonhidratların özellikle de nişastalı gıdaların in vitro sindirimini ile Gİ düzeyleri arasında kuvvetli bir ilişki vardır (Englyst ve ark., 1999).

Gıdaların tüketim sonrası Glisemik etkilerini çeşitli faktörler etkiler. Gıdaların Gİ düzeylerini etkileyen faktörler üzerine yapılan çalışmalar, kısaca aşağıdaki gibi özetlenebilir (Sayaslan, 2005):

a ) Tahıl ve baklagiller gibi taneli gıdalarda, dokusal bütünlüğü bozan, parçacık boyutunu küçülten öğütme saflaştırma gibi işlemler Gİ düzeyini yükseltir. Buna karşılık, tam tane ya da kırılmış tanelerin unlu mamullere katılması Gİ düzeyini düşürür. Tanenin dokusal bütünlüğünün bozulması ve parçacık boyutunun küçülmesi, nişastanın ince barsakta sindirimini kolaylaştırarak gıdanın Gİ düzeyinin yükselmesine neden olur.

(35)

b ) Nişastalı gıdalarda, nişastadaki amilaz-amilopektin oranının yükselmesi, Gİ düzeyini düşürür; çünkü amiloz amilopektine göre daha hızlı retrogradasyona uğrar ve monoacyl lipitlerle sindirilemeyen kompleksler oluşturur. Ayrıca amilozun zincir uzunluğunun amilopektinin zincir uzunluğundan çok olması, amilozun a-amilazla hidrolizi sonucu daha az glukozun oluşmasın neden olur ve Gİ düzeyini düşürür.

c ) Suda çözünan lifler (β-glukanlar, pertozanlar, pektin ve gamlar) gibi gıdanın bulunduğu sistemin viskozitesini artıran her türlü madde, Gİ düzeyini düşürür. Viskozite artırıcı gıdalar, yiyeceğin mideden ince barsağa geçişini yavaşlatır ve ayrıca ine barsakta da viskoziteyi artırarak enzimlerin subsratlara ulaşmasını kısıtlar.

d ) Sindirilmeye dirençli nişasta, adından da anlaşılacağı gibi ince barsakta sindirilemeden kalın barsağa geçeceği için Gİ düzeyini düşürür

e ) Fitik asit, fenolik maddeler, lektinler, bazı organik asitler ve amilaz inhibitörleri gibi anti-nutrientler, ince barsakta nişastanın sindirimini yavaşlatarak Gİ düzeyini düşürürler.

f ) Gıda yağ, protein ve lif gibi besin elementlerinin varlığı, çeşit ve miktarları da Gİ düzeyini farklı yollarla düşürür. Proteinler insülin salgılanmasını artırmanın yanında, makarna ve spagetti gibi ürünlerle ağ oluşturarak nişastanın sindirimini yavaşlatır. Yağlar, gıdanın mideden barsağa geçiş süresini uzatır ve nişasta ile kompleks oluşturarak Gİ düzeyini düşürür.

g ) Isıl işlemler nişastanın dış yüzeyini ve granül yapısını değiştirerek ya da çirişlenmesine (jelatinization) neden olarak sindirimi kolaylaştırır ve dolayısıyla Gİ düzeyini yükseltir. Genel olarak; enkstrüzyon, flaking ve patlatma gibi modern gıda işleme teknikleri, nişastanın çirişlenmesini sağlayarak Gİ düzeyini yükseltir. Buna karşılık bulgur üretimi, makarna spagetti gibi gıdaların yapımında kullanılan işleme teknikleri, Gİ’i düşürür.

2.3.2. Bazı Besinlerin Gİ Düzeyleri

Jetkins ve arkadaşlarının başlattığı araştırmalar ışığında birçok bilim adamı besinlerin Gİ’lerini belirlemeye yönelik çalışmalar yapmışlardır. Tablo 6’da araştırmalar sonucu oluşturulan Gİ düzeyleri verilmiştir (Foster-Powel ve ark., 2002).

(36)

Tablo 3. Bazı Besinlerin Glisemik İndeks Düzeyleri

Bazı yiyeceklerin adı Yüksek Gİ

Şeker (toz, küp) 138 Cornflakes (ABD) 130 Beyaz Ekmek 124 Kumpir 121 Mısır gevreği 119 Bakla 113 Pirinç pilav 109 Patates kızartması 107 Balkabağı 107 Bal 104 Karpuz 103 Havuç 101 Patates püresi 100 Kola 97 Kraker 96 Çavdar ekmeği 92 Bisküvi(Water cracker) 90 Hamburger ekmeği 87 Dondurma 87 Börek 86 Pizza 86 Pekmez 84 Taze kayısı 83 Kavun 80 Patlamış mısır 79 Haşlanmış mısır 78 Muz 76 Kivi 75 Portakal suyu 74 Çikolata 70 Şekerleme ve bonbonlar 70

(37)

Tablo 3’ün devamı…

Bazı yiyeceklerin adı Orta Gİ Düşük Gİ

Kepekli ekmek 68 Bulgur pilavı 68 Kısır 68 Bezelye 68 Makarna 64 Kuru Üzüm (Üzüm) 62 Üzüm 62 Portakal 62 Süt ürünleri 61 Kepekli gevrekler 60 Meyve suyu 60 Barbunya yemeği 55 Marmelat 55 Domates 54 Spagetti (kepekli) 53 Elma 52 Armut 51 Reçel 51 Nohut yemeği 47 Meyveli yoğurt 47

Taze fasulye yemeği 44

Kuru kayısı 44

Fındık 42

Kuruyemiş 42

Siyah (Bitter) çikolata 41

Kuru fasulye yemeği 40

Şeftali,erik 40,34 Süt 39 Mercimek 36 Greyfurt 36 Kiraz,vişne 32 Soya fasulyesi 25 Yerfıstığı 21 Yoğurt 20 Mantar Çok düşük Yeşil sebzeler Çük düşük

(38)

2.4. İlgili Araştırmalar

GI ile ilgili yapılmış araştırmalardan konu ile en çok ilgili olanlar aşağıda özetlenmiştir:

Jenkins ve arkadaşlarının (1981) 21’i erkek, 13’ü kadın olan 34 gönüllü katılımcı üzerinde yaptıkları araştırmada, katılımcıların iki saatlik periyotta 10-15 dakika arayla kan glikoz düzeyleri ölçülerek yedikleri yiyeceklerin etkisi belirlenmiştir. Aynı miktarda karbonhidrat alındığında, glikoz cevap eğrisi altındaki alanın yüzdesi GI (Glisemik İndeks) düzeyi olarak ifade edilmiş ve kahvaltılık tahıl ürünlerinde 65 ± %5, sebzelerde 70 ± %5, tahıl ürünleri ve bisküvide 60 ± %3, meyvede 50 ± %5, süt ürünlerinde 35 ± %1 ve kuru baklagillerde 31 ± %3 olarak tespit edilmiştir. Glikoz ve ekmeğin referans yiyecek olarak kabul edildiği bu araştırmada GI tablosu ilk kez oluşturulmuştur.

Jenkins ve arkadaşları, yaptıkları başka bir araştırmada ise (1985) GI düzeyi düşük yiyeceklerin kandaki lipit değerlerini düşürdüğünü saptamışlardır. Hiperlipidemi hastası 9’u erkek, 3’ü kadın 12 hastaya 1 ay süreyle GI düzeyi düşük diyet uygulandıktan sonra ortalama lipit değerlerinin düştüğü görülmüştür. Araştırma sonucunda Gİ düzeyi düşük yiyeceklerin seçiminin, hiperlipidemi kontrolüne yardımcı olabileceği belirtilmiştir.

Albayrak’ın (1989) beyaz ekmeğin, beyaz ve esmer bulgurun Gİ düzeyini belirlemeye yönelik yaptığı çalışma, 13 kadın, 3 erkek 16 NIDDM’lu ve 3 erkek, 3 kadın 6 karbonhidrat toleransı olan hasta grubuyla yürütülmüştür. Çalışmanın amacı, Türkiye’de üretilen beyaz ekmeğin, beyaz ve esmer bulgurun Gİ düzeylerini tespit etmektir. Araştırma sonucunda beyaz ekmeğin Gİ düzeyi 68, beyaz ve esmer bulgurun Gİ düzeyi 69 bulunmuştur. Jenkins ve arkadaşları bulgur ve beyaz ekmeğin Gİ düzeyini 67 olarak belirtmektedir, iki araştırma sonucunda ulaşılan Gİ düzeyi birbirine çok yakındır.

Erbaş (1990) araştırmasında ülkemizde yaygın olarak tüketilen pirinç, bulgur ve mercimeği kullanmış ve katılımcılara bu üç yiyeceği pilav (Mercimeği pilaki olarak) ve ezilmiş çorba olarak vermiştir. Yiyeceklere uygulanan işlemlerin, yiyecekteki nişastanın sindirimini etkilediğini ve uygulanan işlemlerin kan glikoz cevabını artırdığını ileri sürmüştür. Araştırma sonucunda da çorba olarak verilen

(39)

yiyeceklerin Gİ düzeylerinin daha yüksek olduğunu ortaya çıkmıştır. Ayrıca mercimeğin GI düzeyi bulgur ve pirinçten oldukça yüksek bulunmuştur.

Lodos (1991) tarafından bal ve ekmeğin glisemik indeksini belirlemeye yönelik yapılan bir araştırmada 5 kadın, 5 erkek toplam 10 bireyde çalışılmıştır. Bireylerden her bir test yiyeceğini yedikten sonra 15 dk ara ile 6 kez kan alınmıştır. Her bir yiyecek birer hafta arayla denenmiştir. Çalışma sonucunda GI düzeyleri, bal için; % 108.46, ekmek için; %61,3 bulunmuştur.

Ludwing ve arkadaşları (1999) GI düzeyi yüksek, orta ve düşük öğünlerin, yemek sonrası kan değerleri ve takip eden öğünde yenilen yemek miktarı üzerindeki etkilerini belirlemeye yönelik obez gençler üzerinde yaptıkları araştırmada, GI düzeyi kontrol altına alınmış sabah kahvaltısı ve öğlen yemeğinden sonra obez gençlerin kan değerlerine bakılmıştır. Obez gençler, öğlen yemeğinden 5 saat sonra istedikleri kadar yemek yeme konusunda özgür bırakılmıştır ve bu sürede gönüllü olarak tükettikleri yiyecek miktarları gözlenmiştir. GI düzeyi yüksek öğünden (5.8 megajoule [mJ]) sonraki gönüllü olarak tükettikleri yiyecek miktarı; GI düzeyi orta öğünden (3.8 mJ) sonrakine oranla %53, düşük GI’li öğünden (3.2 mJ) sonrakine oranla ise %81 daha fazla olduğu görülmüştür. Buna ek olarak, GI düzeyi yüksek öğün sonrasında serum insülin düzeyinin daha yüksek, plazma glukogan düzeyinin daha düşük, emilim sonrası plazma glikozu ve serum yağ asitleri düzeyinin daha düşük olduğu bulunmuş, plazma adrenalin düzeyinin yükseldiği tespit edilmiştir. Araştırma sonucunda GI düzeyi yüksek bir öğünden sonra glikozun hızla emildiği, obez deneklerde aşırı yemek tüketimine neden olan bir dizi metabolik ve hormonal değişikliklere yol açtığı belirtilmiştir.

Warren ve arkadaşlarının (2003) 9- 12 yaşları arasındaki (15’i erkek, 22’si kız) 37 çocuklarda GI düzeyi düşük kahvaltıların öğlen yemeğindeki gıda alımı üzerindeki etkisini inceledikleri araştırmada GI düzeyi düşük kahvaltı, GI düzeyi yüksek kahvaltı ve geleneksel kahvaltı olmak üzere üç test kahvaltısı hazırlanmış, öğlen yemeğine müdahale edilmemiştir. Çalışmada 5 hafta boyunca 3 test kahvaltısı sırayla her gruba uygulanmış ve öğle yemeği tüketimi üzerindeki etkilerine bakılmıştır. Sonuç olarak, yenen kahvaltı tipinin, öğlen yemeğinde alınan ortalama enerji üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu görülmüştür. GI düzeyi düşük kahvaltı sonrası yenen öğle yemeği miktarı, GI düzeyi yüksek kahvaltı ve alışılmış kahvaltı

(40)

(Gİ düzeyi yüksektir) sonrası yenen öğle yemeği miktarıyla karşılaştırıldığında, daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Aşırı kilo ve cinsiyetle tüketilen öğle yemeği miktarı arasında ilişki bulunmamıştır.

Ball ve arkadaşlarının (2003) aşırı kilolu adölesanlarda GI düzeyi yüksek ve düşük diyet değişimleri uygulandığında ortaya çıkacak olan metabolik, hormonal ve doygunluk cevaplarını incelekleri araştırmada, GI düzeyi düşük olan iki diyet ve GI düzeyi yüksek olan bir diyet 8 kız, 8 erkek 16 adölesana uygulanmıştır. Gİ düzeyi düşük diyetler sonrasında kan insülin düzeyleri, Gİ düzeyi yüksek diyete göre daha düşük çıkmıştır. GI düzeyi yüksek diyet tüketenlerin 3.1 saate, Gİ düzeyi düşük diyet tüketenlerin 3.9 saatte acıktığı ve ek besin istediği gözlenmiştir. Ancak iki grubun aldığı enerji miktarlarının aynı olduğu belirlenmiştir. Araştırmacılar doygunluğun uzaması ile ilişkili olan GI düzeyi düşük yiyeceklerin kalori alımını düşürdüğünü ve uzun vadeli kilo kontrolü için etkili bir metot olduğunu savunmuştur.

Sloth ve arkadaşları (2004) 10 haftalık bir değerlendirme sonucunda düşük yağlı ve Gİ düzeyi düşük diyetlerin, yüksek yağlı diyetlerden iştah veya vücut ağırlığı regülasyonunda daha yararlı olduğu konusundaki çalışmaları desteklememiştir. Ancak GI düzeyi düşük diyetlerin, histemik kalp hastalığı üzerindeki yararlı etkilerini gösteren önceki çalışmaları desteklemiştir.

Silvera ve arkadaşları (2004) tarafından 1980 ve 1985 yılları arasında Ulusal Göğüs Tarama Çalışması’na (NBSS) katılmış olan 49.613 gönüllü Kanadalı kadınların diyetlerindeki Gİ, GL (Glisemik Yük), karbonhidrat ve şeker miktarı incelenmiştir. Ulusal kanser ve ölüm oranı kayıtlarından, kanser sıklığı ve ölümlerle ilgili veriler sağlanmıştır. Ortalama olarak 16.5 yıllık takip sırasında 112 adet pankreas kanseri vakası gözlemlenmiştir. Diyetlerindeki toplam Gİ ve GL düzeyi, karbonhidrat ve şeker miktarı ile pankreas kanser riski arasında bir ilişki olmadığı ortaya konmuştur.

Agustin ve arkadaşları (2004), araştırmalarını 4 İtalyan bölgesindeki önemli eğitim hastaneleri ağında 1991 ve 2002 yılları arasında yapmışlardır. Araştırma, prostat kanseri oldukları histolojik olarak belirlenmiş yaşları 46-74 arasında olan 1.204 erkek hastayı kapsamaktadır. Kontroller 1.352 erkek hasta üzerinde diyetin uzun süreli modifikasyonlarından bağımsız akut, malign olmayan şartlar için

(41)

yapılmıştır. Araştırmacılar, prostat kanseri riski ile GI ve GL düzeyi arasında direk ilişki bulmuştur.

Hu ve arkadaşları (2006) Gİ ve GL düzeyi yüksek diyetlerin 2 lipit peroksidasyon markerleri, malondialdehit (MDA) ve F2-izoprostan’ları (IsoPs) ölçülmesi aracılığıyla daha büyük oksidatif stres ile ilişkili olup olmadığını ortaya çıkarmak amacıyla yaptıkları çalışmada, 292 sağlıklı bireyde plazma MDA ve IsoPs konsantrasyonlarını ölçülmüşler ve diyetlerinin GI ve GL düzeyleri besin tüketim sıklığı anketi kullanılarak tayin etmişlerdir. GI, GL ve iki marker arasındaki kesitsel ilişkiler potansiyel değişkenler için ayarlamalar yapılarak çok yönlü regresyon tekniği kullanılarak incelenmiştir. İnceleme sonucunda; GI düzeyi yüksek yiyeceklerin, kronik tüketiminin oksidatif strese yol açabileceği görülmüştür. GI düzeyi düşük diyetinin, oksidatif stresi azaltmada yararlı olacağı savunulmuştur.

Wolever ve arkadaşları (2006) bireylerin tükettikleri farklı test öğünlerindeki GI düzeyi ve karbonhidrat içeriğinin glikoz ve insülin cevaplarına etkisini inceledikleri araştırmalarında, diyetin karbonhidrat ve GI düzeyinin ortalama glisemik cevabı yaklaşık %90 oranında değiştirdiği bulunmuştur.

Gİ ile ilgili yapılan araştırmalara her geçen gün bir yenisi eklenmekte, diyetin ya da besinlerin Gİ düzeylerinin sağlıkla ilişkisi tespit edilmeye çalışılmaktadır. Özellikle beden ağırlığı üzerindeki etkilerini netleştirebilmek amacıyla benzer birçok araştırma yapılmaktadır. İncelenen araştırmalar bu araştırmayı şekillendirmeye yardımcı olmuştur. Ergenlik çağındaki gençlerin mevcut beslenme alışkanlıkları doğrultusunda, diyetlerinin Gİ düzeyini tespit ederek beden ağırlığı ile ilişkisine bakma fikrinin doğmasını sağlamış ve araştırma bu yönde yürütülmüştür.

Şekil

Tablo 1. Ergenlik Döneminde (13-15 Yaş) Besin Gruplarından Bir Günde Alınması  Gereken Miktar (gr/gün)
Tablo 2. Ergenlik Döneminde Günlük Alınması Önerilen Enerji ve Besin Ögesi  Miktarı   ERKEK  Yaş(yıl)  KIZ  Yaş (Yıl)  13-14  15  13-14  15  Enerji (kkal)  2500  3000  2200  2200  Protein (g)  45  59  46  44  Kalsiyum (mg)   1200  1200  1200  1200  Fosfor
Tablo 3. Bazı Besinlerin Glisemik İndeks Düzeyleri
Tablo 4. Ergenlerin Demografik Özelliklerinin Dağılımı (n=143)
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Benim de katıldığım ve konuşmamın sonunda bu şiiri okuduğum “şiir ve çeviri” konulu söyleşinin yapıldığı kahveyi, gerçekten de o ağustos sıcağına

Nitekim daha peçen hafta toplanmış olan bir si­ yasi parti umumi kongresinde memleketin siyasi me­ seleleri konuşulup dururken Boğaz Köprüsüne de «Fatih

Yaş, erkek cinsiyet, hipertansiyon, preoperatif elektrokardiyografilerde DII, DIII ve aVF derivasyonlarında P dalgasının süresinin uzaması, VI ve VII derivasyonlarında

[r]

Klasik mantık dediğimiz, karşıt kutuplarla (siyah – beyaz, 0 – 1) haşır neşir olan mantıktı; diyalektik mantık, ayrı ayrı ele aldığı (siyah – beyaz, 0 –

3D finite element model of the bridge was generated, and the nonlinear time history analyses were performed for 60 different real ground motion records selected

Makalelerin konu alanlarının disiplinlerarası çeşitlenerek zenginleşmesi kadar, yazıların özgünlüğü de ODTÜ MFD’nin ilk yayınlandığı 1975 yılından bugüne

O zamana kadar Turklerde vatan diye bir kavram yok, gogebe bir kavim oldugu igin Turklerde vatan degil yurt vardi.. Yurt da gadir