• Sonuç bulunamadı

Münzevi müzisyenin

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Münzevi müzisyenin"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

PAZAR 31 Mart 1996

Í

Türkiye'nin en kıdemli sanatçısı Fahire Fersan, 96 yaşında

SARAYDAN SAHNEYE...

Atina’da, 1920'lerin sonunda verilmiş bir konser hatırası... Münir Nureddin, Refik ve Fahire Fer- san çiftiyle Sadi Işılay, alaturkanın en meşhur isimleridir o yıllarda... İsviçre’de birkaç sene ön­ ce objektife kocasıyla poz veren genç kız, meş­ hur bir müzisyendir artık...

A I0 O V IA EMHOPIKHZ AE2XHI

fnPûhN NEA AfcïXH»

IİAPAEKEYM 24 AFKEMBPiOY 9 M. M.

PEEITAA TOYFKIKOY TFAPOYâlOY

ToO AufxKoO Ttvipov too Kovcf«pfk>toıx>p 'lotapstıCY.

Kov MUNI R N U R E T T İ N

ZovGÖtiç ûp/'iyırpat; tfi.v

Koç FA M! RE REFİK « « REFİK SEMSE! TİN

K<w SADf I SI LAY

T w e e - H E M A A H a e i A Î . . n

BEBEK’TEKİ YALIDA...

Mabeyinci Faik Bey'in 11 ço­

cuğundan biri olan Hafize Fahire yüzyılın başında, Cemil Bey'den, Ahmed Rasim'den ders aldığı senelerde... Fahire 14 yaşına bastığında, babasının kuzeni Refik Şemseddin'le evlenip Mısır'a, oradan da İsviçre'ye gidecektir...

M ünzevi müzisyenin

fotoroman ı

Bu, Boğaziçi'nin şık bir yalısında

başlayıp saraylarda, köşklerde zarif

ezgiler içerisinde yaşanan 96 senelik

hayatının kışını şimdi İstanbul'da,

gözlerden uzak geçiren bir hanımın

öyküsü... İsmi, Fahire Fersan...

Bugün 96 yaşında ve Türkiye'nin en

yaşlı, en kıdemli müzisyeni...

OSTANCI'daki yük­ sek bir binanın üst katlarından birinin penceresinde, bir çift yeşil göz uzakları, adaların ötesindeki ufukları sey­ rediyor, yüzyıla yaklaşan geçmi­ şinin güzel günlerini ve hüznünü arıyor ufuklarda...

Vaktiyle şarkılara ve şiirlere il­ ham vermiş bir çift yeşü göz bu...

"Ey gözlerinin rengi kadar kalbi güzel kız"dan başlayıp "N e gü­

zel şöyle uzaktan bakışın vardı senin"e, "D ur şöyle, o gözlerle bana bir daha bak"a, "Gözlerim­

den süzülüp akmak için hârele-nir"e, "O güzel gözlerinin bahrı-na dil bağlayalı"ya kadar, daha birhayli besteye ilham olmuş... Bebek'te, 240 odalı bir yalıda baş­ layan hayatmm kışım, şimdüerde Bostancı'da bir apartman daire­ sinde sürmekte...

İsmi, Fahire Fersan... 96 yaşın­ da ve hayattaki en kıdemli müzis­ yenimiz...

Babası, Sultan Abdülhamid'in mabeyincisi Faik Bey'dir... Anne­ si, Abdülmecid devrinde birkaç nazırlığı birden yürütmüş Ali Şe­

fik Paşa'nın torunu Şemsinur

Hanım, 50 küsur sene aynı yastı­ ğa baş koyup 1965'te kaybettiği hayat arkadaşı, Türk Müziği'nin unutulmaz isimlerinden biri: Besteci Refik Fersan... Ama aile­ siyle değil, sanatıyla duyurmuş­ tur ismini: 1960’lara kadar elinden düşürmediği kemençesiyle, "Ke-

mençeci Fahire Fersan" olarak... Hocalarının isimleri, bugün ta­ rih kitaplarındadır... Edebiyatı

Ahmed Rasim'le Tevfik Fikre­

t'ten okumuş, musikiyi Tanburi

Cemil Bey'den meşketmiştir... Büyüdüğü konaklar ve yalılar sa­ natkârların, ilim adamlarının ve

devletin başındakilerin uğrak ye­ ri, haftanın birkaç gecesi toplan­ dıkları bir meclis olmuştur...

Derken darbelerle ihtilaller bir­ birini takip eder, imparatorluk cumhuriyete döner ve ailenin Al­ man bankalarındaki serveti bir avuç kül haline gelir ekonomik kriz yüzünden... Refik ve Fahire çifti, eski zaman aristokratların­ daki çocuklara musiki öğretme modasının faydasını, işte o zaman görür... Riyaset-i Cumhur İnce­

saz Heyeti'nden Çankaya sofrala­ rına, konservatuvarlardan radyo­ ya uzanan yıllar sürecek bir musi­ ki macerasının içindedirler... O günlerin dergileri fotoğraflarıyla doludur; konser salonları yay

çektiği sol elinin bileğine bağlı mendiline hayran dinleyicilerle... Ve 45 senelik hizmetinin sadece 17 yılının sayıldığı emeklilik yılla­ rında hayat arkadaşım kaybetme­ sinden sonra, Refik Bey'le yaşa­ dığı yarım asırlık aşk kocasının bestelerinde, müzik arkadaşlıkları da arşivlerdeki kayıtlardadır ar­ tık...

Fahire Hanım, şimdi Bostancı- 'da, bir zamanlar şair Şükufe Ni- hal'in köşkünün olduğu yerde yükselen apartmanın beşinci ka­ tında, kızlarıyla ve hatıralarıyla başbaşa...

Onun, gece olup da yastığa ba­ şını koyduğu anlarda, yüz yıla yaklaşan ömrünün sahnelerini fi­

lim şeridi gibi hayal ettiğine emi­ nim...

Belki 1913 senesinin soğuk bir Ocak gecesinde, eniştesi Maliye Nazın Yusuf Ziya Paşa'nın kona­ ğa baygın getirilişini, "İttihatçılar

Babıali'yi basmışlar... Harbiye Nazın Nazım Paşa vurulmuş" di­ ye fısıldaşüdığını hatırlıyordur... Belki de 1914’te, Viyana Operası- 'nda birkaç aylığına kiraladıklan locada kürkler içinde VVagner'in

Tannhauser'ini seyrederken, ada­ mın birinin sahneye fırlayıp

"Ü zücü bir haber vereceğim!.. Veliahdımız vuruldu, savaş çık­ tı... Oyun tatil edilmiştir..." de­ mesiyle Birinci Dünya Savaşı'mn patlamasından haberdar oluşu

geliyordur hatırına... Hatta Dol- mabahçe Sarayı'nda, Atatürk'ün davetinde Ürdün Kralı Abdulla­ h'a çalarlarken koskoca kralın kal­ kıp kızı yaşındaki Fahire'ıün elini öpmesini, mükemmel bir Türk- çeyle "Babanın çok iyiliğini gör­

müştüm evlâdım... İstanbul'da tahsildeyken, harçlığımı o verir­ di... Şu talihe bak..." dediği sah­ neyi düşünüyordur kimbilir?

Ve "Başlar ayak, ayaklar baş

olmuş" diyor, 20 küsur senedir evinden dışarıya adımım atmıyor

Fahire Fersan...

İşte, Yakup Kadri'nin "Kiralık

Konak"ına konu ettiği iki devri herşeyiyle yaşamış hanımların, hayattaki belki de son timsali...

16

Mart11

unutmayalım

1920'nin 16 Mart'mı, ço­ ğumuz unuttuk... Ben de unutmuştum ve ne kadar meş'umsa o kadar da hatırlanma­ sı gereken bir gün olduğunu, haf­ ta içinde aldığım bir mektup ha­ tırlattı...

Dr. Sedat Ongan, "Tarihimiz­ de ve İstanbul'un tarihinde bir '16 Mart faciası' vardır" diyordu mektubunda... "İngilizler'in bas­

kınla yataklarında şehit ettiği as­ kerlerimizi anan yok... Karakol da artık yerinde değil... Ama bu olayı unutmamak lâzım... Eski­ den bu şehitler anılır, Şehzade-başmda törenler düzenlenirdi ama maalesef unutuldular...

Oy-şa şehitlerimizi, Şehzadebaşı'na dikilecek bir anıtla ölümsüzleş­ tirmek ve eskiden olduğu gibi yıldönümlerinde anmak bir borçtur"...

16 Mart gecesi İstanbul fiili ola­ rak işgal edilmiş, Şehzadebaşı Ka- rakolu'nu basan İngiliz birlikleri, uykudaki beş askerimizi, süngü- leyerek şehid etmişlerdi... Şehir, üç yıl boyunca işgal altında kal­ mıştı...

İşte, unuttuğumuz 16 Mart gününde olup bitenler bunlar... "Sen ey e b elk i bir hatırlayan çıkar" diyeceğim ama, Hürriyet Abidesi’nin bile şarapçı tekkesi ol­ duğu bu günlerde nerdeee?

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

並以不同碳鏈長度的 Paraben 進行穿透試驗。結果顯示,隨著碳鏈長度的增加其穿透力隨之下降。進一步,我們在膠原蛋白 膜處方中加入

Elmas oluflumu, yerkabu¤unun alt›ndaki manto tabakas›n›n bir bölümünün kratonlar›n alt›nda “salma” gibi, as›l› kalmas›yla ilgili olan bir süreç..

Son y›llarda, köpük kataloglar›na görece yeni gir- mifl olan metal köpükler, gelece¤i par- lak uygulama alanlar› belirlendikçe, dikkatleri üzerine

Elde edilen sonuçlar Evsel ve Kentsel Arıtma Çamurlarının Toprakta Kullanılmasına Dair Yönetmelik ve Avrupa Birliğinin arıtma çamurlarının kullanılması ile

sürecek bir göreve başlamıştır. Yine 1936 yılında tarihi Topkapı Sarayı Nakışhanesi’ni ihya ederek burada da tezhip, minyatür dersleri vermiş­ tir. Bu

Şâirin on dört gün sonraki mektubunda da şunları okuyorduk: &#34;Hayreddin Paşa için, biz Tunus'dan vükelâ dilenmeye muhtaç değiliz dediğim ciddiydi; çünkü Tunus

Toplum böyle bir anlayış açısından ortaya konur, örneğin savaş yılla­ rının güç ekonomik koşulla­ rının yol açtığı ekmek kıtlı­ ğını konu edinen

Geçmişte yapılan araştırmalarda, çekirdeğin kütlesi Chandrasekhar limitine (kararlı bir beyaz cücenin sahip olabileceği en büyük kütle) yaklaştığında, magnezyum