T T. S
trs S-OU
NEYZEN TEVFİK
■ ... n... ...
N
eyzen’i tanıyanların anlattık ları kulaktan kulağa dolaşır, durur. Bunlar saymakla b it meyecek ka'Nr çoktu r:Bir gün bir edebiyat hocası İle tanışır. Bu hoca, Hafız Şi- razi'ye tutkundur; onun şiirle rini pek beğenir, sever, över, hatta çoğunu da ezberlemiştir. Neyzen, şiirlerinden birisini bu
E M E L D A Ö Z A T A E
hocaya gösterir. Hoca, şurası şöyle, burası böyle diyerek Neyzen’in yazdığını beğenmez, tenkit eder. Bir başka gün, bir başka şiirini gösterir, hoca yine beğenmez ve bu böyle de vam eder, gider. Bu arada da Neyzen iyice içerler. Ama bir başka gün yine bir şiir götürür. Hoca yine tenkit eder. Bu def'a Neyzen «Bu benim değil ki,
Şi-ÜZERİNE
razi’nin. Filân yerden görüp al dım, seversiniz diye size getir dim» der.
Eşi, dostu, seveni, takdir ede ni; Neyzen’e bir yaş günü jübi lesi hazırlarlar. Bu, Neyzen'e epeyce para sağlar. Jübile dönü şü Neyzen, yolda ağlayan bir adam görür, neden ağladığını sorar —Karıma ameliyat dedi ler, üstelik te beni işten çıkar dılar— diye yakınır. Neyzen te reddüt etmeden, jübileden top lanan parayı uzatır, verir. Adam şaşırır. Neyzen «Boş ver, üzül me sen, jübile miibile derler ba na yardım ederler, sen bunları al» der.
Bir başka gün de, arkasında rahatsız olduğu yeni elbisesini, sokağın köşesinde çıkartıp, üstü başı çok eskimiş bir adama giydirerek, evine çamaşırla dön müş olduğunu söylerler.
Bu derece şekilci olmayan, ger çekten azdır. Bu belki delilik ile akıllılık arası bir durum. Belki de alkol, esrar, v.s. gibi her şeyi denemiş olan bir insa nın davranışı veya taşkın bir duyuş sahibi olmanın değişikliği, kim bilir?
Dr. Rahmi Duman, Neyzeni, kendi kliniğinde, hem dinlendir mek, hem alkol tedavisi yap mak, hem de fakirliğine ara verdirmek için, yatırmak ister. Neyzen: «İlâhi, der, sen koca Misuri gemisini havuzda kalafa ta kalktın.»
Dr. Rahmi Duman bize, Ney- ze'nin, akıl hastanesinde yatar ken H. G. VVelIs’in üç ciltlik dünya tarihini, yatağında bağ daş kurup, nasıl gece yarılarına kadar okuduğunu anlatmıştı.
Sonra da bir gün gizlice pijama ile kaçıvermiş.
Neyzen tımarhaneden, hapisha neye kadar, her yere girip çık mıştır. Yine söylendiğine göre, kendisine sarayda ney çaldırır lar, çok beğenerek bir kese al tın ihsan ederler. Saraydan dı şarı çıkınca, «Ey ahalli, fuka ralar, toplanın etrafıma» der ve altınları avuç avuç serper. Bu nun üzerine tekrar saraya çağı rırlar, bir kese daha ihsan eder ler. Yine önceki gibi etrafına toplananlara dağıtır. Tekrar sa raya çağırırlar ve padişah ken disine verilen altınları neden da ğıttığını sorar. O da cevap ve rir: «Niye dağıtmıyayım? Sen onu alm teriyle kazanmadın ki.. Onlar zaten o fakir fukaranındı, ben de yine onlara verdim.» Bu laf üzerine, Neyzen’i içeri atar lar. Uçunu kulpunu bulup yir mi gün sonra, hapishaneden kaç mayı, başarır. Yakalarlar, tek rar hapis ederler. Bir hayli yat tıktın sonra, Cumhuriyetin ilâ nıyla çıkan aftan yararlanır.
Şimdiki Beşiktaş Ticarî ve Mi marî İlimler Akademisinin yerin de onun kaldığı ev vardı. Bu ev tahta ve gayet haraptı. Hat ta yanlarından bazı tahtalar kopmuş, düşmüştü. Bazı yerle rine gazeteler, mukavvalar ya pıştırılmıştı. Buralardan, bu deliklerden kim bilir içeri ne kadar soğuk girmiş, Neyzen ne kadar üşümüştür. Üşümek... aç lık... Neyzen için bunların öne mi mi olur? O bütün bunları hiçe saymıştır. İnsanların zaaf larını görüp, kaba da olsa hic veden bir heccav, verimli bir şair, bir mutasavvıf, bir ııey-zen, ve dört buutlu bir insan.
Lise Müdiremiz İffet Cin ha nımefendi, okulumuza kültür fi- Iimleri getirtir, konferanslar verdirtir, bazı da bizlere nasi- lıatlar ederdi. Bir gün, Neyzen Tevfik, okulun salonunda (ney çalacak) dedi ve bizlerden 25 er kuruş para toplandı. Herkeste bir merak, bir merak. Okul son rası, salonda toplandık, bekle dik, bekledik. Ne gelen var, ne giden. Sonra dağıldık. Babam
rahmetli, «O öyledir, günü gü nüne uymaz, isterse çalar, ister se çalmaz» demişti. Sonra ara dan günler, hatta haftalar geç ti, bir de baktık ki Neyzen Tev fik gelmiş. Salonda yine toplan dık. O bir iskemleye oturmuş, yerlerini almağa çalışan bizleri şefkatle seyrediyordu. Bu peri şan kıyafetli, kıvır kıvır saçları kirli ve yüzü bumburuşuk ada mı, birden, nedense sevivermış- tim. Sözün kısası, boynunu sola doğru büktü, neyini dudaklarına dayadı ... ve kendinden geç ti... Çocukluğumuza rağmen, bu çalışı ciddiye almıştık, bü
yülenmiştik. Bu ne alaturka, ne alafrangaydı Dini bir düşünce nin, sese dönüşüp neyi tünel ya parak çıkışıydı. Daha sonraları Neyzen’i bir kaç ucf’a daha dinlemek kısmet oldu. Ve her sefer bir başka bakış ve bir başka deyişle irkildim.
«Mürg-ü - aşkın olur mu hiç durağı Ebediyet önünde yem çanağı»
dediği gibi, bu aşk kuşu da ebe diyete uçmuş, aramızdan ayrıl mıştır. Kim bilir belki (gemiler geçmeyen bir ummanda) çalı yordun
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi