EVE T/H A YIR
OKTAY A K B A L
-r,v «r
7
*3
31
Salâh Bey
s M
^
tarih yazıyor...
"Salâh Bey Tarihi”. Bilmem ünlü tarihler arasında bir gün anı
lacak mı Birsel’in yapıtı? Geçmişin yapıtlarının da yüzyıllar son ra belgesel bir önem kazanarak okunacağı o günlerde akla mı gelirdi! Salâh Birsel’in “Kahveler Kitabı", “Ah Beyoğlu Vah
Beyoğlu", “Boğaziçi Şıngır Mıngır", “Sergüzeşti Nono Bey ve Elmas Boğaziçi" ile son çıkan “İstanbul - Paris” adlı kitapları
bir bütünü oluşturuyor. Dünden bugüne, bugünden düne gi dip gelmeye başlıyoruz bu kitapları okurken... Bakıyoruz bir 1980’lerdeyiz, birden 1940’lara uçuyoruz, derken daha gerile re, Tanzimat yıllarına, Meşrutiyet’e, çok daha eskilere...
Yazınsal bir gezi bu! Birsel geçmişin ve bugünün şiirlerin den, öykülerinden, romanlarından, deneme ve anı kitapların dan alıntılarla okurunu değişik bir havada yaşatıyor. Binbir bil gi ile tıklım tıklımdır bu kitaplar... En can alıcı, en dikkat çekici ayrıntılar okur için sergilenmektedir. Belli ki yazar yıllarını ver miştir bu çalışmalara. Ne çok kitap toplamış, ne çok not almış, ne çok didinmiş! İlginç bir tarihsel sergileme... İnanılır gibi de ğil kimi zaman, ama Birsel ne yapsın, dayandığı kitaplar, ta nıklar böyle demiş, böyle yazmış. O da bunları özenle seçmiş, kendi yorumunu da ekleyerek sunmuş okuruna...
Salâh Birsel hem bir şair, hem de usta bir deneme yazarı- mızdır. Derin bilgisi, ince zekâsı ile duyduklarından, okuduk larından, düşündüklerinden güzellikler seçer. Birkaç yıldır ‘ta
rihçilik’ adını verebileceğimiz bir uğraşa girişti. Boğaziçi'ydi,
kahvelerdi, kıraathanelerdi derken daldı gitıi sonu gelmez bir çalışmaya... İstanbul’daki kahveler “Kahveler KitabT’nda; 1940 kuşağıyle ilgili anılar “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu"nda; Boğazi çi’nin binbir köşesini yansıtan yazılar, “Boğaziçi Şıngır Mıngır"\a,
“Sergüzeşti Nono Bey..."de... Yeni çıkan “İstanbul- Paris’le ise
Tanzimat'tan bu yana içimize işlemiş -bugün de sürüp giden- Paris coşkusuna, sevgisine bol bol yer vermiş.
"İstanbul - Paris"\ şu sözlerle bitirir yazar: “İşte sırtım vurun. Kâğıdı da tükettik, sözü de. Toy ve düğün sona erdi. Hadi elle rim, gözlerim, dudaklarım, belleklerim lopunuza güle güle. Böyle bir tarih bir daha yazılamaz. Ey İzmir’li Salâh Bey, onu sen de bir daha tartak martak getiremezsin. Çünkü o yaşadıklarını bir daha yaşayamaz, bir daha bilemezsin."
Gerçekten de böyle bir ‘tarih’ görülmemiştir, görülemez. Buna
‘tarih’ demesek daha iyi, ama ne demeli bilmem? Salâh Bey
in geçmişe dalıp kendince konuşmaları mı, söyleşileri mi, düz yazı şiirleri mi? Hem anlatımı da alışkın olduğumuz türden de ğil, hatta sözcükleri bile!... Hiç bilmediğimiz, duymadığımız söz cükler, deyimler var bu kitapta, bu kitaplarda... Birsel bunları kendisi ‘uydurmuştur’ diyeceğim, ama kıyamadım yine de, ya ratmıştır demek daha doğru! Kendi de der ya: “Kısacası ayrı
bir dil, ayrı bir rüzgâr estirdik". Belki de bu ‘tarih’ kitaplarının
okurdan, özellikle genç okurlardan böyleşine geniş bir ilgi gör mesi bu şaşırtıcı yeniliğinden geliyor. Bu kitaplar ikişer baskı yapmıştır, üstelik de kimilerinin baskı sayısı on bin iken!...
Neler neler yok ki! Sakallar, bıyıklar mı? Erkek Fatma’lar mı? Cihan Şampiyonu Kara Ahmet’ler, Pol Ponslar mı? Paris’e gi den Abdülaziz’ler, Hamid Efendiler mi? Büyükdere çayırları, Tarabya’lar mı? Paris’in Printemps Mağazaları mı? Mavi Tuna1 lar, Sevda Pazarları mı? Ne arasanız var! Bir başlayınca sonu nu getirmemek güç. İlgiyle çekiyor yazılar sizi kendine... Bili yorum, Salâh Bey’in yazma biçemine, hele hele ‘uydurduğu’ sözcüklere, deyimlere bozulanlar da var, böyle düzyazı mı olur diye çıkışanlar?... Doğrusu ya, ben de yadırgamıştım ilk kitap larda, bu ne biçim anlatım, ne biçim düzyazı diye!... Gide gi de alıştım. Ki ben, ‘klasik’ denebilecek düzyazıyı yeğleyen bir yazarım. Ama klasik demek ağzı burnu yerinde bir anlatım de mek değil. Ne var ki uydurma sözcüklerden medet umarak cümleler kurması beni de kızdırmıştı bir ara... Sonra bu Salâh Bey’in anlatımı, denemeci Birsel’in değil dedim, alıştım, hoş landım..
Birsel’in “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu"sunun da üçüncü baskı sı çıkmış. Bu serüvenlerin içinde yaşayan kişilerden biri ola rak başka gözle bakarım bu kitaba... Ortak düşlerimizin, anı larımızın elle tutulur biçimde gözler önüne serilmesidir “Ah Be
yoğlu Vah Beyoğlu..." Anılar, günü gününe yazılmalıdır bence,
yıllar sonra anımsananlar gerçeği tam yansıtmaz. Bunu Dina- mo’nun "Edebiyat Anıları"nda da gördük. Birsel’in anılarında da böyle eksiklikler, çokluklar ararsak bulunur. Ama ‘anı’, bir kişinin belleğindeki kırıntılar, kalıntılar, birikintilerdir. İlle de ‘hep si olmuş, yaşanmış’ saymamalı. Yazarların anılarını gözle oku makta yarar var.
Sizi ‘Salâh Bey' dünyasına çağırırım. Hoşlanacaksınız, dalıp dalıp gideceksiniz değişik bir düş - yaşamlara... Öyle ki siz de o serüvenlerin içinde yaşadığınızı duyar gibi olacaksı nız. Daha ne olsun, daha ne yapsın Salâh Bey kardeşimiz!...