• Sonuç bulunamadı

Türk Teamül Hukukuna Göre «İçtimai Muavenet» Müessesesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Teamül Hukukuna Göre «İçtimai Muavenet» Müessesesi"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ttkrit töamtil l-ıuttuKuna göre

İçtimaî Aluovenet „ rraüe^sesesi

Prof, A. CAFEROĞLU

isler göçebe isler olurak olsun, nıalıallî şerait ve ahvale göre, muhtelif Türk kavim­ lerinin lıayatmda, bir lakım örfî ve içtimai müesseselerin türemesi ve doğması pek tabiî hâdise olarak kabul edilmelidir. Ekseriyetle kendi muhillerinin idarî hükümlerine bağlı kalan Türkler, gündelik hayat idaresini, ister istemez, yaşadıkları hayatın içtimaî kaidele­ rine uydurmak zaruretinde kalmışlardır. İp­ tidaî hayat şeraiti nazımı mevkiinde bulunan işbu idarî kaideler ilk çağlarda yalnız örf ve an'ane kaidelerinden ibaret olarak kalmıştır. Her ne kadar bunlar ilk zamanlarda basit olmuşlarsa da, zamanla bütün bir cemiyetin ifasma mecbur kaldığı hukukî hükümlere da­ yanan bir takım müesseseler vücude gelmiş­ tir. İlk çağ hayatının bütün safahatını ve sa­ lâhiyetini karakterize eden bu kabil müesse­ seler, şüphe yoktur k i , bunlara malik olan en eski Türk kavimlerinin hayat tarzını ve sos­ yal hayat münasebetlerini teshile medar ola­ cak en büyük kıymeti haizdirler. Bahusus k i , medenî seviyesi aşağı derecede bulunan Türk kavimlerinin hayatının tanziminde yegâne â-mil, örfe Ve an'aneye dayanan bu müesseseler olduğundan, bunlarla bugünkü Türk taamül hukukunun ihtiva ettiği normların kıymeti de bir kat daha artmış olmaktadır. Hele seviyesi yüksek bugünkü Türk cemiyetinin tarihî ve içtimaî tekâmülünde bu eski örf müessesele­ rinin derin kök saldıkları dikkat nazarına a-Iınırsa, bu kıymet, araştırıcılar için çok daha büyük bir ehemmiyet kesbetmiş olur. Nitekim bugünkü cemiyet hayatımızın bir çok unsur­ larını en eski hayat tarzı unsurları ile karşı­ lıklı olarak mukayese edersek, eski Türk içti­ maî hayat unsurlarının, çok sonraki sosyal hayatın kuruluşu üzerinde o nisbelle müessir olduğuna şahid olabiliriz.

Maamafih, devir ve zaman farktan her sahada olduğu gibi, cemiyet tekâmülünde ve onun nazımı bulunan taamül hukuk normları karakterinde de bariz bir şekilde devam

ede-gchniştir. liu yüzden bugünkü aile ile kadim ve iptidaî kavimlerdeki aile münasebetinde müşterek bir çok noktalar bulunmakla bera­ ber, birbirinden uzak bu iki çağın hukuk normları arasmda, tabialile, bariz farklar mevcuttur. Buna bir misal olmak üzere Türn taamül hukukunun kurduğu ı^Evlâthk Mües­

sesesi» ile aynı örfe göre kurulmuş ^İçtimai Mıuıvencl» müessesesini zikredebiliriz.

Nitekim, vaktile sırf göçebe hayat tarzı icabı olarak inkişaf ettirdiği zannedilen «in-sanseverlik ve .Muavenet» müessesesinin, uzun zaman yalnız göçebe hayata hâs bir müessese olarak kabul edildiği halde, bugünkü Türk ülkelerinin kâffesinde, medenî seviye derece­ leri dikkat nazarına alınmadan aynı müesse­ senin müşterek bir Türk örfü kaidelerine da­ yanarak faaliyetine devam ettiğini görmek­ teyiz. Hattâ, bugünkü Siberya Türk kavimle­ rinde insanseverlik ve onun nazımı bulunan örf hükümleri bütün kuvvetile hükmünü sür­ mektedir. Bunun esas prensipini ve temelini misafirperverlik teşkil etmektedir. Bu kavim­ lerde misafir telâkki edilen her ferd, ailenin ve cemiyetin bütün nimetlerinden, o cemiye­ tin veyahut ailenin hakikî ferdi gibi istifade etmektedir. Yakut ve Kırgızlar'da ve hattâ diğer Orta Asya Türklerinde, misafirperver­ lik ve misafiri maddeten ve manen himaye etmek usulü tamamile taamül hukuku kanun­ ları ile tesbit edilmiş bir müessese mahiyetin­ dedir. Umuma mahsus ve icrası mecburî bir yığın hükümleri havidir [ 1 ] . Buna riayet et­ meyenler, yine örfçe tesbit edilen cezalara çarpmaktan kendisini kurtulmuş sayamaz. Dikkate şayandır k i , cezalar içerisinde, fer­ din kendi soyundan tardı ve yahut cemiyetten tamamile çıkarılıp atılması gibi hükümler

[7] Ballyuzelc, L., Otf'çat imevıiye i otçasti n<».î Imeyuşşlye ve Moloy KlrglzsKoy Orde sUu zakons =

Küçük Kırgız Ordasmda kanuni hükümleri Kate hali lıaziTda ve vaktile mevcut olan adet ve ananeler,

«Zap. Orenbur. otd. tmp. Rus. Oeorg. Obş;» Kazan,

(2)

1 8 6 I'ROF. A. CAFEROCW vardır. Çünkü Kırgıziara göre, misafirin iyi

karj^ılanmaüi ve ağırlanroaM cedleri bulunan A 1 a ç'lan kalma bir yadigâr ve bir hüküm­ dür, bu rivayet Kırgız Türkleri arasında çok rağl>cl görmüş ve yayılmıştır.

Bundan dolayıdır k i , Türk kabileleri hayal:nda örf hukukunun temas ve tesbit et­ mediği hiç bir nokta hemen liemen yoktur. Alelade bir aile veya cemiyet ferdinden baş­

layarak bütün cemiyet heyetine ve yahut ka­ bile ve kavim menfaat ve nizamına şamil bilûmum vaziyet ve münasebetler tayin edil­ meğe çalışılmıştır, üaşta aile hukuku olmak üzere bütün içtimaî hal ve harekât muhtelif örf iıiüesseseleri tarafmdan himaye görmüş­ tür. Hattâ bu noktada o kadar ileri gidilmiş­ tir k i , kadınların ferdî ve cemiyet dahilinde­ k i konuşma tarzları ve şekilleri kaide altına alınmıştır. Türk taamül hukukunun kadmlar.ı mahsus vazettiği y a s a k d i I 12J, aile efradı için vücude getirdiği g i z l i d i l 13J kai­ deleri hep taamül hukununun bütün kuvveti-le kendi hâkimiyeti altına aldığı sahalardan biridir. Muhtelif dinlere mensup olmalarına rağmen muhtelif Türk kavimleri arasındaki taamül hukuku müesseselerinin birbirine kar­ şı gösterdikleri müşareket ve müşabehet, eski-denberi Türkler arasındaki hukuk rabıtaları­ nın esas bünyelerini, zannedildiği kadar de­ ğiştirmeğe muvaffak olamamışur. Şu kadar ki, coğrafi mesafelerin büyük farklarına rağ­ men, Orta Asya'nın herhangi bir Türk kav­ minde yahut Siberya'nın en hücra köşesinde yaşayan Yakut Türklerinde bile müşahede ettiğimiz bazı örf kaide ve an'anelerine, aşağı yukarı aynen Anadolu'da ve Azerbaycan Türklerinde tesadüf edebilmekteyiz. Türk iç­ timaiyatı ile uğraşanlar ekseriya Türk örf hu­ kukuna vakıf olmadan, herhangi bir iptidaî devre ait hâdiseyi doğrudan doğruya yabancı ve Türke uygun olmayan kavimler sahasında aramakladırlar. Halbuki, coğrafî saha fark­ ları kadar, zaman ve devir farkı da, Türk iç­ timaî hayalmın bünyesini, Türklerin muhte­ lif sahalara ayrılmalarına, yahut diğer bir yığın âmillere rağmen, esasında .sarsmağa muvaffak olamamıştır. Meselâ: Biraz aşağıda

(2] A. C a f c r o f t l u . Ti-r^ Taamül Hukukunun

dofiuraufiH Kadın DİH, .VarlıK'. skyı. 135. l»t»nbul

J S » , «, 106-IM.

IJJ 1. H » k x ı A k » y , ÇepıUler BaltketirUc. B»lıK«»lr, JM5, s. «7. Anadou'd» gizil dlUe konuş.^ > Yürükltrden birl df Oeygelllltr dlr. T»r»fm>dm t n -bU edilmiştir.

görüleceği veçhile, Yakut Türklerinde fakr ve zarurete düşen herhangi bir aile sahibine hay. van temin etmekle gösterilen muavenet şekli ve tarzı, aşağı yukarı bugüıjkü Azerbaycan Türklerinde « D a m a z l ı k » yani danuzhk luyvana muhtaç birisine verilmek üzere bilâ-bedel hayvan verilmesi şeklinde mevcuttur. Yine Yakutlarda büyük bir rağbet g ö r m ü ş o-lan «Evlâtlık Enstitüsyonu» tarzına, bazı clo-ğişikliklerle, Anadolu'da vc hallâ İstanbul'da bile rastlanmaktadır. Halbuki, Yakutlar Şa­ man, Azeri vc Anadolu Türkleri ise i s l â m di­ nine mensupturlar. Demek oluyor k i , din far­ kı dahi muhtelif Türk kavimlerindeki örf ens-lilüsyonlarınıu müşareketine m â n i olmaktan uzak kalmıştır. Bu takdirde aradaki farkı, ancak medenî tesir ve seviye f a r k l a r ı n d a ara­ malıdır.

Umumiyetle, Türk taamül hukukunun vücude getirdiği muhtelif meselelerin bariz karakterini, insanî ve hümeniler oluşları teş­ kil etmektedir. Herhangi bir örf müessesesi bütün teferrualile tetkik edilirse, bu vasıf derhal kendisini göstermekte gecikmez, ister bu müessese bir aileye yahut b i r soya, ister karabetle bağlı olmayan lâalellayin bir cemi­ yet hukukuna temas etmiş olsun, bu insani his bunlarda asla zayi olmamıştır. Bu bakım­ dan Türk taamül hukukunun vücude getirdi­ ği bir takım müesseseler içerisinde insani his­ se en çok geniş yer vereni ve ncvice en zengin olanı İ ç t i m a î M u a v e n e t M ü e s s e ­ s e s i olup muhtelif nevilere ve mazbut an'-anevî kaidelere dayanıyor. Kavmine g ö r e farklı normları muhtevidir. Kavmin iktisadi vc içtimaî bünyesine göre de mevzularında ayrılıklar gösterebilir.

Yakut Türklerinde bu müessesenin en çok inkişaf ettirdiği şekillerden b i r i , felâket­ zedelere herhangi bir şekilde olursa olsun mutlaka yardım etmektir. Bunun muhtelif ifa tarzları vardır. Bunlardan birisi ş ö y l e d i r : Akrabadan birisi herhangi bir felâkete uğra­ dığı zaman, ve yahut, herhangi bir vaziyet doiayisile, fakr ve zaruret onun kapısını çal­ dığı zaman, o aileye mensup olanlar, derhal kendi akrabaları olan felâkef-.-deyi kurtar­ makla mükelleftir. Aşağı yukarı aynı mükel­ lefiyete konukomşu da tâbi tutulmaktadır. Yuni, komşunun ve akrabanın felâketi, bir taraftan ukrabunın bir taruftun <la komşusu­ nun bir nevi ıniisteırk frlâkcli gibi

(3)

sayılmak-İÇTIMAI MUAVENET

187

tadır. Folklor ve âdete ait disiplin şu şekilde

icra edilir. Felâkete duçar olan kimse, ilk önce akrabalarını ve yakın komşusunun evi­ ne yemeğe davet ederek meclis yapar. Davet­ liler, tabii olarak, ne gihi maksadla çağınl-dıklarını evvelden tahmin ettiklerinden dave­ te hazırlıklı olarak giderler. Ziyafeti mütea­ kip, felâketzede meseleyi hazıruna açarak derdini döker, mukabilinde yardım diler. Mecliste bulunanlar bu izahat üzerine, para­ ları yanlarında ise, derhal maddi yardımda bulunurlar, nakdî parası olmayanlar da, ö-küz, inek, koyun, davar ve saire gibi muhte­ lif şeyler vereceklerini vadederler, ve sonra vaâdlerini ifa ederler. Felâketzede ile müna­ sebette bulunanlar ve akraba, bu vazifeyi yapmağa muktedir olamadıkları zaman, zi­ yafete, felâketzede ile hiç bir karabeti olma­ yan kimseler davet edilir ve ayni merasimle keyfiyet bunlara izah edilir. Bunlar da, taa-mül hukuku hükümleri üzerine, felâketzede hiç bir taahhüt altına girmeden ve mütekabil bir mükellefiyete tâbi tutulmadan kendi malî vaziyetini, kendi örf ve an'ane hükümlerin­ den istifade ederek temin eder [ 4 ] . Böylece burada örf kanunları, başlıca i k i hususiyete temas etmektedir: Birincide, yani muavenetin akraba muhiti dahilinde yapılmasından, bu şekil daha kadim ve soy dahilindeki hayat tarzı mahsulüdür; ikinci, yani muavenetin bir cemiyet dahilinde yapılması keyfiyetinde, bu muavenet tarzı cemiyet hayatı prensipleri­ nin mahsulü mahiyetini arzetmektedir. Bu i k i şıkkın ikisi de Yakut Türküne, herhangi bir ânî felâket karşısında, örfî ve aynı zamanda millî bir yardım temin etmektedir.

Mahiyet itibarile Yakutların işbu «Mua­ venet Müessesesi» ni andıran ve esasta ayni örf kaidelerine dayanan yardım sistemine, Azerî Türklerinde tesadüf ediyoruz. Yalnız, muaveneti icap ettiren sebepler arasında cüz'i bir fark vardır. Yakutlardaki muaveneti tev­ lit ettiren sebep, felâkettir. Azerîlerde ise yeni ziraat ve yahut sürü beslemek hayatına atıl­ mak isteyip de, kendi iktidarile lemin ede­ mediğini, örf hukukundan istifade ederek muavenet tarikile elde etmektir. Meselâ: Her­ hangi bir sürü beslemek isteyen kimse, tıpkı Yakut'larda olduğu gibi, kendisine başkası

[<I M. V. iç, Yuridieesktve Obıçat Yakutov —

(Yakutlanı. hukuki ör/leri), »turnal Grajdan$kago

Praia.' 1891. K n . I I I . ». 61-62.

tarafından koyun, kuzu, davar hediye edil­ mek üzere, komşusununu yemeğe davet eder. Yemeği müteakip, ev sahibine yakm birisi, misafirlere davetin sebeplerini anlatır ve mi­ safirlerden ne gibi hediyeler verebilecekleri­ ni sorar. Bunun üzerine misafirler de verecek­ lerini hazırunun önünde söylerler. Ziyafetin ertesi günü hediyeler gönderilmeğe b ^ i a n ı r . Bazan ev sahibinin bizzat kendisi hediyeyi almağa gider. Böyle bir vaziyette hediyeyi almağa giden ev sahibi, örf hukukunun ken­ disine bahşettiği salâhiyet ve hak mucibince, vaktile vadedilen hediyeyi kendi şahsî malı gibi taleb edebilir. Yani, vadedilen muavenet, ne şekilde olursa olsun, örf kanunu hüküm­ lerine bağlanmış bir mükellefiyet halini al­ mıştır. Bahusus k i , bu kabil muavenetler ale­ nî olup muayyen bir muhit veçhesinde cere­ yan etmektedir. Bu sayede örf ve an'aneye bağlı kalan cemiyet kendi taamül hukukuna dayanan salâhiyetini icra etmiş bulunuyor. Azerî folklorunda bu örf müessesesine D a-m a z l ı k yahut T a a-m a z l u x [ 5 ] denilir. Aynı yardım sisteminin başka bir nevi Azerî folklorunda şöyledir: Sürü beslenmek isteyen herhangi bir şahıs veya zürra, damızlık hay­ van tedarikinde hiç bir müşkülât çekmez ve kendi yaşadığı mahallin ne kadar

damızlık hayvan sahibi varsa, bunlardan birine, ilkbahara doğru bir mendil gön­ derir. Mendil alan damızlık hayvan sahibi, ilkbaharda sürülerini yaylaya çıkardığı za­ man, aldığı mendilleri de beraberinde götü­ rür. Mal sahibi, yayladaki çobanlarını bir a-raya taplayarak, aldığı mendiller sayısı mu­ kabilinde, şerefile mütenasip birer damızlık hayvan ayırır. Sonbahara doğru sürüler yay­ ladan dönerken, vaktile mendil göndermiş o-lanlar kendi çobanlan ile beraber, sürünün döneceği yolun muhtelif yerlerinde, onun dönmesine intizar ederler. Damızlığı

bulu-IS] KeUmenin A ı u d o l u «ftzındaki telaffuz »ekti « d a m ı z l ı k » u r , Azeri «elveslndc kelime bu «ekil almıştır, s. Şsverdov, Tamazlux Ui obıçay

vtalm-nago Vspomotçeitvovaniga domaınim Mkotom K DamatUk, yani ahll hayvanla yaptlan mütekabU muavenet örf ve ananen. «Sbornik MateruUov dlya

Opisaniya Mtstnosuy 1 Plemyon Kavkaza* T i ı i u ,

JSS9, a. 7 de kelimeyi yanlı? olarak T a m a s l i x

seklinde atmifUr. Ayni mUellU A. loakimov'a da­ yanarak halk etimolojisi Üzerine kollmrnln men^e->lnl d a n a • a z 1 1 k'tan getirmeğe çalınmakladır. (E. i. T a k u $ k i n . Obttnoye Pravo ruuktx

Ino-Todtsen — Rus olmayan kavimlerin ör/ hukuku,

Moskova. JS«9. ». 2Sl> kl bu fikir Umamlle yanlıştır.

(4)

PROF. A. CAFEROCLU nan sürü sahibi da bunlara yaklajukja,

vak-lile yaylada damislik tefrik ettiği, kuzuların boynuna, gönderilen mendilleri bağlar, ve her tesadüf ettiği mendil sahibine damızlık olmak üzere altı aylık diji bir kuzu hediye eder. Bu suretle damızlık kuzunun boynun­ daki mendil yeni sahibi tarafından ağılır, ço­ bana teslim edilir. Bu yolla her mendil sahi­ bi bir damızlık kuzu edinmiş olur. Şayanı dikkattir ki, mendil sahibi kendisine damızlık kuzu hediye eden zatın şahsını bile tanımaz, ve sürü sahipleri gönderilen mendili, örf ka­ nunu üzerine, asla reddedemez.

Mahiyeti ve ifa şekli ne olursa olsun, biraz yukarıda Yakut'lar için tesbit ettiğimiz örf an'anesi, aşağı yukarı, Azerbaycan Türk­ leri arasmda da kendi hükmünü sürmüştür. Aynı zamanda, karakter itibarile bu da, ta-mamile insanî duygulara dayanmıştır. Yoksa birbirini tanınuyan iki kimsenin, bir mendil mukabilinde, yekdiğerine maddeten el uzat-masma imkân olamazdı. Bu insanî duygu ve his, Tüıkler vasıtasile aynı yardım şeklinde Kafkasya Ermeni^'lerine de geçmiştir.

Kırgız Türklerinin Uamül hukukunda, aym mevzu etrafında vücude getirilen hukuki hükümler, daha geniştir. Bunlarda, bu kabil örfe dayanan mütekabil muavenet, başlıca üç va'ka dolayisile icra edilmdctedir:

1) Büyük bir borç altua girip ödemek­ ten âciz kalmak.

2) Sahte ve yalancı bir dava neticesinde

iflâs etmiş olmak.

3) Kan bahası ödemekle mükellef ol­ mak [6J.

Birincisinde, yâni büyük borç altında ka­ lıp ödemekten âciz kalmdığı takdirde, mua­ venet olarak toplanan paranm miktarı, borç­ lu olan kimsenin, cemiyetteki mevki ve nüfu­ zuna bağlıdır. Borçlu ne kadar nüfuzlu ise, vaziyetini o kadar çabuk ve kolay düzeltebi­ lir. Maamafih böyle bir vak'a zuhurunda, örf kanunlan en ağır vazifeyi akrabaya ve dost­ lara yükletmekle beraber, ifası mecburi ve yahut yapılacak olan bu kabil yardımın dere-CC' ve nevine göre ayrıca iki mühim noktayı dikkat nazarına almak lâzımdır. Bu da. bü­ tün Kırgız'lardaki c i l a ve y u r t ç i l i k gibi başlıca iki muavenet sisteminin

ifadesi-[«] o r o d e k o v . KirgUtt < KarakirfUt»

Str-Darinıkor ObtatU s~ SiT-Dw^a epaUU KtrgİM ve KarakiTfttlan. Tatkent. İM», C . •. US.

dir. Birinci c i l a sisteminde, muavenette bulunmak mükellefiyeti akrabaya, soya ve yakın dostlara terettüp eyler. Bu şekildeki muaveneti icap ettiren sebepler: Yangın, düş­ manın yurdu istilâ ve yağması yahut da kan bahası ödemek gibi felâketler teşkil etmekte­ dir [7J. İkinci y u r t ç i l i k sisteminde, mu­ aveneti temin etmek mükellefiyeti, bütün ce­ miyete ve ahaliye intikal eyler. Yani, taamül hukuku «Muavenet Müessesi» ne muayyen normlar vazetmiş ki, bunlar Kırgız muhitinde muayyen şekilde ferdi ve cemiyeti yardım yapmağa mecbur tutmuştur.

Kan bahası ödemek mecburiyetinde ka­ lanlara gelince, bunlar da ödemekten âciz kal­ dıkları zaman, taamül hukukunun kendilerine bal^ttiği hukuk ve serbestiyetten istifade ederek G e d a y ç i 1 i k [8J sistemine, yani cemiyetten para toplamak hakkmdan istifade edebilir ki, bu şekil muavenet, biraz yukarıda kaydettiklerimizden pek az bir farka malik­ tir. Dikkate şayandır ki, bu sonuncu halde, taamül hukuku kanunlarından istifade edile­ rek köy muhtarları da bilfiil para toplamağa iştirak ettirilir.

Düşman Urafından vaki .olan istilâ ve yağmadan mütevellid bilûmum felâket mese­ lesinde, Kırgızlar yardımda pek büyük bir tesanüd göstermektedirler. Ve bu hususta taa­ mül hukukunca kat'I hükümler vazedilmiştir. Şu kadar ki, herhangi Kırgız böyle bir vazi­ yet dahilinde, serbestçe, tekmil soydaşlarının ve hattâ kabilesinin muavenetine güvenebilir. Bilâ istisna her Kırgız, bu işde maddî mua­ venete mecburdur. Bundan kaçanlar, ya men­ sup oldukları cemiyetten tardedilir, yahut ba^a bir ağır cezaya çarpılır. Bir Kırgız için kendi soyundan, muhitinden ve nihayet cemi­ yetinden tardedilmek demek, bütün hak ve hukuktan iskat edilmiş olmak demektir [9J. Bu yüzden Kırgızm taamül hukuku, kendi nüfuzunu asıl bu meselede gösterir.

Diğer bütün soydaşları bilâ istisna mua­ venette bulunmağa mecbur eden bir sebep de, herhangi bir zürraın işine yarayan hay-vanmı kaybedişidir. Böyle bir vak'a zuhurun­ da, bütün soya mensup Kırgızlar, bir araya toplanarak, yardım olmak üzere, ölen

hayva-(7] O r o d t k o Y , »ynı «Mr. •, ut.

l$j Simmik Jtettniy Çretvttaynago SytAa Na-rodnix Sud*v Zıokaspltkoy ObUuli ı J<9« po 1903 g. r, Aucated. İMİ, • , 172.

(5)

IÇTIMAI MUAVENET 189

,0 on iki kısma ayırırlar ve her parçayı «lan ttt mukabilinde bir kuzu verir. Şu suretle dtwanmi kaybetmiş olan zürra, yeniden 12 kuzu elde elmiş olur ki, bunlarm değeri, ölen hayvanm değerinden kat kat fazladır. Bu âdet Kırg» Türklerinde pek büyük rağbet görmüş ve umumiyetle diyebiliriz ki Kırgızlar «Mua­ venet Müe88ese> lerini diğer Türkler gibi pek geniş bir surette inkişaf ettirmeğe muvaffak olmuşlardır.

Aynı örf ve an'ane esasları üzerine, ge-TA Yakut ve gerek Azerî Türkleri muhitinde inkişaf ettirilen. muavenet nevi, yeni evlen­ mek isteyen kızlara yahut gelinlere yapılanı­ dır. Tabiatile, Yakut'larda asıl muavenet gö­ ren, fakir kızlardır. Fakat Azerîlerde, bu ta-mamîle aksinedir. Müruru zamanla, Yakut Tûriclerinde de bilûmum evlenen kızlar, içti-ma! muavenet görmeğe başlamışlardır. Taa-mül hukuku hükümlerine istinat ettirilen bu muavenet, Yakut'larda gelinin işine yarar eş­ ya ile yapıldığı halde, Azerîlerde daha fazla para iledir. Fakir Yakut'lar bu işte ancak kendi muhitine ve ahbaplarma güvenirler, zenginler ise şüphesiz daha geniş yardım te­ min edebilirler. Muavenet, ekseriyetle elbise­ den, kumaştan, davardan ve yahut buna yakm hediyelerden ibaret kalır. Bazan zengin bir Yakut, bu örf ve an'ane hukukundan istifade ederek arzu ettiği kadar eşya, toplamağa mu­ vaffak olur.

Azerî muhitinde, ben bu kabil içtimaî muavenet tarzmı, ancak büyük çiftlik sahibi olup aristokrat «b e y» smıfma mensup zen­ ginlerde müşahede ettim. Şehir ahalisi ara­ sında ve düğünlerinde böyle bir muavenet şekli mevcut değildir. Zengin çiftlik sahiple­ rine bu kabil muavenet, düğünlerde yapılmak-dır. Her bir çiftlik sahibinin düğününe davet­ li bulunanlar, ortada dans eden kimseye, şe­ refi ve sanı ile mütenasip, şabaş olarak para verir. Ş a b a ş adile muhtelif kimseler tara-fmdan toplanan para, tamamile düğün sahi­ bine verilir. Aynı adla şehir düğünlerinde toplanan cüz'î paralar, bilâkis hediye olarak hanendelere dağıtılır. Ve hiç bir kimse böyle bir muavenette bulunmağa mecbur değildir. Hattâ, bazı düğün sahipleri Ş a b a ş topla­ mağı menetmektedirler. Maamafih çiftlik sa­ hipleri düğününde de mutlak surette maddî yardımda bulunmak mecburiyeti yoksa da, eski örf ve an'ane kaidelerinden kalma bir

bakiye halinde hâlâ yaşamaktadır.

Bence, Azerî Türkleri arasında müteka­ bil içtimaî muavenet tarzında ifası mecbur tutulan prensiplerden en esaslısı ölü sahiple­ rine her ne bahasına olursa olsun yapılan maddî muavenettir. Bilûmum tanıdıklara, bil­ diklere ve akrabaya şamil gayri kabili içiti-nap bir örf hükmü halini alan bu muavenet şekli, hâlâ bugün bile Azerîlerce unutulma­ mıştır. Şimdiye kadar, ben böyle bir muave­ net kaidesine, Azerîlerden başka bir Türk kavminde tesadüf edemedim. İster zengin, is­ ter fakir olsun, her bir Azerî, bu an'aneye ri­ ayet eder. Ve bu, tamamile mütekabildir. Ya­ ni, hem başkasına yardım eder, hem kendisi­ ne yardım edilir. Bu iki şıktan birisine iştirak etmekle diğerini ihmal etm^, tamamile me-nedilmiştir. Zira, mahallî örf hukukunca, mütekabil yardımın, hem aktif ve hem passif tatbikat prensipleri müsavi şeraite istinat et­ tirilmiş ve ikisi de, şüphesiz, icraya tâbi tu­ tulmuştur.

Muavenet şu şekilde yapılır: ö l ü defne­ dildikten bir gün sonra, ölü sahibinin evine, öğleden sonra taziyete giden kimseler, ya ken­ di ziyaretlerinden biraz evvel, birisi vasıtasile büyük veya küçük bir külâh şeker gönde­ rirler, yahut da bizzat kendileri, bu işe me­ mur edilen zata, ölüye karşı olan vaziyetleri­ ne veya iktidarlarına göre, muayyen para ve­ rerek kendi adım deftere kaydettirirler. Ekse­ riyetle, muavenetin derecesi, insanlarm hali­ ne ve münasebetine bağlı kalmaktadır. Yani, bu hususta hiç bîr gûna tazyik ve mecburiyet yoktur. Muavenet ise, yalnız şekere ve paraya münhasırdır. Başka türlü muavenet yapıla­ maz ve örfçe menedilmiştir [10]. Bu suretle toplanan şekerler, sahipleri tarafmdan satı­ larak paraya çevrilir. Neticede herhangi bir ölü sahibi, uğradığı ağır felâketin hem mas­ rafını temin etmiş oluyor hem de kendi malî vaziyetinin sarsılmasından kurtarılmış bulu­ nur.

Şimdiye kadar verilen izahattan da anla­ şılacağı veçhile, «Muavenet Müessesesi», A-zerbaycan sahasında da, kendi hükmünü sür­ müştür. Hele sonuncu mütekabil muavenet prensipleri, bu müessesenin en canlısı

olmuş-[İO] A. D J » f e r o e i u , 75 Aurba^cani^c^e

LtcAer »Bafatv». Berlin. »930, s. 7, not, 1. Meseli

bazı frarklerde 010 evine bir kaç gUn zartında ye­ mek göndermek gtbl, k l bu kabil yardımlar Azeri ö r t ü n c e t a n ı n m a r u f t ı r . •

(6)

190 PROF. A. CAFEROCLU tur. Mütdcabii diyorum, çünkü bu muvanet,

diğerleri gibi, ihmale tahammül etmeyenler­ dendir ve Azeriler için hatırı sayılır bir örf­ tür. Her ne kadar ademi ifasmdan mütevellit herhangi bir örfçe tayin edilmiş ceza kanun­

ları mevcut değil se de, az istisna ile, nadir ve meşru hallerde ifa edilememektedir. Taa-mül hukuku, Azerî muhitinde en çok bu ta­ rikle muavenet fikrini aşılamağa muvaffak olmuştur.

Anadolu sahasında, taamül hukukunca kurulmuş cMuavenet Müessesesitnin en geniş

tatbik nevine, t m e c e tâbirile ifade edilen esasda tesadüf edebiliyoruz. Yakutlarda ayni tarzdaki müessesenin mevcudiyeti, araştırıcı­ lar tarafmdan, rusTara atfedilmektedir. Esa­ sında, daha fazla, zirnatla meşgul olan mu­ hitte inkişaf sahası bulmuştur. Fakat müruru zamanla, kendi çevçevesini genişlettiğini şüp­ he yoktur. İlk çağlarda, herhangi bir sebeple urlanın işletilmesinden âciz kalındığı zaman­ larda, konukomşudan yahut köy halkının mu­ ayyen bir gurupundan mürekkep heyetin bi-lâbedel çalışmasiie, aynı iş tamamlandırıl-maku 'idi. Aynı tarzdaki müşterek mesai tar­ zı, umum köy ve yahut cemaat tarlasına şamil olmuştur. Buraya şüphesiz Vakıf arazisi de dahil olmuştur. Kavmin hayat tarzma ve meş­ guliyetine göre, muhtelif şdciller ihdasında mü^ülât çekilmiştir. Bu gibi hallerde deği­ şen mevzu olmuş, fakat taamül hukuku hü­ kümleri değişmemiştir. Meselâ, Siberya Türk­ lerinde ve Mogollarda, herhangi bir ihtimale kaı^ı cemiyete ait tarlalardaki otları, bütün köy ahalisi biçmekle mükellef tutulmuştur. Şayed, iş daha küçük ve büyük bir kollekttf kütleye muhtaç değilse, ancak muayyen bir köylü gurupu, kendi aralarındaki kombine­ zonlarla, yine kollektîf bir halde bu işi yap­ makla mükelleftirler. Bu şekilde, kollektif mesai ile toplanıp cemiyete teslim edilen ot ve yahut mahsul, almdığı miktarda geri iade edilmek şartile, köylülere verilir. Dağıtılan mahsulün iadesi, cemiyetçe tesbit edilen ka­ nunlara tâbidir [ I I ] . Ayni muavenet tarzına, Yakut Türklerinde tesadüf ediyoruz. Bunlar­ da, muavenete muhtaç köylüye yardımdan kaçınanlar, örf cezalarına çarptırılırlar [12].

Anadolu'da köy hayatı sürenler arasında

u n P. R . -ov, o» Kahmo do Yokuttka — KaitmOan Yakutsk-ifa kadar), aiMr, IStS fK î

Taku«kin. s. t9).

[ r t j K . V-JÇ. Aynı «Mr, ». «7.

İ m e c e , âdeta örf ve içtimaî bir müessese halini almıştır [13]. Sahasına göre İ m e c e , ö m e c e , ö m e . E m e c e ve hattâ M e ç telâffuz şeklini alan [14] bu içtimaî muavenet müessesesinin esas ve yegâne gayesi, Yakut

[15], Kırgız [16],Kazan vesaire Türklerde olduğu gibi, bitirilmesi müstacel olan ve fakat sahibi tarafından beceri lemeyen tarla ve ya­ hut ev işlerine konukomşunun, akrabanın ve bazan da bütün köy ahalisinin kollektif bir şekilde bilâbedel muavenette bulunmasıdır. Yapılan yardım, bedenle olur. Diğer muave-net vasıtasına müracaat yasaktır. Yani örfçe mükellef bulundurulan işten kaçınıp para ve saire ile yardımda bulunmak imkânı yoktur. Bu takdirde yapılacak işe iştirak ettirilenler muayyen bir zamanda iş sahibi tarafından davet edilir. Iş yapılıp bittikten sonra, mu­ kabilinde iş sahibi tarafından bir ziyafet ve­ rilir. Anadolu'da bu münasebetle genç kızlar ve delikanlılar bir araya gelerek, bu ziyafette müşaverede bile bulunurlar. Ziyafet bir nevi köy bayramı mahiyetini alır.

Karakırgızlarda İ m e c e tarikile yapı­ lan muavenet, ancak bir gün sürer [17]. Bur­ sa vilayetinde yemek vermek usulü, şarttan sayılır. Taşkent Türkleri arasında bu örf sis­ temine H a ş a r denilir [18]. Buradaki Ha-şar'ın ifası şekli, Anadolu'hunkinden farklı değildir. Meselâ, birisi kendi tarlasındaki içi vaktinde yapamazsa, derhal kendi köylülerini Haşar'a davet eder. Toplananlar elbirliği ile icab eden işi derhal bitirirler. İş birkaç gün sürebilir. Bu takdirde iş sahibi iş müddetince çalışanları doyurmakla mükelleftir. Yemek bir arada yenir. Haşar karşılıklı muavenet sistemi üzerine kurulduğundan, ifası bütün köy halkına şamildir. İstisnaî haller, tabiati-le hariçtir..

Aşağı yukarı aynı kollektif yardım. K a ­ zan Türklerinde mevcuttur. Yalnız eskiden bu Türklerde mektepler ve imamlar için odun toplamakta bu sistem işbirliğine müracaat

o-US] A b d U t k u d t r İ n a n . Birinci ilmi Se-yahata dair Kapvr, fTUrk H«lk)>n8lslıır alt Mad­

deler;. I V , tsUnhul, •, 12.

[M] H a m i t Z U b e y r v e t ı h n k R c f e t .

AnadiUen Derlemeler, Ankara. 193i. n. l«<t da

ö m c c l (KiTfthlr); M e e t ("Trabzon;: t m e c l (^Anadoluj; Ayrıca : Taravta Vergisi, indekü, s, İM*. 1122.

£151 V-lÇ. aynı eaer, «. C7. [ r t j O r o d e k ö v , ayni eser «, tl7. [17) tbld.

(7)

IÇTlMAl MUAVENET 191

dilmekte olup ö m ö adile tesmiye edilmiş­ tir I İ 9 J . Kadmlar arasmda tatbik edilen ayni muavenet sistemi, tıpkı Anadolu'da olduğu gibi, neticede ziyafetle biler ve bu ziyafette kızlar müşaerede bulundukları gibi, erkekle­ ri de iştirak ettirilirler. Ziyafette ikram edilen, kaz yemeğidir ( 2 0 ] . Siberya Buryatlarmda

i m e c e muaveneti, yalnız tarla işlerine

münhasır kalmamıştır. Herhangi bir işte bu sisteme müracaat etmek, usûldendir. Hattâ ev yaptıran kimseye, konukomşu muavenet­ te bulunmakla mükelleftir ( 2 1 ) .

İşbu, muhtelif Türk kavimleri arasında­ ki İ M E C E «Muavenet Müessesi», tama-mile taamül hukukunun vücude getirdiği ve aynı zamanda Türk kavimleri arasında geniş intişar »ahası bulan yardım yollarından biri­ dir. Hükmü, fertlere inhisar ettirilmemiş bü­ tün bir cemiyeti, köyü ve muayyen zümreyi bir işbirliği etrafında toplamağa muvaffak olmuştur. Tatbiki ve icrası, şekilce tabiatile birbirinden ayrılabilir, fakat muavenet mü­ kellefiyeti bakımından, herkesçe mecburî ola­ rak riayet etdilen bir örf ve an'anedir. Bu mecburiyetten kaçınanlar için, filvaki muay-yen örf cezalan tayin edilmemişse, kendi ka­ rakterine uygun içtimaî ve aynı zamanda ce­ miyetin telâkkisine uygun bir tekdir cezasile iktifa edilmiştir. Hele, bilhassa Kırgız Türk­ lerinde trkdir mahiyetinde olan cezalar, ale­ lade ağır cezalar kadar tesir yapmaktadır. 0-na göre, Kırgız örfü, i m e c e müessesesi vazifesinden kaçanlara « a y ı p » cezasını tak­ dir etmiştir.

Menşeyine ve kavmine göre, bazan insa-ı^, bazan ise sırf maddî menfaat iktizasile ya­ pılan « e v l â t l ı k » , şimdiye kadar bahsetti­ ğimiz « M u a v e n e t » müessesesinin en dik­ kate şayan olan noktalarından biridir. Bu müessese, en çok ziraat hayatile yaşıyan ka­ vimlerde intişar sahası bulmuş ve sıkı örf ka-nunlarile tavzih edilmiştir. Şu kadar k i , «Ev­ lâtlık» müessesesinin her bir noktası, örf hu-kumlerile kolayca halledilebilir ve bu husus­ ta bir yığın tesbit edilmiş örf kanunlarına dahî malikiz. Ge/ek maddî menfaat, gerek

in-[İ»J R a d l o f l . W-. Versuoh cinea Wörtcrbu-Artf tarafından ve.-llml»tlr.

Chej der Türk-DUılekte Sanlıtpctertourg, 1S93, c, I ,

». 13S2.

[20] B u m a l û m a t P r o f . R a h m a t l - A r a t tarafından verilmiştir.

[21] O . P., tnorodçeskiva Obfçintv v SibM, ^tertfcaya Burt/atskaya Ob}çina, «Vostornıy Obzor> « M rVakutkln, s, «3).

sanî hislerle edinilen evlâtlıklar, her ıioktadn hakikî evlâtla müsavi tutulmaktadır, k i bu esas, ekseriyetle mütekabil muavenet prensip­ lerinden ileri gelmekledir, lîu hususla, daha fazla malûmat vermeğe burada lüzum görme­ den, benim bu mevzua dair neşrettiğim maka­ leyi tavsiye etmekle iktifa edeceğim [ 2 2 ] :

Asıl Orla Asya Türk kavimleri taamül hukukunda ehemmiyetle gözetilen mütekabil yardım müessesesi, avcılık hayatı yaşayan kavimlerde göze çarpmaktadır. Hayat ve mai­ şeti, tamamile ava bağlı kavimlerde av, hpm mukaddes hem de hayat ve yaşayış menbaı o-larak sayılır. Taamül hukuku, bu i k i nokta­ dan da, avı muayyen kanunî kaidelerle koru­ mak mecburiyetinde kalmıştır. Şu kadar k i , bazı avcı Türk kavimlerinin telâkkisine göre, cins hayvanlar insan dilini işittikleri gibi, an­ larlar da. Bu yüzden avcılar arasında hususî bir lisan dahi mevcuttur k i bu dil « y a s a k » dilden sayılır. Altay Türkleri, bu hususî avcı lisanına büyi'k bir ehemmiyet vermektedir­ ler [ 2 3 ] . Taamül hukuku ise, bütün bu hu­ susiyetleri gözetmekle mükellef bulunduğun­ dan tekmil ava ait hususiyetleri tesbit etmiş­ tir. Müstakil ve dikkate değer bir araştırma mevzuu olan bu bahse, burada temas etmiye-ceğim. Benim üzerinde durmak istediğim nok­ ta, ancak «av» müessesesi çerçevesinde mua­ venete ve yardıma temas eden U C A siste­ midir. Bu sistemin esas kaidesi, şundan iba-Vettir:

Soyot, Yakut ve bazı Altay ı ürk kavim-lerîıiin örf hükümlerine göre, avlanan bir kimseye yahut avlanan hayvanı gören birisi, avcıya bu anda U C A veya Y U C A diye bağırırsa, avcı, bu kelimeyi telâffuz eden kimseyi, avladığı ganimete, müsavî hisse ile,

iştirak ettirmeğe mecburdur [ 2 4 ] . Avın hiç bir zahmetine katlanmadan ve avla hiç bir alâkası olmadan ganimete asıl sahibi ile beraber, müsavi hisse ile, iştirak ettirilmeğe u c a adı verilmiştir. Maamafih, tesadüfi

his-[22] A. C a f e r o g l u , Türk Taamül Huku­

kuna göre Türklerde »EvlatUk M««MCMSİ«, r T ü r k

H\ı)tuk ve İ k t l s a d T a r i h i M«'='n»»asU. İ s t a n b u l , c. I I . Ayrıca. A. L o m a k ı n . —Obxcnoye pravo

Turkmen (Adat)' (Türkmen ö r / hukuku (Adat),

AsxRbad. 1897. s. 38-39.

[23] L. P. P o t a p OV, Ozotniç'i Pother,ya I

Obri-1/adtv u Altaj/skiz Turkov ^ Altay Türklerinin ava ait itikat ve telâkkileri merasimleri). f K u l t u r a 1

Pi.«mennost V c s t o k a ; ' B a k û . 1929, c. V. s, 123-124.

[24) E. K . Y a k o v l e v , Btnojraiiçeaklv Ob-zor Inorodcexkafin Naselcniyı dolinxy Yujnago Ye-nneya, Mlnu.ılnsk, 1900, s. 66.

(8)

PROF. A. CAFEROCiV

192

aedarUra u c a tarikile verilen hisseler, dai­ ma müsavi olmaz, bazan av sahibine hiç Lirşey bırakılmadan bütün av u c a'ya tâbi tutularak bağıranlara teıkedilir; daha fazla sarahat elde edebilmek üzere, burada kavimler ara-smdaki u c a taksimatının derecelerini kısaca iıah edelim. Soyot Türklerinde avdan donen kimseye tesadüf eden birisi, y u c a derse ve av tüylü değilse, avlanan hayvanın arka aya­ ğı ve derisini alır. Bunu müteakip aynı avcıya tesadüf eden diğer kimseler, aynı y u c a «-deti üzerine, aynı avın en iyi yerelerini alır­ lar. Ekseriyetle bu kabil tesadüfler neticesin­ de, birkaç gün zahmetle avlanan kimse, avını diğerlerine vererek evine tamamîle eli boş döner.. Yalnız, y u c a taksimatında istisna edilen, kürktür. Zira, avcı onu vergi mukabi­ l i olarak hükümete teslim edecektir [25]. Ya­ kut Türklerinde de aşağı yukarı aynı örf hâ­ kimdir. Nitekim, denizden ağ çekilirken veya çıkarıldıktan sonra kenarda seyirci vaziyetin­ de bulunan ve yahut tesadüfen o mahalden birisi geçerken, aynı u c a âdeti üzerine, av­ lanan balıktan istediği kadar almak hakkını kazanır [ 2 6 ] . Bundan maada, evine dönen av­ cı, getirdiği balıklardan bir kısmmı konukora-$uya dağıtmakla mükelleftir. Yeni evde kesi­ len hayvanlarm etinin bir kısmı dahi, Yakut örfünoe, komşulara dağıtılmalıdır [ 2 7 ] . Aze­ ri Türklerinde, bu sonuncu Yakut âdetini an­ dıran usul, tandırda yeni pişirilen ekmekten komşulara dağıtmakla tezahür etmektedir. FakatAzerilerde u c a yahut y u c a sistemi mevcut değildir. Altay Türklerinde avlanan hayvanın derîst soyulmadan evvel, y u c a ile taksim edilmek istenirse ava iştirak etmi yenlere, muayyen bir hisse verilir, vt buna, Altay şivesinde u ç a denilir [ 2 8 ] . Bazaa KırgKİarda ilk elde edilen av, avcının yolda ilk tesadüf ettiği ihtiyara terkediHr [29]. As­ kerî ganaim de u c a âdetine bağlıdır. Kır-gtzlarda harp ganimeti ile dönen kimseden birisi hediye isterse, ganimet sahibi derhal ona hediye vermeğe mecburdur [ 3 0 ] . k i , bu şık, daha fazla, hediye prensipinc

dayanmak-rzS] y » k o v l e v , »jmı ewr. f. «7.

fM) M. V-lç. »ym eser. «. »o.

tî7J L . L l ç k o v . Yskuuy ^ Yûkutinr, . RUÜ Kndklopedlal». c. »2. s. t32.

[İS] { t f t d l o f f . Lugiıt. r, s. 722.

f2>J M < k o v e t s k l y . MatriıUy dlpa

Uu-çtniya YuriiicesMx Obıçayev Ktrffu, IKxrgxz (aamiil

hufcufcvnu «direnme* için maUcme). Omsk. IMS

rYakutkIn. «. IW.

130] O r o d e k o v , «ynı eser. s. 72<

tadır. Kırgız Türkleri, u c a veya y u c t ı tâbiri yerine, ayni mânayı ifade eden ve ayni örf hükümlerine dayanan ç ı r a 1 g a keli­ mesini kullanmaktadır [ 3 1 ] .

Uca veyahut Yuca âdetine karşı gelenle­ re Uyin edilen ceza, kavmine göre muhtelif, tir. Meselâ, Soyot Türklerinde, uca âdetine riayet etmiyerek kaçan süvariye, 40 - 60 tokat cezası tayin edilmiştir [ 3 2 ] . Yahut birisi ov esnasında samuru kovuğa soktuğu zaman, di­ ğer birisi u c a hakkına iştirak etmek islerse, avın devamınca avcıya yardım etmeğe mec­ bur olur. Şayet bunu yapmayıp da, avı yarı­ da bırakır giderse, örf hükümlerine karşı gösterdiği riayetsizlikten dolayı cezaya çarpı­ lır [33]. Yuca yahut U c a , şimdiye kadar verilen malûmattan da anlaşılacağı veçhile, yalnız ava münhasır gibidir. Halbuki, Soyot Türklerinin örfüncc, vergi mukabilinde hükü­ mete deriler, toplanan cevizler, tarla mahsu­ lâtı ve umumiyetle çadırın (yurt) malı sayı­ lan bilûmum eşya, u c a taksimatına tâbi de­ ğildir. Haddi zatında u c a kelimesinin tari­ hi seyri dahi, bu f i k r i tamamile takviye et­ mektedir.

Kelimenin en eski şekline Uygur Türk­ lerinde tesadüf ediyoruz [ 3 4 ] . Bu T ü r k şivç-sindeki esas mânası «Hayvan arkası, arka kuyruğu, kuyruk sokumu» dur. Aynı m â n a d a X I inci asır Orta Asya Türklerince kullanıl­ mıştır [35]. Diğer Siberya Türklerinden Sa-gay, Şor, Teleüt, Altay ve hattâ Kırım Türk­ lerinde, kelime aynen yukarıdaki m â n a d a ol­ makla beraber, vaktile Radloff'un verdiği ma­ lûmata göre, eski Türklerde hayvanların bu kısmından yapılan yemek, şerefli ziyafet ye­

meğinden sayılmakta i d i . Han, zadegan ve eş­ raf, hep bu yemekle ağırlanırdı. Aynı müel­ life göre, Siberya kurganlarında, ölülere yem olarak mezarlara konulan yemekler hep hay­ vanın bu kısmından olmuştur. Çünkü, bu ka­ bil mezarlardan bir sürü belkemikleri elde e-dilmtştir. tşbu misal Türklerce hayvanın b u

[31] ibid t, m .

[32] Y a k o v l e v , Aynt eser. t>. 67: Biraz y u ­ karıda yine c « » olarak »Ayıp* ilan babscdilml.ttir. Buradaki Ayıp bizim k u l l a n d ı ğ ı m ı z manadan ç o k farklıdır. Kırgızlarda «ytp cezaları pek r;oktv»r (Bak ; Ballyuzek. aynı eaer. a. 60-611.

[33] a r u m O r j i n t a y l o , Zajx-<£tn«y/a

ttongoHya I Vranxayikii/ Kray coarbi Moiiollstan ve Vtvanhay aike»U, I.enlngrad. 1.926. e. I t l . • . 63.

[34] A. C a f e r o g l u . l/V9ur SOzliı0H, İ s t a n ­

bul. İS3«. b. l U , ». 2M.

(9)

fÇTÎMAl MUAVENET 193

kısmının muteber olduğunu sarahalan göster­ mektedir. Altay Türklerinde görücülere şe refli yemek olarak kızartılmış koyunun arka kemiği ikram edilir ve bu yemek merasimine yahut ziyafetine u c a adı verilir [36J Uy-gurlarda ise, ruhların dördüncü gün tevak­ kuf ettikleri mahal, işbu u c a kemiğinin bulunduğu yerdir [ 3 7 ] . Uca kemiğinin ne ka­ dar muteber olduğunu «Tarihi Enbiya» da da görebiliyoruz. Bu dinî eserin bir yerinde «inek büyüdükten sonra, onun u ç a kemiğini Kâbenin duvarına asarak onunla iftihar edi­ liyordu» denilmektedir k i , hayvanın bu kısmı­ nın tasavvuf edebiyatında da yer tuttuğunu sarahatan göstermektedir. Çağataylılarda, ke­ lime «Arka belkemiği» mânasınadır [ 3 8 ] . Ve hayvanın bu kısmından yapılan yemek, ziy.ı-fet yemeği mahiyetini almıştır [ 3 9 ] . Nihayet müruru zamanla kelime asıl mânasını kaybe­ derek Çağalaylılarda ve Hokant Türklerinde, alelade «Melce', himaye, yardım ve muave­ net» gibi mânalar almağa başlamıştır [ 4 0 ] . Tobol Türklerinde kelime, ancak «Arka, kuy­ ruk sokumu» mânasında kendisini muhafaza ettiği gibi, Kazan Türklerinde «Koyun bu­ dunun üst kısmına» ıtlâk olunmuştur. Şark Türklerinde ise yalnız «Omuz» mânasına kul­ lanılmıştır [ 4 1 ] . Kelimenin devirler boyun­ ca yaptığı seyir ilk çağlarından bugüne ka­ dar, cemiyet içerisinde hep örfe dayanan bir vazife gördüğünü sarahatan göstermektedir. Hele, Çağatay devletindeki mânasile, eski Türk örf hukukundan kalma bir bakiye ol­ duğunu ve kendine hâs muayyen merasime ve hükümlere bağlı bulunduğuna şüphe bırakma­ maktadır. Fakat, asıl merasim ve kıymet, za­ manla unutulmuş, en sonda kendi ruhuna ya­ kın Türk taamül hukukunun «Muavenet Mü­ essesesin» de kendisine bir yer almıştır.

Uca, Yuca ve yahut Uça muavenet usulü şimdiye kadar verilen malûmattan da anlaşıl­ dığı veçhile, tamamile örf, yâni taamül

hu-[m Radloff, LugâH, I . s. ;7'2I-2?.

137] R a h m e t i , Türklache Tur/an-Tcxtf V I I , Berlin, t93«. ABAW.. s. 32 (20} 7.

IMJ 9 e j r h S ü l e y m a n E f e n i l l . Lucati, tiUnbul, 192». s, 26.

[J9] B u d a KOV, Sravnitflntv Slovnr

Tu-reUko-Tatartkix Nareçiy, S. PeUrburtc, «, U6,

[«] Radloff. lutati. l. a. 1723.

kukununun başlıca esaslarından biri olmuş­ tur. Şahsî mülkiyet hukukuna tecavüz etmek­ ten uzak, muhtaç veya muaveneti arzu edilen lere hâs en meşru vasıta olmuştur. Türk hu­ kukunun ava verdiği ehemmiyeti dikkat na­ zarına alınca, uca muavenet sisteminin «av loncası» ndaki ehemmiyeti bir kat daha art­ mış olur. Çünkü «Av loncası» nın bütün te-ferrüalı tesbit edilmiş ve bu loncaya dahil o-lanların hukuku muhafaza edilmiştir | 4 2 | . Şu halde u c a an'anesi ve âdeti, sırf muay yen bir mesai sarfilc elde edilen varidata vc yahut eşyaya mahsus olmayıp, daha fazla ko­ laylıkla veya tesadüfle edinilen eşyaya inhi­ sar ettirilmiştir. Zaten, şimdiye kadar verilen izahat dahi, bu sistem muavenetin, ancak av­ cılar arasıncla münteşir olduğunu göstermiş­ tir. Harplarda elde edilen ganimetler de, şüp­ hesiz, tesadüfi bir varidat sayılabilir. Buraya bir de, hırsızlıkla edinilen eşya dahil olmak­ tadır. Çünkü, hırsızlık meşru bir varidat men-baı teşkil etmediğinden, tesadüfen çalman her nevi eşya, uca usulile, derhal taksimata uğ­ rar. Fakat taksimata uğrıyan eşyanın, sonra­ dan çalınmış olduğu tebeyyün ederse, asıl hırsızla u c a tarikile ayni hırsızlığa iştirak ettirilen de müştereken cezaya çarptırılırdı. Aksine olarak, uca yolu ile hırsız eşya tak­ simatına iştirak eden kimse, keyfiyeti vaktin­ de resmî makamlara bildirirse, cezadan ma­ sun tutulur, asıl hırsız cezalandırılır [ 4 3 ] .

Bütün bunlara rağmen u c a muavenet sistemi, daha fazla belki de, tamamile av ha­ yatı yaşayan Türk kavimlerine mahsus olmuş ve bu yüzden yalnız bu hayatı Türkler ara­ sında revaç bulmuştur]

îşte bütün Türk kavimleri arasındaki muhtelif mütekabil muavenet sistemlerini gözden geçirdikten sonra, görüyoruz k i , Türk­ lerde muavenet teşkilâtı, çok erken çağlarda inkişaf etmiş ve Türk taamül kanunları tara­ fından genişletilmiştir. Bu esasın Türklere sonradan din tarikile getirildiğini düşünen­ ler, şüphesiz aldanıyorlar.

[<1] B a n g . W.. Vom K6kt'lrMxhrn lum Of

manischen. Berlin, 1921, ABAW.. IV. s, 7. 27,

(¥2) O r u m m C f r J I m a y l o . aynı eser. s, 63.

[43] O r u m m O r J I m a y l o . aynı tser,

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada sap parçalama makinesinin üç farklı bıçak çevre hızı (33.35 m/s, 43.46 m/s, 63.59 m/s) ile üç farklı çalışma hızında (2.7 km/h, 4.5 km/h, 7.2

Eserlerine, bir çocuk gö­ rüşünün saflığım kazandıran tabi­ atı sadeleştirmek, ayıklamak, temiz­ lemek hususundaki ustalığı yanın­ da, meselâ non

Beylerbeyi Abdullahağa Melctebi’nde (1905), Kuzguncuk Alyans İsrail Okulunda, Vefa îdadisi’nde okudu.. Edebiyat Fakültesinde edebiyat öğretmenliği sınavını

Çalışmanın kavramsal arka planında da bahsedildiği üzere Türk Kütüphaneciler Derneği’nin hazırlamış olduğu Mesleki Etik İlkeleri’nde de yine

Sonuç olarak kronik ve progresif bir hastal›k olan AS’de has- talar›m›z yeterli bilgi düzeyine sahip de¤illerdi. Hastalara rutin poliklinik kontrollerinde verilen e¤itim

Araştırmada, endüstri meslek lisesi mezunlarının Manisa işgücü piyasasında, eğitim aldıkları alanda çalışıp çalışmadıkları, işgücü piyasasında

In this study, the parameters determined according to the water quality standards in the water samples taken in the duration o f twelve months from the seven

Bu araştırmada, OSB‘li bireylere çok basamaklı talep etme becerisinin öğretiminde alternatif ve destekleyici iletişim sistemleri içerisinde yer alan yeni nesil dokunmatik