• Sonuç bulunamadı

Ruhunu tatmin etmiyordu:Küçük hikaye

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ruhunu tatmin etmiyordu:Küçük hikaye"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1086

M U H İ T

Ruhumu Tatmin Etmiyor

K Ü Ç Ü K H İ K Â Y E

Muharriri: SENİH A SAMİ

H

ava pek güzeldi. Pervin, lisede o gün dört saat riyaziye dersi verdikten sonra sinemaya giderek zihnini dinlendirmek ihtiyacını hissetti. Çocukluk arkadaşı Suzanın evine uğradı. Onun zevci Fehmi de evde olur­ sa hep birlikte giderek hoş vakit geçirileceğini ümit ediyordu. Kapıyı açan besleme, hanımın evde olduğunu tuhaf bir tavurla söyledi, orta­ lıkta garip bir sükût vardı. Pervin, gayri tabiî bir hal olduğu intibaı altında salona girdi. S a ­ lon tozu alınmamış, karışık bir halde idi. Ya tak odasının kapısını vurdu, hırçın ve meyus bir ses:

«Gel» cevabını verdi.

Suzan saçları karışık, yüzü kızarmış, göz kapaklan şişmiş olduğu halde şezlonga uzan­ mış, okumadığı bir kitabı elinde tutuyordu.

— Bonjur, Suzan, nasılsın?

— Pervin, ben kendimi öldüreceğim. — Hayrola?

— Ah, Pervinciğim, sen ne eyi ettin de evlenmedin! Asıl saadet senin gibi meslek sa­ hibi olmak, müstakil bir hayat yaşamak! H al­ buki bizler, büyük annelerimiz gibi esarette...

Pervin güldü :

— Dur bakalım, o kadar acele hüküm ver­ me, kimse evlenmese yer yüzünde insan kal­ mazdı...

— İztırap da kalmazdı. Pervin, ben kat’ i surette karar verdim. Ya ölürüm, ya boşanırım.

— Ay, Suzan, içime fenalık geliyor. S a ­ na ne oldu birden bire böyle ?

— Ben halimi kimseye belli etmem. Her şeyi kalbimde gizlerim fakat artık taştı. Bu ha­ limde üzerime gelmiyeyidin sana bile belli et­ mezdim. Fakat ne çektiğimi Allah bilir (ıslan­ mış küçük mendiliyle gözlerini sildi).

— Peki, kocanın kabahati ne ? — Ruhumu tatmin etmiyor.

— Galiba pek budalayım, fakat şu zaman­ larda pek çok kullanılan şu tâbirden bir şey anlayamadığımı iytirafa mecburum.

— Sen şükret ki evlenmedin de bu tâbi­ rin mânasını anlayamıyorsun. Biz o kadar se­

vişerek evlenmiştik... Daha doğrusu ben onu sevdiğim kadar onun da beni sevdiğine inan­ mıştım.

— O seni halâ seviyor, Suzan*..

— İnanma, hep sahte. Öyle hodbin, mağ­ rur, hissiz, hain, zalim, kaba bir adam.... Eğer benim felâketim sana ibret olursa benim için bir teselli olurdu. P e rvin ! sakın erkeklere al­ danma !

—• Aldanmam, Suzan, fakat çok merak ediyorum. Şu canavar ne yapmış, bilsem?

— Herkesten gizlediğim derdimi bazan şiirle ifade ederek kendi kendime hazin bir te­ selli bulmuştum. Geçen gün karaladığım bir şiiri masanın üstünde unutmuşum, okudu, kah­ kahayla güldü, «Bu ne?» diye sordu. Ben ga­ yet serin kanla «Bir mecmuaya göndereceğim» dedim . Daha çok gü ld ü . Sakın gönderme dedi, İstanbulda bu kadar derin şeyi takdir edecek insan j^ok.

— Eğer bütün cinayeti bundan ibaretse, Pervin...

— Sen beni deli mi sanıyorsun, kuzum? Böyle şey için evimi, barkımı yıkar mıyım? Onda ruhumu anlayacak idrâk, iz’ an olmadı­ ğını çoktan biliyorum. Sana misal olsun diye söyledim. Fakat bu sabah bana durduğu yerde söylediği kaba lakırdıları işitseydin sen de is­ yan ederdin.

— Durduğu yerde mi ?

— Dün akşam idarehaneden geç geldi. «Sıcaktan bunaldım, yemekten sonra hemen Taksim Bahçesine gidelim, biraz nefes alırız» dedi. Dikkat ediyor musun, benim arzumu kale bile almıyordu. Halbuki ben o akşam Remzi Beylerde poker oyununda bulunacağıma söz ver­ miştim. «Oraya yalnız gidemem, birlikte gide­ lim dedim.» Arkasına bakmadan çıktı gitti. Ben de tabiî yalnız gidecek değildim ya, komşunun oğlu ile gittim. Bu sabah bunu öğrenince... ba­ şıma kıyameti kopardı. (Hıçkırarak) öyle ağır lakırdılar söyledi k i...

— Kardeşim, gücenme ama sinirlerin bi­ raz yatıştığı zaman her kavgada iki tarafın da kabahatli olduğunu anlarsın...

(2)

M U H İ T

1087

— Ruhumu tatmin etmiyen bir adamla ya­ şarsam annelerimizden ne farkım kalır ?

— Bilmem onlardan her hususta büsbü­ tün farklı olmak mümkiıı mi ? Benim annem çok halden anlar. Gel onunla konuş da... F a ­ kat önce, Melekte çok eyi bir film varmış, oraya gidelim, biraz derdimizi unutalım.

Sinema dönüşü Pervin annesinden istim­ dat ediyordu:

— Zavallı babamdan şikâyet olacak ama ruhunuzu tatmin etmiyen bir adamla nasıl ya­ şadığınızı şu çocuğa anlatın.

Suzan m ırıldandı:

— Biz yirminci asırda yaşayoruz... Pervinin annesi:

— Ben de yirminci asırda evlendim, yav­ rum, dedi. Hem benim gayrimemnun olmakta bir ıııâzeretim vardı ki sîzlerde yoktur. Siz zevçlerinizi kendiniz intihap etmek hakkına ma­ liksiniz. Halbuki benim gençliğimde körelie oynar gibi bizi yabancı bir adamın kucağına atarlardı. Bu hal kadınlar kadar erkekler için de elimdi. Ben de gençtim, güzeldim. Hayata, saadete hakkım olduğunu nihayet hissettiğim dır. zaman evlenmiş ve iki çocuk annesi idim. A y ­

rılmaya karar vereydim zavallı babanın müma­ naat etmiyeceğinden emindim, Pervin, Fakat o gece senin küçük kardeşinle her şeyden bi­ haber olarak yattığınız odaya girdim. Mâsuııı yüzlerinize baktım, hayatımda koparılamiyacak bir bağ olduğunu anladım ve tahammül ettim.

Suzan müteessir oldu :

— Teyzeciğim, sizin için pek doğru, pek asil bir his. Fakat benim çok şükür, çocuğum yok ki...

— Yavrum, sizin ailede bu güne kadar talâk vukubulmaıııiştir. Bu lekeyi namınıza ilk sen mi süreceksin ?

Pervin dedi ki :

— Suzan, dünyada kusursuz insan yoktur. İzdivaç, teşriki hayat demektir. Her hangi iş- tirâkta iki taraf birbirinin menfaatini gözetme­ lidir...

E

rtesi sabah Pervin, lisedeki arkadaşların­dan Bürhan Bey ile dertleşiyordu : — Siz Fehmi Beyi eyi tanırsınız.

— En aziz dostumdur.

— Zevcesi de benim çocukluk arkadaşım Biçare öyle bedbaht ki...

(3)

1088

M U H İ T

— Affıııizl istirham ederim fakat Fehmi- yi takdirden âciz bir kadın merhamete şayan olamaz. Dostum olduğu için değil, hakikat o l­ duğu için söyliyorum. Fehmi hayatını ailesine hasretmek isteyen bir adamdır. Maddî rahatı bu­ lamadı, evi ne halde olduğunu gördüm. Buna mukabil manen de müsterih değil. Hiç bir gün şikâyette bulunmaz, ancak bir defa ağzından ka­ çırdığı bir söz hayatının gizli faciasını tenvir etti. Ben evlenmek niyetinden bahsederken dedi k i: «Sakın bir kızla yalnız güzelliği için ev­ lenme. »

— Fakat kalbini kıracak sözler söylemiş. Suzan pek meyus idi. Zevcini çok sevdiği için mülâyemetle yola gelebileceğinden eminim.

— Evet, biraz hadit tir. Yegâne kusuru bu- dur. Kendisine sırası gelirse nasihat ederim.

— Ben de Suzana.

— Çok eyi edersiniz Efendim. Aile boz­ gunluklarında bütün kabahati erkeklere yüklet­ mek doğru değil. Ancak bundan en ziyade ka­ dınlar muztarip oldukları için en ziyade onlar şikâyet ederler. Bence kendini ve yuvasını zev­ cine sevdirmeye muvaffak olan bir kadın bed­ baht olamaz.

S

on dersini verdikten sonra Perviıı hemen Suzaııın evine gitti. Bu defa Suzanda ölüm, talâk lakırdısı yoktu. Tozlu ve karışık salon­ da misafirine çay ikram etti, küçük hidmet- çisi Dilberi acele en yakın bakkala koşturdu, reçel ve bisküvit getirtti. Biskiivitler bayat idi, teneke kutudan çıkarmıya birlikte uğraş­ tıkları halita ise reçelden başka her şeye ben­ ziyordu.

Pervin ciddî nasihatta bulunmağa lüzum gördü. Suzanın pek eyiliği üstünde idi. Hep­ sini dinledi ve içinden karar verdi : Reçeller kaynatacak, evi temiz, sevimli bir yuva ola­ cak... mademki maddî ruhlar böyle şeylerle bendedilirmiş. Hem zavallı Fehmi bütün gün çalışıp bunaldıktan sonra onu gezmeye yalnız gönderip komşunun oğlu ile pokere gitmek pek de münasip bir hareket olmadığını kabul etti.

E

rtesi akşam Fehmi her zamankinden yor­gun, fakat her zamankinden daha ümitli, evinin kapısını çalıyordu. Çok çaldı. Nihayet Dilber, kolları sıvanmış, üstü başı toz içinde, açtı. Sofada kenarı yüksek lake masanın orta­ sında biraz çukurda duran mermer taş, havu­ za dönmüştü, halâ tavandan sızarak üstüne dam­ layan sular yukarıki salonda tahta silindiğini ispat ediyordu ; Dilberin usulü nadiren silmek fakat çok silmek idi. Evin her tarafı alt üst

idi. Hanım, hidmetçisinden daha perişan bir kıyafetle sofra kuruyordu. Dilber merdiven ba­ şına koştu, sarktı ve seslendi :

— Ayişe Hanım, hu! Bey Efendi geldi ! Yemeği ne vakît verebileceksin?

Aşağıdan ihtiyar ve hırçın bir ses cevap v erd i:

— İki ayağımı bir papuca koydular... Hem ortalığa yardım et, hem aşçılık... Daha soğan kavuracağım... Bulaşıklar dersen olduğu gibi duruyor... Canım burnumdan geldi...

Suzan büyük bir asabiyet içinde kocasının yüzüne bağırdı:

— Her gün gece yarılarına kadar eve gel­ mezsin de bu gün ortalığı temizleyoruz ya, inat gibi akşam olmadan geldin...

Fehmi soluğu Bürhanın evinde aldı, ora­ da rahat bir yemek yedi ve kavgasız müsahe- be gibi evinde nadiren mazhar olduğu bir niy- mete kondu. Muhavere esnasında Pervinin hayr- hahane tavassutlarından haberdar olunca in led i: — Allah aşkına Pervin Hanıma söyle, Suza­ na bir daha ev kadınlığına dair nasihat etmiye kalkışmasın. Ben eski hale bin defa razıyım ...

E l i r sene sonra :

Pervin yine Suzanın evinde idi. İki genç kadın, süslü bir beşik üzerinde eğilmişdi. Ora­ da uyuyan güzel bebeğin karşısında kalplerin­ de muhtelif arzuları müphem surette hissedi­ yorlardı. Suzan artık hayatında hiç bir zaman koparılamayaeak bir bağ olduğuna kani’ idi. Fakat mini mini kızını kendinden eyi bir ev kadını olarak yetiştirebileceğini ve Pervin ka- kadar ciddî bir tahsil verebileceğini ümit edi­ yordu. Pervin ise hayatta istiklâl ve serbestlik kadar tatlı şe3der de olduğunu düşünmiye baş­ lamıştı.

O esnada vazifesinden avdet eden Fehmi içeri gelince Pervin, artık hüsnü imtizaca alış­ tıklarını ümit ettiği çifti yalnız bırakarak yine biraz karışık ve tozlu olan salona gitti. Fakat Pervinin bu hale dikkat etmesine vakît kalma­ dı çünki arkadaşına refakat etmiş olan Bürhan orada imiş.

Pervin, elini sıkarken, mes’ uliyetli bir va­ zifeyi muvaffakiyetle başarmış olmaktan müte- lıassıl bir memnuniyetle dedi ki:

— Yaramaz çocuklarımız artık nasihatla- rırnızı dinlediler, mes’ ut oldular...

Bürhan elini brakm adı:

— Biz de mes’ ut olabiliriz, değil mi, Per­ vin Hanım, dedi.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Değişken kapı ve kontrol kapısı oksit tabakasıyla bağlandığında hücrenin değeri “bir” olarak algılanır..

1979-84 yıllarında Çevre M üsteşarlığında Daire Başkanı olarak çalışan Gürpınar, 1984’te Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü’nde uzman olarak görev

Evvelki yazılarda yeni göçleri doğuran, 1) Siyasi baskı, 2) İk­ tisadi cezp, 3) Milli tecanüs ih­ tiyacı âmillerinin rol oynadığını görmüştük. Bir

Sanatın modern kültürde siyaset ile olan ilişkisi ve politik dönüştürücü gücü, estetik deneyimin özel bir alan ile sınırlı kalarak biçimsel bütünlüklerden haz

sayan güzergâh boyunca, duvarlarda, çeşitli telefon ku­ lübeleriyle otobüs barınaklarında Yılmaz Giiney’in, siyasal sloganlı portrelerinin yapıştırılmış olduğu

çalışmaya başlayan, daha sonra İstanbul R adyosu’na geçen Radife Erten, İstanbul Belediyesi Konservatuvarı İcra Heyeti’nde solistlik ve koro şefliği yaptı.

Ariza sahibi diğer yazılarında, Sul­ tan İbrahim e- hattı hümayun örnek­ leri bildirmekte, beratlardan, tuğra­ dan bahsetmekte ve padişahı işlerden

5 Bu zatın büyük oğlu Ekrem Reşit Rey, türkçe ve fransızca hi­ kâye ve piyeslerde, bil­ hassa kardeşi Cemal Reşitle birlikte mey­ dana getirdikleri