• Sonuç bulunamadı

Tarhan, Abdülhak Hamit

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tarhan, Abdülhak Hamit"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

No. 10 - Şubat 1945

T A R H A N , A B D Ü L H A K H Â M İD —

(1852 - 1937) Tahran sefiri müverrih Hayrul- lah Efendinin ikinci oğludur. 5 şubat 1852 de büyükbabası Hekimbaşı Abdülhak Molla­ nın Bebek’teki yalısında doğdu. Beş yaşında Bebek’te mahalle mektebine verildi; biraz orada, biraz da Rumelihisar’ındaki Rüşdiyede okudu. Sonra meşhur Hoca Tahsin’ le Nafıa Nezareti mümeyyizlerinden Babettin Efendi­ den ve daha başka zatlardan ders almakla beraber Robert College’ e devama başladı. 1862 de, ağabeyi Abdülhalik Nasuhi Bey ve hocası Tahsin Efendiyle birlikte Paris’e gön­ derildi. Ecole Nationale adlı hususî bir mek­ tebe kaydedildi. Burada bir buçuk yıl kadar bulundu. O aralık Maarif Müsteşarı olan ba­ bası Hayrullah Efendi, Üniversite’ yle diğer tahsil müesseselerini ve maarife aid usul ve nizamları tetkik için [ Paris’e gönderilmişti. Hayrullah Efendi dönüşte oğullarını da İs­ tanbul’ a getirdi. Şair gene Robert Coilege’ e devama başladı. Bir yandan da arabca ve farsça öğreniyordu. Az sonra Babıâli Terce- me Odasına girdi.|1865 de babası Tahran’a elçi olunca beraber oraya gitti. Hocası Ba- hettin Efendi de birlikte idi. Hocasından

Abdülhak Hâmîd Tarhan Son resimlerinden biri

arabca, Sefaret Münşisi Mirza Haşan Şev- ket’ ten farsça öğrenmeğe devam etti. İki yıl sonra Elçilik maiyet memurluğuna tayin edil­ di, fakat ayni yılda, 1867 de, babası ölüverdi. Hâmid ¡3tanbula döndü. Eniştesi eski Şey­

hülislâmlardan Sahib Mollanın delâletiyle o zaman Maliye Nazırı olan Şirvanizade Rüş­ tü Paşa, Hâmidi 400 kuruş maaşla Maliye Mektubî Kalemine tayin etti. Az sonra ora­ dan Şûrayı Devlet ve Sadaret Mektubî Ka­ lemlerine geçti. 1871 de Pirîzade ailesinden

Hâmidin 1910 da çekilm iş bir resmi

- Makber mülhimesi - Fatma Hanımla evlendi. 1876 da Paris Elçiliği ikinci kâtibliğiyle oraya gitti. İki buçuk yıl kaldıktan sonra izin alarak İstanbul’a geldi. Paris’te iken Nestren adlı meşhur eserini kaleme almış, ve orada bastırmıştı. Hâmid, eserinin mukaddi­ mesinde bizzat söylediği gibi, Nestren’i Cor- neilie’in Le Cid’ ini tanzir yollu yazmıştı. Esas itibariyle,’zulmü tel’in, hamiyet ve kah­ ramanlığı tevkir eden eser, bittabi sarayı kuş- kullandırdı. Henüz İstanbul’ da bulunan şairin vazifesini lâğvetmek suretiyle azletmiş oldu­ lar. İki yıl açıkta kaldı. Zaruret başgöster- di. Bir aralık Belgrad, biraz sonra Berlin El­ çilikleri kâtiblikleri teklif edildi. Hattâ ta­ yini de yapıldı. Fakat gitmedi. O esnada ağabeyi Abdülhalik Nasuhi Bey Rize’de Muta­ sarrıftı. Hâmid onun yanına gitti. Bir müddet Rize’ da kaldı. 1881 de Poti, biraz sonra Golos şehbenderliğine tayin edildi. 1883 te Bombay Başşehbenderi oldu. Hindistan’ a gitti. Refikası Fatma Hanım da beraberdi. Hanımda daha) önce verem ârazı görülmüştü. Hâmid, Bombay ikliminin refikasına iyi geleceğini ümid etti, önceleri biraz iyileşir gibi olan kadıncağız, ağırlaşmağa başladı. Şair Hariciye Nazırlığı­ na müracaat ederek izin istedi. Saray, Hâ­ midi İstanbul’dan uzakta tutmak istiyordu. Bir türlü cevab gelm edi/H âm id nâçar kaldı, refikasını, çocuklarını aldı, vapura bindi, yo­ la çıktı. Kadın son günlerini yaşıyordu. Hâ­ midin ağabeyi Nasuhi Bey, o aralık Beyrut valisiydi. Şair hastasiyle beraber oraya çıktı. Fatma Hanım orada öldü. Türk Edebiyatının en yüksek lirik eserlerinden biri olan Mak- beri şair burada yazdı. (1885).

(2)

N o. 10 - Şubat 1945

1886 da Londra Elçiliği başkâtibliğine tayin edildi. 1890 da orada Nelly Cloovver adında bir Ingiliz kıziyle evlendi. Hâmid Londra’da Shakespeare’e meclûb oldu. Bu hevesle kaleme aldığı Finten ile Zeyneb’ i bastırılmak için İstanbul’a gönderdi. Edebi­ yata mensub geçinen bir hafiye, Zeyneb pi­ yesinin Osmanlı hanedanı aleyhinde yazılmış olduğuna dair bir jurnal verdi. Her iki ese­ rin basımı menedildi. Hâmid de işinden çı­ karılarak İstanbul’a çağırıldı. Jurnalin bir tezvirden ibaret olduğu anlaşıldı. Hâmid, şimden sonra böyle eserler yazmamak ten- bihiyle, rütbe ve maaşı arttırılarak Elçilik İkinci Müsteşarı unvaniyle tekrar Londra’ya

C

• •

O w> \

y

Lr-3 e / '

s y & J r

c •

Hâmidin eski harflerle elyazısı ve imzası

gönderildi. Şair artık bir şey neşredemiyor - du. 1895 de La Haye Elçisi oldu. İki buçuk yıl sonra Birinci Müsteşar unvanı ve Orta El­ çi maaşiyle tekrar Londra’ya tayin edildi. İkinci meşrutiyetin ilânından biraz önce Mad­ rid Elçiliğine terfii tasavvur olundu, fakat Tarık piyesinde Endülüs Arablarınm kahra­ manlığını övdüğü düşünülerek, bu tayinin diplomasi nezaketine uygun düşmiyeceği ne­ ticesine varıldı, vazgeçildi. Hâmid îstanbul- da mezun bulunuyordu. Büyük Elçi maaşı ve Orta Elçi sıfatiyle Brüksel’e tayin olundu. O aralık meşrutiyet ilân edildi (1908).

Sadrazam Kâmil Paşa, Brüksel’e git­ mekten vazgeçerek İstanbul’da kalmasını tavsiye ve Maarif Nazırlığını teklif etti. Hâ­ mid, refikası Nelly Hanımın rahatsızlığı se­ bebiyle kabul etmedi, Brüksel’e gitti. O za­ man Hariciye Nazırı olan, eski Sadrazam Tevfik Paşa Tahran Büyük Elçiliğini teklif ettiyse de şair Brüksel’de kalmağı muvafık gördü. Kâmil Paşanın son Sadrazamlığında «rütbe ve memuriyetine uyamıyacak» hare­ ketlerde bulunduğu bahanesiyle azledildi, (1912) Hâmid bir müddet Avrupa’ da kaldı. Za­ rurete düştü. İstanbul’a geldi. Ayan Âzalığına tayin edildi, daha sonra Reis Vekilliğine se­ çildi.

Osmanlı Hükümetinin indirası üzerine bittabi Ayan Meclisi de ortadan kalkınca Hâmid tekrar açıkta kalmış oldu. Bir müd­ det Avrupa’da dolaştı. İstanbul’a döndü. Millî Hükümetimiz kendisine «Vatan hizmeti» ter­ tibinden maaş bağladı. Belediye de ev kira­ sını temin etti. 1927 de İstanbul Milletve­ kili oldu. 13 nisan 1937 de vefat etti. Millî cenaze töreni tertib edildi, Zincirlikuyudaki Asri Mezarlığa gömüldü.

Brüksel’de Elçi iken ikinci refikası Nelly Hanım öldü. Orada tanıştığı Lucienne Ha­ nımla sonradan evlendi. Ölünceye kadar be­ raber yaşadılar.

Hâmid, edebiyatımızın Avrupalılaşma­ sında birinci rolü oynamış, büyük ve velûd bir şairdir. Kendisinin alçak gönüllülükle in­ kârına rağmen, edebî kültürü kuvvetlidir. Henüz çocuk denecek yaşta babasiyle Tah- ran’ da bulunduğu sırada, Sâdi, Hafız Kaini,

AYLIK ANSİKLOPEDİ

Şevket gibi büyük İran şairlerinin eserlerini okumuş, kendi ifadesine göre ilk edebî zev­ ki İran edebiyatından almıştır. Öyle ki bi­ zim şairlerimizi bile daha sonra tanımıştır. Muahharen bilhassa Fransa’da ve İngiltere’de bulunurken bu iki memleket dilini ilerletmiş, Fransız edebiyatından en çok Corneille’i, Racine’i, Voltaire’i, Lamartine’i, Hugo’ yu, Musset’yi, İngiliz edebiyatından büyük şair­ lerin pek çoğunu, bilhassa Shakespeare’ i oku­ muş ve incelemiştir. Hâmid’de bir yandan şark mistisismi sezildiği gibi bir yandan da Shakespeare’ in, Corneille’in, Hugo’nun mes- ud tesirleri, birbirine karışmış bir halde gö­ rülür. Zaten böyle olmamış olsaydı, bütün şahsî kabiliyetine rağmen, o, yeni edebiyatın başına geçemez, Türk edebiyatında bir «éta­ pe : merhale» olamazdı.

Hâmid’in en şahsî e3eri Makber’dir. Ancak, Makber, sadece bir mersiye değildir. Mersiye, basit bir tarife göre, bir ölüm kar­ şısında bir şairin döktüğü gözyaşları demek­ tir. Makber’ de böyle bir hassadan daha baş­ ka şeyler vardır. O, Hâmid’in bütün dimağı mesabesindedir. Makber, esasen yaradılışın­ da filozof bir benliğin, ölüm karşısında ge­ çirdiği bir buhrandır. Şair bu eserde ölen zevcesine sadece ağlamamış, belki daha zi­ yade ölümü, ölüm denilen tabiî hâdiseyi izah etmek istemiş, izah eder görünmüş, sonra bunun mümkün olamıyacağına kaani olarak şaşırmış, hayatın bu karanlık muamması mü- vacehesinde isyan etmiş, tevekkül göstermiş, meyus olmuş, hattâ ölen zevcesine karşı haykırmıştır. Makber, kuru bir felsefe kitabı değil, ruhun temevvüçlerini gösteren canlı bir heyecan muhassalası, büyük filozof Berg- son’un tâbirine göre vicdanın tam «donnée immédiate: vasıtasız mûtâ» larıdır. Hâmid, şa­ ir bir mütefekkirdir. Ruhun ince ânâtını, zih­ nin kuru müdahale­ sinden masun tutarak gösterebilmiştir. Mak­ ber, düşünen bir di­ mağın sezişlerini ser­ bestçe, hattâ fesahat- çilerin nazarında ik- sara uğratarak, hele ' bazan zihnî mantığı altüst ederek, olduğu gibi takrir eder. Hâ­ mid’ in bu noktada gösterdiği samimiyeti Türk edebiyatı içinde ancak Fuzuli’ de ve büyük halk şairimiz Yunus’ta bulabiliriz. Makber, tefekkür ve tahassüsün o zamana

t

kadar o derece emsalsiz ve yeni bir ifade tarzı idi ki muasırlarından pek çoğunca anlaşılamamış, ve Türk edebiyatında bir şaheser olduğu halde «deli saçması» bile telâkki edilmiştir.

Hâmid, Makber mübdii olmak haysiye­ tiyle pek büyük bir şair olduğu gibi edebi­ yatımıza getirdiği janrlar bakımından da bir- inkilâbeıdır. Frenklerin bucolique de dedikleri pastoral şiir Hâmid’in Sahrâ’siyle edebiya­ tımıza girmiştir. Bu nev’ in gayesi, kırların, köylerin, tarlaların güzelliklerini tersim et­ mektir. Divan edebiyatında pastoral şiir yoktur. Ekseriya, kasidelerin başında rastla­ nan ve tabiatı tasvir eder gibi görünen Be- hariye, Şitaiye gibi şeyler, pastoral bir gaye ile kaleme alınmış değildir. Medhü senası kast olunan bir adamın meziyetlerine giriş­ mek için bu edebiyatın umumî umdesi olan,

Hâmid çalışma odasında

315

kelime oyunlarına müstenid mücerred şeyler­ dir. Nitekim bu kısmın adı «girizgâh» tır. Divan edebiyatınıu ekser kaidelerini kırıp aşan Nedim bir dereceye kadar istisna edi­ lirse, bu edebiyata mensub şairlerde müşah­ has tabiat tasviri bulunamaz. Hele gayesi pastoral olan şiir yoktur. İşte bu noktadan Hâmid, esasen ilk bir deneme olduğu için pek kuvvetli bir manzume olmamakla bera­ ber, Sahrâ’siyle şiirimizde yeni bir ufuk aç­ mıştır.

Bizi modern Avrupalı hayata kavuştur- mıya çabalıyan, siyasî Tanzimattır. Tanzimat- tan sonradır ki dramatik nev’e girebilecek eserler görünmiye başlamıştır. İlk dramatik eser, Şinasi’nin Terceman-ı Ahval’de tefrika ettiği bir perdelik Şair Evlenmesi adlı basit komedisidir. Sonra Kemal’ in eserleri meydana gelmiştir. Fakat dramatik nev’ in manzum ve mensur -bilhassa manzum- en güzel nümune- lerini veren Abdülhak Hâmid oldu. Hâmid kaide tanımaz, ruhan romantik bir şair ol­ duğu için Corneille- den istifade ederek yazdığı dramlarında bile klâsik trajedinin kaidelerine asla ria­ yet etmediği gibi bü­ tün hayatlnca hiçbir anane ve usulü devam ettirmemiştir: aruzla, heceyle, kafiyeli, ka­ fiyesiz şiirler yazdığı gibi aruza, heceye uymaz manzumeler Hâmid’ e «tezad şairi» kelime oyunlarına da­ yanan bir hüner kadrosu içine alınamaz. Hâ­ mid’in tezadı yukarıda da temas ettiğimiz gibi engin bir ruhun birbirine uymaz tefekkür ve tahassüs dalgalarının kelime ve mısra haline girmiş tezahürleridir. Intuition denilen dâhiyane ruh kuvvetini, edebiyatımızda en çok onun şiirlerinde sezeriz. Ondaki nazım kusurları bile onun bu kuvvetiyle en iyi izah edilebilir.

E s e r l e r i , : Hâmid, velûd bir şairdir. İlk matbu eseri Maceray-i Aşk’ tır. Bu, men­ sur bir piyes hükmündedir. Kitab şeklinde meydana konduğu zaman Hâmid, yirmi bir yaşında idi (1873). Son matbu eseri manzum Hâkan piyesidir. İntişar ettiği tarihte şair

Hâmid son eşi bayan Lüsyen’ Ie

de kaleme almıştır, denir; fakat bu tezad

Hâmidin^bayan Lüsyen’ Ie diğer bir resmi

seksen bir yaşını dolduruyordu (1934). Bu iki­ sinin arasında onun kırka yakın kalem mah­ sulü vardır ki bir kısmı Divaneliklerim, Sah- râ, Garam, Bir Sefilenin Hasbıhali (eski adı

(3)

316

Kahbe), Bunlar Odur, Makber, Ölü, Hacle, Validem, Ilham-ı Vatan, Tayıflar Geçidi, Yadi- gâr-ı Harb, Yabancı Dostlar gibi bazılarının arasına nesir de karıştırılmış şiir mecmuala­ rıdır. Bir kısmı, Sabr-ü Sebat, İçli Kız, Duhter-i Hindû, Nazife, Sardanapal, Nestren, Liberte, Tarık, Tezer, Eşber, İbn-i Musa, Zeyneb, Finten, İlhan, Turhan, Abdullah-üs- Sagir gibi kimi manzum, kimi mensur, kimi karışık piyeslerdir. Hâmid’in şimdiye kadar basılamamış eserleri de vardır : Hep veya Hiç, Cünun-ı Aşk, Kanunî’nin Vicdan Azabı. Bu sonuncuyu ölümüne yakın tamamlamıştır. Gene son yıllarında yazdığı Şair-i Gazub unvanlı uzun bir manzumesi vardır ki ölü­ münden sonra Türklük mecmuasında intişar etmiştir (1939).

K ıs a b i b l i y o g r a f y a : Hâmid hakkında pek çok yazılar yazılmıştır. Banlar arasında, Brüksel Elçiliğinden azli üzerine Türk Yarda Mecmuasının çıkardığı Hâmid nüshası 1912, şair hakkında birçok edib ve muharrirlerin makalelerini ve mütalâalarını ihtiva ettiği için kayde değer bir vesikadır. Bandan başka Millî Mecmua adTı risalenin Hâmid'e tahsis ettiği 32 nci sayısında bilhassa Şair ve Lu- cienne Hanımla yapılan mülakatta dikkate değer bazı noktalar vardır. Şu eserler de hatırlanmalıdır : Rıza T evfik; Abdülhak Hâ­ mid ve Mülâhazat-ı Felsefiyesi. Ruşen E şref Onaydın; Diyorlar ki. Mahmud Kemal ¡nal; Son Asır Türk Şairleri. Sadeddin Nüzhet Er- g u n ; Türk Şairleri. Abdülhak Hâmid; Mektublar, iki cild. Abdülhak Hâmid; Hatırat, 28 ocak 1340 tan 26 haziran 1340 a kadar, İkdam Gazetesinde. İslâm ve İnönü Ansiklo­ pedilerinde Hâmid maddeleri.

(P ro f. Ali Canib Yöntemi

— _____! __ J t___S -___ « --- ı . .

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

The data analysis was done by analyzing the percent of maximal and mean blood flow velocity (BFV) increase during 20s stimulation phase in the left and right middle cerebral

A New Attestation of the Cult of Zeus Trossou in a Public Inscription from the Upper Maeander River Valley (Çal

「臉書結合急診」~醫科院研究文章榮登英國臨床醫學專業期刊《Lancet》(刺 胳針)

臉痛、牙痛 當心三叉神經作祟 返回 醫療衛教 發表醫師 林家瑋 發佈日期 2010/03/03 55 歲的陳先生在

There had been no available patient decision support systems or decision aids to help patient to make a treatment choice for facial superficial pigmented disease.. The study

Meşrutiyet’e Kamu Binaları adlı tez çalışmasında; İzmir Saat Kulesi, İzmir Eski Belediye Binası, İzmir Ticaret Borsası Binası, İzmir Gümrük Depoları,

de T L ’ nin d ola r sis te ­ minden ayrılarak IM F1 in oluşturduğu SDR (Special Drawing Rights-ö z e l Çek­ me Hakkı) grubuna katıl­ ması ekonomik yönde