+
2 i'o
10
PAZAR, 21 Nisan 2002
PAZAR CEmsS
2 0 r .U L
Albüm
Münir Nurettin Selçuk ölümünün 2 2 . yıldönümünde Bir Tatlı Huzur sergisiyle anılıyor
1910 ’lu
yıllar. Münir
Nurettin Şark
Musiki
Cemiyeti'nde
(Öndeki
küçük).
\ Tan Sinemasında V) tİH»1 PcfttaKit **:? • ( 2i N »m A'.*.,;, «uta*. Mü n i r N U R E T T İ N ARKADAŞLARI K o n s e r i . . e ’w *ı Kt ArutIM «*■ ««-• •.l-sa* - r e m uslah-■E Yaim« tkl Gece Er
Dinleyenleri bir nefeste onun kadar
uzun söyleyebileni hiç işitmemiştir;
tam nefes alacağını zannederler,
yine devam eder; artık ciğerlerinin
boşaldığını sanırlar, yine devam eder
Hiçbir zaman
içkili
gazinolarda
söylemez. Bu
yüzden de para
kazanır ama çok
zengin olmaz.
Enise Hanım 'ın
zaman zaman
yaptığı ekonomik
yakınmaları da
onu başka bir işe
yöneltmez.
T
Eşi Enise Hanım ve
ondan dünyaya gelen
tek çocuğu Meral ile...
ürkiye'nin solist sıfatıyla, hem de frak giyerek sahneye çıkan ilk
sanatçısı. Klasik Türk Musikisi'ni içkili sofralardan çıt çıkmayan tiyatro
salonlarına taşıyan ve yine ilk kez ayakta icra eden eşsiz sesli lirik
tenor. Endülüs'te Raks'ın, Dönülmez Akşam'ın, Aheste Çek
Küreklerinin, A ziz İstanbul'un unutulmaz bestecisi. Münir Nurettin
Selçuk, ölümünün 2 2. yıldönümü nedeniyle, Vehbi Koç Vakfı Sadberk
Hanım Müzesi'nde açılacak "Bir Tatlı Huzur" adlı sergiyle anılacak.
Klasik Türk Müziği sanatçılarının kıyafet ve enstrümanlarının yer
alacağı sergi, 2 7 Nisan-2 Haziran arasında Selçuk'un şarkıları
eşliğinde gezilebilecek. Açılışında gazeteci-yazar Murat Bardakçinın
da "Türk Müziğinde Modernleşme" konulu bir konferans vereceği
sergide, Selçuk'un sahne giysileri, aksesuarlarıyla birlikte, başka
sanatçıların eşyası da sergilenecek. Mesela Leyla
Saz'a ait ferace, Safiye Ayla Targan, Sadi Hoşses,
Müzeyyen Senar, Zeki Müren'in sahne kostümleri,
Refik Fersan'ın lavtası, Neyzen Tevfik'in neyi. Ama
Albüm'ün bu haftaki konuğu, kimilerine göre "Allahın
S a zı" olan Münir Nurettin Selçuk.
Yıllar önce kendisini "Türkiye'nin Frank Sinatra'sı" ilan eden Haldun Dormen'e, "Aşkolsun! Beruete benzete o tüysüz oğlana ını benzetti, bari Bing Crosby'e benzetseydi" diye içerleyen Selçuk'un son fotoğrafı...
unutulmaz sesi
doğduğu semtte dinleyin
1950'li yılların başları. Bu fotoğrafta biraraya gelen insanlar
Türkiye'de sık sık ortaya çıkan insanlardan değil. Her biri alanında
virtüöz. Soldan sağa ön sıra; Cevdet Çağla, Emin Ongan, Sadi
Işılay, Cüneyd Orhon, Münir Nurettin Selçuk, Yorgo Bacanos, Refik
Fersan, İzzettin Ökte, Ercüment Batanay. Arka sıra; Gavsi Baykara,
Fikret Kutluğ, Vecdi Seyhun, Burhanettin Ökte, Feyzi Aslangil.
Krallara, kraliçelere sık
sık konser veren Selçuk,
Kraliçe Elizabeth,
Prenses Anne ve Prens
Philip'le...
İ Z M İ R Mi t t i K ü t ü p h a n e Elhamra Sinemasında nU nı> nu aeoD ln va (M a ilin . K O .N » K »« « T » v b ... Rt*>> P iv*» R«S*. >» I »tı rak l i tKızı Meral evlenip sahnelerden
uzaklaşınca, yerini oğlu Timur
alacak; baba-kız konserleri, baba-
oğul konserlerine dönüşecektir.
Yıl 1950. Babasıyla birlikte
sık sık sahneye çıkan Meral
Selçuk'un Atlas
Sinemasındaki ilk
profesyonel konserinin
öncesi.
SAHİBİNİN SE Sİ 'da İstanbul Sarıyer'de dünyaya gelir. Sesinin güzelliği, çok küçük yaşlarından itibaren dikkat çeker. İlahiyat hocası babası Mehmet Nurettin Bey, aslında ziraatçi olmasını ister ama dönemin ünlü hocalarından müzik dersi almaktan da mahrum etmez onu. O da yıllar sonra babasını kırmamak için ziraat okumak üzereMacaristan'a gidecek, ama gözü müzikten başka şey görmediği için geri dönecektir. Kadıköy Numune Mektebi'nde ortaöğrenimini sürdürürken Dârü'l-Feyzi-i Musiki Cemiyeti’ne (Üsküdar Musiki Cemiyeti) öğrenci ve hanende olarak girer. Yaşlı başlı müzisyenlerle birlikte sahneye ük çıktığında 14 yaşındadır ve arkadaşı tanburi Refik Fersan’ın deyişiyle, "yaşı ile
mütenasip olmayan dehası" dinleyenleri kendinden geçirmiştir.
Öğrenimine, Kadıköy
Sultanisi'ndeyken, ilk konservatuvar Darül-Elhan'a girerek devam eder. Adı yavaş yavaş, bir büyü haresiyle birlikte dolanmaya başlamıştır İstanbul'da; her zaman kalıplı fesi, Ingiliz kumaşlarının en iyisinden elbisesi, ipekli kravatı, rugan iskarpinleri, kol düğmeleri, ölçülü oturup kalkışındaki ahenkli nezaketle anar onu Tamburi Cemü Bey. 1923'te teğmen rütbesiyle Muzıka-ı
Hümayun'a katılır. Dolmabahçe Sarayı'nda Damat Ferit Paşa'nm beyaz piyanosunda rast makamından çalar ve söyler. Orada tarihi bir tanıklığı daha vardır; kendisi kapıda nöbetteyken ayrılmıştır Vahdettin. Cumhuriyetin ilanından sonra, yeni kurulmakta olan Ankara'da Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti'ndedir. Refik Fersan'la birlikte sık sık Atatürk'ün Çankaya'daki sofrasına davet edilirler.
ATA'YLA GİYOM TEL MACERASI
Atatürk'e hayran, sıkı bir Kemalisttir; ama ilişkileri inişli çıkışlıdır. Bu, musikiyi
meyhanelerden, nara ve çatal bıçak seslerinden, içki kokusundan uzaklaştırıp çıt çıkmayan sahnelere taşıyan Münir Nurettin'in,
Atatürk'ün sofralarında sanatım icra ederken hırçınlaşmasıyla açıklanır. Hatta, sürekli şarkılarına eşlik eden, kendim takibe zorlayıp besteyi bozan Atatürk'ü bir gün danltmıştır; "Bu işi bana bırakınız" diyerek... Uzun süre kendisini dinlemeyen Atatürk'le bir gün Bursa Çelik Palas Oteli'nde şöyle
4
barışır: Uzun masamn bir ucundaki Atatürk, dolu bir rakı bardağını öbür uçtaki Selçuk’a gönderir ve başının üstüne koymasını işaret ederek tabancasını çıkarır, nişan alır. Selçuk, bardağı başının üstünde tutarak "gözlerini emniyetli bir bakışla" Atatürk'e diker. Herkes bunu bir şaka sanırken, büyük bir patlama duyulur; kurşun kadehe değil, arkadaki direğe isabet etmiştir. "Sesin gibi zeka ve cesaretinin de mükemmel olduğunu ispat ettin, haydi bize bir şarkı oku da dinleyelim" diyen Atatürk, bu kez hiç karışmadan dinler onu.
1928'de gittiği ve şan, solfej, piyano dersleri aldığı Paris'ten iki yü sonra hayatmm projesiyle döner: Avrapalı, müziğin klasiğini iki saat süreyle konser salonunda sessizce dinleyebiliyorsa, Türk halkımn da kendi klasik müziğini aym saygıyla dinlememesi için bir neden yoktur. Hayali 1930 Şubatında, İstiklal Caddesi'ndeki Fransız Tiyatrosu'nda, bir milli kültür devrimi gibi gerçekleşir: O güne kadar dini ve askeri eserlerin
dışında, diz üstünde, yere, sedire ya da sandalyeye oturularak söylenen Türk musikisi, sahnedeki siyah fraklı genç adam tarafından "katledilir" ve lirik tenor sesi, olağanüstü üslubu, çağdaş şan tekniğiyle yeni bir solist doğar. Bu Türk musikisinin batılı anlamda ilk konseridir.
O konserden sonra, sesini "Ruhun rüzgarlarıyla yaklaşıp uzaklaşan, al çalıp yükselen, bazı durgun sular üs tünde gezinen, bazı da en yüksek te pelere kadar çıkan uçuş sahası geniş" diye tanımlar Peyami Safa. Ona göre Selçuk, klasik hanende tipinin sakat yüzünde bir estetik ameliyatıdır; bir kaşı yukarı kalkmış ve bir teki büzül müş gözleri yerine getiren, çarpık çe neyi düzelten, kabarık boyun adalele rini indiren ve bütün çehreye bir du acının derin vecd, huzur ve ahenk ifadesini veren...
Konserleri, turneleri, taş plakları, radyo programlarıyla ünü artar. Ardmdan İstanbul Radyosu'nda hoca
olacak, pek çok sanatçımn yetişmesine katkıda bulunacak, Muhsin Ertuğrul'un ilk "şarkıcı- oyuncu" denemesi olan Allahın Cenneti'yle Yeşilçam'a girecektir. Yeni ünlendiği yıllarda bir gün, tüm hayatı boyunca seveceği İstinye'deki kahvededir. Coşup bir şarkı okur. Kahvede oturan bir ihtiyar, "Yaşşa be mübarek, sen Münir Nurettin misin?" diye bağırır. Bunun üzerine bir şarkı daha okur. Bu kez ayağa kalkan ihtiyar şöyle bağıracaktır: "Sernn yaranda Münir Nurettin halt etsin!"
Sadece muhteşem bir yorumcu değil, iyi bir bestecidir de. En ünlü eserleri yakın dostu Yahya Kemal Beyath'ran şiirlerinden yaptıklarıdır. Klasik Türk Müziği icrasma köklü değişiklikler getirmiştir, eserleri de modem bir besteleme anlayışını yansıtır. Bir gün Yahya Kemal'i evine davet eder ve "sana bir hediyem var" der. iki rubaisini bestelemiştir. Ne yazık ki Endülüs'te Raks Atlas Sineması'nda ilk kez İstanbul'a taratılır ve kastanyet sesleri arasmda "zil, şal ve gül" ardmdan da bir "ole!" alkıştan salonu yıkarken Yahya Kemal hayatta olmayacaktır. Bu arada klasik batı müziğini de sevmiştir. Küçükken bir gün "Bach'ın müziğini İliç sevmiyorum" deme gafletinde bulünan kızı Meral'e bir ay her gün saatlerce Bach dinletmiş ve sözünü geri aldırmıştır, "Kötü müzik yoktur, dinlemeye alışmamış kulak vardır!" Bu sözü yıllar sonra Beatles müziğine isyan eden Münir
Nurettin’e bu kez kızı söyleyecektir ama olsun.
KADINLAR, ONUN KADINLARI
1920'li yıllarm sonları. Yine tikimi tikimi bir konser gecesi. İlk şarkısına başlamadan, gözü dayısının
yanmdaki genç kıza takılır. Kimdir o? Arada dayısına haber yollayıp
"yanmdakilerle birlikte" kulise davet eder. Münir'le evlenmeyi, kazandığı bursla yaşayacağı Amerika yıllarına tercih edecek olan Enise Harran'la böyle tanışır. Enise Hanım, hayatını, hep kadmlar tarafından çevrelenerek geçirecek ünlü, yakışıklı ve çapkın kocasını, aşkla, şefkatle, sabırla sevecek, babası gibi billur sesli olan tek çocukları Meral'i büyütürken çok şeyi sineye çekecektir.
Evet çapkındır Münir Nurettin, ama bir film stüdyosunda tanıştığı tiyatro sanatçısı Şehime Erton'la yaşadığı, çapkınlığı biraz aşar. Erton eşinden ayrılır, tüm hayatını ona duyduğu aşka adar. Münir Nurettin ise genelde erkeklerin yaptığını yapar, düzenini bozmaz. "Yıllanmış evliliklerde derin heyecanlar, baş dönmeleri, kalp çarpıntıları değil, yeri
doldurulamaz dostluklar,
vazgeçilmez alışkanlıkların getirdiği rahatlıklar aranır. Bunların hepsi evinde vardır ve vazgeçmeye hiç niyeti yoktur" der Ayşe Kulin, Selçuk'un hayatını anlattığı Bir Tath Huzur'da. Yine de yardan da vazgeçemez, bir süre gizli yaşar; 1945'te 19 yaşındaki Şehime Hanım Timur Selçuk'u doğurana kadar belki, 10 yıl sonra ise Selim doğacaktır. Hayat hem Münir Nurettin'i seven kadmlar, hem de çocuklar için zor geçer. Evlendiği için sahneden, babasının yarandan ayrılan Meral'in yerini bir süre sonra Timur alacaktır; ama ilişkileri baba- oğuldan çok, usta-çırak mesafesinde geçecektir. Selim ise babasını sadece, özel günlerde ziyarete gelen
saygıdeğer bir misafir olarak anımsayacaktır.
1966'da kaybettiği eşinin mezarma aylar sonra, önemli bir konser günü gider Selçuk. O gece, 40 yüdır ilk kez sahnede ağlar. Önün oğullarının annesiyle evleneceğini düşünenler ise yanılacaktır; çoktan başka çiçeklerle ügilenmeye başlamıştır. Daha genç çiçeklerle...
400'ü aşkm plak, 800 seçkin Klasik Türk Müziği eseri, sayısız
konserleri... Ama yıllar sonra, Nişantaşı sakinleri karakolun köşesinden Nişantaşı'na doğru hızlı ve küçük adımlarla yürüyen dandik ufak tefek adamı giderek daha az görmeye başlar. Ömrü boyunca sağlıklı yemekler yemiş, hiç sigara içmemiş, içkiyi fazla kaçırmamıştır. Ama damar sertliği ve parkinson, onu yavaş yavaş dönülmez akşamm ufkuna sürükler. 27 Nisan 1981 sabahı vakit artık çok geçtir.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi