5 0 Y ıl 5 » e « k f : 21
Tepebaşmda “Amfi,, devri
imdiki Komedi kısmı bi - naşının o zamanki ismi «Amfiteatr» ın kısaltılmış şekii olan «Amfi» idi; «sinema- toğıaf» m küçülmüşü «sinema» hattâ frenklerin kullandıkları «sine» nevinden...
İçersine ilk defa kırk yedi se ne evvel, lise talebesi iken, on altı yaşlarında ayak basmış - tm; bir ikindi üstü, Pazar ma - tin,esinde... Fransız turupu «La Poupée - Bebek» operetini oy nuyordu. O zamana kadar tu - lûat kumpanyalarında operet bozuntusu olarak sadece «Pen- be kız» ı seyretmiştim. Ne ko - rosu vardı, ne de notalı, şef dorkestrli bir mızıka takımı!.. Pek müptezel ve sefil bir tem sildi. Muntazamını birinci defa görüp dinliyordum. Sahneye bir düzineden fazla kız çıkmıştı, hepsi de şarkı okuyor, dans e- diyordu. Müzik, gayet oynak - tı. Kızcağızlar da!.. Ayrıca de kor güzelliği ve Fransız espri - si...
Bayıldım, doğrusu... Ve ak - hm operette kaldı. Bütün haf tayı, mekt.ebde, o sahneleri ha yalimden geçirerek, neşe içinde yaşadım; içim içime sığmıyor du. Adeta keyif verici bir zehir çeker çekmez, ilk nefeste müp telâsı kesilen zavallılar gibi, ben de bir nevi hasta, bir «o- peretoman» olmuştum.
«Bebek» operetinin tatlı hül yalarına dalıp dalıp gidiyor, «Ah, bir daha görsem!» diye tatil günümüz olan Pazarı bek liyordum.
Artık devamlılarındandım ve bütün operetleri — bestekârları nın isimleriyle— biliyordum. «Madam A ngo’nuıı kızı», «Bü - yük Moğol», «Gece ve Gündüz», «Maskot» ve saire.. Bir de ope ra komik: «Karmen».
Bakınız, aradan ne kadar za- man geçti... Şimdi bile oynayan îardan birkaçının, hele iki sub- retin adlarını hatırlamaktayım: Ufak tefek, fevkalâde neşeli ve sevimli olanmki: Lina Vander- noot... Öbürü, ciddisi ve
gerçek-Yazan :
R e fik H a lid K a r a y
ten güzeli, hanımefendi edâhsı: Lucia Müller!.Lina ne oldu, bilmem. Fakat Lüsia hakkında sonradan ma lûmat edindim: Parise yakın bir su şehri olan Enghien’de ve pek genç yaşında intihar etmiş ti. Haberi, yirmi sene sonra te sadüfen bir padişah damadın - dan almıştım... Eski meftunla - rmdandı.
Gelelim Amfi binasına: Fransız ve İtalyan operet kumpanyaları birbiri arkasına temsiller vererek burasını yıl larca, Meşrutiyet devrine ka - dar şen, rağbette, mamûr bir halde yaşattı. Derken Hürriyet ilân edildi. Bambaşka bir hâ tıra: Namık Kemalin meşhur «Vatan» piyesi oynanıyor. Oy - nayanlardan, yâni amatör ak - türlerden biri de piyes muhar rirlerinin en değerlisi, merhum İbnü-l-R efik Ahmed Nured - din!.
O günkü temsilde seyirciler, yalnız piyesi değil, halk içine birinci defa çıkan, biri büyük, öbürü küçük iki şehzadeyi, M e- cid Efendi ile oğlu Faruk’u da alkışlamışlardı. Faruk, henüz minimini idi, çok güzeldi, aha li hayran kaldı.
Operetlerin parlak devri, Bal kan Harbine kadar sürmüştü.
Amfi, artık bir sinemaya çev rilmişti; tıkabasa dolan bir si - nema... Devamlı müşterilerin - den biri de bendim; program değiştiği gecelerde, evvelden kapatılan yerimde isbatı vü - cud ederdim. Yaş: Yirmi bir, yirmi iki... Aceleci olduğumdan ekseriya yanımda biri daha bu lunurdu: Bir Marika veya So - fia... Bu devirde bir Ayten, ya hut Nurten yer alamazdı ki!.
Büyüklüğe pek üzenirdik, ü - zendiğimiz için de yaşımızdan, başımızdan büyük işlere kalkı
şırdık. Meselâ operetteki kızlar dan birini, temsil sonu, gece ye meğine bir lokantaya götür - mek, başbaşa supe etmek . Ka lantor zevat, baş rolleri oyna yan — demin isimlerini söylemiş tim— kızların peşindeydi; biz de — karınca kararınca— k oro da çalışanlar arasından hoşu - muza gidenleri seçerdik.
Usulü şu idi: Temsil bitip ds koro kızlan kapıdan çıkarlar ken bekler, işaret eder, arka sından biraz yürür, önünü çe - virir ve bozuk fransızcamızla:
— Matmazel acaba supe dâ- vetimi kabul ederler mi?
Diye sorardık. Kılığı, kıyafeti yerinde bir aile çocuğu olduğu muz belliydi, teklifimiz çok de fa hemen kabul edilirdi. Fakat daha önce sözleşilmiş ise, mat mazel nezaketle cevap verirdi:
— Bu gece maalesef olamaz. — Y ann?
— Memnuniyetle..
El sıkar, aynhrdık. Gece y e meği demek, ötesi demek değil di. Lokanta çıkışı herkes ekse riya kendi yoluna giderdi. Fa kat ya para, yahut karşılıklı sempati rol oynadığı takdirde, mesele ve takibedilecek yol, da ha doğrusu hedef değişirdi.
O devirlerde polis, vatandaş lan da, türistleri ve ecnebileri de eğlence hususunda bezdirici tahdidlere tâbi tutmadığından, Beyoğlu hem hür, hem neşeli, sabahlara kadar açık ve bütün serbestliğine rağmen, belki de bundan ötürü, zabıta vakası az bir şehirdi.
Herkes haddini bilirdi; bil - meyenler Galatadaıı yukarıya çıkmazlardı. Galata bir kalbur ve bir süzgeç vazifesini görür, aşağıda kalacakları tutar, yuka n da yer alabilecekleri ayınp Beyoğluna salıverirdi.
Değil yatsı saatinde, sabaha karşı bile Beyoğlu caddesinden geçen kadınlar, korkuyu hatır larından geçirmezlerdi. Âdeta terbiyeli bir şehirdi, burası! İ - nanmamakta haklısınız.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi