• Sonuç bulunamadı

Bazı edip ve mütefekkirlerimizin Fikret hakkındaki mütalea ve ihtisasları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bazı edip ve mütefekkirlerimizin Fikret hakkındaki mütalea ve ihtisasları"

Copied!
41
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

.

Tevfik Fikreíin

Büyük Adına

ve

A ziz Hatırasına!

G alatasaray

2 4 K â n u n u e v v e l 1931

No.

77

(2)

G A IA T A A R A / l:B

T e v f i h

Vikvet

B i z

Ben Fikretin hayatını, mektebimizde yaptığı inkilâpları altıncı sınıfta Türkçe hocamız olan merhum Cemil beyden dinlemiştim. Benim gibi bütün arkadaş­ larım da o sınıfa geldikleri zaman aynı şeyleri dinlemişlerdir.

Bugün, biz büyük küçük bütün Ga­ latasaraylIlar Fikrete karşı derin bir hürmet hissi besler ve ismini daima minnetle yadederiz. Hepimizin kalbinde onun hususî bir mevkii, hayalimizde vekar saçan simasının silinmez nakışları vardır.

Fikret Galatasaray dan aldığı hızla Galatasarayı yürüttü.

Fikret bizimle iftihar edermiş, biz Fikrete sahip olmaktan mütevellit bir haz duymaktayız.

Fikret Galatasarayı çok severmiş: Mektepten ayrılırken yaslı gözlerini sak­ lamak için bir daha arkasına bakmıyan Fikret, sonra bütün hayatınca ocağının önünden geçtikçe kalbinde bir yaranın sızladığını söyliyen Fikret elbette IGala- tasarayı çok, pek çok sevmiştir.

Onun bu hissine aynı heyecanla mu­ kabele eden, çılgınca arkasından koşan, mektepten ayrılırken « gitme!.. » diye inliyen o zamanki Galatasaray, nesilden nesle aynı hisleri biraz daha kuvvetlen­ direrek, Fikreti biraz daha efsanevî bir kahraman yaparak nakletti.

Biz onu hiçbir zaman unutmadık ve

unutmuyoruz: Bugün bizim oturduğumuz

bu sıralarda oturmuş olan talebe

Fikretin, sade ve temiz bir yüzle bize gülen şu kürsüde fazilet diye kükreyen muallim Fikretin, nihayet 31 Martta gençliğin kafasını koparmak istiyen şeriat

dilencilerine karşı mektebin önünde

«buraya ancak benim naşımı çiğniyerek girilebilir» diye gürliyen müdür Fikretin hatıralarını daima aynı canlılık aynı ta­ zelikle kalbimizde saklıyoruz.

Tevfik Fikreti sevenleri bir araya toplayıp onun lisan, edebiyat şiir ve vatanperverlik sahasındaki hizmetlerini

ocağımızda yaptığı büyük yenilikleri

yadetmek için bir ihtifal yapmağı düşün­ düğümüz zaman 24 Kânunuevveli, onun doğduğu günü intihap ettik. Çünkü Fik­ ret bizim için yalnız doğmuştur... O kadar. Ölüm? Tevfik Fikretten bahseder­ ken bu bize pek yabancı geliyor...

Bu sene olduğu gibi gelecek seneler de onu sevenleri bir araya toplıyacağız ve yaşıyan Fikretin hatıralarile başbaşa kalacak, hep ondan bahsedecek, hep onu yadedeceğiz.

Akademi reisi %

(3)

Fikretiıi Tasvirî

Zavallı Fikret işte gözümün önünde yaşıyor:

Vasatın fevkinde bir kamet ve esme­

rin dununda bir renk.. Kalkan gibi

metin ve kalkan gibi hücûm ve müdafa­ aya hazır bir vücut üstünde omuzların

fevkalâde genişliğine nisbetle küçük

kalan büyük bir baş, o kadar güzel

bir baş ki ancak dimağ ile memlû

olabilirdi.

Fikretin yüzüne bakıp ta iki şeye dikkat etmemek mümkün olmazdı: Alın ve gözler ! Bu büyük mağlubu hayatın cebhesi safvetinden parlayan bir levhai zaferdi; o nasiye ancak tacı iffete namızet

olabilirdi. Hatta senelerin bîaman

tırnakları Fikretin alnına dokunmaya

kıyamamıştı: Naaşı üstünde bile 0 ^ephe

2

bir genç kız sinesi gibi müstevi ve münevverdi. Fikretin boyu orta, fakat cemiyette cebhesi her cephenin fevkında idi.

Fikretin bütün ateşi hayatı gözlerinde idi; hadekaları zîruh birer ahteri siyah­ tı. Bu gözler, mümkün değil, görmemek için bakamazdı. Fikretin gözleri pek güzeldi, fakat kadınlara sevimli gelen gözlerden değildi.. Nazarlarımın güzel­ liği erkekleri korkuttuğu gibi gözlerinin güzelliği de galiba kadınları ürkütürdü. Fikretin gözleri herkesin anlıyamıya- cağı bir sanat gibi güzeldi.. Fikret

gülünce bütün gözleri değil, ancak

gözlerinin içinde bebekleri gülerdi.

Hadekaların handesi zekânın handesidir.

Şüphesiz Fikretin göz bebeklerinde

daimî bir hariki zekâ vardı: Bu nâireî dimağ bütün melâmih veetıiyesine bir hayatı hararet verirdi:

Fikretin bazusunu görünüz; pehlivan! dersiniz; fakat ellerine bakınız; Prens!

diyeceksiniz!,. Merhum kollarında

kuvveti, parmaklarında necabeti temsil etmişti. Elleri sanat gibi büyük ve parmakları şiir gibi nazikti. Tabiidir ki bu kadar mümtaz eller için altın pek savanı istihkâr bir şeydi. Fırçayı ve kalemi herkeste iyi tutan bu parmaklar

parayı tutmazdı. Fikret mal namına

denebilir ki, hiç bir şeye malik değildi, fakat tamamile nefsine malikti, ve nefsi onu iğnaya kâfi gelmişti. Mahrumiyeti hiç sevmediği halde menfaatini ayakları altında tutmaktan hiç fariğ olmamıştır. Onun nazarında zenginlik «istememek» di, bu itibar ile Fikretten daha zengin bir adam göremezsiniz.

(4)

Cevîtk p k r e i

Geniş, sema gibi, yüksek hayalü fikri kadar, Dehaya taht olan alnında bir cihan var ki Küçük kalır ona nisbetle şiirin eflâki.. Siyah nazarları dalgın, derin ve manidar. Hayatı, ruhuna nisbetle, pek çukurda bulur, Yaşardı şahsı onun haricinde, fevkinde. Eğilmiyen başı göklerde, mutmain, mağrur Gezerdi kendi cihanında, kendi zevkinde. Ey en hafif sesi afâkı inleten şairi

Kırık rebabının ahengi milletin sesidir! Bütün hatalara “en gür,, sesinle haykırdın; Çelik rebabını “kanun,, u “hak,, için kırdın! Sen — ey hakikati hissile keşfeden şair! — Şiirlerinle, sükûtunla, kalbü ruhunla

Vatan ve millet için çırpınırdın, ağlardın; Elemle tel gibi gergin ve ince âsabın Bugün “Rebabı şikeste,,nde titreyor halâ! Senin sesin bize hakkın, hakikatin sesidir. 12 / Kânunuevvel / 931

Munis Faik

Büyük şairin bacakları pek unun

değil, fakat hatveleri pek genişti,

mesafeleri çabuk kat’etmek isterdi. Ve

ne kadar hızlı yürürse sür’atinden

memnun değilmiş gibi görünürdü. Gûya ebediyete gidiyordu, ve asarının lâye- mut olduğunu ve kendisini ebediyete götüreceğini anlamıştı.. Fikret sokakta giderken bazen gözlerini yumar, fakat hiç bir zaman başını önüne eğmezdi. Yürürken etrafında — pek yüksek şahi­ kalardaki hava gibi, — saabültenef füs bir tabakai ciddiyet vardı: Güzergâhında çok kişi Fikret’ten kaçardı. Fikreti

hariçte hemen daima valnız gö­

rürdünüz. Onun hemrahı mûtadı

«yalnızlık» dır. Fikret kendisine

(yalnızlık) tan bir arkadaş biçmişti, ondan başkası Fikretle beraber yürüye­ mezdi.

Fikretin sesi, ah bu ses söylenmeye

değmez şeyleri terennüm etseydi, yarab- bi, ne kadar yazık olacaktı! O seste ezelî bir ihtizazı nevaziş vardı, Fikret pek acı söylerken bile merâret yalnız elfazında kalırdı. Kelimeler kor gibi muhrik ve elem gibi muztarip kelimeler, fikretin rebabı san’atinda bir hummayı şefkatle titrerdi. Fikretin sesi ihtizazile bütün mesafatın merahimini dolaşırdı. O ses yalnız bir müşebbihün bih kabul eder: Fikretin şiiri!.. Üstadın şiiri bir ahenk sesi diğer bir ahenk idi.

Söz yalnız onun sesi ile bir hayatı belagat alırdı. Bir ses ki ne kontur-baso, ne flavta.. Belki bir rebab, fırtınaları ve muhabbetleri aynı belâgatle ifade edecek bir rebab, bir rebabı naşikeste!. Bosforun ahengi gibi müstağrakî ıtrü nur bir sesti, ve Bosforun ahengi gibi ilel’ebet İstanbulun ruhunda ağlamalıdır.

Cenap Şehabettin

(5)

Ey şair, üfulünle bu dünyayı denide

Birçok sevinenler de bulunmuş - ne sefalet 1 - Olsun ne beis var, bugün ey mürdei zinde Matemzededir kalbi edep, ruhu fazilet i Yüksekte ve yüksek sanılan bir nice başlar Baktıkça — o ulviyet cemiyetü ferdi Payınde tutan — payei ulvine dönerdi, Pürhafü serâsime ve kindarü muhakkar. Âlemde eğilmek ne imiş? bilmeli cephen... Şiirin, edebin, doğruluğun hayr ile hüsnün Pişinde fakat hilkati ulyâ ve nezihen Pürvecdü şegaf secdei takdise düşerdi.. Mânayi İlâhisi nigâhındaki hüznün

Hep hubbu maaliydi ve hep nefreti şerdi. Tahkir ile baktın bütün ikbali zamana Her bikese baktıkça fakat boynunu büktün.. Bir patça bulut düşmedi vicdanı ziyana Lâfzın bütün iclâli mealile büyüktün. Iskenderin - üstünde temasili bedayi Giryanı elem, nevhager mâtemü hicran Bir hali bükâhizü müellimde nümayan — Sandukai zikıymeti, ey şairi mübdî

Şayet sana bir senki mezar olsa sezâvar: Kabrin ki bugünden bile mihrabı eali, Kabrin ki bugünden daha bir kıblei ahrar, Kabrin ki bütün aşkı kemalât ile mâlî

Her kalbe yarın — sanma bu ati pek uzaktır, Bir kâbe ve bir mâbedi tekrim olacaktır!

(6)

Tevfik

Mehmet Tevfik - Fikret - 1867 senesi Kânunuevvelinin yirmi dördüncü salı gecesi saat beşi yirmi altı geçe Kadırgada Bostanıâlı mahallesinde şimdi

yağlıkçı Nuri efendi veresesine ait

bulunan hanede dünyaya gelmiştir.

Babası Çerkeş eşrafından Ahmet

ağanın oğlu Hüseyin efendidir. Annesi Hatice Refia hanım Sakız Rumlarından Ahmet Hüsrev efendinin kızıdır.

Çocukluğunu Kadırgadaki büyük

babasının köşkünde geçirmiş ve nazünaim içinde büyütülmüştür. Çok yaramaz ve zeki olduğu kadar hassas bir çocukmuş.

Fikret Galatasaıaya girdiği senelerde

Fikret

— H a y a t ı —

İlk tahsiline Aksaray Mahmudiye rüşti­ yesinde başlamışsa da Rus harbi muha­ cirlerinin Istanbula gelerek cami ve

mekteplere iskân edilmeleri yüzünden

kapanan bu mektebi terkederek Galata­

saraya girmiştir. Mektepte fevkalâde

çalışkan, uslu ve nazik bir talebe imiş.

Daha mektebin birinci ve ikinci

sınıflarında bulunduğu zamanlardanberi şiir yazmağa başlamış ve bunları mual­ lim Feyzi efendiye tashih ettirmişti. 1888 de Galatasarayı binincilikle bitirdi. Yazısı ve kitabeti fevkalâde güzel olduğu için Babıâliye intisap ederek Hariciye İstişare odasına devama başladı. Bir aralık bu memuriyetinden istifa ederek

ayrıldı ve biraz sonra akrabasından

Bülbül Tevfik paşanın delâletile sadaret mektubî kalemi mühimine şubesine tayin edildi. Aynı zamanda Gedikpaşa ticaret mektebinde Fransızca, Türkçe hüsnühat

muallimliği de yapıyordu. Bu esnada

Galatasaray sultanisinde münhal bir

iptidaî muallimliği için açılan müsa­ bakaya girdi ve muvaffak olarak iptidaî üçüncü sınıfa tayin edildi. Bu sıralarda «Tercümanı Hakikatse Nazmı, «Mirsad»a Mehmet Tevfik imzasile şiirler yazıyordu. 1893 de İsmail Safa ve Fuat beylerle birleşerek «Malûmat» ı neşretmeğe baş­ ladı. -Bu malûmatı Baba Tahirin neşret­ tiği Musavver Malûmat ile karıştırma-

malıdır- bu gazetenin sermuharriri

Mehmet Tevfik ve sahibi imtiyazı Fuat beylerdi. Ancak yirmi dört nüsha neşredile bilen bu gazete kapatıldıktan sonra Mehmet Tevfik oldukça derin bir sükûta daldı. Servetifüııün kısmı edebî sermuharrir­

(7)

ligine gelinceye kadar geçirdiği bu birkaç senelik sükût devresi edebî şahsiyetine bir hazırlık devresi oldu. Bu devirde yazılarmada Hâmit ve Ekrem gibi üstat­ ların tesirinden kurtulamıyor ve tarz

itibarile onların tam bir mukallidi

olarak gözüküyordu. 1894 de Galata- saraydan muallim maaşlarının yüzde on tenzili meselesinden istifa ederek ayrıldı. Bu sıralarda matbuat âleminde iki fikir çarpışıyor ve dikkati celbediyordu: Çark­ çılık ve garpçılık...

Hüseyin Cahit, Cavit, Haşan, Âli beylerin neşrettikleri «Mektep» mecmuası garpçılığı müdafaa, öte tarafta çıkan «Hazinei Fünün» da şarkçılığı temsil ediyordu. Bu gazetelerin şarkçılık ve garpçılıktan mada bariz bir hüviyetleri yoktu. Bunlar ne bir mektep risalesi ne de bir edebiyat mecmuası idiler.

Bunlardan başka «Serveti Fünün» ve

«Musavver Malûmat» isimli iki haftalık gazete vardı ki basit ve sade birer resimli gazeteden başka hiçbir şahsiyet arzetmiyorlardı. Birgün bu iki gazete

arasında «abes ve muktebes» kelime­

lerinin takfiye edilip edilmiyeceği hak­ kında bir münakaşa çıktı. Bu münakaşa

esnasında «Musavver Malûmat» Recai

zade Ekrem beye bazı tecavüzlerde

bulundu. Bunun üzerine Ekrem bey

Galatasaraydan talebesi olan ve artık hakikî şahsiyet edebiyesini Servetifünunda neşrettiği «Hayran» şiirile bulmuş olan Mehmet Tevfiği seavetifünun kısmı edebî sermuharrirliğine getirdi. Mehmet Tevfik

Servetifünuna intisap ederken Fikret

ismini aldı. Kaimpederi bunu kendisine Servetifünuna yazı yazmaması hakkında tenbihatta bulunduğuna atfediyor.

Çok geçmeden «Mekteb» in bütün meharrirleri «Serveti Fünuna» «Hazinei Fünün» un bütün yardakçıları Malûmata iltihak etti ve iki taraf şedit münaka­ şalara başladı. Bu sıralarda bilâfasıla neşrettiği şiirlerde Fikret yeni bir

6

Fikret son sınıfta iken^

mektebi edebî tesis ediyor, garpçılığa doğru kuvvetli adımlarla ilerliyordu. Serveti tunun ve Fikret gittikçe daha

büyüyen, daha yayılan bir şöhrete

malik olmıya başlıyorlardı. Biraz sonra Cenap Şehabeddin ve Ilalit Ziya beyler de heyeti tahririyeye iltihak ettiler. Fikret Serveti Fünuna intisabından bir sene sonra 1897 de Robert Kolleje Türk­ çe hocası tayin edildi. 1898 de Rebabı- şekistevi neşretti. Kitabın nüshaları kapışılarak satın alındı o kadar ki 189!) te ikinci defa tabına mecburiyet hasıl oldu. Bu bize Fikretin ne kadar vasi bir şöhret kazandığını büyük bir vuzuh ile isbat ediyor. Rebabın intişa­ rından sonra şaire bir durgunluk arız olmuştu. Pek az yazıyor ve yazılarına hatta imzasını atmıyaruk «Mehmet Sadi» namı müstearım istimal ediyordu.

1901,.. Serveti Fünün Hüseyin Cahit beyin bir cümlesi yüzünden tatil edildi ve bütün üdebayi cedide sükûte icbar

(8)

Fikret, mezun olduğu sene

edildi. Fikret Rumeli Hisarına, Aşıyamna çekildi. İşte bu birinci inziva bize ta hürriyetin ilânına kadar senelerce kalp­ ten kalplere akarak dolaşan, vicdanlarda temiz heyecanlar, millî benlikte şedit

ürpermeler yaratan emsalsiz şiirleri

kazandırdı. Şubat 1901 de «Sis» Rumeli Hisarından Yıldızın zulmüne isyan eden, ölü Istanbulun çürümüş ahlâkının iğrenç­ liklerini yüzüne bağıran ilk manzume idi. 1900 de yazdığı «Bir lâhzei teehhür»

milleti sevenlerin arzusuna tercüman

oluyor, tesadüfün insafsızlığına haykırı­

yordu. 25 Haziran 1908 de Resne

dağlarında hazırlanan hürriyet müca­

delesine «Millet şarkısın» ı 11 Temmuz 1908 de «Rücuu» nu yazdı. Meşrutiyetin ilânından sonra «Tanin» de çalışmağa başladı. Eski arkadaşlariyle hırstan azade temiz ve idealist bir gazetecilik yapmak istiyordu. Fakat arkadaşları eski hülya devirleriedeki düşüncelerile değil, inkı­ lâbın nimetlerinden istifade etmek

gaye-sile hareket ediyorlardı. Bu kadar maddî bir muhitte temiz ve faziletli Fikret durmazdı. Taninden ayrıldı. Meşrutiyet­ ten sonra kendisine derin bir küskünlük ve bedbinlik gelmişti. Bunu istibdat sene­ lerinin ruhiyatındaki tesirlerine veya muhitin çirkin ve pek maddî ahlâkına atfedebiliriz. Çok faziletli, çok ahlâklı olan Fikret devrin bütün çirkinliklerin­ den bedbin olarak kaçmakta haklıydı.

1908 de «Yeni mekteb» i tesis etmek istedi. Bu anonim şirkete maddî müza­ hereti vadedenlerden hiçbiri, bir İngilizden madası sözünü tutmamıştı. Bu sıralarda ise Galatasaray binası yanmış ve mektep Beylerbeyine nakledilmişti. Yarım asırlık koca müessesede büyük bir hercümerç hü- kümferma idi. Talebeler kendilerini hiçbir

kayde tabi tutmuyor, mektepte arzu

ettikleri gibi hareket ediyorlardı. Bu hadise mekteplerini seven eski mezunları pek ziyade müteessir ediyordu. Nihayet

bunlardan birkaçı o zaman Maarif

nazırı olan Abdurrahman Şeref beye

müracaat ve Fikreti Galatasaraya müdür tayin etmesini rica ettiler. Nazır bu arzularını yerine getirdi ve Fikreti vasi bir selâhivetle Galatasaray müdürlüğüne getirdi. Buna bazı mahdut düşünceliler: Şair idareci, mürebbi olamaz diye itiraz

ediyorlardı. Fakat Fikret bütün bu

seslere eserile cevap verdi ve bugünkü emsalsiz bir makine intizamile işliyen idarenin temellerini kurdu. Az zaman içinde bugünkü bina itmam ettirildi ve talebe tekrar eski binaya nakledildi.

Mektep derhal büyük bir intizama

kavuştu. Fikretin sükûnu, vekar ve

fazileti bütün muhitini sardı. Talebeler derslerde, mubassırlar vazifelerde alâka­ dar olmağa başladılar..

Bukadar anî bir tebeddül Fikretin müstesna idare sistemi sayesinde husule gelmişti. Bu sistem talebeyi ezen, sıkan müstebit bir idare şekli değildi. Talebe gayet hürdü. Hiç ceza almıyordu. Fakat müdekkik bir göz üzerinden hiç

(9)

iniyor, bütün kaba hatleri bir nazarla tashih ediyordu.

Sınıflarda , yatakhane ve

yemekhanelerde tam bir inti­

zam ve mükemmeliyet hü-

ükmferma oluyordu. Fikret

bütün düşüncelerinde olduğu gibi memuriyet hayatında da mantıksızlara tahammül edemi­ yordu. Ftkretin doğruyu gö­ ren ve buna en kısa yoldan

gitmeğe çalışan zihniyetile

nezaretin köhne revşi daha ilk günlerden çarpışmağa baş­

lamıştı. Kendisine uymak

lâzım, yayaş yavaş gibi tav­ siyelerde bulunuyorlardı. Bu tavsiyeler onu müteessir edi­

yor ve memuriyetini terke

kalkışıyordu. Fakat eski ho­ cası ve müdürü Abdurrahman Şeref bey her seferinde onu

teskin ediyor, bu fikrinden vazgeçiyordu. Bu sıralarda Fikretin talebile azle­

dilen bir muallimin tekrar mektebe

alınmak istenmesinden nezaretle arala­ rında çıkan bir ihtilâf gittikçe hararet­

lendi. Buna korfrans salonunun cami

üzerinde inşa edilmesinden tevellüt eden

bir mesele de inzimam etti. Fikret

istifa edecekti fakat bunu birdenbire

vukua gelen 31 Mart hadisesi bir

müddet tehir etti. Çünkü böyle karışık bir zamanda müesseseyi başsız bırakmak istemiyordu. Asayişin sükûn bulmasına intizar etti, ve 11 Nisandan sonra mektep­ ten ayrıldı. Yeni nazır Nail bey buna razı olmayordu. Birçok İsrar ve vaatlerle Fikreti tekrar müdürlüğe getirdi. Bu ikinci müdürlüğü bir sene kadar tam bir sükûnet içinde geçti diyebiliriz. Galatasaray müdürlüğünden maarif neza­ retine tayin edilen Emrullah efendinin

8

F ik re t odasında

$r*»'.ı'V V-<-: Hıft

zamanında ise yeni ihtilaflar husule geldi. Mektep bütçesinde- haksız tasar- rutat icra edilmesinden ve muallimlerin kıstelyevmi meselesinden hasıl olan bir ihtilât bütün bağları kopardı. Fikretin gayet şedit bir lisanla yazdığı mektuplar, hakikati bağıran lisanı mağrur nazırı kızdırdı ve 25 Mart 1910 da Fikretin istifasını kabul etti. Fikret üzülerek Galatasaraydan ayrılmıştı. Haksızlıklar, manasızlıklar bütün tahammül kudretini kırmıştı. Fikretin istifa ederek çekilmesi birçok gürültülere sebep oldu. Mual­ limlerden bazıları vazifelerinden ayrıldı. Talebenin bir kısmı mektebi terketti. Fikret, bu küskün kıymet Robert Ivollej- deki \azitesile iktifa ederek Aşıyanına, ikinci ve son inzivasına çekildi. Bu ikinci inzivada yeryüzündeki zalim bütün ku\\etlere isyan etti. 1911 de çığrından çıkan idareyi «Doksan beşe doğru» ile acı acı tenkit etti, «Rebabın cevabı» nı yazdı. 328 de «Hanı yağması» intişar etti.

(10)

Fakat o her zamanki gibi asil ve vakur

bunlara ehemmiyet vermiyor.ve gözü

önünde harap olan memleketin dert­

lerde müteellim aşıyamnda sakin oturuyor; kat’î hükmü tarihe bırakıyordu.

Büyük Fikret memleketini, milletini

aile ve çocuğunu düşünürken kendi

kendini ihmal etmişti. Müzmin bir şeker hastalığı vücudunu günden güne kuv­ vetten düşürüyordu, Buna rağmen müs­ takbel nesli faziletli yetiştirmek, daha küçükken miniminilere büyüklük aşıla­

mak arzusile «Şermiıı» i yazıyordu.

Bazen hastalığı dolayisile sağ elini kullanamıyor, o zaman sol elile yazıyor,

Fikret ölüm döşeğinde

Fikret hayatının son yılında

onu kullanmadığı zamanda dikte ederek refikasına yazdırıyordu.

1!)15 senesi... Fikretin son yılıdır. Çok zaif düşmüştü. Bu senenin yazını yataktan kalkamıyacak bir şekilde karşı­ ladı. Ağustos başlarında biraz kendine

gelir gibi olmuştu. Artık bastonuna

dayanarak evinde dolaşabiliyor fakat ne çalışıyor, ne yazabiliyordu. 5-ti Ağustos

gecesi birdenbire sancılandı. Alınan

bütün tedbirler ıztırabını bir türlü din- diremedi ve gece saat ikiyi yirmi altı geçe vefat etti.

Fikret hayatında takdir edilmemişse bu onu çeviren muhitin tefassuh etmiş

bulunduğuna en büyük delildir.

Fikret bugün hepimizin kalbinde

faziletin bir timsali, ahlâk ve vatanper­ verliğin bir numunesi olarak yaşıyor ve yaşıyacaktır. Fikret büyüktü, haya­ tında vekarın, faziletin timsali olarak kaldığı için büyük, senelerini vatan evlâtlarına hasretmiş olduğu için büyüktü. Vatanperverdi.. Bugün hangimiz «sis» i sesimiz titremeden okuyabiliriz, hangimiz millet şarkısının karşısında derin bir huşu duymayız.

İşte bunun içindir ki bu gün kalpleri­ mizin en mutena köşelerinde Fikrete derin bir hissi hürmet ve muhabbet besli­ yoruz; ve onun temiz hatırası melce yaptığı­ mız gönüllerimizi asil sevgisile doldurmak­ tan derin ve haklı bir gurur duyuyoruz.

(11)

Fikret bugün Türk gençliğinin yüre­ ğinde yaşıyor. Ölümünden yirmi "sene sonra heykelini diken gençlik Fikreti gönlünde taşıdığım bununla gösteriyor. Nurlu ruhlar genç gönülleri daima ken­ dilerine çekerler. Hayat kahramanlarının ölmez misalleri kadar hiç birşey genç­ liğin ruhunu coşturamaz.

Fikret nasıl bir muallim, bir mürebbi bir müdürdü? Türk gençliği onu yakın­

dan tanımış olanlardan işte bunları

soruyor. O yüksek şairin, bugün dili eskimiş olsa bile, eserlerinden taşan

duygu ve düşünce kuvvetlerinin her

zaman canlı ve ilhamlı kalacağını genç­ lik pek iyi anlamıştır. Ama kendisini nasıl yaşar, nasıl çalışırdı?

Fikret talebesine edebiyatımızı öğre­ tirken tatlı dilimizin en güzel örneklerini

gösterir, yüreğinden coşan hüsün ve

sanat aşkıyla onları canlandırır, yaşa­ tırdı. Gençliğe gönülden sevdiği, asıl milletinin en yüksek haslatlarını nurlu gençliğinde sezdiği için talebesine yürek­ ten bağlanan tükenmez sevgisinin bütün coşkunluğile fikir ve heyecan enginlikleri karşısında o genç rnhları da dalgalan- dırırdı. Fikret talebesinin bedî ve İnsanî kabiliyetlerini en çabuk uyandıran ve arttıran müstesna bir muallim ve müreb­ bi idi.

Fikret sözünden ziyade özüyle genç­ liğin ruhuna işlerdi. Iiergünkü yaşayışıyla uğraşışıvla, talebesine yardım uğrunda kendisini unutuşuyla herkesin gözü önün­ de canlı bir örnek olduğu için gençliği kendine çeker yükseltirdi. Hem yalnız gençliği değil, bütün etrafındakileri beraber çalışanları yeni bir canla ayak­ landırır, kendilerinin bile ummadıkları himmet ve hizmet derecelerine çıkarırdı Herkese elinden geleni gösteren, herkesin yardımını bekleyen, iyliğini isteyen, gönlünü alan Fikret işte bunun "için herkesin canla başla izinden yürüdüğü emsalsiz bir rehber ve amirdi.

Muallimliğinde, mürebbiliğinde, mü­ dürlüğünde Fikretin bütün bu muvaf­ fakiyetleri cemiyet ve hayat ve hizme­ tinde daima en vüksek mefkûrevi vasa-

10 '

tan İnsanî faziletlerinin mükâfatıdır. Fikret doğruluğa, güzelliğe, iyiliğe, insanlığa bütün ruhuyla inanır, bu sar­ sılmaz insanın, hiç şaşmadan, her işinde yaşatırdı. Onun hudutsuz sevgisi asil milletinden, eşsiz yurdundan başlayarak bütün insanlığı, varlığı kuşatırdı. Coşkun gönlü, en çok, derin duygu ve düşün ceden sevgiden, yaradılmıştan, hâlis ve temiz insanlıktan hoşlanırdı. Bu yüzden­ dir ki Fikret üzerine aldığı her işe yürekten bağlanır, millî ve İnsanî hiz­ metlerini en yüksek feragat derecelerine çıkarır, en asil bir istiğna ile, güneş gibi, bütün gözleri kamaştırırdı.

Millî talim ve terbiye sahasında

Fikretin başlıca faaliyet hedefi nurlu ve vicdanlı bir gençlik yetiştirmek, onun şuurlu yardımıyla milli hayatımızı yük­ seltmekti. Fikret için bilgili ve becerikli talim, ahenkli bir ruh ve beden terbiye­ sinin en tesirli bir vasıtasıydı. Fikret, asil ve fedakâr milletinin en eski ve amansız derdini yarım okumuş oğullarının çürük ve çürütücü terbiyesinde, irfan ve

seciyye yoksulluğunda gördüğü için

çaresini de, kudretli ve mefkûreli bir Türk gençliğinin rehperliğile, âsil sanat ve cemaat topluluklarından başlayarak bütün millî varlığımızın yükseltilmesinde arardı. Yüreğinden taşan millet, memle­ ket, insaniyet aşkını hep bu maksatla galebesine aşılar, onları fazilet, hamiyet, irfan ve medeniyetin birer yorulmaz ve yılmaz nâşiri hâline getirmek isterdi.

Nurlu ve vicdanlı Türk gençlerine işte böyle hizmet eden, ona milliyet ve insaniyet hizmetinin, istiğna ve feragatin, ruh asaletinin en yüksek örneklerini gösteren, bütün bir ömür müddetince ayni ulvî mefkıırenin ferdi hayata nasıl hakim olabileceğini öğreten «fikir hür, irfanî hür, vicdani hür» F'ikretin ölmez

ruhuna bugün bütün münevver Türk

(12)

Hitabe:

3nsctq

frik

rel

-

Sair

Saq'aikâr

Bundan altmış dört sene evvel, yine böyle bir kânunuevvel günü, zekâ âlemine doğan T evfik Fikret, malûmdur ki, Türk şiir ve san’atının irişilmesi her faniye müyesser olmıyan şahikalarından birini teşkil eder. Fakat şair ve sanatkar Fikret'ten daha yüksek bir Fikret vardır: “ İnsan Fikret,, — Bütün beşerî zaafların fevkına çıkmış bir “ İnsan Fikret,, ki, Cenap Şahabeddin beyefendinin dediği gibi “ bütün insaniyetin medarı mubahatı olsa gerektir... „

Evet T evfik Fikret bütün beşeri zaafların fevkına çıkmıştı. Onun güneş gibi temiz ruhunda âdiliğe müteallik en küçük bir zaafın lekesi yoktu. O, sanki insanlığın da fevkinde iki. Bütün büyüklü ile fazilet Fikretin şahsında tecessüm etmiş gibidir. Hiç kimse, fazilet ve doğ­ ruluk namına menfeati onun kadar istih­ kar etmemişti. Fikretin fazilet, hakikat ve san’ at oğrunda feda edemiyeceği hiç birşey mevcut değildi. Nefsini hayatı içtimaiyenin bütün küçüklüklerinden vikaye için adeta münzevî yaşadı.

Vücııdi, içtimai hayatın fevkında, Hisar tepesine kurduğu “ Aşıyan,, ındaıı Eyipteki mezarına hubut ve ruhu milletinin kal­ binde ve “ Rübabı Şikiste,, nin sahifelerinde ebediyete süut edinceye kadar, kırk sekiz sene, karşısında daima güzelliği iyiliği, doğruluğu arıyarak yaşamıştı. Ekseriya isyanı, hırçınlığı aradığı bu üç şeyi — vicdanından başka yerde her zaman bulamadığı içindi..

( İhtifalde okunmak için yazılmıştır.) Fikret bütün hayatını güneş gibi etrafında nur ve ziya neşrederek geçirdi. Onun nuru dehası o karanlık istibdat devrini bile aydınlatmıştı.. Alev gibi bir nazar, ateş gibi bir söz: İşte Fikretin âteşin ruhunun hariçte de tecellisi....

Zulüm ve cihalete karşı onun büyük kalbi daima isyanla çarpmış; cümlei his- siyesi, istiraba inliyen bir rübap gibi, daima titremişti. — O cümlei hissiye bugün bile “ Rübabı Şikeste,, nin sahife­ lerinde inlemekte...

Tevfik Fikret yalnız kendi hassas ve muztarip ruhunun elemlerini, kînü gayzını terennüm etmedi, fakat hiç kimsenin derdini serbestçe haykıramadığı o istibdat devrinde asrının istirabını, elemlerini, mille­ timin kalbinde senelerdenberi müterakim gayzii kini rübabının tellerine terennüm ettirdi. Şiiri vatanın vicdanındaki facialara ağladı - ve anlattı.. Birer hissii hayal bediası olan şiirleri nadiren bir tebessüm, ekseriya bir girye, veya bir ihtizazı enindir... “ Tefekkür,, ünde bunu kendisi ne güzel ifade eder:

Bütün şiirlerimin ruhu bir teneffürdür,, Bütün şiirleri değilse bile en güzel şiirleri filhakika bir teneffürden doğmuştur. İşte o zaman en feci sefaletlere ve şeni hak­ sızlıklara sahne olmuş olan İstanbula Boğaziçinin bütün sislerini yuvarlamak istiyen ve yuvarlıyan “ Sis,, ; İşte “ Bir lahzai teahhur,, ve işte hayalini münkesir eden bir idareye, ve sui idareye, hücum eden “ Doksan beşe doğru... „

(13)

son

T evfik Fikret Türkiyenin, Türkün ve Türklüğün en büyük mef tunu idi. O, vatanını herşeyden ziyade ve pek, pek çok severdi. Bilhassa Istanbulu okadar severdi ki belki ondan uzak bulunmamak için seyahat bile etmemiş; Boğaz içinin mavi sularına bakarak yaşamayı namüte- nahiliği hissetmek için kâfi görmüştü. Fakat Fikretin hayalinde daha mâmur, daha temiz ve daha medenî bir Türkiye yaşıyordu. Denebilir ki ' bütün hırçınlığı biraz da hayalinde yaşattığı Türkiyeyi kar­ şısında göremediği içindi. Onun vatanına âit emelleri o kadar bihudut idi ki!...

Esalet ve necabetine, şecaat ve cesaretine hayran olduğu Türkün, fıtraten temiz olan ruhunda en küçük bir lekeyi bile görmek istemiyordu. Fazilet ve hakikate kendisi gibi, hurdabîn bir itina ile titre­ yen; hürriyete karşı onun duyduğu büyük susuzluğu duyan bir Türk milleti görmek istemişti. Y e bu emelinin bir gün hakikat olabileceğine dair sarsılmaz bir kanaati vardı. Ümit ediyor, daima ümit ediyordu. Vatana “ Rübabın cevabı,, nda:

«Karşında soıı teranei ruhum benim medit «Bir sayhai ümit olacaktır, ümit!., ü m it!..»

dememiş miydi?

12

Ah! Hakikaten Fikretin “ teranei ruhu,, bir “ sayhai ümit,, olacakti, fakat onu okadar ııevmit edecek sinirlendirecek haksızlıklar olmuştu ki!..

Evvelâ pek nikbin bir nazarla hayata bakmış; milletin, vatanın ve insaniye­ tin yaralarını sarmak istiyen şiirler yazarak kalplere ümit ve teselli nefhetmek istemişken gayretin — o berhava oldu­ ğunu müteaddit dehalar görmüş ve anlamıştı. Ve ömrünün son senelerine doğru, artık her şeyi kara ve karanlık görmeğe başladı. Fakat hayatının bu ikinci safhasında, bütün insanlara, bizzat insaniyete, hatta kâinata küserek çekildiği zaman en güzel şiirlerini yazdı. Çünkü yine vatan aşkı ve vatanı müreffeh ve müzeyyen görmek ihtiyacı ile titriyordu; ve en nevmit, en bedbin bir ahengü edaya bürünen şiirlerinde bile tamamile gizlenemiyen bir ümit ve teselli ıtri vardır. Hatta ümidini okşıyan küçük bir hadise vukuunda “ Sis,, e — ondan çok zaif olan— “ Rücû„ u ilâve için hiç tereddüt etmedi.

Fikret mağrur; fakat kelimenin en temiz manasıyla mağrurdu. Bu asil ve necip gururu da, o zaman, çekemiyenler olmuştu. Başları yerlerde gezmeğe alışmış olanlar o yüksek baştaki asîl gururun mânasını elbette anlıyamazlardı. O gurur karşısında ezildikçe “ Fikret kibirli !.. „ dediler, gurur ile kibir arasındaki uçurumlu mesafeyi unutarak...

Başı hiçbir kuvvet karşısında eğilmek kabul etmiyen Fikretin en tabiî hali belki gururu idi. O, vatandaşlarına da — Miliet şarkısında— mağrur olmayı tavsiye etmişti :

“ İnsanlığı pamâl eden alçaklığı yık ez

(14)

Edebî mevkiine g e lin c e: O, sanat ve edebiyat silsilesinin en yüksek şahika­ larından birindedır, şahsı faziletin en yük­ sek mertebesinde olduğu gibi... Füzuliden başlıyarak Bakı, N ef’i, Nabi, Nedim gibi san'- atkâr ellerden mütemadi tekâmüllerle geç­ tikten sonra nihayet şairiâzamıınızın icazkâr san’at ve dehaetine vasıl olan uzun bir mazinin bütün azamet ve'ihtişamını süriik- liyen aruz, Fikrette yepyeni bir şekı al- almıştı. Fikret şiirimizi “mısrağ edebiyatı,, olmaktan çıkardı. Fikrete kadar fikir yalnız bir mısrağı, veya bir îbeyti doldururken, Fikretteıı sonra - nazmın ^ahengini muha­ faza eden nesri bir eda alarak-—- yayıldı, genişledi. Şiir, mevzuun nev ine göre bazen — Balıkçılarda— tekellümî ve sade bir ifade, bazen biı’akis la dans serpantin’de— raksan

bir ahenk alarak yeni bir safhaya girdi. Fikretin bazı mısraları yan yana dizilse, heman hiçbir kelimesinin yerini değiştir­ meğe lüzum kalmadan, muntazam bir nesir parçası olabilir.

Evet, Füzuliden beri hiçbir şair nazım lisanına Fikret kadar kuvvetle hakim ola­ mamıştı. Bununla beraber, Fikretin lisa­ nındaki fesahati bir belagat noksanı, şiiı- lerini az çok felsefî bir hakikate doğru sürüklemesini şairliğinin kifayetsizliği ve şekle fevkal’âde istinasını nazımı suhule­ tinden mahrumiyet gibi

telâkki edenler de olmuştu.. Fakat bunlar, — dilini her büyük sanatkâra kadar uzatmaktan çekiıımiyen — hasedin tesiri altında söylen­ miş ve yazılmış şeylerden ibarettir. Ve her şeye rağmen Tevfik Fikret, ede­ biyat tarihimizde hâlâ büyük bir saıı'atkâr, büyük bir mütefekkir ve hususiyle pek büyük bir şair olarak yaşıyor — ve daima öyle yaşıyacak...

T evfik Fikretin büyük şahsiyetini bir tek cepheden mübalâğa edemeyiz. Onu hakkile anlıyabilmek için muhtelif cephe­ lerden tetkik etmelidir. Bir fikir hâzinesi olan şiirleri aynı zamanda birer his ve hayal hâzineleridir de. “ Rübabı Şikeste„de sırf his ile dolu şiirler de var : “ Bir hicranı muvakkatten sonra,, “ Sen olmasan,, “Leyli veda,, “ Ömrü muhayyel,, “ Teşriki melal,, “ Sevdai şiir,, “ çiçekler içinde,, gibi...

Fikrette “ lyrisme,, yoktur demek te doğru olamaz. Vakaa Fikret yalnız bir ka­ dın aşkı— refikasının aşkını— tanımıştı, ve:

«Değil garamı hevesperverane mutadım«

(tesadüfler) diyordu, bununla beraber masum ve hayalî aşkların ilhamiyle “ âşikane,, şiirler de yazdı. Binaenaleyh Fikrette “ lyrisme,, yoktur de­ mek edebî bir hatadır.

T evfik Fikretin edebiyatımıza olan hizmeti eseriyle de ölçülemiyecek kadar büyüktür. Otuz senelik edebî inkilâp, şüphesiz, F ik ­ retin eseridir. E ğer Fikret, birer zekâ fos­ foru gibi yanan siyah gözlerinin âteşin nazarlarıyla, gençliğin ruhunda ümidi tu­ tuşturmuş olmasa ve hiç bir kuvvet kar­ şısında “ kırılmaksızin eğilmiyen,, - bu tabir Cenap Beyindir - mağrur başıyla onlara rehberlik etmeseydi, bu inkilâbın bu yolda vukuu tasavvur edilebilir miydi?

Aşıyandan bir köşe

(15)

Mamafi, o zaman, bir yem edebiyatın doğ­ ması tabiî ve zarurî idi. Fakat bunu ilk önce hisseden yine Tevfik Fikret oldu. Çünkü gençliğin nabzı onun avuçları için­ deydi; nazarları yalnız ona müteveccihti. Cenap Şahabettin Beyfendi bize anlatıyor: Servetifünun metbaasında bir gün Tevfik Fikret “ güzel ve sanatkâr,, elini onun omuzuna dayamış :

— Cenap, hissediyorum, bir yeni ede- biyt doğmak üzeredir. Onu yaşatmak için benimle çalışmayı vaadediyor musun ? demiş. Ve işte o günden itibaren aralarında “ muahede aktedildi,, ve çalışmağa başladı­ lar. Yıldız sarayı gibi müstahkem ve kor­ kunç istibdat kalasını bile sarsan bu edebî ve fikrî inkilâbın şerefi en ziyade Fikrete aittir.

Tevfik Fikretin kıymeti edebiyesinden uzun uzadıya bahsedecek değilim; zira, burada bulunan güzide zevat bilirler ki T evfik Fikret maharet ve kıymeti edebi- yesi hiç şüphe ve tereddüt kabul etmiyen bir san'atkârdı. Her kelimesi tartılı ve her cümlesi ölçülü olan şiirlerinin her biri bir sanat bediasıdır. Bunda bütün bitaraf ede­ biyat münekkitleri müttefiktirler. Binaen­ aleyh herkesçe mâlum ve makbul bir ha­ kikati tamik ve tekrara lüzum yoktur, sanı­ rım. Bunu böyle kabul ettikten sonra, Fikretin kusursuz olan âsarındaki hususi­ yeti biraz araştıralım .

Tevfik Fikret yalnız şair değildi; o. aynı zamanda ressamdı. Derin bir musiki hussü zevkine de malik olduğu, birer beste kadar ahenktar olan, şiirlerinden anlaşılır. Ressam oluşu da tabiat tasvirle­ rinde muvaffak olmasına vasi nisbette yardım etmiştir. “Avengi Şuhur„dan her biri kelimelerin rengiyle boyanmış birer tablodur. “ Şehitlikte,, yağmurdan sonra güneşin gurubunu bir tablodan daha kuvvet ve isabetle tasvir etmiyor mu? Bu misaller istenildiği kadar arttırılabilir

14

Tevfik Fikret his ve hayal ile dolu şiirlerine bir de felsefe yüksekliği ilâve etmek istemişti. Gözleri hayal ufuklarını dolaşırken, dimağı fikir uçurumlarına da­ lardı. Bu suretle, yazdığı şiirlerde hem hissti hayal, hem tikrii hakikat bulunurdu. Bu itibarla şiirleri ekseriya felsefî bir hakikatle neticelenir; ve zannolunur ki o hisli şiiri yazdıran münhasıran bu neticei hakikattir, meselâ:

“ Seninle,, şiiri;

“ Evet niçin bu güzel yol, sonunda bir uçurum!,,

“ Bisiklet: „

Hayatı birkaç adım fazla koşturup yormak!

“Sen olmasan,, :

“ Bükâya deyse bayat!,,

“ Tefelsüf, :

“ Benim elimde, benim benliğim de baziçe!,,

“Hayat,, :

“ İnan, H alûk,, ezelî bir şifadır aldanmak,,

“ Yaşadıkça,, :

“ Sever hayatı beşer ta seri mezarında,,

mısrağlariyle biter. “ Hnini gam,,ın ruhu da şu mısrâda mündemiçtir:

Neden benim kederim başkasında zevk olsun ?,,

Fvet 1 evfik Fikret bütün bir hakikati bazen bir tek mısrağa sıkıştırır, ve Şiirlerini ekseriya böyle bir hakikatle bitirir; fakat bu, his ve hayal azlığı şek­ linde tevil edilmemeli; çünkü diğer mıs-rağlar zorla yazılmamıştır, yani haşiv de­ ğildiler.

I evlik I* iki et sanatın en ince nokta­ larına vakıftı. Şiirlerinde tesadüfe bırakı­ larak ğeçmiş bir tek hata bulunmaz. O, daima mükemmeliyeti istihdaf ederdi. “Rübabı Sikeşte,, baştan başa kusursuz bir sanat bediasıdır. Fikretin hiç bir kuvvet karşısında eğilmediğini

(16)

söylediği-miz mağrur başı yalnız san’ate karşı eği­ lirdi. Diyebiliriz ki onun mâbedi san at mabudu yine san’atti. Fuzilinin Nefinin, Nedimin, tistad Ekremin, Abdiilhak Hami- din en samimî taktirkârı Fikretti. San ata

bukadar hürmet eden ona bu derece

meftun olan Tevfik Fikret, taşanımdan da o nisbette içtinap ederdi. Asarı taşanım­ dan ârî sanat eserleri arasında en ön safta yer işgal edecektir.

Tevfik Fikret başlıbaşına bir şahsiyetti. Onun bir şimşek gibi çabuk parlıyan ve,

heyhat! çabuk sönen dehası edebiyat

tarihini, bir şimşek, hızıyla ikiye ayırdı: Bir Fikretten evvelki edebiyatı, bir de Fikreti takip eden edebî inkılâbı düşünelim. Ya­ rabbi, arada ne azim farklar var!

Cenap beyefendi, Fikret vefat ettiği zaman yazdığı emsalsiz makalede: “Fikre- tin vus'ati dehası tûli hayatı ile hiç müte nasip olmadı,, demişlerdi. Evet, Tevfik Fikret ancak kırk sekiz sene yaşadı. Başlı başına bir asrı dolduracak kabiliyette bir dehaya malikken, ne yazık! yarım asır bile yaşıyamadı. Fakat ölmek alel ade insanların nasibidir, Tevfik Fikret ölmedi; ölemezdi... Eserleri onu ebediyete götürdü. Fikrete tarihi edebiyatımızdan daha güzel bir türbe, onu hiç unutmıyan gençliğin mahabbet ve takdirimden daha emin bir türbedar bulunabilir mi? Vücudu Fyipteki istirahatgâhında yatarken hatırası milletinin kalbinde ve namı edebiyat tarihimizde

ebediyen yaşıyacaktır. Ve insanlar fazileti, edebiyat ve san’ati şayanı takdis tanıdıkça hiçbir Türk Tevfik Fikret ismine bigâne kalamaz !

Bahçemize Fikretin bir büstünü koy durmak arzusunu hissederken, faziletin mücessem timsali olan hayalini — onu şek len tanımak şerefinden mahrum bulunan — genç neslinin nazarında canlandırmak için o büyük başa ve o necip çehreye tunçtan veya mermerden bir maddiyet vermeğe lüzum olmadığım; çünkü en muvaffak olmuş heykelin bile Fikretin şiirlerini okurken hayalimizde tecessüm eden “hey­ keli fazilet,,ten daha vazih ve beliğ ola- mıyacağını biliyorduk. Bununla beraber

o büstü bahçemize konmuş görmek

arzusundan vazgeçemedik.. Çünkü, mubâ- rek sakfı altında vaktile Fikretin de feyzal dığı, daha sonra ona bir muallim, bir müdür, sıfatiyle yardım ettiği, ve ondan tamamen ayrıldıktan sonra da hatırasına daima kalben merbut kaldığı mektebimize girip çıkanlar, isteriz ki, onun manevî sahibi, ve asıl sahibi, olan Tevfik Fikreti, hürmetkâr bir nazarla, selâmlasınlar!...

Kânunuevvel 1 9 8 1

(17)

Fikretin İhtifalde Okunacak Şiirleri:

Fikretin mektebimiz

için yazdığı Şiir

1 e rc in b ü t ü n s e m a s ın ı b ir d e n k u c a k lıy a n B ir p e n c e r e n d e , s a b n e i b a v e r le r u b e r u , Y d la rc a b u n d a n e v v e le ra c i, b u g ü n y a v a n B ir s e r g ü z e ş t, o g ü n le r iç in m a c e ra d o lu B ir ö m re n a s b i f ik r ile d a ld ım . B u g ü n k ü b e n K im d e r o y irm i b e ş s e n e e v v e lk i g ö lg e y im ? B 'r ç e y re k a s ra ö y le u z a k ta n b a k ıp g ü le n S im a y a ş im d i b e n b ile b ig â n e y im .. O k im ? K im d ir h a k ik a te n ş u b ey az b ir g e lin k a d a r H a s s a s ü ş u h a k a s y a la rın g ö lg e s in d e gâh B a ğ ıra n , g ü le n , k o ş a n , t e p in e n ; b azı p ü r v e k a r Iliı ta v r ı i k tin a h ile, b ir y a n d a b ir siy a h C ild in zilâli lâli s ü t u n d a k a y b o la n

C e v v a l ve m u b te r iz ç o c u k ? E y m e m e n i ş e b a p E y m e m e n i ş e b a b ü z e k â , b e n d e b ir z a m a n I d tim g e n iş k a n a tla r ın a ltın d a ilıtic a p , B e n s a k la d ın b u r u h u m u h itin z iy a şik e n , M u h n i k s o lu k la r ın d a n ; e v e t, s e n k u c a k la d ın I u t t u n , ö n ü m b ü t ü n u ç u r u m , h e p s u k u t ik e n C e h lin , t a a s s u b u n d u d a ğ ın d a n b a ç a n a d ın , G e l d in le , r u h u m u z d a n e h u r r e m te r a n e l e r C a n la n d ır ır , n e h a tır a la r t i t r e t i r , n e sa f E f s a n e le r , n e m u d h ik e le r g ü ld ü r ü r , n e le r

İkaz e d e r, n e le r y a şa tır!. F i k r iç in m e ta f U m m it iç in m e lâ z o la n a ğ u ş u m ü ş fik in , E y p ir i m u h te ş e m , m e d e n iy e t p e r is in e B ir g e h fi b iriy a ; o n a e n m a h re m , e n y a k ın Ş e n s in ; b ira z d ü ş ü n v e k u r tu lm a h is s in e S a h ip v a ta n ç o c u k la rı h e p s e n d e b e s le n e n S e n d e n h a v a t a la n la r; e n â te ş li h a k se si S e n d e n k o p a r, k o p a rs a , b u b o ş lu k ta b a ğ te te n : Ş e n s in c ih a n ı f ik r e t i n e n c a n lı m â k esi... G a r p iş tiy a k ı f ik r e a ç ık S a r k ın b u u f k a ilk açıl b ir u f u k , v e s e n a ç ıla n b ir d e riç e si!

(18)

“Y a z a ş k ın a d a ir„ d e d in iz ... i ş t e ç o c u k k e n G a y e t a fa c a n b ir k e d i s e v d im k i e lim d e n B i r lâ h za b ıra k m a z d ım ; u y u r k e n k u c a ğ ım d a R u h u m d a k i ş e f k a t H e p ü s t ü n e t i t r e r , gece b a z e n y a ta ğ ım d a B i r l i k t e u y u r d u k . B ır a k ıp m e k te b e g its e m D ilte n g ii h a s r e t M u t l a k b e n i d ik k a ts iz e d e r , “h e y k o c a se rs e m ! T e v b ib i t o k a tla r la g ü r ü l d e r d i b a ş ım d a . B e n , a ş ık ı ş e y d a H e r k a h r a ta h a m m ü lle s e v e rd im ... O y a ş ım d a S e v m e k te k i t e s i r ü te s e lliy i b ilir d im , H e r k e s g ib i; h a t t a B a z a n d a s e b e p s iz c e o lu r d u m m ü te e llîm ... Z e r r i ş t e , b u is m id i o n u n , s a n k i h a b e r d a r M a h f î k e d e r im d e n Y a lta k la n ır , a tla r , s ü r ü n ü r , o k ş a tır , o k şa r; T a ty ib im e e l b e t t e o g ü n ç a re b u lu r d u ; L â k in ü z e r im d e n B i r k e r r e o b ü z n o ld u m u zail, k u r u l u r d u : “S a y e m d e b u n e ş e n ! ” d e m e k i s t e r g ib i m a ğ ru r. M a ğ r u r u m u h a k k ır; B a ş la r d ı v e fa sız lığ a , b e n , a c iz ü m e ş h u r , H e r t ü r l ü h u z û z a tm a , h e r k e y f in e tâ b i; B a z a n m ü te h a y y ir B a z a n m ü te h a k k im ; y in e aciz, y in e k a n î; E n ş ü p h e li b ir m e y lin i g ö rse m in a n ırd ım ; B iç a re liğ im d e n H e p tır m a la n ır , tır m a la n ır , tırm a la n ırd ım !.. “Y a z a ş k ın a d a ir„ d e d in iz ... İ ş t e m isali:

S e v d ik le r im in b e n H e p s i n d e b u tır n a k la r ı, h e p is in d e b u h a li; H e p s i n d e b u h ır ç ın k e d i s im a s ın ı g ö rd ü m ... B ir ö m f ü c a h im in b ü t ü n e z v a k ın ı s ü rd ü m !

(19)

H A L Û K U N V E D A I

S e n t r e n , b e n v a p u r d a p ü r t e m k i n A t ı l ı r k e n s e n I s k o ç e lle r in in S is li, y a ğ m u r lu , k a rlı, b u z lu , f a k a t C e d d ü b im m e t, v e k a r ü h ü r r i y e t D o l u p e y g u le i t e m e d d ü n ü n e B e n s e n a z e n d e B o s fo ru n k ö h n e , K ö h n e , a v a re , b ih a b e r , b iz a r B e lk i c e n n e t k a d a r t e r a v e t t a r , h a k a t a lû d e i k e lâ lü k e s e l B i r k e n a r ı n d a m ü n b a r if , m u ğ fe l. B i r h a y a t ı n f ir a ş ı iz le tin e , N e d ü ş ü n d ü m , b ilir m is in ? ş u n in e , S u s a b i t o p r a k e n s o n u n d a , yazık! B u n u b e n d e n m i d u y m a lıy d ın A r t ı k V e b a k ım s ız h a r a p o lu p g id e c e k A c ı ş e y le r , H a lû k , f a k a t g e rç e k ! H a n i b ir g ü n s e n in le ‘T o p k a p ı,, d a n G e liy o r d u k ; y o l ü s t ü b ir m e y d a n , B ir ç ın a r g ö rd ü k : e n li, b o y lu , v a k u r B i r ağaç; h iç e ğ ilm e m iş m a ğ r u r K o ca b ir g ö v d e ; b e lk i a ltı a s ır, B e lk i o n d a n d a fazla, d a lg ın , ağ ır, K a y g ısız b ir ö m ü r s ü r ü p g elm iş; Ö y le s e r p ilm iş , ö y le y ü k s e lm iş , K i c iv a r ın d a k u b b e le r ^ d a m la r — S e r t e s e r s e c d e g iri is tiğ f a r — O n u h a ş y e tle s e y r e d e r g ib id ir. D u y u l a n h e p o n u n m e n a k ıb id ir . G ö r ü l e n h e p o d u r u z a k la r d a n F a k a t a y y ü k a s e r ç e k e n u z a n a n B u m e h a b b e tli g ö v d e ç ırç ıp la k , N e y e ş il b ir filiz, n e b ir y a p ra k ... K u r u y o r ; a h , p e k yazık! ş u d e r in Ş e r h a b ö ğ r ü n d e b e lk i b ir h â in H a lfa n ın , b ir g a z e p li y ıld ır ım ın Z e h r i d i r... S ö y le , e y ç ın a r, b a ğ rın H a n g i o d la r la y a n d ı? h a n g i s iy a h K u r t iç in d e n k e m ir d i? b a s ta , te b a b . S e n i k im ^ ş im d i b a ğ la y ıp s a ra c a k ? K im ş if a la r v e r ip t e k u r ta r a c a k ? S u d ö n e n k a r g a la r b a ş ın d a s e n in , S ö y le , b u n l a r m ıd ır z e b ir liy e n in ?

18

S ö y le , e y m u z ta r ip v a ta n , b ild ir: Ç e k tiğ im h a n g i k a n lı s e y y ie d ir ? B u g e ç it i ş t e b ö y le d a r, m u veç: E y ş e t a r e t l i y o lc u , s e n y ü r ü , geç. S e n b u m e n lıild e k a lm a , sıç ra , a tıl, B i r ziy a k â r ıb a n ı b u l v e k a tıl. G e z , d o la ş k â i n a t ı e fk â rı, D a im a ö n d e , d a im a y u k a ıı! — D ü r t e h a l ü k , b a y a tü k u v v e t t e n N e b u lu r s a n b ıra k m a , s a n a t, fe n , itim a t, itin â , c e s a r e t, ü m i t H e p s i lâzım b u y u r d a , h e p s i m ü f it. B iz e b o l b o l z iy a k u c a k la , g e tir: D ü ş m e k e tr a f ı g ö r m e m e k te n d ir . E lv e d â , e y s e v im li y o lc u ! g e ç e n G ü n d ü z ü n d a im a y ü z ü n g ib i ş e n , R u h u s a fın k a d a r b e ş u ş o ls u n ; G e ç tiğ in y o l ç iç e k ç e m e n d o ls u n ... E lv e d a ,e y ş e r e f li y o lcu ! b a y a t B ir k a r ış yol; f a k a t ş u u n , a k a b a t O n u h e r g ü n b ira z b ü k e r u z a tır... E y ş e t a r e t l i y o lc u g ü n k ıs a d ır G e c e b a ? e n m a b u f o lu r; lâ k in S e n c e s u r ol, g a y u r ol. E n s a k in Y o lc u lu k u y k u d u r . B ü y ü k k u ş la r Y e n e c e k d alg a, y o k , k a s ırg a a ra r, i ş t e b ir y o l k i h e p ç a k ıl v e d ik e n ; G e ç e c e k s in y a r ın b u y o ld a n sen ... G e ç e c e k s in , a y a k la rın y o rg u n , E l l e r i n ş e r h a ş e r h a , b a ğ rın h u n , F a k a t a ln ın açık , y ü z ü n h a n d a n , G ö z le r in u f k a fe y z ü n u r a k ıta n B ir te c e lliy e m ü n c e z ip , m e ş h u r... S e n k o ş a r s ın o ta y f ı ”n u r â n u r Y a k la ş ır k e n u z a k la ş ır; çılg ın B ir b e h a lü k le s e n k u c a k la rs ın , O k o câr: k o lla r ın açık , m e s b u f,

(20)

A tılır s ın ; o t a u z a k ta m a h u t B ir d ik e n l i k t e g iz le n ir v e g ü le r; S e n k o ş a r s ın , k ır ık e z ik , m û b e r , E ll e r i n ş e r h a ş e r h a , b a ğ r ın h u n ; B ü s b ü t ü n t e ş n e , b ü s b ü t ü n y o r g u n . S e n y o r u ld u k ç a y o l u z a r, a r ta r ; Ç a lı d iş le r , ta ş a ğ r ıtır , y ır ta r ; Ç ı r p ı n ı r h e r d ik e n d e b i r p a rç a n ... Y in e s e n , p ü r e m el, ö n ü n d e u ç a n O e s ir î b a y a lı k a p m a k iç in A tılır , y ı r t ı l ı r v e in le r s in . Y a rsın u ç s u n b u g u ü n d e ğ ils e y a rın O ş e n in d ir , m ü k e d d e r o lm a s a k ın , K o şa n e lb e t v e rir; d ü ş e n k a lk a r; K a ra t a ş t a n s u d a m la d a m la a k a r, B ir ik ir s o n r a b ir g ü m ü ş g ö l o lu r A riy a n h a k k ı e n s o n u n d a b u lu r... B u n u h ü r m e t l e d in le ; m a z in in B u d e r i n s e s le r in d e b il k i s e n in B ü t ü n â tiy i s a k itin y a şıy o r. O k u h e p s e r n e v i ş t i â le m i, s o r B ü t ü n e s r a r ı is tif a s ın d a n S a n a b a k n e v i n i n b e k a s ın d a n b a h s e d e r k e n b e ş e r n e a n la ta c a k : Y a ş a m a k h a k , y a ş ta m a m a k .. o d a b ak , A d e m e v lâ d ı b ık m a m ış c id d e n N e e z ilm e k n e h a k k ı e z m e k d e n . B u y m a m ış h iç b u i ş t e y o rg u n lu k : B ir te ş e k k i b e m a n to k a t, y u m r u k . Y u m r u k e lv e rm e m iş , to p u z v u rm u ş ; H a k !,, d iy e n ağzı ta ş la s u s tu r m u ş . O d a k â fi d e ğ il, b u g ü n k a r a la r Y e d e n iz le r z e h ir li k u m b a ra la r,

B o m b a la r, g ü lle le r le m alâm al. B ira z a c iz m is in z e b u n m u s u n , al B ir t o k a t, b ir to b u z , y a b ir g ü lle; E t e h a k k ın ... F a k a t g ü z e l b e lle : S e n d e b ir g ü n , c ih a n b u , k e n d in d e n B a b a âciz b ir iy le i s t e r s e n A y n ı d ild e n te k e llü m e y le rs in : S e n d e e n g ü r b e lâ g a tin le s e s in Ç ık tığ ı, y e ttiğ i k a d a r g ü r le r V e y a k a rs ın ... S e m a d a ş im ş e k le r, Y ıld ır ım la r la a y n ı d e r s i v e rir, B ü t ü n â le m e s iri k u v v e t t i r . B u n a râ z ı d e ğ il u k u l, e lb e t H a k d a d ır , b a k t ı r e n b ü y ü k k u v v e t. D ü n s ö n ü k t i t r e y e n b u ş ü p h e y a r ın b i r m u ş a ğ ş a h a k ik a t... E y y a r ın ın İ n k ilâ p o r d u s u n d a ç a rp ış a c a k K a h ra m a n , ö ğ re n iş te : K uvvet=hal<! V e b u d ü s t u r e lin d e b ip e r v a Y ü r ü , d ü n y a y ı f e t h e d e r b u liv a. D ü n e b i r k e r r e b a k ; d ü ş e n , k a lk a n H e p d e lilin d e h a k lı, h a k k ı y a k a n Y i n e h a k ta n a lın m a b ir ş u le ; H a k k a b a ş k e s t i r e n k ılıç ta b ile P a r l ı y a n h a k .. F a k a t s e n in k ılıc ın H a k k a S ıy rılm a sın , y a ç a rp ılsın ! B e k le r im b i r z a f e r e s a s e n b e n , K ılıc ın d a n z iy a d e k a lb in d e n . E y B iz a n s ın ç ü r ü k , s u k u t a l û t K o lla r ın d a n , p ü r iş tiy a k ı s u u t, S ıy r ıla n y o lc u , b a k m a a rk a n a biç; S e n i b ir lâ b z e e tm e s in te h y iç O n u n a h lâ k ı s o ld u r a n n a z a rı. — D a im a ö n d e , d a im a y u k a rı! — i ş t e fe r m a n ı a z m ü p e rv a z ın . U ç g it, e flâ k i s u n u i c a z ı n B ü t ü n e tb a k ş a r ık ın d a d o laş; F e r ş i geç, a r ş ı a tla , s id r e y i aş; G ö r , n e v a r m a v e ra d a ib r e th iz İtilâ — iç tir a — d e h a engiz... T o p la , f ır la t, n e v a rs a , ta ş iğ n e, Ş u m u h i t i n s e r i r e h a v e tin e . O b ira z b e lk i c a n la n ır, v e s e n in Z a h m e tin , h im m e tin , v e fa z lın iç in K o y a r e lb e t v a ta n , b u h a s ta n in e

B ir s ıc a k b u s e t e r l i n a siy e n e !..

(21)

Bir hicranı muvakkatten sonra

S a k in , s o r u y o r d u n b a n a : “G i r y a n n e d e m e k tir? ,,

„ G iry a n !. O n u geç, a n la m a d ım b e n de! d iy o rd u m : i n k â r e d iy o r d u m .

D a lg ın , s o r u y o r d u m san a! “H ic r a n n e d e m e k tir ? ,, „ H ic ra n ... O n u b iç b ilm iy o r u m işte!,, d iy o r d u n ;

I s r a r e d iy o r d u n . İ n k â r ile, ib b a m ile m â n a y ı b a y a tı S e v d a m ız ı b ir v a h a i g a f le tte y a ş a ttık , B a z ic e i â m a l e d e r e k b e p s a d e m a tı B i r m e b d i s e r a b id e ç o c u k la r g ib i y a ttık ... Y a t t ı k , u y u d u k , s e v d ik , in a n d ık , o y a la n d ık ; U f k u n o d e r i n s in e i s a f ın d a k i le r z iş H e r g ü n b iz i ş a f k a tle k u c a k la rd ı; k a r a n lık B ir z a iri m e ç b u l id i. H e p n u r ü n e v a z iş! Ç a k e t t i , b iz e tb a k ı ta h a y y ü ld e u ç a r k e n , B i r s a d m e i b a lile h a k i k a t b u zılâli; Ö ğ r e t t i b a y a t e n acı b i r d e r s ile b ird e n ! E n g iry e lı h ic ra n ı... B ü t ü n h ü z n ü leyâli! A r t ı k so ra m a m b e n sa n a : G ir y a n n e d e m e k tir? ,, „ G iry a n ... O n u geç, a n la ta m a m b e n .,, d iy e m e z s in ; İ s r a r e d e m e z s in ; A r t ı k s o ra m a z s ın b a n a ; “ H ic r a n n e d e m e k tir ? ,. H ic r a n m ı? e v e t; a b o n u i n k â r e d e b ils e m . “ B ilm e m !,, d iy e b ilse m !,.

Hayat

B u g ü n h a y a tı m ü s e ls e l b ir ih tiy a c ı siy a h ; B u g ü n s a a d e ti g a fil b ir iş tiy a k ı te b a h ,

B u g ü n t e n e f f ü s ü y o r g u n , k a d i t b i r s ü r ü A h .„ O la n b u cem iy e t; B u g ü n z e h ir le r in in k a r ı n e ş e s i n d e y ü z e n , B u g ü n d o ğ a n ç o c u ğ u n d a n t e r a n e b e k le r k e n F ig a n d u y a n b e ş e r iy e t, b u n u h b e i h ilk a t, N e d i r b il i r m is in , o ğ lu m ? ... Ö n ü n d e h a r e le n e n S u m â i s a fh a y a b a k ; ş im d i a n s ız ın s e n i b e n T u t u p t a f ır la tıv e r s e m o n u n d e r in liğ in e ; D ü ş ü n b ira z n e o lu r? .. K o r k u b ilm e s e n d e, y in e T a h a m m ü l e y liy e m e z , ç ır p m ır s în , a ğ la rsın ; Z a v a llı k o lla r ın ın h ü k m ü y o k k i k u r ta r s ın ! O m â i ş e y s e n i y u t t u k ç a h a y k ır ır , b a ğ ırır, F a k a t h a lâ s o la m a z sın ; o m u z la r ın d a n ağ ır, H a ş in , d e m ir ik i e l m u t t a s ı l i t i p z e d e le r ’ V e ç a re y o k in e c e k s in .,. B u i ş t e ö m r ü b e ş e r . H a y ır , b u z e h r im e s e n v â r is o lm a, e v lâ d ım ; Y a rın , ü m i t e d iy o r la r k i, b ir g e n iş ç e a d ım , B i r a tla y ış ; — n e d iy o r la r d ı p e k d e a n la m a d ım , — H a y a tı k u r ta r a c a k ; B e ş e r b u ş im d i m u a z z e p s ü r ü k l e n e n m e flû ç , A d ım a d ım e d e c e k z irv e i h a lâ s a u ru ç ... İ n a n , H a lû k , e z e lî b i r ş if a d ır a ld a n m a k !

(22)
(23)

Bazı Edip

ve mü t efekk irlerimi zin

Fikret hakkındaki mütalea

ve ihtisasları

Şairiâzam Abdülhak Haanıit Beyefendinin ihtilal münasebetiyle kendilerine gönderdiğimiz mektuba verdikleri kıymetli cevap

k u /« /n a m e n iz e cevaben a rze fm ı k istet im k i ben m e rh u m 1 e v lik l' ih r e t iç in h e r ne desem on u n b ü yü klü ğ ü n ü m e y d a n a ç ık a rd ığ ı eserler k a d a r iz.har ve ita d e etm iş o la m a m .

T e r fik F ik r . (in h a y a li ve h a tır a i k e m a lâ tı d a im a b e r h a y a t ve m e c m u a i asarı lâ y a m u f b ir d ih is fa n ı e d e b iy a ttır. P e k ka d irşin a sa n e o la n teşeb b ü sü n ü zü şa ya n ı te b rik b u lu r ve teveccü h ü n ü zle a yrıca k e n d im de m iifte h ir olurum e fe n d im

Abdülhak Haamit

Tevfik Fikrete büyük şair demek kâfi değildir. Çünkü şair denilen müteşairler de var. O, bir büyük mütefekkirdi. Kari­ lerini de mecburu tefekkür eden bir şah­ siyeti mümtaze, edebiyat âleminde bir nuru riövzuhur, bir hayatı terrütaze idi. Merhum lây em uttur.

Abdülhak Haamit

Fikret bizim muasırımızch, fakat şüp­ he yok ki asrımızın adamı değildi, belki de hiç bir asrın adamı değildi, başlıbaşına bir aşırı âdamiyetti.

Hayat, edebiyesinde Fikretin gençliği yoktur ve yaşamış olsa ihtiyarlığı da ol- mıyacaktı, onun kalemi ve san atı kâlıilü kâmil doğmuştu. Bu noktai nazardan Fikrete benziyen yalnız iki dahi tanıyorum: Resimde Rembrandt musikide W agner..:

Cenap Şehabettin

Fikret, edebiyatımızı asrileştirerek haki­ ki rolünü hakkıyle ifa etmiş bir dahimizdir.

Ziya Gök Alp

Bence Fikretin ruhundaki ebediliği ne tamamlıyamadığı nazım inkilâbında, ne şekle verdiği yeniliktedir. Ancak mefkure­ sinin yüksekliğindedir.

Hakkı Tarık

Fikret benim nazarımda herşeyderTevvel büyü kve ıııukedder bir namustan ibarettir.

Hamdullah Suphi

T evfik Fikret kusursuz bir şair, mü­ kemmel bir insandı. Sanat, ahlâk ile mu­ kayyet değil iken o, fazileti güzelliğin fevkinde tutarak bir sanatın temayülâtını çok defalar faziletin mevduatına feda et­ mekten çekinmedi. Onun için güzel olmı- yan bir fazilet, faziletten mahrum bir güzellik kalmıştı.

Süleyman Nazil

İstikbali keşfetmek aklımızdan geçmez, fakat öyle zannediyoruz ki memleketimizde hakikî, yüksek bir edebiyat doğduğu zaman ilk sahifesinde birinci milli şairimiz

diye Fikretin ismini yazacaktır.

Yusuf Şerif

İlk defa olarak Türk dilini ruhun bes­ tesi yapan Fikkrettir. Lisana benliğini veren, konuşulan dili kalemle söyliyen gene odur.

Hıfzı Tevfik

Fikret ateşin oklarile bu hayat

(24)

Faziletin haşini de elbet muhteremdir. Tevfik Fikret namına birgün heykel dikil­ mek istenilse ona sert çehreli, en ufak müsamahayı affetmez, şedit, kahir bir tavır vermek lâzımgelecektir.

Yunus Nadi

İktidarım olsa Sultanahmet meydanını/) denize bakan tarafında muazzam bir ede­ biyat kütüphanesi yapar ve ta karşısına Eflâtun gibi geniş omuzlu pulât göğüslü, açık alınlı Fikretin bronzdan heykelini dikerdim.

Selim Sırrı

Talebelik hayatımda hayal ve tefekkü­

rüme enis ve rehber olan Rebabı,

talebelerime okutmağa başladım. Rebabı, sonra Halûkun defteri derslerimin yegâne ve en zengin menba ve mehazını teşkil etti. Bugünün gençleri inkilâptakı vatanı vazifelerini o mecmuanın, babalarınınkinden daha şefik sözlerinden öğrendiler.

dericesi,, diye tavsif ettiği Sultanî de aldık­ tan sonra, o feyzi emsalsiz bir fazlalıkla o mektebe, diğerlerine ve bütün bir nesle işar etti. Mektep çocukları hayata, hayatın namus ve faziletine en bülent hutbeleri kendi kitaplarından, hocalarının, babalarının nasihatlarından ziyade onun sihirkâr bir tesirle ta kalbe nufuz eden sesinden dinlediler.

(25)

F ikret ve T erbiye

Fıkretin şairliği - herkes bilir ki - hayal şairliğinden ziyade hayat şairliğiydi. Onun hissi şairanesi hayalden ziyade ha­ kikat karşısında galeyana gelirdi. Böyle, ilhamlarını bile hayattan alan Fikret, ter- terbiyenin de asıl hayattan geleceğini bilir ve “ telkin ile terbiye,, hususunda şayanı hayret bir nufuz ve muvaffakiyet göste­ rirdi... Fakat Fikret, bizim için, yalnız muallimliği ve müdürlüğü ile değil hatta şairliği ile de bir mürebbi, hem de müs­ tesna bir mürebbi olmuştu. Hiçbir şairimiz çocuklarla gençleri Fikret kadar düşün­ medi; hiçbir şairimiz gençlerle çocuklarına ruhlarına hitap etmenin yallarını Fikret kadar arayıp; hiçbir şairimiz “ ahlâk ve terbiye,, endişesile “ telkin ve tehzip,, kas- tile Fikret kadar şiir yazamadı. .

“ Halûkun defefteri,, ile “ Şermin,, bu yolda yazılmış terbiyevî eserlerin ilk şah­ eserleri oldu...

Sâtı

Ağladın, çok zaman da ağlattın ! İnledin bir yetim için karda Kevser içtin, fakat zehir tattın Gezdi mısrâların dudaklarda.

Halit Fahri

Fikretin simasını tebarüz ettiren husu­ siyet pek yüksek bir şair oluşu değil, bugüne kadar hiçbir edibimizde görtilmiyen sahih ve kavi bir “ zevk,, e malik bulunu­ şudur. Sanatın kutsiyetini herksten evvel en iyi idrak eden Fikrettir.

O hakikata insanca bir ahlâk telkin ediyor. Gençliğe “ çömez olmayıniz,, diye haykırıyordu. Seciyesizliğin neticelerini gören Fikret daima ondan iğrenmiş ve yarının gençliği karşısında yıkılmaz bir “seciye heykeli,, olmuştur, bakat* zavallı üstat, hayatta bunu müsbet bir şekilde gösteremedi, muhitinin renk­ sizlikleri, yahut renkten renge girişleri onu menfileştirdi. Bebek tepesine kaçtı. Dün bu menfiliğine kızanlardan biriydim. Diyordum ki : “ beşerde çamur varsa onu altınlaştırmağa çalışsın, kendim çamurlan- mıyayım diye korkmak ve kaçmak bir fazilet değildir. „ Buğun yalnız bu fikrim­ den riicu ediyorum ve üstadın hakkını idrâk ederek ruhundan af diliyorum.

Ali Canip

(26)

“Fikret,, in yazılarını ne vakit okusam sinirlerimin gerildiğini. yumruklarımın meçhul ufuklara doğru sıkılıp sallandığını hisseder ve görürüm. O, fenalıklara, ahlâk­ sızlıklara ve beşerin zilletlerine karşı o kadar derin ve samimî yazmıştır ki benim günahkar ruhum bile onun yazı- larıyle meşgul olduğu zaman Fikrette gizlenen ulvî ınaneviyet ile beraber gayri iradî yürür:

İnsanlığı pamal eden alçaklığı yık, ez; Billâh yaşamak 3ferde sürüklenmeğe değmez..

Y e sonra:

Gafletlere, zilletlere: zulmetlere lanet,

Sen doğ bize, sen doğ bize, ey fecri hakikat!,,

Ben, Fikretin daima biraz yüksek, biraz haşin ve mütehevvir ifadelerini daha çok severim:

“ Topla, fırlat 11e varsa taş, iğne Şu muhitin şerri rehavetine.,,

Evet, Fikret, en gür ve beliğ sesile seri gaflet ve ihmalimiz fevkinde yükse­ liniz, yükseliniz, diye nida eden bir hatif ti!

Onun daim bedbin denilen ruhunda ben bilâkis en ziyapaş bir menbaı nur ve ümit gördüm. “ Halûkun vedaında,, “ Ümit ölmez,, de, “ Ferda,, da Fikret nekadar nikbindir:

Elveda ey sevimli yolcu! gecen, Gündüzün daima yüzün gibi şen, Ruhu safın kadar beşuş olsun; Çeçtiğin yer çiçek çimen dolsun... Elveda, ey şerefli jolcu! hayat Bir karış yol; fakat şuun, akabat Onu hergün biraz büker, uzatır... E y şetaretli yolcu, gün kısadır; Gece bazan mahuf olur; lâkin Sen cesur ol, gayyur ol. En sakin Yolculuk uykudur; büyük kuşlar Yenecek dalga, yok, kasırga arar. 26

Gençler, bütün ümidi vatan şimdi sizbedir : Herşey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin;

Evet, Fikret şiirlerinde nikbinliği de terennüm etti; fakat onun pek hassas ruhunda vakıalar, hadiseler ne akisler bırakmışsa Fikret, kırık rebabile onları çalmıştır. Sevgili vatanın karanlık ufuk­ larında bir şulei deha gürünce Fikret “ Sabah,, 1 terennüm etti, “ Rücu„ u yazdı; lakat o karanlık ufuklar büsbütün kara­ rarak sesi şimşeklerin, fırtınaların, nihayet hercümercin doğacağını hissedince Fikre­ tin bütün hassasiyeti inledi “ Revzeni mahlû,,

“ 1 arih„ “ Rebabın cevabı,, meydana geldi.

Ben o kadar diyebilirim ki; Fikret milletle güldü, milletle ağladı. q, millî ruhun en

hassas barometresi oldu. Dün “ Rebabı şikeste,, nin gayri matbu nağmeleri, fer­ yatları nasıl ruhumuzun en yumuşak bir enisi olmuşsa bugün de ‘‘Rebabı şikeste , “ Halûkun defteri,, hassas ve faziletkâr gençliğin en mukaddes kitabıdır.

“ Halûkun defteri,, ni baştan başa hatmettiğim zaman insanlığı anlarım. Ah ne olurdu, bizim uyuşuk, hasta, alil ruhu­ muzu bııkadar yüksek, bukadar temiz, bukadar İlâhî... heyecanlar içinde yaşa­ tacak birçok şiirlerimiz, şairlerimiz olsaydi! Oençlik terbiyesi böyle lâyemut ellere çok muhtaçtır. Hatsiz, hesapsız şüunun kabaran, alçalan dalgaları arasında gençlik selâmet sahilini ancak Fikret gibi: kuvvetli nurlar sayesinde bulabilir. B11 kuvvetli nur bir zamanlar bize çok yaklaştı. Fikret necat ve hayat getiren bütün fikrile, bütün kalbile “ Sultani,, mize girdi. Ne yazık ki zaif gözlerimiz bu kuvvetli nura dayanamadı, kamaştı; o bizden kaçmadı; biz ondan, günahımızdan korkarak kaçtık, kaçtık... 3 - Eylül - 1 91 7

Referanslar

Benzer Belgeler

Somyada kımıltısız yatan ka­ fa ninenindi: «Padişahımız ikin di divanından sonra Belgrad’a dönmüştü. Odanın içinde bir boydan öbür boya konsol denli

Dolayısıyla ana çekirdekte ve ikincil çekirdek- te bir sızıntı olsa bile, binanın basıncı dış basınçtan daha düşük olduğu için hava sadece içeri sızar, dışa-

“doctoral health control belief ” and lower “negative beliefs regarding surgical pain and narcotics analgesics” tended to use non-pharmacological pain coping strategies

As the meaningful units are taught later on in SBSM, joining up letters (sounds) initially lead pupils to problems with reading skills and mistakes. Therefore the units learned

Preoperatif ve postoperatif trombosit agregasyonu epinefrin testi için grafik Preoperatif dönemdeki ristosetin ile yapılan agregasyon testi sonuçlarında gruplar arasında anlamlı

Çalışma sonucunda, (1) öğretmenlerinin okul müdürlerine güvenmelerinin; öğretmenlerin okul müdürünün, yeterli, etik davranan ve öğretmene destek davranışı

Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi Büşra GÖNENÇ SOLSUN‟un “Aksaray Üniversitesi

[r]