SAYFA
___________________________________________________________________________ C U M H U R İ Y E T ________________________
2________________ ________
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Halûk’un Babası: Tevfik Fikret
.... ... —...—■
1>
Dr. MUHSİNE HELIMOĞLU YAVUZ
Bilkent ÜniversitesiH
alûk’un babası Tevfik Fikret’in ölümünün 83. yılı. B üyük şair Fik ret’i, oğlu Halûk’la an mak, değerlendirm ek istedim.Tevfik Fikret’e önce insan, sonra da şair olarak ilk “gönül akıtmam” onun la ilgili şu olayı okuduğum anda oldu. Padişahların tahta çıkış yıldönümlerin de düzenlenen “Şehrayin” törenlerin de, Boğaz’daki bütün vapurlar, kayık lar, küçük büyük tekneler ve yalılar bü tün ışıklannı yakarlar, yer-gök “nuragar- kolur”muş. Oysa, Istibdat’a karşı olan Fikret, padişahı ve yönetimini protesto etmek için, o gece “Aşiyan”ın bütün ışıklarını söndürür ve karanlıkta otu rurmuş. Böylesine anlamlı ve zarif bir
“direniş”, çocukluktan gençliğe henüz geçmekte olan ve haksızlıklara karşı son derece duyarlık gösteren yüreğimi öylesine etkiledi ki, o günden sonra Fik ret’in ardına düşüp, O ’nunla ilgili bu labildiğim her şeyi okuyarak ve şiirle ri aracılığıyla iz sürerek, O ’na ulaşma ya çalıştım. I
Okuyup anladıkça nasıl zeki, zarif, du yarlı bir kişilik ve derin, içli bir sanat çı ruh karşısında olduğumu anladım. Sonraları O ’nu Bebek sırtlarındaki “A şk yan’’da aramaya başladım. Özellikle son yıllarda, konuk hoca olarak Boğa ziçi Üniversitesi’nde verdiğim dersler den sonra, hemen “duvardan atlaya
rak” Fikret’e gidiyor ve saatlerce Aşi- yân’da oturuyordum.
Doğanın güzelliklerini böylesine ru hunda duyan, “Din şehit ister, asuman
kurban/Her zaman her tarafta kan, kan, kan...” diyerek, kayıkta gördüğü kur banlık koyunlara acıyan Fikret’in; an layışsız, duyarsız insanlardan uzaklaşıp,
M evlana’nın on sekizinci kuşaktan to runu olan Veled Çelebi’nin şu dizelerin de de belirttiği gibi, yeni bir insan türü yetiştirmek istediğini düşündüm hep.
“Bıktım insanlardan artık, başka insan isterim / Başka bir nesl-i cedidi-i pâk vicdan isterim.” >-
Fikret, işte bu başka bir “Neshi cedid”i, oğlu H alûk’un kişiliğinde düşlüyordu. Bu yeni insan O ’na göre, B atı’da eği tim görüp yetişmeli ve oradan, bu has ta vatan olan “ hasta nine”ye, tıpkı Pro m etheus gibi “Bol bol ışık kucakla”yıp getirmeliydi. Bu nedenle, A m erika’ya okumaya giden oğlu Halûk’a veda eder ken, şu dizeleri yazıyordu: “Ne bulur
san bırakma sanat, fen / İtimad, itina, cesaret, ümid / Hepsi lazun bu yurda, hep si müfid / Bize bol bol ziya kucakla ge tir / Düşmek etrafı görmemektendir.”
Ve Halûk gider... Gittiği yerden de öy lesine etkilenir ki, bambaşka bir insan olarak orada kalır. Yani bir başka deyiş le “duvann öte yakasına düşer” . Şöy le ki, 1913 yılında Amerika’ya yerleşip, sonradan rahip olan Halûk, 1965 yılı Ha- ziran’mda, Florida eyaletinin Orlando şehrinde ölür. M ichigan Ü niversite si ’nden 1916 yılında makine mühendi si olarak mezun olan H alûk’un son işi, O rlando’daki Park Lake Presbyterian Kilisesi Rahipliği olmuştur.
Batı’da öğrendiklerini Türkiye’ye ge tirm ediği ve diliyle, diniyle tam bir Amerikalı olup, ülkesiyle ilişkisini kes
meyi yeğlediği için, sayısız saldırıya uğrayan H alûk’un bu seçimine, bir de onun açısından bakalım. Burada gerçek leştireceğimiz bir “empati”, onu daha iyi anlamamızı sağlayacaktır diye dü şünüyorum.
Değerli aydın Talat Sait Halman’ın, H alûk’la babası hakkında konuşmak üzere, ısrarlı diyalog kurm a girişimle ri sonucunda, ondan aldığı bir mektup tan anlıyoruz ki, Halûk aslında Türki y e’ye gelip, kendi ülkesinde çalışmak istiyor, ama aleyhinde yaratılan ortam sonucu gelemiyor. İşte, çok duyarlı (has sas) ve çok önemli olan bu gerçeği Ha lûk’un mektubundan okuyalım: “İstan
bul’dan 1913 Temmuz’unda ayrıldım. Glasgow’da iki hafta eşi dostu ziyaret ettikten sonra, Am erika’ya gidip, M ic- higan Üniversitesi’ne yazıldım. Yurda hiç dönmedim. 1920’de Robert Kolej’e makine mühendisliği profesörü olarak gidecektim. Eşimle ben, pasaportları mızı çıkartmıştık. Birkaç hafta içinde va purla yola çıkacaktık. Tam o sırada, yur da dönmenin uygun olmayacağı habe ri geldi. Bu, tabu dini inancımdaki de ğişme yüzündendi. Dini temayüllerim deki değişmeyi babam biliyordu. Bir ke re bu konuyu birlikte konuşmuştuk, ama kendisi bu bakımdan çok açık fikirliy di, kendi kararlarımı kendi başıma ver memi istedi. Annem hiç memnun olma dı. Sofu M üslüman olan dedem (anne min babası) hayal kırıklığına uğradı.
Babama, T ann’nın birliğine inanan lardandı dem ek doğru olur. T an n ’ya yaradan olarak inancı vardı. Şiir yazan, tabiat resimleri yapan, hayatını yurdun da ve ulusunda hürriyetin, adaletin ve iyi niyetin gerçekleşmesi uğrunda yaşa
yan bir insan, T ann’ya yaradan olarak inanmaktan başka bir şey yapamaz.”
Birbirlerini böylesine iyi anlayan ve
“toprak vatanım, nevi beşer milletim”
diyen bu baba ile oğul ilişkisi karşısın da, saygıdan başka ne duyulabilir ve başkalan bu konuda “ileri-geri” konu şup kınama, suçlama hakkını kendile rinde nasıl görebilirler ki...
Şimdi de Halûk’un, Talat Bey’e yaz dığı ve “Sayın Efendim” diye başlayan bir başka mektubundan, bir bölüm da ha okuyalım: “Türk Edebiyatı uğruna
yapm ak istediğiniz pek değerli işte, size yardımcı olm ama gelince; gerçek şu ki dostum, araştırmanıza yararlı hiçbir şey katabilecek durum da değilim. Babam, bende sanat ve edebiyat yeteneği bulun mayışından dolayı, derin bir hayal (arık lığına uğramıştı. Ünlü şiirlerini yazdığı sıralarda, ben çocuk denecek yaştay dım. İtiraf edeyim ki, o şiirleri anlaya- mıyordum. Kendisinin büyük bir şair, büyük bir öğretmen, derin bir düşünür ve büyük bir vatansever olduğunu bili yorum ve bununla iftihar ediyorum . Am a şunu size utanarak söylüyorum ki, çalışmalarınızda size yarariı olacak bir yardımda bulunmaktan acizim. Keşke bu yardımı yapabilseydim...
Size yardım etmekteki aczimi kabul etm ek zorunda olduğum için, candan üzülüyorum, gerçek bir utanç duygusu içindeyim. Candan özür diler, candan te şekkür eder ve candan üzüntülerimi bil diririm.”
Bu mektuptaki içtenlik ve incelik de bizi düşündürmeli sanıyorum. Bu mek tuplardan gözlerim dolarak, yüreğim burkularak okuduğum şu bölüm de in
san olarak hepimizi yine uzun uzun dü şündürmelidir sanırım.
“Son elli yılın olayları ve şartlan, ce haletimi arttırdı. TabU, sizin yapm ak is tediğinizi yapmaya teşebbüs etmediğim için kabahat bende. Bu, babama say gım, sevgim ve muhabbetim olmamış tır veya yoktur demek değildir. Yıllar be ni gitgide ulusumdan uzaklaştırdı. Bu uzaklaşmada hayatımın gelişme tarzının payı pek büyük olmuştur. İstanbul’da ka lan tek tük akrabam da kayıplara ka rıştı. Beni sadece, Tevfik Fikret’in oğlu olarak tanıyan bazı kimselerden, Hıris tiyan papazı olduğumu işitip okuduktan sonra yazdıkları, şiddetli kınamalarla dolu mektuplar almıştım. Bu kınama- lan, iyiden iyiye anlıyorum. Kendileri ne hiç kabahat bulmuyorum. Şuna ina nıyorum ki, yüce Tann - babamın Tan rısı ve benim Tanrım - beni dilediği yo la götürmüştür.” (*)
Sonuç olarak Halûk, “Babasının ve
kendi Tannsı”mn ve ayrıca kendi yü reğinin götürdüğü yere gitmiştir. Bun ca kuşatılmışlığımıza karşın, hangimiz bu içtenliği gösterip, yüreğimizin götür düğü yere gidebiliyoruz ki. Belki de bu bakımdan, onu biraz da kıskanıyor cfla- biliriz. Onu kınamaya, eleştirmeye, suç lamaya kimsenin hakkı yoktur. O, Tev fik Fikret’in biricik “Sevgili Halıık’u”dur. H alûk’u Fikret’in dışında düşüneme yiz. Fikret’e duyduğumuz sevgi onu da kapsar. Onu anlayıp sevmeyi deneyelim. Bunu başaramayanlar ise sonsuza ka dar sussunlar ve onları bu kutsal uy kularında rahat bıraksınlar.
* Daha geniş bilgi için bkz. Rahmetli Fa
ruk Cumbul, ' 'Mustafa Kemal Aşiyan ’da ’ İst. 1993.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi