• Sonuç bulunamadı

Nasıl başladım:Hinduizmden rock'a uzanan bir derin ney taksimi:Kudsi Erguner

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Nasıl başladım:Hinduizmden rock'a uzanan bir derin ney taksimi:Kudsi Erguner"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Güneş, 18 Şubat ¡990 Pazar____________________________________________________ _________

! NASIL BAŞLADIM

Hinduizmden Rock’a uzanan bir

derin ney

taksimi: Kud

• * 1 — --- r m

Dünya müzik “tarlkatrnm önemli üyelerinden Mevlevi

Türk neyzeni 7 kuşaktık sanat serüvenini anlatıyor

“ Mahabharata” , Hinduculuğun ve hatta bir iddiaya göre dünya tarihinin en eski destanı.

80’li yılların ikinci yarısında, tngilizler’in ünlü ti­ yatro yönetmeni Peter Brook ve Jean-Claude Carri- ere (gerçeküstücü İspanyol film yönetmeni Luis Bu- nuel’in gedikli senaristi bu on iki bin sayfalık dev des- tandan-dokuz saatlik bir tiyatro oyunu ve üç saatlik bir film çıkartmaya karar verdiler. Sonuç: Oyun, Ja­ ponya’dan Avustralya’ya kadar dünyanın dört bir ya­ nında ilgi görürken, film Paris’te henüz vizyona gir­ di. Peter Brook’un “ Mahabharata” sıyla dünyayı tur­ layan,.hem oyunun hem filmin müziğini yapmış dört müzisyen arasında, bize yakın bir ad da var: Kudsi Erguner.

Italyan asıllı “ yankee” sinemacı Martin Scorsese’- nin ise, Hinduculukla bir ilgisi yoktur ve Günaha Son Çağrı filminde onun derdi, İsa’nın çilesine yeni bir yprum getirmektir. Kendine müzisyen olarak çağın büyük rock yıldızlarından Peter Gabriel’i seçer; Gab- riel de Türk neyzeni Kudsi Erguner’i. Erguner, Hz. İsa’nın dağa tırmanışına eşlik etmesi için yaptığı ney emprovizasyonuna babasının adını verir: Ulvi.

Erguner ailesinin alın yazısı: Müzik

Müzik, Ergunerler’in hayatında, alın yazısına ben­ zer. Baba Ulvi, “ Türkiye’deki orta halli pek çok ai­ lenin ilk çocuğu gibi” askeri okula gönderilmiştir ama, asıl neyzendir, bestekârdır, mevlevidir. Büyükbaba Süleyman Erguner de öyle. Neyzen, bestekâr, mevle- vi. Onun hocası Emin Dede’dir, onun hocası Hüse­ yin Fahrettin Dede’dir, onun hocası Aziz Dede’dir, onun hocası Salim Dede’dir. Japon şirketi JVS’nin 1989’da çıkarttığı Erguner Brothers (Kudsi ve Süley­ man) plağında yaşatılan silsile ve müzik ailesi, işte bu. Konservatuvara ne hacet? Kudsi için en iyi okul, evin içinde.. Kulağı ve ruhu İstanbul’un en iyi hafız­ ları, tanburileri, udileri ve tabii mevlevileri tarafın­ dan eğitilir. 1952 doğumludur ve tükenmekte olan, i koruma altına alınması gereken bir müzik, bir kültür

neslinin son tutkulu tanıklarındandır.

Bazı yaşıtları Beatle’ları keşfederken, o Yahya Ke­ mal’in de bulunduğu meclislerde ney üfler. Bir ney­ den ilk muntazam sesi çıkarttığında yedi yaşındadır, biz Mevlana haftasında Belediye Konservatuvarı ic­ ra Heyeti’nde yer aldığında ise on bir.

“ Çocuk Saati’nde Türk müziği

olur mu?”

Ancak, onun çocukluğunda bile, bir tereddütün, bir sarsılmanın anısını bulmak mümkün.

"İlkokul (Çapa) müdürüm Nadide Ercan, radyo­ da Çocuk Saati programının yapımcısıydı. Beni ve pi­ yano çalan sıra arkadaşımı bu programa çıkartmaya karar vermişti. Çok memnundum. Ben hep radyoda babamı dinliyordum ya,şimdi ilk kez obeni dinleye­ cekti. Birlikte üç parça hazırladık. Kayıt günü, bir­ den stüdyonun kapısı açıldı. Kravatlı göbekli bir adam girdi içeri: "Çocuk Saati’nde Türk müziği olur mu?” diye gürleyerek beni kotumdan tutup dışarı attı. Bu olayın bende yarattığı reaksiyon şu oldu: Babama "Bana bir akordeon al, ben artık akordeon çalacağım ’ diye tutturdum. Zavallı borç harç, akordeonu aldı ba­ na. Bir yıl boyunca derse gittim. Sonra ney’e kesin dönüşüm, Konservatuvar icra Heyeti’nin beni Mev­ lana Haftası için Konya’ya istemesi ve orda bana so­ lo çaldırmasıyla oldu. ”

1970’lerin başı. Mevlevi ayinlerinin dışarda büyük ilgi görmeye başladığı dönem. Kudsi’nin katıldığı ilk Fransa, İngiltere, Kuzey Amerika turneleri... Sonra, bir yolculuk dönüşü, yaz tatilini geçirmek için uğra

dığı Paris’te, babasının ölümünün de etkilediği bir ka­ rarla, müzikoloji ve mimarlığa yazılışı.

Fransız katedralinde mevlid okuyan

Türk hafızlar

O günden beri Paris’te yaşayan Kudsi (bu arada mi­ marlık tezini de verir), artık bir misyon edinmiş gibi­ dir. Olağanüstü zengin bir arşiv toplar. Evindeki yüz­ lerce kasetin arasında Ortodoks ayinleri, Kadiri ayin­ leri, haham soloları yan yanadır. İçinde büyüdüğü or­ tama vicdan borcunu ödemek istercesine, İstanbul okuma üslubunu yaşatan son hafızları (Yusuf Geb- zeli, İbrahim Çanakkaleli, Fevzi Mısır, Aziz Bahri­ yeli..) buraya getirterek, onlara Aix-en-Provence ka­ tedralinde mevlid okutturur. Tanburi Cemil Bey’in eşref ve saz semailerini tanıtmak için, kendisinin ve kardeşi Süleyman’ın da neyzen olarak katıldığı bü­ yük Avrupa turneleri düzenler. Paris’teki Türk öğ­ rencilerinin izlemeye alışık olduğu yollardan çok farklı bir çizgi... Ali Ekber Çiçek’e Bektaşi ve Alevi Semah­ ları plağı doldurtur. Erköse Kardeşler’i tanıtır. Pa­ ris’teki Büyükelçiliğin “ Türkiye’de Çingene yoktur, sadece Türk vardır” şeklindeki engeline rağmen, Av­ rupa müzik tarzları arasında bir “ Türk Çiganı” tar­ zının kabul etiîlmesi için mücadele eder. Doldurduğu plakların sayısı yirmi dokuzdur artık. Bugün Türki­ ye’de sadece Peter Gabriel’in plağına katkısı ve Fran­ sız besteci Jean-Michael Jarre’ın Révolution plağın­ daki ney taksimiyle tanınmasına içerlemesi, bundan.

Berlin’de verdiği konserlerin izleyicileri arasında hiç Türk bulunmaz. "Çünkü devlet, bu müziği halka sev- dirtmemek için elinden geleni yaptı. Aydınlar da gel­ diklerinde, AvrupalIlar ilgi duyuyor diye geliyorlar. ’’

Oysa bir tarikata benzeyen dünya müzik camiasın­ da, bu saplantılı Türk neyzen artık yerini almıştır. İtal­ ya’ya, Japonya’ya, Hindistan’a, Pakistan’a davet edi­ lir. Paris’te konser salonu olarak kullanılan Şehir Ti­ yatrosu onu kendine müzik danışmanı tayin eder. Türkiye’nin henüz tam tanıyamadığı Kudsi’yi Peter Brook bir yaz günü İstanbul’dan bulup çıkartır, Pe­ ter Gabriel ise Erguner’in konser verdiği bir Iskoçya kentinden...

Kaydını İstanbul’da yaptığı bir Canlı fasıl plağını Ovidus Şirketi bugünlerde Fransa’da piyasaya sürme­ ye hazırlanıyor.

“ Nevzad Adlığ’ın korosu bir

canlı cenaze!...”

Türk klasik musikisinin belki de en pürist savu­ nucusu Kudsi Erguner, Nevzad Adlığ’ın korosunun pek hayranı sayılmaz. Şöyle diyor:

"Bu koro bir canlı cenaze. Klasik repertuarlar, ben­ ce, ancak kendi doğal canlılığı içinde bırakılırsa bir beğeni kazanabilir. Bugün herkes biliyor ki, klasik müziğin temeli fasıl. Fasıl tarzında da Bir Avrupai ko­ ro halinde ünison okuma yok. Herkes kendi zevkine göre okuyacak. Dördü erkek, ikisi kadın, altı hanen­ de ile hazırladığım ve üzerinde bir ay çalıştığım plak­ ta gayretim, bu serbestliliği ortaya çıkartmak oldu. Radyoevinden çok az sanatçı aldım. Çoğu piyasadan, resmi müzik anlayışının getirdiği kısıtlamaların dışında kalmış kimseler. Onları serbestliğe, süslemeye, iste­ dikleri gibi emprovizasyona şartlandırdım."

Belki yüz yıldan beri doldurulmuş bu ilk canlı fasıl kaydını ben de dinliyorum. Türk klasik müziğinin sa­ dece saygı değer değil, emprovizasyona dayalı bir jazz müziği kadar çağdaş olabileceğini ilk defa kavrıyo­ rum.

Vivat Kanattı.

İstanbul Şehir Ü niversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

* 0 0 1 5 2 6 ? ’ i ' 8 0 0 6 a İbr a hi m Ö ğ re tm e n . S ip a .

Referanslar

Benzer Belgeler

1930 yılında ise şe- ker, süt tozu ve kakao yağı kullanıla- rak ilk beyaz çikolata üretildi.. Çikola tanın pek çok gıdadan farklı ve dikk

Merhum sayın Işcan Cumhuriyet Devrinde görev almış, en başarılı Vali ve Belediye Reislerinden biridir.. Bilhassa imar ve ihya yönünden yaptığı, yaptıklarile

Güldürü dalında en çok oy alan sanatçılardan Müjdat Gezen ve Perran Kutman, 1983’ün süper Güldürü dalında Müjdat Gezen, Metin Akpınar Zeki Güldürü

These data suggest that after 12 weeks of exercise training in mild hypertensive patients, successful reduction of blood pressure and favorable changes of lipid profile will

Buekens 共同參與。杜蘭大學位於美國南部路易斯 安那州的紐奧良市(New Orleans),學生約 10,000 名左右,但每年均排名在全美前 50

Bize düşen Anadolu parsının diğer so- yu tehlikede olan canlılarla birlikte tanı- tılmasını sağlamak, soyu tehlike olan bir türle karşılaşınca ne yapılması gerektiği-

milletin istediği bir inkılâbı ba­ şardığını gösterir. O memleke­ te bizim anlıyamıyacağımız, kabul edemiyeceğimiz bir şeyi getirmemiştir.. Fakat, O

Abidin Dino ile Türk basınının ölümsüz gazetecisi Abdi İpekçi. arasında geçen bu söyleşiden kı­ sa bir bölümü bulmacamıza