ÇOCUKLUĞUMDAN ARTAKALANLAR
Prof. Dr. Saim SAKAOGLU
Zam an zam an yazıp söylediğim gi bi, ben doğduğum da İkinci, D ü n y a S a vaşı d a h a başlam am ıştı; g alib a ben al tı aylıkken bu facia p atlak verm işti. Tabii h a tırla y a c ak değilim. A n cak iz lerin i u zu n y ılla r taşıdım . O, çok y ap ra k lı nüfus cüzdanım da pek çok dam g a vardı; şu verildi, b u verildi, gibi. Sa v aşın getirdiği sık ın tılar p ek çok m ad denin yokluğuna yol açm ış ve b u n lar k a rn e ile verilm eye başlanm ıştı. Ben de, evin b ir ferd i olarak m uam ele gör m üşüm ve nüfus cüzdanım , a d ım a alı n a n k a m e lik m addelerin m ühürleriyle süslenm işti.
Bu savaşın bendeki b ir izi de Kon y a ’n ın belli başlı köşelerinde h o p a r lörlerle y ap ılan h a b e r y a y ın la rı idi. Bu h oparlörlerden b iri de, Çaybaşı Caddesi’n in son b u lup K aram an Cad- desi’yle T h a rfi m eydana g etirdiği kö şede, şim di susuzluk gözyaşları dö ken, tepesinde saçtan örtüsü b u lu n an çeşm enin hem en üzerinde idi. Z am an za m a n o ray a gider, verilen h ab erleri dinlerdik. A slında p ek b ir şey de a n lam azdık. H enüz elektriğin olm adığı b ir caddenin sakinleri olarak b iz ço c u k la r için b u farklı b ir oyuncak gibi geliyordu. (Elektrik bizim caddeye gel m em işti) Evimizdeki radyo aküm ülatör ile çakşırdı. G az lam baları, id are lam b aları, gece yolculuklarında k u llan d ı ğım ız, an ca k adını hatırlayam adığım , tepesinden tutulabilecek cam çerçeve li la m b a la r gece hayatım ızın ışıklı d o s tla n idi. M ahallem ize 1946’d a e lek t rik gelince h e r şey b ird en bire değişi verm işti.
Çocukluğum kaç yaşım a k a d a r sü r dü, bilem iyorum . A m a b ir gerçek v ar ki bugün için inanılm ası oldukça zo r: O y ıllard a m ahallerim izin gençleri, üç
yıllık askerlik görevlerini yapıp gel dikten so n ra bile sokakta oynarlardı. Bu, işsizliğin b ir sonucu idi. îşte bu y ıllard a ben çocuktum ; yaşıtlarım la o ynarken «ağabeyler»im izin oyunlarını seyrederdim .
N eler m i oynardık, n eleri m i sey rederdik? işte, «Çocukluğum dan A rta kalanlar» başlığı a ltın d a b u n ları yaz m ağa, d a h a doğrusu h a tırla m a ğ a çalı şacağım . Biz halkbilim cilerin k aynak şahıs olarak b ir şeyler anlatabileceği unutulm am alıdır. Nitekim , rah m etli ninem den dinlediğim b ir m asalı, ölü m ünden y ıllarca so n ra onun ağzından yayım lam ıştım (Bir K onya m asalı «Gençlikte mi, G ocalıkda mı,» Türk Folklor A raştırm aları, 12 (237), N isan 1969, 8-11). A m erika Birleşik Devletle- r i’nin Texas eyaletinde b u lu n an Lub- bock şehrindeki A rchive of Turkish O ral N a rra tiv e ’in m ü d ü rü Mrs. B arba ra K. W alker, evlerinde m isafir olarak kaldığım üç ay zarfında, a rşiv leri için benden k ay ıt istem işti. O zam an de m iştim k i : «Sayın W alker, size sade ce çocukluğum da dinlediğim , Konya yöresiyle ilgili h a lk a n latm aların ı vere bilirim. B u n lar tab ii olarak öğrenilen k ü ltü r ürü n lerid ir. B ir araştırıcı olarak beş altı yıldan beri derlediklerim den anlatam am ; o n lar benim değil, benim k ay n ak şahıslarım m dır.» A yrıca, k a fam daki yüzlerce fıkra, efsane1, m asal gibi a n la tm a la rı da, a it olduğu bölgeye göre h a tırla y ıp an latm am d a m üm kün değildi. O sebeple b en sadece Konya yöresiyle ilgili o la ra k ninem den, b a b am dan dinlediklerim i an latm ay a ça lışmıştım. Bugün de, Konya ile ilgili b ir çalışm a y ap acak o lana onları a n latırım ; dağarcığım daki araştırıcılık birikim inden ise b ir şey verem em .
O yun denilince aklım ıza elbette «sayışmaca» gelecek, «ebe seçimi» ge lecek. Bazı o y u n lard a «ebe» olm ak pek hoş karşılanm azdı. Bir sak lan b aç’ta, b ir u zu n eşek’te ebe olm ayı kim iste r di ki. A m a bazı sayışm acalarda, g ali ba, ilk çıkan şanslı olurdu. Öyle ya, istop’ta topu siz h av ay a atacak ve bir ark ad aşın ızın adını söyleyecektiniz. Bazan, hem en ilk sayışm acada ebe se çilebilecekken bazan da h e r oyuncu n u n tek er tek er «kurtulması» sağlanır, sona k alan kişi ebe olurdu.
S o n raları okulda başk aların ı da öğrendik, am a benim aklım da, o da n e k a d a r tam bilemem, kalabilen sa yışm aca şöyle o lm a lıd ır:
«Ene m ene engişdene, lâle kökü, çörek otu, al çık, bal çık, a rad an önce sen çık.» Sayıcının parm ağı kim e isa bet etm işse o k e n a ra çekilecek, işlem devam edecektir. Saym a işini d a h a çok en büyüğüm üz olan veya sayışm anın sözlerini iyi bilen birisi yapardı. Sağ elinin işaret parm ağ ın ı hafifçe ağzının içine so k a r ve u zu n c a sayılabilecek bir «Oooo» çektikten sonra saym aya baş lardı.
Şöyle b ir düşünüyorum d a bunca oyunun hangisini d a h a küçük y a şla r da, h an g isin i d a h a ileri y aşla rd a oy n ard ık , pek hatırlayam ıyorum . A ncak o y u n ları h atırlıy o r ve o n la n gözüm ün önünde canlandırıp sınıflam aya çalışı yorum .
Y ağ s a ta n ın , çizgi, ip atlam a, istop, ip içinde trencilik.
K am ış yüzdürm e, çam u r p a tla t m a (?)
H arm anbiş, buzd a kaym a, hotak, Ç ekirdek, boncuk, aşık, şeker kağıdı, çelik çomak,
U zu n eşek, güvercin takla.
B u en sondakiler d a h a ileri y a şla r d a o y n an an oyunlardı. Zaten, geliş m ekte olan çocuklar için pek de u y g u n olmazdı.
Ç ocukluğum uzda, «yağ satarım , b al satarım » oynardık; b u n u m ah alle de de oynardık, okulda da. Öğleye k a d a r üç, öğleden sonra iki sa at ders y a
p a n bizim şanslı neslimiz, ilkokulum u zun geniş bahçesinde, 20 dakikalık te n effü slerd e n e le r oynam azdı ki. O yu n u n u n sözleri de bugünkülerden pek fa rk lı değildi. Galiba bugünkü nesil de aynı şeyleri söylüyor.
Y ağ satarım , bal satarım ; U stam ölmüş, ben satarım .
Tabii, b u n u n b ir de ahengi vardı; o n a göre söylenirdi.
B ütün oyunları en ince te fe rru a tı n a k a d a r h atırlam am a im k ân yok; a n cak d a h a az yaygın olanlarını h a tır la m a y a çalışacağım.
1. K am ış yüzdürm e
Eskiden evlerin çatısı yoktu. Top ra k dam lı evlerin üzerinde, onların b ah çe ve sokak d u v arla rın d a kam ış la r uzanırdı. Ü zerleri to p rak la b a stı rılm ış bu k am ışlar yere p aralel o larak b u lu n u r ve u ç la n d ışa n y a uzanırdı. Bizler bu kam ışlardan çekilebilecek gevşeklikte o lanlanm çeker ve onları b ir oyun âleti haline getirirdik. (Şim di, «çelen» adı verilen bu tip d uvar ü stlerin i h atırlay an kaldı m ı ki?). Ö n ce, kam ış b ir k a n ş k a d a r kısaltılırdi; b u a ra d a m u tlak a b ir boğum bulu n u rd u . Boğum un uzağında b u lu n an a ğ z a b ir taş sokulur ve tıp a gibi k a p a m ası sağlanırdı. Böylece h erkesin k a m ışı h a z ır h ale getirilirdi.
C addem izin adının Çaybaşı olduğu n u b ir daha, hatırlatayım . Evimizin önü n d en b ir çay akıp giderdi. îşte bizler kam ışlarım ızı bu çaya atar, yarıştırır- dık. B azan b ir k ö p rünün girişinden bı ra k ır, öbür ucundan d a h a önce çıkanı gelip sayardık. Tabii b u ra d a kam ışın u zunluğunun, taşın büyüklüğünün ro lü olduğu k a d a r suyun d a h a hızlı ak an b ö lü m ü n ü n de rolü olurdu.
Bu oyunu erkek çocukları oynardı. 2. H arm anbiş
A dına niye «Harmanbiş» denilm iş, bilm iyorum . H arm an ile pek ilgisi y o k sa d a biş-/piş- ile ilgisi vardır.
Önce b ir m ik tar toprak, d ah a doğ ru s u o y ılla n n cadde ve so k ak la n n d a bol m ik ta rd a bulunan toz b ir araya
getirilirdi. N orm al b ir k a rp u zu n yarısı k a d a r b ir hacm e ulaşınca üzerine h a fifçe su dökülür, ellerimizle de suyun tepe üzerinde ince b ir çam ur tabakası m eydana getirm esi sağlanırdı. Böylece b ütün tozun üzerinde ince b ir çam ur tabakası m ey d an a gelirdi. D ah a sonra ıslanm am ış tozları bu kubbem si yapı nın üzerine serper, avuçlarım ızla oğuş- tu rm a y a başlardık. Toz, ıslak tab ak a ta ra fın d a n emildikçe yenisiyle devam edilirdi. Böylece sü rte sürte, oğu ştu ra o ğ u ştu ra çam u r olan zem in k u ru tu lu r- du. Bu işi y ap ark en de, kendine has bir nağm e ile de şu sözler hep b ir ağız d an te k ra r e d ilird i:
«Harmanbiş, h a rm an b ş; Keloğlanın başı biş.»
Bu sözler çam u rlu yüzey kuru- yuncaya k a d a r d efalarca söylenirdi.
Sıra, ikinci safh ay a gelirdi. İnce b ir çubuk vasıtasıyla b u kubbenin ye re tem as eden b ir veya iki yerinden pencere veya kapı diyebileceğim iz d e likler çizilir, yavaş yavaş o y ularak k u ru m u ş çam u r kısm ı çıkartılırdı. B un dan sonrası büyük b ir dik k at isterdi. A çılan bu deliklerin yardım ıyla k u b benin altındaki to zla r dışarı çıkartılır, içerisi iyice boşaltılırdı. U nutm adan şöyliyeyim, b ir delik de tepeye açılır dı. Böylece, içi boşaltılm ış kubbem si b ir yapı o rtay a çıkardı. A rtık bundan sonrası bizlerin m aharetine kalıyordu. Kapı, pencere ve tepe deliğinden içe riye a tıla n k ağ ıt ve sam an gibi kolay yanabilen m addelerin yardım ıyla di ğerleri (çalı d a lları vb.) tu tu ştu ru lu r ve e tra fa yayılan alevler zevkle sey redilirdi. D ikkatlice yakılm ası halinde kolay kolay yıkılmazdı.
A kşam a doğru veya evlerden çağ rıldığım ız b ir sıra d a a rk a d aşlard an bi ri h afif b ir tekm e darbesiyle harm an- bişi yıkıverirdi.
Bu d a erkek çocuklar a ra sın d a oy nanırdı.
3. Şeker kağıdı oyunu
1950’li yılların başında piyasada çokça tu tu la n b ir k aram ela şekeri
vardı. Bakkaliye d ü k k ân ların d a kilo ile satıld ığ ı gibi tan esi b ir k u ru şta n da satılırdı. Y akın zam an a k a d a r p iy asa d a çokça satılan Tipitip sakızları h a c m inde idi. Özelliği; sarıldığı k a ğ ıtla rd a b ü tü n m eslek erbabının çizgi resim le rin in olm asıydı. 1 n u m a ra galiba «Kuş baz» idi. Bazı m esleklerin veya m eşga lelerin ad ın ı orad an görür, fa k a t bir tü rlü ne olduğunu anlayam azdık. Bun la rd an b iri de 117 n u m aralı (?) «poîo» idi. l ’den 110’a k a d a r olanı sıkça b u lu n u r d a l l l ’den 120’ye k a d a r olanı m; az bu lu n u rd u , yoksa 121'den 130’a k a d a r olanı mı az bulunurdu, pek hatır- lıyam ıyorum . l ’den b aşlay arak sona k a d a r b ü tü n n u m a ra la rı biriktirebilir- sek büy ü k hediye vardı. Ayrıca, b azı la rın d a d a m ü h ü r ve im za v ard ı da onu b u la n la r d a k ağ ıtta yazıldığı k a d a r k a ra m e la kazanırdı. Hiç u n u tm u yorum , b en de b ir gün Aziziye Camii civ arın d ak i bakkaliyelerden birinden, h e r h ald e Şehir Bakkaliyesi’nden aldı ğım beş k u ru şlu k şekerlerden birinin im zalı kağ ıd ın d ak i k a d a r k a ra m e la k a zanm ıştım .
İşte b u n u m aralı kağıtlar, aynı za m anda b ir oyunun da aracı olurdu. İki kişi karşılık lı olarak oynardı. Birinci iki av u c u n u n arasın d a sakladığı k a ğ ıtla rd a n en üstte olanının son sayı sının tek m i çift mi olduğunu sorardı. E ğer k a rşı ta ra f bilirse so ran d an bir kağıt alırdı; bilemezse b ir k ağ ıt v e rir di.
Bazan, bu b ire r b ire r alıp verm e ler az gelir, tıpkı g ü n ü m ü zü n m odern oyun ların d a olduğu gibi o ran yüksel tilirdi. M eselâ, kendisinden cevap b ek lenen kişi,
«Aç, beş mislisine»
derdi. E ğ er bilebilmişse beş misli, ya ni beş ad ed kağıt alırdı; tabii bilem ez se de beş tan e verecektir.
O yunun heyecanını artırm ak , biraz da m erak duygusunu eklem ek için te k lifler d e ğ iştirilird i:
«Tek, son sayısına,»
denildi mi, bilinm esi halinde son r a
k a m ı 3, 5, 7 veya 9 olacağından o k a d a r k ağ ıt alınır, bilinem ezse verilirdi. H a tta bazan doz iyice artırılır, daha fa rk lı sayılar ileri sürülürdü.
«Çift, say ılar toplamına!»
Böylece 90, 98 vey a 89 gibi en b ü yü k sayıları taşıy a n k a ğ ıtla rd a el de ğiştiren k ağ ıt sayısı 18 veya 19 gibi bü yük say ılara ulaşırdı. K azanan tarafın n e k a d a r sevindiğini taiım in etm ek hiç de güç olm asa gerek. Ancak, 10, 11, 20 gibi sa y ılard a el değiştiren k a ğıt sayısının d a p ek az olacağı u n u
tulm am alı.
Bugün, b u n a benzer oyunları oy n a y a n la r v a r mı, bilem iyorum . A ncak 40 y ıl önce p ek popüler b ir oyun idi. Bu k a ğ ıtların sıra ile b irik tiren ler ay rıca, kendilerindeki fa z la olan m eslek erbabının resim lerini eksikleriyle değiş tokuş y aparlardı. H atta az b u lu n an lar b az an b irk aç k ağ ıt ile değiştirilirdi.
Bu oyun d a erkek çocuklar a r a sında oynanırdı.
Gelecek yazım ızda, k a la n o y u n lar d an b azılarını ele alm ağ a çalışacağız.