• Sonuç bulunamadı

72 yaşındaki Aziz Nesin'e göre, insan her yaşta aşık olabilir:Sevgilim istiyorsa diskoya da giderim

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "72 yaşındaki Aziz Nesin'e göre, insan her yaşta aşık olabilir:Sevgilim istiyorsa diskoya da giderim"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

• Emin

Ç Ö LA ŞA N

PAZAR SOHBETİ

72

yaşındaki Aziz Nesin e göre, insan her yaşta âşık olabilir

H A F T A N IN K O N U Ğ U

A ziz Nesin

, 1915 yılında İstanbul'da

doğdu. K uleli Askeri Lises'nden

sonra, 1937 yılında H a rp O kulu'nu

bitirdi. Subaylık yıllannda bir süre

G üzel Sanatlar Akadem isi'ne devam

etti, ancak kıtaya atandığı için bu

eğitimini sürdüremedi. 1944 yılında

askerlikten ayrılan

A ziz Nesin,

bugüne kadar 8 2 kitap yazdı ve

gülm ece dalında dünya çapında ün

yaptı. Eserleri birçok dile çevrildi.

A ziz Nesin

ayrıca çok sayıda tiyatro

oyunu yanında, binlerce yazı,

makale, öykü yazdı. Ö ç kez evlenen

ye d ört çocuk babası olan

Nesin

İngilizce biliyor.

Ü

Sayın Nesin, siz sadece ülkemiz­ de değil, bütün dünyada tanınan bir Türk yazarısınız. Sizin kitapla­ rınızı ve yazılarınızı hepimiz okuduk. Bunları okurken bazen güldük, bazen de acı acı düşün­ dük. Bildiğim kadarıyla siz küçük­ ken Kurann Kerim i ezberleyip haliz olmuşsunuz. 0 günlerdeki hafızlıktan sonra nasıl bugünkü Aziz Nesin oldunuz? Yaşamöykü- nüzü çok kısa anlatır mısınız?

Evet Sayın Çölaşan. Benim eğitimim öyle. Babam çok dindar bir adamdı. Gerçek bir Müsiümandı.

Ü

önce şunu sorayım. Siz de dindar bir insan mısınız?

Hayır, ben dinsizim. Ayrıca tanrısızım.

Allah'a inanmıyor musunuz?

Hayır, inanmıyorum. A m a tabii başlangıçta o eğitimle yetiştirildim. Daha ilkokula bile git­ meden Arapça öğrendim ve Kuran ezberle­ meye başladım. İlkokula da üçüncü sınıftan başladım. O zaman hafız olmuştum. Ama şimdi hafız değilim. Çoğunu unuttum. Tabii uzun zaman dinin etkisinde kaldım.

D

Peki dinimize inanan insanlara

nasıl bakarsınız? Yani onları kü­ çümser misiniz, yoksa siz inanma- sanız bile saygı mı duyarsınız?

Ben sadece Müslümanlara değil, bütün din­ dar insanlara saygı duyuyorum. Eğer ger­ çekten inanıyorlarsa, hepsi saygıya değerdir. Benim dinsizliğim, dine karşı anlamında de­ ğildir. O benim kendi özel durumumdur.

Ü

Sayın Nesin sizi özellikle ülkemiz­ deki sağ çevreler “komünist" ola­ rak bilir. Hatta bazen vatan hain­ liği ile de suçlandığınız olmuştur. Siz komünist olarak ilk kez nasıl damgalanmıştınız? örneğin Harp Okulu nda falan okurken var mıydı komünistlik gibi durumlarınız?

Hayır, Harp Okulu'nda karışmadım. Yalnız benim sicilimi benim yargılandığım mahke­ melerde, özellikle askeri mahkemelerde sık sık getirtmek isterler. En son olarak bu Ya­ zarlar Sendikası davasında yargıç yine be­ nim sicilimi getirtmek istemiş. Hem de on- sekiz sanık arasında sadece benimkini. Son­ ra haber geldi ki, benim sicilim S EKA 'ya gitmiş yanlışlıkla. O yüzden de gelmedi!

Ü

Kâğıt hamuru olmak için mi gitmiş SEKA'ya?

Evet, yanlışlıkla gitmiş herhalde. Ve S E K A ' da kâğıt hamuru olmuş. (Sürekli kahkaha­ lar.) O yüzden sicilim mahkemeye gelmedi. Fakat bu arada çok ilginç bir şey olmuş. Geçenlerde Sayın Kenan Evren, Nadir Nadi

ile konuşmuş ve bir dosya çıkarmış. Yani benim dosyam. Demek ki benim sicil dos­ yamın bir kopyası Kenan Evren'e gitmiş, bir kopyası da yanlışlıkla SE K A 'ya gönderilmiş. Şimdi ben burada Sayın Evren'den ve Cum­ hurbaşkanlığı makamından rica ediyorum. Benim sicilimi lütfen açıklasınlar. Çünkü be­ nim söylemek isteyip de bugüne kadar söy­ leyemediğim bazı şeyler o dosyamda var. Onların ortaya çıkmasını istiyorum. Zaten ben de “Böyle Gelmiş, Böyle Gitmez” di­ zisinde özgeçmişimi anlatmaya başladım. Am a benim sicilimi de kayboldu falan say­ masınlar. Sicilim Sayın Evren'de var. Dos­ yada duruyor. Nadir Nadi'ye göstermiş.

(2)

18) 1 M arl 1987 Pazar

PAZAR SOHBETİ

• Emin Ç Ö L A Ş A N

“Sevgilim istiyorsa, diskoya da giderim”

(B a ş ta ra fıU . S ayfada)

O

Subaylıktan hangi yıl ayrılmıştınız? Bir de galiba olaylı bir ayrılış ol­

muş, öyle değil mi?

Evet olaylı bir ayrılış olmuştur. 1944 yılında vazife, yetki ve görevi kötüye kullanmak su­ çundan mahkemelik olarak ayrıldım!

Ü

Var mıydı gerçekten böyle bir du­

rum, yoksa komplo talan mıydı?

Hayır, hayır. Gerçekten vardı...

Ü

Yani yetki ve görevinizi kötüye mi kullandınız?

Evet, yetki ve görevlerimi kötüye kullandım. Askerlere izin verdim. Bu çok uzun bir hikâ­ yedir, onun için çok kısa anlatayım. O gün­ lerde İkinci Dünya Savaşı devam ediyordu ve askere izin vermek yasaktı. AH Rıza

adında bir askerim vardı kırk yaşında. Adam öldürüp hapishaneye girmiş, sonra çıkmış. Ailesini görmek için boyuna izin istiyor. Da­ yanamayıp onbeş gün izin verdim ve izin vermek yasak olduğu için, görevimi kötüye kullandım. Sonra bu adam iki ay gelmedi. Ben de, izin verdiğim ortaya çıkmasın diye bunu yoklamadan düşmedim.

Vani

tayını fa­ lan iki ay çıktı. Tabii bu durumda da askerin tayını benim zimmetimde kaldı. Buna ben­ zer bazı durumlar daha oldu ve ben asker­ likten ayrıldım. Bunları “Böyle Gelmiş, Böy­ le Gitm ez” dizisinde ayrıntılı- olarak yaza­ cağım.

Ü

Siz yazarlığa etendim? nasıl başladınız

Ben yazmaya amatör olarak küçük yaşlarda başladım, iki şey düşünüyordum ben. Res­ sam veya yazar olmak. Aslında benim ailem hem yoksul, hem de sadece din ko­ nusunda eğitilmiş bir aile İdi. ileri bir eğitimi yoktu ailemizin. Ressam olamayınca yazar oldum. Hep yazıyordum. Şiir yazıyordum, oyun yazıyordum, kendime göre romanlar yazıyordum. Askerden de yazıyordum. Aske­ ri öğrencilikte ve hatta askerlikte şiir talan yazmak, çok ayıp bir şeydi. Yani o kadar ayıptı ki, bugün homoseksüelleri bazı insan­ lar nasıi küçümsüyorlarsa, askerde şiir ya­ zana da o gözle bakılırdı. Onun için, ben kendimi yazar olarak ortaya çıkaramazdım.

(

Benim esas adım çıktıktan sonra da yazılarımda kendi adımı

Mehmet

Nusrat'tır. Subay kullanmazdım. Kendi adımı kullansaydım,

Ü

| küçümsenecektim. O dönemde öyleydi. Şim- | di nasıldır, onu bilemem.

Ve böylece Aziz Nesin adını mı kutlanmaya başladınız?

Fvet Aziz babamın adıydı. Aziz Nesin adını kullanmaya başladım. Ben subaylıktan ay- r;i r Babıali'ye geldiğim zaman, benim artık y ; Harım falan çıkmaya başlamıştı. Gelir gelmez Sedat Simavi'nin yanına gittim. - Bana “Aziz Bey” diye hitap etti. Böyiece

iv ¡sim benimsendi.

i Demek ki Hürriyetin kurucusu

j rahmetli Sedat Simavi bir anlam- ı r da sizin isim babanız olmuş. Peki nüfus kâğıdınızdaki isminiz nedir sizin?

îımet Nusrat Nesin. Yani soyadım ger­ ekten Nesin şimdi...

ü

aç kitap yazdınız bugüne kadar?

bir yazı yazdım ve onu üçüncüsünde yaz­ dım, ayrıca daktiloya da çekmedim. Eğer çekseydim, dördüncü kez yazılmış olacaktı.

Ü

Peki eski Türkçe yazmak daha mı kolay oluyor? Niçin eski yazıyla

yazmayı tercih ediyorsunuz?

Birincisi, alışkanlık var. İkincisi ise, benim elimde 1950 yılından beri yazar hastalığı var. Kram p var. Bu psikolojik bir şey. Ben çok yazdığım zaman, elim direniyor benim.

~ j Yazmamak için mi direniyor?

Evet, yazmamak için direniyor. 1950 yılında hapishanede başladı. O zamandan beri çe­ kiyorum ben bunu. Onun için de, tükenmez­ le değil yumuşak kalemle yazabiliyorum. Psikolojik bir şey ama bunu bir türlü yene­ miyorum. Bu nedenle de. aslında benim ya­ zım çok güzel olduğu halde, çok çirkin yazı­ yorum. Öyle ki, aradan bir yıl geçse kendim okuyamam. Bu yüzden de, eski Türkçe ya­ zınca bana daha kolay geliyor.

Ü

Peki kitaplarınızın çatısını ve ko­nusunu kafanızda önceden uzun uzun oluşturuyor musunuz?

Evet, kesinlikle öyle. Onun için benim bütün kitaplarım, öykülerim, bütün yazılarım on on­ beş yıl bekler. Birdenbire yazdığım bir yazı yoktur. Yazı benim kafamda önce gelişir ve oluşur. Yazıncaya kadar, aradan yıllar ge­

çer. Onun için, ben öldüğüm zaman ileride

yazılması gereken yüzlerce, binlerce şey ka­ lacak. Bunların çatısı var, ana hatları kafam­ da var, notları dosyalarımda var.

Ü

Ama siz öldükten sonra bunları btrileri yazabilir mi?

Hayır, hiç kimsenin işine yaramaz.

Ü

Bugüne kadar kitaplarınızdan ve yazılarınızdan ne kadar para ka­

zandınız efendim? Yani zengin ve varlıklı bir insan oldunuz mu? Ya da, isteseydiniz çok zengin bir in­ san olabilir miydiniz?

isteseydim çok zengin olurdum tabii. Biliyor­ sunuz bir vakıf kurdum ben. Bu vakıftan başka mal varlığım yok benim. Hepsini ka­ rıma ve çocuklarıma dağıttım. Vakfın mal

varlığı şimdi bir milyarı geçiyor. Ben o para­

ları alıp işletseydim, en azından arazi alıp satsaydım, bugün en az on milyarım olurdu. Am a şu anda benim hiç param yok. Hafta­ dan haftaya aldığım parayla, vakıftaki 22 ço­ cuk ve 8 işçi, toplam 30 kişi geçiniyoruz.

Ü

Peki paranız nereden geliyor? Belli bir yayınevi ile mi çalışıyor­

sunuz?

Adam yayınevi ite çalışıyorum ve onlardan para alıyorum. Bir de onun dışında, çeşitli yerlere yazdığım yazılar var. Onlardan da ben yılda 25 milyon lira kadar alıyorum,

Ü

Parasız yazı yazdığınız da olur mu

arada sırada? Yoksa her yazdı­ ğınız yazı için para mı istersiniz?

Hayır. Diyelim ki Bilim Sanat Dergisi'ne ya­ zıyorum. Onlardan para almam Yanı sanat dergilerinden para almam.

Ü

Sayın Nesin, yazarlığınız süresin­ ce çok sömürüldünüz mü? Yani ülkemizde yazarlar çok sömürülen insanlar mıdır?

Sekseniki kitap yazdım. İlk kitabım 1955 yı­ lında çıktı.

J Kaç tane sattı bunlar?

Tabii, eğer yazar da bir işçiyse sömürülmek esastır. Ancak bugün Türk işçisinin sorunu sömürülmek değil, sömürülmemektir.

D

Anlayamadım efendim.

Yaklaşık dört milyon sattım.

Ü

Çok büyük bir rakam. Bundan sonra bile Türkiye'de bir yazarın bu düzeye ulaşması mümkün ol­ maz. Peki kitaplarınızı nasıl yazar­ sınız efendim?

Kâğıtlara eski yazıyla yazarım.

Yani daktilo kullanmaz mıstnız?

I

ğıda el yazısıyla eski Türkçe olarak yazarım. Kullanırım ama sonra kullanırım. Önce kâ­ I Sonra onu gözden geçirip bir başka kâğıda

% im den eski Türkçe olarak yazarım. Ondan

nra

daktiloyla yazarım. Sonra bunu da bir ez daha daktiloda yazarım. Yani en az dört

:■

'<nZ yazıyorum.

Bir şeyi en az dört kez yazmak sizin çapınızda bir yazar için çok olmuyor mu?

Doğru söylediniz. Aslında sanıldığının tersi­ ne. ben çok zor yazıyorum. Yani ben kolay-

ğ

ca yazan bir adam değilim. A m a bütün boş | zamanlarımı yazmakla geçirdiğim için, çok 1 yazmamın nedeni odur. Am a ben kolay okutan bir yazarım. Onun için karıştırıyorlar birbirine. Yani bir yazının kolay okunması, o yazının kolay yazıldığını göstermez. Tam ter- 1 sine eğer bir yazı kolay ve rahat okunabili- i yorsa, yazar o yazının veya o kitabın üzerin- de çok çalışmış çok yorulmuş demektir. Ben

■j

gerçekten çok yorulurum, örneğin şurada | bir öykü var. Bu öyküyü 1965 yılında kur- | muşum. Ben onu ancak bir hafta önce yaza- bildim. Size şunu da söyleyeyim romanla- ; rımı beş altı kerede yazarım. Oyunlarımda ise, onbeş yirmi kez yazdıklarım olmuştur. Yani beni zannettiklerinin tersine, ben çok zor yazan bir yazarım. Ben dün çok basit

Çünkü Türk işçisi bugün sömürülmeye m u h ­ taçtır, Eğer bir insan işsizse, o insan söm ü­ rülmeye hazır bekliyordur. Eğer işçi olarak çalışacaksan, elbette ki sömürüleceksin. An­ cak işsizliğin bu kadar yoğun olduğu bir ortamda, onları sömürmek de mümkün ol­ muyor. İşsiz olan, çalışamayan bir insanı nasıl sömüreceksiniz ki? Aslında Türkiye'de işçi tam olarak sömürülebilse, ondan sonra işin ikinci aşaması gelecek. Bu adam “Ben niçin sömürülüyorum?” diye düşünmeye başlayacak. Yani ancak çalışan insan sömü­ rülür. Ancak, ben hayatım boyunca hiçbir zaman “Sömürülüyorum” diye yakın­ madım. Sadece sömürülemediğim zaman şikâyet ederim. Yani işsiz kaldığım, yazı ya­ zamadığım dönemlerde şikâyet ederim. As­ lında sömürülme konusu yazarların klasik ve geleneksel şikâyetleridir. Suç da bu ko­ nuda kendilerine aittir. Giderler meyhanede içerler, kahvede otururlar ve akşama kadar laklak ederler. Ondan sonra da bir yazı ya­ zıp düşük paraya sattıkları zaman şikâyet ederler. Oysa oturup içeceklerine çalışsalar, daha iyi para kazanırlar.

Bir yerde okumuştum. Galiba De- mirtaş Ceyhun'un kitabında. De­ r s s in iz ki “En helal para yazarın kazandığı paradır.” Öyle midir gerçekten?

■riT. Yazarlığın iki çeşit zorluğu vardır. B> mekanik zorluk, İkincisi de öz zor­ luk. M ;k zorluğu herkes anlayabilir. Eli­ ne herk. kalem alsın. Önce kalemle bir nokta koya;. . Torira bu noktayı çizgi ya­ parsınız, Çızvj . sarf yaparsınız. Harfleri yan yana getinp sözcük, sözcükleri cümle, cümleleri paragraf yaparsınız. Böyle uzayıp gider. Ne kadar zor bir iştir değil mi? Bunu ■mektup yazanlar bile anlar. Şimdi böyle gi- derek'romanlar, öyküler falan yazıyorsunuz.

Aslında yazarlık mucize gibi bir şey. Hava­ dan sesler toplar gibi birtakım sözcükler bu­ lup, insanların ilgisini çeken olaylar yara­ tıyorsunuz. Burada sizin bir yardımcınız yok. Hatta yardımcı sandığınız insanlar da size zarar verir. Karınız zarar verir, sevgiliniz zarar verir, arkadaşınız zarar verir. Yani bu iş doğururken kadının yalnızlığına, ölürken insanın yalnızlığına benzer bir anlamda. Yazı yazmak dünyanın en saygın emeğidir. Yazarın kazandığı para da, dünyanın en he­ lal kazancıdır. Çünkü yazar bir şey yazarken hiç kimseyi söm üremez Olsa olsa kendi kendini sömürür. Çünkü yazdığı esere beynini, kanını, canını, alın terini koyar. Tabii ben burada gerçek ve namuslu yazarlardan söz ediyorum, öyle örtülü ödenekten para alanlardan, bir yandan ticaret yapıp öbür tarafta kendisinin veya zenginlerin çıkarları için yazı yazanlardan değil.

C

Sizin bunca eseriniz arasında en çok sevdiğiniz kitabınız hangisidir?

Şimdi bunu sormanız kurnazlıktır. Bu soruya ben de kurnazca cevap vereyim. En pahalı kitabım hangisi ise, ben onu severim. (Kah­ kahalar.) Yani “Herkes en pahalı kitabımı alsın” diyorum. Açıkçası, kitaplarımda yer alan her öyküyü sevdiğimi söyleyemem. Ama her kitabımda, sevdiğim birkaç öykü vardır. Tam bir ayırım yapamam ama “Sur­ name” diye kitabım var. Onu çok severim.

Ü

En pahalısı o mu efendim? (Kah­kahalar.)

Hayır, değil, içinde özyaşam öyküsü olan kitaplarımı seviyorum. "Yetmiş Yaşım Mer­ haba” diye bir kitabım var. Onu biraz daha yakın seviyorum. A m a öbürlerini de sev­ miyor değilim.

O

Şimdiye kadar yazmak İsteyip de yazamadıklarınız oldu mu?

Zamansızlıktan, korkunç derecede oldu. Ya­ zamadığım aşağı yukarı kırk oyunum var. Yazamadığım denemelerim var. Kendi özya- şamımı yazmaya başladım. Sanırım on cilt olacak. Ö lm ezsem onu bitireceğim.

O

Sayın Nesin, Ankara'da Bliar A.Ş. olarak yüksekokul öğrencilerine

çok ciddi kurslar ve seminerler veriyorsunuz. Bu iş için öğretim üyeleriniz bile var. Geçtiğimiz günlerde de bir dilekçe yerip İh­ san Doğramacı dan ODTÜ arazi­ sinde Bilkent Üniversitesi'ne ver­ diği gibi size de ucuza arazi ver­ mesini istediniz. Yoksa siz yavaş yavaş YÖK'e ve Doğramacı ya ra­ kip mi çıkıyorsunuz?

İhsan Doğramcı bize rakip olamaz. Onun haddine düşmemiş bize rakip olmak. Çünkü o YÖK yoluyla üniversitelerimizi yüksek lise haline getirdi. Üniversitelerin amacı öğrenci­ lere ders öğretmek değil, öğretilmiş dersler üzerinde araştırma yaptırmaktır. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz ve başarıyoruz. Çok büyük bir toplumsal gereksinmeyi karşıladı­ ğımız ortaya çıktı. Bunun için de Ihsan Doğ­ ramacıya dilekçe verip, bize daha pahalı bir fiyatla arazi vermesini istedik. Biz oraya alışveriş merkezi değil, bilim merkezi kura­ cağız.

Sayın Nesin siz 72 yaşında bir in­ sansınız. Duyduğuma göre sık sık âşık olurmuşsunuz. Özellikle de genç hanımlara âşık olurmuş­ sunuz. Doğru mu bu?

Normal değil mi yani? (Kahkahalar.) Başka türlü nasıl olur? Bana göre çok normal bir şey bu. Bana öyle bir şey sordunuz ki... Sanki “Aaa siz de, nefes alıyor ve yemek yiyorsunuz” gibi bir şey. Eğer bir insan canlı ise ve yaşıyorsa, her yaşta âşık olması çok normaldir.

kik mu sık âşık olursunuz efen-

li m ? J

Eve t çok sık olurum. Eğer ben,m âşık oldu­ ğum İnsan beni bırakırsa, o zaman boşlukta kalıyorum ve çok sıkılıyorum. Âşık olmak insana canlılık veren, yaşama sevinci ve coşkusu veren bir şeydir. Onun için sanı­ yorum herkes âşık oluyor, ama belki de ayıp bir şeymiş gibi gizliyor.

Sizin âşık olduğunuz hanımlar ge­ nellikle hangi yaşlarda oluyor?

Ben yaşlı olduğum için, genç kadınlara âşık olmayı tercih ediyorum (Sürekli kahkaha­ lar.) Genelde kırk yaşının altında oluyor. Kırk yaştan fazlasına âşık olmuyorum.

Ü

Yirmili yaslarda falan da oluyor mu?

Tabii oluyor. Niçin olmasın?

Ü

Kadınların size karşı tavırları nasıl oluyor?

Tabii benim için, benim yaşımın ilişkisini dü­ şünmek gerekir. Yani öbür türlüsü aptallık

olur. Eğer 70 yaşındaki insan kendini 40 yaşında gibi sayarsa, bu akılsızlık olur, in­ san yaşamını, kendi yaşını bilerek düzenle­ melidir. Ben de öyle yaşıyorum ve hoşuma gidiyor. Keşke herkes böyle yaşayabilse, ne güzel olur.

Ü

Efendim, siz yazdığınız kitaplarla milyonlarca insanımıza espri üret­ miş ve onları güldürmüş bir in­ sansınız. özel yaşamınızda nasıl­ sınız acaba? Yani yazdıklarınız ka­ dar neşeli, esprili, güler yüzlü...

Hayır, zaten o kadar çok çalışıyorum ki, o kadar gülmeye zamanım yok benim. Ben çok fazla gülen ve güldüren bir insan deği­ lim özel yaşantımda. Sadece yazılarımda güldürmeye çalışırım. Öyle neşeli falan bir adam değilim. Oldukça ağırbaşlı bir in­ sanım. Ağırbaşlıyım ama pekâlâ bir diskoya gidip dans ederim, içerim, eğlenirim ama böyle her toplantıda insanları güldüren bir adam falan değilim.

Yani diskoteğe falan gidip dans ediyor musunuz?

Tabii. Niçin gitmeyeyim? Hele yanımda sev­ gilim varsa ve o da gitmek istiyorsa niçin gitmeyeyim?

Ü

Dul bir erkeksiniz. Evlenmeyi dü­ şünüyor musunuz?

Hayır. O saçma bir şey olur. A m a insan bazen saçma şeyler de yapabilir. “Bunu yapmam" anlamına gelmez ama düşünmü­ yorum. Ben kendi yaşımı normal yaşamak istiyorum.

Sayın Nesin, siz komünist misiniz?

Bir insan komünist partisi üyesi değilse, ona komünist denmez. Solcu veya Marksist deni­ lebilir ama ben hiçbir zaman bir komünist partisi üyesi olmadım. Öyle ise ben komü­ nist değilim.

Ü

Ama siz bazı arşivlerde ve dosya­larda “sicilli komünist” olarak gö­ rünüyorsunuz. O nasıl oluyor?

Türkiye'de benim komünist olarak sicilli ol­ mamın sebebi çok ilginçtir. Onu size anla­ tayım. Fransa'da Politzer adlı bir profesör vardı. Bu adamın halk üniversitesinde verdi­ ği derslerden bir kitap yapılmıştı. Ben 1950 yılında “Yeni Baştan” adlı bir dergi çıkarı­ yordum. Bu kitabı orada tefrika ettirmek iste­ dim ve Fransızca bilen bir arkadaşa ter­ cüme ettirdim. Ancak dergide bunun sadece önsözü yayınlandı. Derken beni yakaladılar ve “Bu eseri sen çevirdin" diye komü­ nistlikten mahkûm ettiler. Ben bar bar bağır­ dım "Ben Fransızca bilmiyorum” diye. Fransızca bilmeyen bir adam bunu nasıl çe­ virebilir? Böyle olmadığı halde, ben çevir­ mediğim bir yazıdan mahkûm oldum. Ve tabii mahkûm olunca da, ister istemez ko­ münist olmuş oldum. (Sürekli kahkahalar...)

Yani ben şimdi Türk hükümeti önünde mü- seccel (sicilli) bir komünist sayılıyorum. O yazıyı çeviren de, Gani isminde bir arkadaş­ tı. Onu o zaman söylemedim, çünkü yoksul bir insandı ve evlenmek üzereydi. Söylesem hayatı kayardı. Fakat şimdi açıklayış ne­ denim, sonra zaten hayatı kaydı. Gayet tutu­ cu, berbat bir adam oldu.

D

Peki öyle komünistlik gibi muzır durumlardan kac kez içeri gir­ diniz?

Benim mahkûmiyetim çok azdır. Davaların çoğundan aklandım. Bugüne kadar yazdığım yazılardan gerçekten mahkûm olduğum he­ men hemen hiç yoktur. Çünkü ben Türk Ceza Yasası'ntn benimle ilgili maddelerini polislerden, savcılardan ve yargıçlardan çok daha iyi bilirim. Am a kendi yazmadığım ya­ zılardan faian böyle dolaylı mahkûm olduk­ larım olmuştur. İşin ilginç tarafı, demin sözü­ nü ettiğim kitap daha sonra önsözü dahil, Türkiye'de yayınlandı ve iki baskı yaptı. Am a soruşturma bile açmadılar.

Ü

Peki kaç yıl hapis yattınız toplam olarak?

Toplam beşbuçuk yıl yattım. A m a gözaltına alınmalar falan çoktur. Onların sayısını hatır­ lamıyorum. En son 12 Mart sonrasında gö­ zaltına alınmıştım. Sonra çok mahkemem oldu ama gözaltına alınmadım.

Ü

T R T size yasak, öyle değil mi? Bir sürü vıcık vıcık sanatçı geçinen in­ san, bir sürü torpilli, ekranlara çı­ karken, bu ülkenin yetiştirdiği Aziz Nesin e T R T acaba niçin kapa­ lıdır?

Yasak olup olmadığını bilmiyorum ama hiç ilgilenmiyorum. Herhalde onlar da benimle ilgilenmiyorlar. Aslında TR T'n in bizi ekrana falan “çıkarmaması” çok doğaldır. Bu sa­ dece bir Aziz Nesin olayı değil ki. Türkiye' de çok değerli insanlar var, çok ilginç ol­ gular var. Bunların hiçbiri T R T 'd e yer al­ maz. Şimdi siz Türkiye'de söz sahibi olan bazı kimselerin tiplerine ve fiziğine bir ba- ‘kın. İnsanın okuduğu bir kitap dinlediği bir

müzik falan yüzüne yarışır. Kitap okuya okuya, en dangul dungul bir insanın bile yüzü güzelleşir. Şimdi ben bu adamlara şöyle bir bakıyorum. Ense tıraşlarından ayakkabılarının ve bıyıklarının biçimine ka­ dar, söyledikleri sözlerden savundukları fikir­ lere kadar, vallahi hayret ediyorum. Eh, böy­ le adamlar Azız Nesin i niçin televizyona çıkarsınlar ki? Onun için onlar beni tanımı­ yorlar, ben de onları tanımıyorum. (Sürekli kahkahalar.) Yani o demin söylediğim fizik çirkinlik de bir şey değil. A m a “okuma­ manın” verdiği çirkinlik çok önemlidir Bu adamlarda o var. Oysa kitap okumak, en çirkin bir insanı bile güzelleştirir. Bunlar bundan yoksun maalesef. Yani birtakım bı­ yıklı adamlar var bugün iş başında. Sıçanı yutmuş da kuyruğu bıyık yerinde kalmış gibi, böylelerine eskiden “sıçan yutmuş”

derlerdi. Böyle adamlarla ben aynı otobüste yolculuk etsem rahatsız olurum yani. Am a bunlar bugün Türkiye'yi yönetiyorlar. Ben bundan çok rahatsız oluyorum doğrusu. Be­ nim elimde yetki olsa, bunların evlerine bas­ kın yapıp, evlerinde kitap olmayanları ve kitap okumayanları içeri atarım. O ysa bun­ lar, kitap okuyanları içeri atıyorlar.

Ü

Bugün bir tercih yapmanız gerek­se, Demirel'i mi yoksa özal'ı mı

Türkiye'nin başında görmek ister­ siniz?

Deveye sormuşlar “İnişi mi seversin, yoku­ şu mu?” diye. “Bunun hiç düzü yok mu?”

demiş. Yani ikisini de istemem. A m a Demi- rel daha ilginç, daha sempatik ve tabii bu­ günkü kadrodan kesinlikle daha üstün bir adam. Deneyimi var.

Ü

Özal'ia kıyaslayınca daha mı üs­tün?

Daha farklı. Çünkü Demirel kazık yemiş,

özal daha kazık yemedi. Özal da inşallah akıllanacak ama henüz kazık yemediği için tam akıllanamadı. Tabii bunlar hep kazık yiye yiye akıllanıyorlar ama bunlar akılla­ nacak diye de millet habire kazık yiyor. (Sü­ rekli kahkahalar.) En büyük yanlış, herkes kendisinin devleti yönetebileceğini zannedi­ yor. 27 Mayıs sonrasında Milli Birlik Komite­ si üyesi Binbaşı Ahmet Yıldızla çalışıyor­ duk. Bir gün “Ben şimdi binbaşı olarak devleti yönetiyorum. Şimdi her binbaşı devleti yönetebileceğini zanneder. Bunun çaresini bulacağız” dedi. Bunun çaresini de en değerli yirmi bin subayı emekli yapa­ rak buldular. Şimdi de Özal devleti Vönet- meye başlayınca, Özal çapındaki herkes devleti yönetebileceğini zannediyor. Asıl zor durum burada Türkiye olarak. Şu grafiğe bir bakın. Cumhuriyet döneminde başbakanların grafiği hep aşağıya doğru düşüyor. Aslında bu grafiğin yükselmesi lazım. Yani Türkiye ilerliyorsa, mutlaka yükselmesi lazım.

Ü

Sayın Nesin, aslında sizinle saba­ha kadar sohbet edebiliriz ama

yazı yazacak yerimiz kısıtlı. Onun için konudan konuya geçiyorum. Sizin çok cimri olduğunuzu söyler­ ler. Bu olay nedir?

Bu cimrilik sözünü Yazarlar Sendikası baş­ kanı olduğum zaman ben kendim çıkardım. Biz çok yoksul bir sendika idik. Üstelik de çok iş yapmamız gerekiyordu. Sendikanın kâğıdını kullanmasınlar, hiçbir israf yapma­ sınlar diye arkadaşlara kendimi çok cimri gösterdim. Eğer iyi bir şey söyleseydim ya- yılmazdı. Am a kötü bir şey söylediğim için, çok yayıldı. Fakat şimdi bakıyorum, sendika­ daki arkadaşlar bu konuda beni bile solla­ dılar, Artık hiçbir israf yapmıyorlar.

J Yani her türlü israfa karşı mısınız?

Her türlü israfa karşıyım. Her kâğıdın iki yüzünü de kullanırım, ikinci yüz bittikten sonra da kâğıdı çöpe atmam. Bizim vakıftaki çocukların bir cebinde mendil, diğer cebinde de bu kâğıtlardan vardır. Burunlarını önce bu kâğıda silip, sonra mendil kullanırlar. Kâ­ ğıdı yine de atmayız. Burunlarını sildikten sonra bunları ocakta yakar ve yeniden de­ ğerlendiririz.

Ü

Bir de bazı kâğıtları konfeti yapı- yormuşsunuz galiba.

O da şöyledir. Zımbalayıp dosyaya kâğıt ko­ yarken, bunlar kendiliğinden oluyor zaten. Onları da kesekâğıtlarında biriktiriyorum.

j Onları ne yapacaksınız efendim?

İleride belki konfeti olarak kullanırım. (Kah­ kahalar.) Örneğin ben kullanılmış kibrit çöp­ lerini de atmıyorum. Vakıftaki çocuklar onlar­ la çok güzel oyuncaklar yapıp hayal güçle­ rini geliştiriyorlar. Onlara üçgenler, dörtgen­ ler, kuleler yaptırıyorum. Çocuklar böylece bir sürü el becerisi kazanıyorlar. Böyle ye­ tişen çocuk, tabağı çanağı daha az kırar. Çünkü biz yoksul bir vakıfız,.. Ben bunları toplarken ne işe yarayacağını hiç düşünmü­ yorlar, sonra da bana “cimri” diyorlar.

B

Ü

Galiba sofrada artan ekmek kırın­ tılarını da sonra kötte içi olarak kullanırmışsınız.

Hayır. Çocukları zaten yiyecekleri kadar al­ maya ve tabakta hiçbir şey bırakmamaya alıştırıyorum. Bizim toplumumuz tüketim top­ lumu değil. Emeğe saygı göstermemiz gere­ kiyor.

Ü

özel yaşantınızda da tasarrufa hep dikkat eder misiniz?

Hep ederim. A m a harcadığım zaman da çok rahat harcarım yani. Fazla gitmem ama bir gazinoya veya içkili bir yere falan gittiğim zaman, hesap pusulasına bakıp da garsona

“Bu nedir, şu nedir?” diye sormam. O enayiliktir. O yere gittiğin zaman kazık ye­ meyi de göze alıp, parayı harcayacaksın. Kazıklanmaya alışacaksın, ya da hiç gitme­ yeceksin. Bir kadın arkadaşınla gidip de he­ saplı olmak ne bileyim bir dostuna yardım ederken hesaplı olmak yoktur bende.

Ü

Efendim siz geçtiğimiz günlerde Sayın Evren aleyhine bir tazminat

davası açmıştınız. Sonra davanız, yanlış hatırlamıyorsam reddedildi. Bu olay bana eskiden duymuş ol­ duğum bir şeyi hatırlattı şimdi. Geçmişte Kraliçe Elizabetti sizi dava mı etmişti?

Sayın Çölaşan, bu olay çok ilginçtir. Size anlatayım. Ben bugüne kadar hiç kimse aleyhine dava açmadım. A m a herkes beni dava etti. Dünya tarihinde ilk kez benim başıma gelmiş bir olay vardır. İran Şahı

Rıza Pehlevi Mısır Kralı Faruk ve Kraliçe

Elizabeth üçü birden beni dava etmişlerdi. Onların yüzünden hapis yattım. Bu olayın dünyada bir başka örneği yoktur.

~ | Nasıl oluyor bu?

Etendim, Elizabeth o zamanlar henüz krali­ çe olmamıştı. Bizim gazetelerde habire “ Ell- zabeth şununla kırıştırıyor, bununla nişan­ lanıyor, yeni bir sevgili buldu” falan gibi haberler yer alıyordu. İran Şahı da, Mısır Kralı Faruk'un kızkardeşiyle evliydi. Yine bi­ zim gazetelerde her gün “Faruk şunu yap­ tı, karısını yine aldattı, Şah bunu yaptı, bir sevgili daha buldu” gibi haberler yayınlanı­ yordu. O onunla sevişiyor, öbürü filancayı aldatıyor gibi bir sürü haber. Aynen bugün­ kü basınımız gibi. Nasıl şimdi bütün sorunla­ rımız bitti de Monaco Prensesi Carollne'le

ünlü artistlerimizle, onların bacaklarıyla falan uğraşıyorsak, o gün de öyleydi. Neyse, ben İran şahı Pehlevi, Mısır Kralı Faruk ve Kra­ liçe Elizabeth'le ilgili bir yazı yazdım. Bunla­ rın üçü de kendilerine hakaret ettiğim gerek­ çesiyle beni mahkemeye verdiler burada. Hâkim mahkemede bunların başvurusunu okuttu. Aynen şöyle diyor. Ankara'daki İngi­ liz büyükelçisi, Mısır büyükelçisine gitmiş ve bu yazının ülkelerimiz arasındaki iyi ilişkileri bozacağını söylemiş. Sonra bu ikisi birlikte İran büyükelçisine gitmişler. Daha sonra Eli- zabeth, Faruk ve Rıza Pehlevi benden biz­ zat davacı olup, beni mahkemeye verdiler. Fakat Kraliçe Elizabeth o sırada henüz dev­ let başkanı olmamıştı. Bu yüzden, onun aç­ tığı dava düştü. Ancak diğer ikisinden, ken­ dilerine hakaret ettiğim için altı ay hapis aldım. Üç ay İran Şahı'ndan üç ay da Kral Faruk'tan yattım. Demek ki o sırada devlet başkanı olmuş olsaydı üç ay da Kraliçe Eli- zabeth'ten yatacaktım.

Ü

Allah, Allah... Böyle bir şeyi haya­tımda ilk defa duyuyorum. (Ben­ deniz bu sırada masanın üzerine kapaklanmış gülme krizleri geçiri­ yorum.)

Evet, ben bunların yüzünden Paşakapısı C e - zaevi'nde yatarken gardiyanlar dediler ki

“Çok önemli bir adam senin ziyaretine geldi.” O zaman ziyaretçimiz geldiğinde, iki . telin arkasından konuşurduk. Fakat bu gelen herif çok önemli olduğu için, demir parmak­ lıkların arkasından konuşturuyorlar. Herif bana gelmeden önce de birkaç paket siga­ rayla bir paket üzüm yollamış. O paketler de elimde duruyor. Azeri lehçesiyle dedi ki

“ Men Ankara'dan İran elçiliğinden ge- lirem. Siz Şah hazretlerinin şikâyetçi ol­ ması yüzünden mahkûm oldunuz. Eğer siz kendisine bir af dilekçesi yazıp özür diler­ seniz, Şah hazretleri sizi affedecek." Ben de elimdeki üzüm paketini herifin suratına fırlattım ve “Ulan pezevenk, git o Şah ına

benden selam söyle, o gelip benden özür dilesin” dedim. Herif derhal kayboldu. Yani artık diyorum ki, bundan sonra hiçbir devlet büyüğü benimle uğraşamaz. Çünkü benimle uğraşan, beni dava eden devlet büyükleri ülkesinden kovuluyor. Faruk Mısır'dan ko­ vuldu. Şah İran'dan kovuldu.

Ü

Sayın Nesin siz gerçekten büyük yazarsınız. Büyük yazar olduğu­ nuz kadar da, büylik insansınız. Allah size uzun ve sağlıklı bir ömür versin de, daha nice yazıla­ rınızı ve kitaplarınızı okuyalım, nice sohbetler edelim. Bu konuş­ ma için size çok teşekkür ediyo­ rum efendim.

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Evliya Çelebi, ilk defa uçmak hü­ nerini gösteren Hezarfen hakkında başka bir şey söylememekle beraber Ahmet Çelebinin, en az bugünün us­ ta plânörcüleri

değer bulunan Süheyl Ünver'e 1 mil­ yon liralık parasal ödülü ön ü -,. müzdeki günlerde d ü zen len ip cek bir törenle v erilecek

nazesi Çarşam ba günü Şişli ca-“ miinde öğle namazı kılındıktan sonra gazetemize getirilecek ve burada kendisine son saygı du­ ruşu yapıldıktan sonra

Hat­ tâ, (Resimli Kitabın) bir fotoğrafçısının elinden makinesini bile aldılar. Fakat ben işi bir çalımına getirdim. Bir ağaca tırmandım istediğim gibi

bfl- * “ ■ hassa roman, hikâye dışında •debiyat üzerine İleri sürülmüş ö - klrlerin, terüddleria kitap halinde pek az müşteri buluşa bir çok

Bu çalışmada; orta tabakada okume yerine kızılağaç yada kayın kaplama kullanılması durumunda okume kontrplakların bazı özelliklerindeki değişmeler ile

a) Öncelikle Nur suresi 35. Eğer Allah, zatı itibariyle nur olsaydıbu izafetin bir faydası olmazdı. b) Eğer Allah'ın göklerin ve yerin nuru olması, hissedilen

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın temel ilkelerine yan çi­ zen zamanın devletlilerini kırk sekiz yıl önce bu sa­ tırlarla uyaran Aybar’a verilen ödül, Zincirli Hürriyet’i