• Sonuç bulunamadı

Phrasal Verbs - YDS Püf Noktaları | 13134

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Phrasal Verbs - YDS Püf Noktaları | 13134"

Copied!
56
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ "PHRASAL VERBS". Here follows a test-yourself exercise on phrasal verbs:. A Test-Yourself Exercise 01. Turkish: Konu idiom'lar ve phrasal verb'ler olunca, neden bazı sözlük öğelerini kullanamayız da, ötekilerini kullanmak durumundayız? Yanıt: "Walla, çünkü doğru kullanım budur da ondan!"... Neyin doğru neyin yanlış olduğunu saptamak, çoğu zaman, doğru İngilizce'nin nasıl olacağı konusunda ince ve keskin bir "duygu" geliştirmiş olmak -- yada doğrudan doğruya sıkı bir ezberdir. Idiom, belli bir dile özgü ifade ve deyişlerdir... Bunları öğrenmek zordur, çünkü kökenleri belli kurallara bağlanamaz; yalnızca önceki kuşaklardan bize bu halleriyle gelmiş olduklarını söyleyebiliriz. "Kulağıma doğru / yanlış geliyor" demekten başka çaremiz yoktur. Kulağımıza güvenmek zorundayız ve dua edelim ki herhangi bir sınavda bu öğelere dayandırılan çok sayıda soru ile bizleri sınamasınlar... Aşağıda "phrasal verb"ler üzerine kurulu bir test bulacaksınız: English: Why do we use certain vocabulary elements, when it comes to idioms or phrasal verbs, instead of others? The answer is, "That’s just the way it is!"... Determining what’s right and what's wrong often requires an astute sense of proper English -- or good memorization. Idioms are expressions and phrasings that are peculiar to a certain language... Learning these is a difficult task because there are no laws governing idioms other than custom and tradition. You have to be able to read a sentence and think, “That sounds plain old wrong.” You should trust your ear when you’re being tested on elements like idioms or phrasal verbs. Well, just keep your fingers crossed that you won’t encounter -- in any exam -- more than a handful questions based on these.. Önemli Not: Aşağıdaki testin başlığında "phrasal verb" terimini kullanıyorum, amaaa... Liste için seçtiğim "verb + adverb / preposition" yapılarında, "phrasal" olup olmama konusunu, yani kullanılan partikül "belirteç midir, ilgeç midir?" yahut bu şekilde kurulan yapı asıl fiilden farklı yepyeni bir anlam içeriyor mu, içermiyor mu sorularını rafa kaldırıyorum. Bırakalım o konuları dilbilimciler kendi aramızda biteviye tartışıp duralım. Pratik açıdan önemli olan, hangi anlam için hangi "fiil + partikül" yapısının kullanılması gerektiği bilgisi.... Genel okuyucu için, "Neden, Put your coat on... ve Put on your coat... her ikisi de doğrudur, ama, Let's hope for the best... doğru iken, ***Let's hope the best for... yanlıştır sorusuna teorik cevap oluşturmanın fuzuli uğraş olduğu kanaatindeyim. Bu işleri, kulağımıza ve yavaş yavaş gelişecek olan "dil duygumuza" bırakmak en iyisi... Ama dikkat edilsin: Bu söylediklerim genel okuyucu için geçerli bir öneri; bir dilbilim öğrencisi için ise bunlar mutlaka eğilinmesi gereken konular niteliğindedir. Fill in the blanks using: at, in, on, to, about, for, from, with, by... etc.. Ready... Steady... Go!.... 001 -- Bu kurallara uymak zorundasınız... You have to abide by these rules. 1.

(2) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________. 007 -- Kendisini yabancı ajan olmakla suçladılar... They accused him of being a foreign agent. 002 -- Doktoru, alkol ve sigaradan bir süre uzak durmasını öğütledi... Her doctor advised him to abstain from alcohol and cigarettes for a while.. 003 -- Çoğu metaller doğal olarak bulunan çeşitli cevherlerden (özümlenerek) çıkarılır. Most metals are abstracted from various ores naturally found.. 004 -- Bağlamdan özetlenerek (veya, soyutlanarak) çıkarılan bu tür beyanlar, yazarın insanlığa ilişkin geniş bakış açısına haksızlık ediyor. Such statements abstracted from their context is doing injustice to the author's broad view of humanity.. 005 -- Kocası kendisine piyanoda eşlik etti. (= piyanoyu kocası çaldı)... She was accompanied at the piano by her husband.. 008 -- Kendinizi onların garip adet ve geleneklerine alıştırmak zorunda kalacaksınız... You'll have to accustom yourself to their strange ways and customs.. 009 -- Rüşvet suçlamalarından beraat etti... They acquitted him of the charges of bribery... He was acquitted of the charges of bribery.. 010 -- Arkadaşının önerisi üzerine öyle hareket ettiğini söylüyor... He says he has acted on his friend's advice.. 011 -- Kendinizi onların garip adet ve geleneklerine uyarlamak zorunda kalacaksınız... You'll have to adapt yourself to their strange ways and customs.. 006 -- Harcadığın her kuruşun hesabını vermeni istiyorum... I want you to account for every lira you've spent. 012 -- Bunu asla itiraf etmeyecektir... He will never admit to it.. 2.

(3) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ also allow for any delays that may be caused by bad weather conditions. 013 -- İki taraf pek az şey üzerinde anlaşabiliyordu... The two sides could agree on precious little. ["precious little" = pek az şey... Bu deyişi not ediniz: "precious" sözcüğünün anlamından dolayı sizi yanıltabilir.]. 019 -- Senin yerinde olsam, mevcut koşullarda bu tür konulardan söz etmekten, gönderimde bulunmaktan kaçınırım... If I were you, I should refrain from alluding to such subjects under the present circumstances. ["refrain from doing sth = bir şeyi yapmaktan kaçınmak, sakınmak...]. 014 -- Buna asla razı olmayacağım... I'll never agree to it.. 015 -- O noktada size katılıyorum (aynı görüşteyim)... I agree with you on that point.. 016 -- Fazla şarap mideme dokunuyor... Too much wine doesn't agree with my stomach.. 020 -- Masrafları toplamı günde 1000 YTL'ye ulaşıyordu / 1000 YTL'yi buluyordu... Their expenses amounted to a thousand YTL a day! [Eski dili bilenler için tam karşılık: "baliğ olmak"...]. "PHRASAL VERBS" A Test-Yourself Exercise 02. 017 -- Daha yüksek standartlar amaçlamalısınız... You ought to aim at higher standards.. Fill in the blanks using: at, in, on, to, about, for, from, with, by... etc.. Ready... Steady... Go!... 018 -- Ayrıca kötü hava koşullarından kaynaklanabilecek gecikmeleri de dikkate almalı, hesaba katmalısınız... You should. 3.

(4) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 021 -- Adalet, suç işleyenlerin, suçlarının hesabını bir hukuk mahkemesinde vermelerini gerektirir... Justice calls for perpetrators to answer for their crimes in a court of law.. 022 -- Kendisinin karakterinden sorumlu tutulamam (bu konuda birşey söyleyemeyeceğim). Kendisini pek iyi tanımıyorum, ama bazı şüphelerim de var... I can't answer for his character. I don't know him that well, but I have my suspicions.. 023 -- Hastalığı, bilinen hiçbir tedaviye cevap vermiyordu... His ilness didn't answer to any known treatment.. 024 -- Köpeğin adı "Karabaş" tır... The dog answers to the name of "Karabaş".. 025 -- Gecikmeden dolayı benden özür diledi... He apologized to me for the delay.. suspect appealed to the judges for mercy... After he was convicted he appealed, but the appeals court affirmed the verdict and the sentence.. 027 -- Bana hiç de hitap etmiyor (kendisini çekici bulmuyorum)... She doesn't appeal to me at all. NOT: "Seksapel" = "sex appeal" = cinsel çekicilik.... 028 -- (Bu) iş (= görev mevkii) için komiteye toplam altı kişi başvurdu... Six people in all applied to the committee for the position. NOT: "six people in all" = "toplam altı kişi" yapısına dikkat ediniz.... 029 -- Söylediğim şeylerin seninle bir ilgisi yok; bu olayla da ilgili değil (sen niye üstüne alınıyorsun ki)... What I am saying doesn't apply to you. And, it doesn't apply to this case, either.. 030 -- Kendisinin bu meseledeki tuhaf tutumunu kesinlikle onaylamıyoruz... We certainly do not approve of his strange conduct in this matter. NOT: "conduct" = "behaviour" = davranış, davranımlar.... 026 -- Sanık bağışlanması için yargıçlara yalvarıp yakardı... Mahkum edildikten sonra temyize başvurdu, ama temyiz mahkemesi hüküm ve cezayı onadı... The 4.

(5) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 031 -- Zarar ziyanı kimin ödemesi gerektiği konusunda tartışıyorlardı... They were arguing about who should pay for the damages. 037 -- Kutuya, ertesi gün açılması gerektiğini söyleyen kısa bir not iliştirilmişti... A brief note was attached to the box, saying that it was to be opened on the following day. 032 -- Birileri ayağa kalkıp, onların bu çarpık bakış açısına karşı çıkmalı; karşı tezi savunmalı... Somebody has to stand up and argue against their distorted point of view. 038 -- Kendisine bu meselede olabilecek her şekilde destek oldular, arka çıktılar... They backed him up in this matter in every possible way. İlgeç, burada pekiştirici. 033 -- Besbellidir ki halk kitleleri, ücretlerin daha yüksek olmasını savunan kim olsa onu destekleyecektir... Obviously, the masses will support anyone who argues for higher wages. 039 -- Fiat konusunda kendisiyle sıkı pazarlık ettik, ama bir indirim alamadık... We bargained hard with him over the price, but couldn't get a discount. 034 -- Eline ne geçirebildiyse adamlarını onlarla silahlandırdı... He armed his men with whatever he could lay his hands on. 040 -- Düşman birlikleri çok geçmeden bütün cephelerde geri püskürtülmüşlerdi... The enemy units were soon beaten back on all fronts. 035 -- Bir karara vardınız mı (henüz)?... Have you arrived at a decision yet?. 036 -- (Bu) Parayı neden ailenden istemiyorsun?... Neden ailenden para istemiyorsun?... Why don't you ask your family for the money? Why don't you ask your family for money?. "PHRASAL VERBS" A Test-Yourself Exercise 03. 5.

(6) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ Yani, tekrarlayıp, "could get no help from them" demek zorunda kesinlikle değiliz... Fill in the blanks using: at, in, on, to, about, for, from, with, by... etc. 044 Ready... Steady... Go!... (Sözlerine) inanıyorum... (Sözlerine) inanmıyorum... I believe --- you... I don't believe --- you. 041 -- Acaba, "memleketteki" (= sıladaki) tüm eski dostlarıma neler oldu? Acaba, başlarına neler gelmiştir, neler yaşamışlardır bunca zamandır... I wonder what has become of all my old friends back home. NOT 1: "back home" = "memleketteki", "sıladaki"... NOT 2: "Bunca zamandır" anlamını, "present perfect tense" kullanımı ile veriyoruz... Ancak, lütfen bana "present perfect tense nerelerde kullanılır?" türünden, yanıtını her bıdı bıdı websitesinde bulabileceğimiz türden ileti atmayınız.... 042 -- Lütfen, n'olur (yalvarıyorum) bana bunu yapmalarına fırsat vermeyiniz... I beg of you not to give them the chance to do this to me. Bakınız sizlere bu örnek tümcelerde dram san'atının yüce doruklarını sunuyorum!! Ama, eğer anlı şanlı reytingi yüksek bol reklamlı TV kanallarındaki dizileri izlemeyi tercih ediyorsanız, İngilizce'nizi nasıl ilerleteceksiniz ki?.... Bana (=sözlerime) neden inanmıyorsun ki?... Why don't you believe --- me?. Bana güvenmiyor musun?... Don't you believe in me?. Evet, sana güvenim var... Eminim ki yapabilirsin... Yes, I believe in you... I am sure you can do it.... Hayaletlere (=hayaletlerin varlığına) inanmam... I don't believe in ghosts.. Tanrıya (=Tanrının varlığına) inanıyor musun?... Do you believe in God.. ----------------------------------------------043 -- Yardım alabilmek için onlara çok yalvarıp yakardı, ama hiçbir yardım alamadı... She begged them for help, but could get none. Not: "could get none".... ARA NOT:. 6.

(7) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ Peki, bunca kargaşa neden? Çünkü, tıpkı İngilizce gibi, Türkçe'de de "inanmak" eyleminin nüansları var: 1. söylediklerine inanmak... 2. o kişiye, kuruma, fikre güvenmek... 3. bir şeyin varlığına inanmak... Eminim ki, tam bir döküm yapsak, başka nüanslar da karşımıza çıkabilir.. Benzer şekilde; "I trust him... I don't trust him." = Ona güveniyorum / güvenmiyorum... Ama doların üzerinde ne yazıyor? "In God we trust" -- "Tanrıya güveniyoruz," veya, "Kendimizi Tanrı'ya emanet ederiz.". Ama, "in" ne zaman kullanılacak? ne zaman abes olur? Bunu matematiksel kesinliğe indirgeyebilseydik, o zaman bilgisayarlar da çok rahat çeviri yapabilirlerdi.. Hocanız da, bu tür anlatımlardaki farkı hissedilebilir; fakat her hissettiğini ifade ve izah edebilseydi, esasen dünyanın en büyük romantik şairi olabilirdi.... Uzun sözün kısası, yabancı dil öğrenmenin kolay iş olduğunu kim söylerse yalan söyler.... Ama şunu ekleyebiliriz: Kendi anadilinin nüanslarına duyarlı olan, belli bir "dil" bilincine sahip olan kişilerin, yabancı dil öğrenmekte de belli bir kolaylık yaşayacakları kesin.... Herneyse... Demek ki -- çalışmaya devam.... -----------------------------------------------. 045 -- Tepedeki şu ev zengin bir dula aittir... That house on the hill belongs to a rich widow. DİKKAT: Bu fiili asla continuous tense'te kullanamazsınız: Yani, DİKKAT ey romantik âşıklar: "You are belonging to me" diyemezsiniz. Söylemeniz gereken: "You belong to me." (Tapu müdürü gibi âşık, mübarek...). 046 -- Bence atyarışı oynamak (= atlar üzerine bahise girmek) çok aptalca birşey... I think it's extremely stupid to bet on horses. AMA: "I bet you a million liras that ... vs." = Seninle bir milyonuna bahse girerim ki ... vs.". 047 -- Köpeğe dikkat... Yankesicilere dikkat... Beware of the dog! Beware of pickpockets!. 048 -- [Açık artırmada] Var mı bu zarif İskandinav vazosuna on bin veren?... Will anyone bid ten thousand for this exquisite Scandinavian vase. NOT: auction /ook-şın/ = müzayede, açık artırma... tender = ihale... bidder = teklif veren... Bu arada, "vase" sözcüğünü, /veyz/ şeklinde telaffuz 7.

(8) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ edenlerin ağzına biber sürün; doğrusu /va:z/... [DİKKAT: Amerikanca'da /veys/ veya /veyz/ de geçerli... Kanada'da bir ölçüde öyle...] 054 -- Parayı, bankasından ödünç almak istiyor... He wants to borrow the money from his bank... 049 -- [Açık artırmada] İki adam birbirlerine karşı durmadan pey sürüyorlardı... The two men kept bidding against each other.. 055 -- Budalaca sorularınla beni rahatsız etmeyi keser misin?!... Will you stop bothering me with your foolish questions?!. 050 -- Başına gelen bütün felaketler için kocasını suçluyordu... She blamed her husband for all her misfortunes. 056 -- O nesneyi hangi dükkandan satın aldın?... Which shop did you buy that thing from ? 051 -- Başarısızlığı için öğretmenlerini suçluyordu... He blamed his failure on his teachers. Tarihin gelmiş geçmiş en çıldırtıcı kızıl saçlısı Rita Hayworth'un ünlü şarkı sözlerini anımsadınız mı? "Put the blame on mame, boys...". 052 -- Durmadan kadınlarla başarısı ile böbürlenip övünür; ama acaba ne kadarı doğru?... He boasts of his success with women all the time, but we wonder how much of it is true.... 053 -- Dehası, delilik sınırındadır... His genius borders on insanity.... 057 -- Adlarını bir ağaca oyarak yazdılar... They carved their names on a tree.. 058 -- Heykeller ahşap bloklardan oyularak yapılmışlardı... The statues were carved out of wooden blocks.. 059 -- Seni o olasılığa karşı uyarmıştım... I had cautioned you against that possibility.. 8.

(9) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 060 -- Eve gidip abiye bir kıyafet giydi... She went home and changed into an evening dress.. Simyacılar, sıradan maddeleri altına çevirmenin bir yolunu keşfetmeğe çalışan kimselerdi... An alchemist was a person who tried to discover a way to change ordinary substances into gold.. Küçük bir notla bitireyim: "Hazırol" vaziyette dururken çeviri başarısız olur: "Alchemists were people who..." şeklinde bir çeviri farklı nüans kazanır; "Bir simyacı..." diye başlayacağımız bir tümce ise Türkçe'nin yapısına uygun olmazdı.... Çeviri yaparken rahat olunuz; ve yalnızca "Bu kavramlar, hedef dilde nasıl ifade edilir?" sorusuna odaklanınız.... "PHRASAL VERBS" A Test-Yourself Exercise 04. Ready... Steady... Go!.... 061 -- Yaralı hayvan ansızın üzerimize saldırdı (=bize doğru koşturarak)... The wounded animal suddenly charged at us. NOT: "The Charge of the Light Brigade" = "Hafif Süvari Tugayının Hücumu" -İngiliz tarihinin en şanlı -- ve en aptalca -sayfalarından birisi: Kırım Savaşı sırasında, Balaklava Muharebesinde, İngiliz süvarilerin Rus topçusu karşısında hücuma kalkarak, kahramanca telef olmalarının öyküsü.... 062 -- O kartpostalları kaça satıyorsunuz? (Bunlar için nekadar ücret talep ediyorsunuz?)... How much do you charge for those picture cards? NOT: Hernekadar, "this, that, it" öğretilirken "bu, şu o" karşılıkları ile öğretilirse de, İngilizce'de Türkçe'deki mekânsal yakınlık-uzaklık ölçütünün aynı derecede kesin olmadığına dikkat ediniz; çevirirken, tümcenin gelişine göre rahat olunuz... Tabiatıyla, "these, those, they" için de öyle.... Bu arada bir de deyim öğrenelim: Türkçe'deki, "Şu, bu," "Şu, bu, o işte." deyişinin İngilizce karşılığı: "What have you two been talking about?" "Well, nothing much. This, that, and the other..." = "Siz ikiniz nelerden söz ediyordunuz bakayım?" "Hiiç, canım; şundan bundan işte...". Fill in the blanks using: at, in, on, to, about, for, from, with, by... etc. 9.

(10) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 063 -- Teammüden (tasarlayarak) cinayetle suçlandı / suçlanıyordu... He was charged with first-degree murder. NOT: İngilizce ve Türkçe tümceler arasında, "simple" ve "continuous" zamanların hangi durumlarda kullanılacağı açısından birebir denklik aramayınız. Paragrafın (=sözbölüğünün) gelişine göre karar veriniz. Burada "context" (=bağlam) belli olmadığı için, her iki formu birden verdim.. Bu parçacıklar (partiküller) pozitif iyonlarla yüklüdür... These particles are charged with positive ions.. 064 -- Dolandırıcı, zavallı dul kadının çok parasını dolandırdı (aldatıp, hile ile elinden aldı)... The swindler cheated the poor widow out of a lot of money.. 065 -- Besbellidir ki, çıkarları işçilerin çıkarlarıyla çatışır / çatışmaktadır... Obviously, their interests clash with those of the workers. "those of" = "the interets of"... Açıklama için aşağıya bknz.. Üzgünüm ama çantanızın rengi ayakkabılarınızınkine (ayakkabılarınızın rengine) hiç uymuyor... I am sorry, but I think the colour of your handbag clashes rather pointedly with that of your shoes. "that of" = "the colour of"... Açıklama için aşağıya bknz... DİKKAT: "pointedly": point = uç (=sivri)... "clash pointedly" = "sivri bir şekilde çatışıyor" = hiç uyuşmuyor.... ARA AÇIKLAMA. Yukardaki, "those of", "that of" yapılarına takıldıysanız, yardımcı olması için, Eğitim Setimiz, Ana Kitap, Püf Noktaları Bölümünden bir açıklamayı aşağıya alıyorum: THAN THAT OF -- THAN THOSE OF... Tipik bir tuzak sınav sorusu... Karşılaştırma yaparken, elmalarla elmaları, armutlarla armutları aynı kefeye koymanız esastır. Tabii burada, "elma, armut" benzetmesi ile, aynı veya farklı sınıftan gramer birimlerini kastediyorum. Aşağıdaki tümce çok iyi bir çeldirici: Çünkü Türkçe'ye çevrildiğinde geçerli bir yapı veriyor. Ama İngilizce gramerde kesinlikle yanlış: ***His salary as a bus driver is much higher than a teacher. Otobüs şöförü olarak kendisinin maaşı bir öğretmenden çok yüksek!... Yukardaki tümcede yapılan mantık hatasını, Türkçe'de görmezden geliyoruz. Oysa dikkatli bir çözgüleme ile, "öğretmeninkinden" (yani, "öğretmenin maaşından") dememiz gerekirdi. İngilizce işte bu hatayı bağışlamıyor ve aşağıdaki yapıyı doğru kabul ediyor: His salary as a bus driver is much higher than that of a teacher. Otobüs şöförü olarak kendisinin maaşı bir öğretmeninkinden çok yüksek. Başka bir deyişle, "higher than the salary of a teacher" şeklinde tekrara düşmemek 10.

(11) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ için "higher than that of a teacher" yapısına yöneliyoruz. İşte başka örnekler:. 066 -- Numuneler (örnekler) çeşitli kategoriler halinde sınıflandırıldı... The samples were classified into several categories.. The hall in this house is much larger than that in the previous one. [Örneğin ev ararken yapacağınız bir karşılaştırma... "that" burada "the one," veya "the hall" yerine geçiyor]. Kitaplar çeşitli başlıklar altında sınıflanmışlardı... The books were classified under several headings.. I wonder if it will ever be possible to travel at speeds greater than that of light. [ışığınkinden daha yüksek hızlarda...] Saturn's magnetic field is much weaker than that of Jupiter. [Jüpiter'inkinden...] Most of the highways in Germany are wider than those in the Balkan countries. ["those" = the ones, the highways...] Almanya'daki otoyolların çoğu, Balkan ülkelerindekilerden daha geniştir. Those with multiple jobs naturally have a much higher income than those with only one job. [Birden çok işte çalışan kişilerin geliri tabiatıyla tek işte çalışan kişilerinkinden çok daha yüksek...] İşte size, Practical English dergi dizimizden aldığım çetin bir örnek daha: "Transcribed first in the IPA alphabet, and then in that of my humble own." [Önce IPA alfabesinde, ardından da naçiz bendenizin alfabesinde yazılmış olarak...] Bu son tümcedeki "that" sözcüğünün "alphabet" sözcüğünü tekrarlamamak için ve onun yerine kullanıldığını çözebiliyorsanız, İngilizce'de gerçekten çok yol almışsınız anlamına gelecektir.... 067 -- Çocuk annesine, yavru bir şempanze (kendi annesine) sarılır gibi sarılmıştı (=yapışmıştı, tutunuyordu)... The child clung to to his mother like a baby chimpanzee. to cling - clung - clung.... 068 -- Kendisine tekneden fırlattığımız halata tutunmayı (=kavramayı, yakalamayı) başardı (=becerdi)... He managed to clutch at at the rope we threw him from the boat. NOT: Arabanızın debriyajının Türkçe karşılığı nedir? Kavrama... İngilizce'de "debriyaj" sözcüğünün karşılığı nedir? Clutch... Okunuşu: /klaç/.... 069 -- Bir ay tutulmasının güneş tutulmasına tesadüf etmesi (=çakışması) mümkün müdür... Is it possible for an eclipse of the moon to coincide with an eclipse of the sun?. Şanslıyım ki huylarımız genelde birbirini tutuyor... It's my good luck that her habits in general coincide with with mine. 11.

(12) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ garipsediyseniz, yukarıya dönüp, ARA AÇIKLAMA'yı bir daha gözden geçiriniz.. 070 -- Bindikleri (=içinde oldukları) otobüs otoyola çıktıktan birkaç dakika sonra bir kamyonla çarpıştı... The bus they were in collided with a lorry minutes after they had got on the highway.. 071 -- Görüşmelerdeki enson gelişmeler konusunda yorum yapmak ister misiniz?... Would you like to comment on the latest developments in the talks?. 072 -- Sizce, birgün aynı frekans bantlarını kullanan dünya dışı zeki yaratıklarla iletişim kurmamız mümkün olabilir mi?... Would you say it might be possible some day to communicate with extraterrestrial intelligent beings using the same frequency ranges?. 073 -- Şiirin son mısralarında, ölümü uzun bir uykuya benzetir... In the final lines of the poem, he compares death to a long sleep.. 074 -- Lütfen test sonuçlarınızı arkadaşlarınızınkiler ile (arkadaşlarınızın test sonuçları ile) karşılaştırınız... Please compare your test results with those of your friends. "those of" yapısını. 075 -- Ülke, dış ticarette olduğu kadar turizmde de komşularıyla rekabet etmek zorunda... The country has to compete against / with its neighbours in foreign trade as well as in tourism.. 076 -- Durmadan şundan bundan şikayet ediyorlardı (veya, yakınıyorlardı)... They were always complaining about this or that.. Bize verdiğiniz zarar ziyan için sizi üstlerinize şikayet edeceğm... I'll complain to your superiors about the damage you've caused us.. 077 -- Diğer delegeler, yapmış olduğu mükemmel konuşmadan dolayı kendisini kutladılar (=övgüler yağdırdılar)... The other delegates complimented him on the excellent speech he had made. NOT: Çok daha seyrek olmak üzere, "compliment smb for sth" yapısı da görülür.. 078 -- Bundan böyle hepiniz bu kurumun kurallarına uyacaksınız... From now on, all of you will comply with the rules of this establishment.. 12.

(13) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 2. Gebe kalmak.... 079 -- Bu gerçekleri dostlarından daha nekadar süre saklayabileceğini sanıyorsun ki?... How long more do you think you'll be able to conceal these facts from your friends? NOT: "How long?" ve "How long more?" soru tipini not ediniz.... Haydaaa.... Nitekim, ad durumu: "conception":. 1. kavram (sadece "concept" de kullanılabilir) 080 -- Bunu yapmasına izin vermeni hafsalam (havsalam / aklım) almıyor.... I can't conceive of your letting her do it.. Bu "hafsala" meselesi başlıbaşına ilginç bir konudur. Arapça "havsala" sözcüğünün bir anlamı "leğen" dir. Eh, biliyorsunuz, vücudumuzda bir "leğen kemiği" var: İngilizce'deki "pelvis" e denk düşüyor. Ne olduğunu anlamak istiyorsanız, "Elvis the Pelvis" in, veya bizim Tarkan'ın şarkı söylerken, Asena Ablamın da raksederken "neremi neremi" sağa sola, ileri geri hareket ettirdiklerini düşünün... (Zaten bu düşünceler hiç aklımdan çıkmıyor ki, derseniz, orasını bilmem...). Herneyse, şimdi gelelim İngilizce'de "to conceive" sözcüğünün anlamlarına:. 2. gebe kalma; tıp dilinde "konsepsiyon".... Bütün bunlar birer rastlantı tabii... Ama "Niagara adı Türkçe Ne Yaygara'dan gelmiştir" türü yakıştırmalara yatkınsanız, birşey diyemem tabii... Ki, o zaman, Araplar ve bizim kadar, Anglo Saksonların da akıl melekelerini pelvis ile bütünleştirmiş olduklarına inanmamız gerekecektir... Demek ki, aslına bakılacak olursa, "Yok aslında birbirimizden farkımız; ama biz Osmanlı Bankasıyız...". "PHRASAL VERBS" A Test-Yourself Exercise 05. 1. Kavrayabilmek, kafasında oluşturabilmek, anlayabilmek.... 13.

(14) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ Fill in the blanks using: at, in, on, to, about, for, from, with, by... etc.. Ready... Steady... Go!.... 081 -- Ah, dikkatini şu elimizdeki meseleye bir odaklasan, belki çözmenin bir yolunu bulabiliriz... If you'd only concentrate on the matter at hand, we might find a way solve it.. 082 -- Görüşlerinin tartışmaya açık olduğunu kabul ettiğini söyleyerek, konuşmasını bitirdi... He concluded --his speech, saying that he accepted his ideas were open to discussion.. Konuşmasından, önümüzdeki birkaç hafta içinde bazı yeni fiat zamları bekleyebileceğimiz sonucuna vardım (=sonucunu çıkardım)... I concluded from his speech that we might expect some new price hikes in the coming few weeks.. DİKKAT: Ne yazık ki, kendilerini İngilizce biliyor farzeden pekçok kurum ve medya kuruluşu hala "conference" ve "lecture" gibi birbirinden bütünüyle farklı iki kavramı ayırt edemiyor.. "To confer" fiili, "kafa kafaya verip bir durumu mütalaa etmek, birbirine danışmak" anlamındadır. Dolayısıyla, "conference" sözcüğünün Türkçe karşılığı "toplantı" veya "kongre" şeklindedir.. Çünkü, Türkçe'de "konferans, konferans vermek" dediğimizde, bir kişinin asıl konuşmacı rolünde olduğu toplantı türü anlaşılmaktadır, ki bunun İngilizce karşılığı "lecture" dır. ("Lecture" sözcüğünün ikinci anlamı ise "üniversite sınıflarında verilen ders" şeklindedir.. "Congress" sözcüğü ise, tıpkı Türkçe'de olduğu gibi, "meclis" karşılığı olarak ("the American Congress"), veya "daimi kongre", "yıllık kongre" gibi anlamlarla da kullanılabilmektedir.... 084 -- Dertlerini, sorunlarını arkadaşına anlattı (=bir sır olarak, güvenip anlattı)... She confided her troubles to her friend. 083 -- İki taraf, biraraya gelerek bu mesele üzerinde daha ileri boyutlarda görüş alışverişinde bulunmaya karar verdiler... The two parties have agreed to meet again and confer further on this matter.. Ayşe, Fatma'ya, bu iki erkek arasında perperişan durumda olduğunu, bir karar veremediğini anlattı (=bir sır olarak, güvenip anlattı)... Ayşe confided to Fatma that she was torn between the two men.. 14.

(15) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________. Bana güvenebileceğini, sırlarını açabileceğini biliyorsun... You know that you can confide in me.. Şu yakınlarda bana kocasının yatakta umutsuz vak'a olduğunu (bir sır olarak "tevdi" etti (=saklamam için verdi/anlattı)... She has recently confided in me that her husband was completely useless in bed.. 085 -- Sözlerinizi yalnızca önümüzdeki mesele ile sınırlı tutmalısınız (=Lütfen konu dışına çıkmayınız)... You must confine your remarks to the matter at hand only. "confine" fiilini hatırlamanız için iyi bir deyim: "solitary confinement" = hücre hapsi... Genel anlamı: Bir şeyin sınırları içine yerleştirerek, o sınırlar içinde tutmak.... 086 -- Herbiriniz kurumumuz kurallarına kesinlikle uymak zorundasınız... Everyone of you here must strictly conform to the rules of this establishment.. 087 -- Göstermiş olduğunuz performans konusunda sizi kutlamalıyım... I must congratulate you on the excellent performance you've shown.. Kılpayı kaçışım, kurtuluşum konusunda kendi kendimi kutladım... I congratulated myself on / for my narrow escape.. Websitenize rastlamış olduğum için kendimi şanslı addediyorum ve sizi bu sitenizden dolayı sizi gerçekten kutlamalıyım... I consider myself lucky to have come across your website and I really must congratulate you for it.. 088 -- Babası, benimle evlenmesine asla razı olmazdı / olmayacaktı... Her father would never consent to her marrying me. DİKKAT: Tabiatıyla, bu tümceyi "conditional" olarak düşünürsek, bu kez "present" anlamlı olur: Babası, benimle evlenmesine asla razı olmaz / olmayacaktır.... 089 -- Su (H2O), hidrojen ve oksijenden oluşur... Water (H2O) consists of hydrogen and oxygen. DİKKAT: "...dan ibarettir, başka şeyler yoktur" kavramı veren bu fiili asla "to contain" = "içermek, ihtiva etmek" fiili ile karıştırmayınız: "Water contains oxygen." (Ama, başka bunun yanında şeyler de içerir.). Mutluluk, büyük ölçüde, hayatta hiçbirşeyden çok fazla şey beklememeyi bilmektir... (Nasıl laf ama?!) Happiness consists largely in knowing not to expect too much of anything.. 15.

(16) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 090 -- Yakışıklı olmasının, hayatta erken başarı kazanmasında büyük katkısı olmuştur. (Otobiyografi... Sonradan kötüledik!!) His good looks contributed much to his early success in life.. 091 -- Yatak odalarından birisini bir tür fotoğraf stüdyosuna dönüştürdüler... They converted one of the bedrooms into a sort of photographic studio. Ender olarak, "convert to" işitilebilir.. convey the heat from the boiler to all parts of the building.. 093 -- Kocasının ona olan bağlılığı konusunda kendisini ikna etmek imkansız... You can't convince her of her husband's devotion to her. Devotion /divou-şın/ = kendini adama, hayatını adama derecesinde bağlılık... "To devote oneself to" fiilinden.... Ünlü bir İngiliz şarkıcı olan Cat Stevens 1977'de İslamiyeti kabul etti... Cat Stevens, a famous British singer, converted to / into Islam in 1977. Yukardakinin tersine, birinci kullanım "din değiştirmek" anlamı için çok daha yaygındır.. 094 -- Haritadaki bu çizgiler, bölgedeki yolların karşılığıdır (=tekabül ediyor)... These lines on the map correspond to the roads in the area.. Bu arada, (günümüzde) dilden dile çeviri için bir bilgisayar programı bulmaktan halâ umudu kesmemiş dostlarımız için, "Cat Stevens, a famous British singer" ibaresinin çevirisi:. 095 -- İspanya'dan bir mektup arkadaşı ile yazışmak istiyor... She would like to correspond with a pen-friend in Spain.. İtalyanca: Gatto Stevens, un cantante britannico famoso Almanca: Katze Stevens, ein berühmter britischer Sänger Fransızca: Chat Stevens, un chanteur britannique célèbre İspanyolca: Gato Stevens, cantante británico famoso Türkçe: Kedi Stevens, ünlü bir İngiliz şarkıcı.... 096 -- Bana güvenebileceğini biliyorsun... You know that you can count on / upon me.. Sen en iyisi şu sıralarda ücret artışları olacağına pek güvenme (=hesap dışı tut)... You'd better not count on / upon any pay increases at the moment.. 092 -- Bu borular, ısıyı kazandan yapının bütün bölümlerine iletiyor... These pipes. 16.

(17) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 097 -- Türlü türlü güçlükler çıktı ortaya (=oluştu, zuhur etti) ve projeyi geciktirdi... All sorts of difficulties cropped up and delayed the project.. 098 -- Bir camiye girerken başını bir eşarpla örtmelisin... You must cover up your head with a scarf when entering a mosque. NOT: Birinci ilgeç yalnızca bir pekiştirici.. Büyük bir gürültü kıyamet işittik. Döndük; ve çığın yamaç aşağı indiğini gördük... We heard a great commotion. We turned and saw the avalanche crash down the mountainside.. 100 -- Walla, o adamda sağduyu olduğu pek söylenemez... One would hardly credit him with any common sense. AÇIKLAMA: "Hardly" ve "scarcely", girdikleri tümcenin anlamını %98-99 oranında tersine çeviren işlev sözcükleridir. Öte yandan "kredi verilemez" kavramı ise, doğaldır ki, "inanılmazlık" kavramı da içeriyor.... 099 -- Araba kaydı ve yolun kenarındaki bir ağaca tosladı... The car skidded and crashed into a tree by the side of the road. = bumped into.... Fırlatılan tuğlalardan birisi camı kırıp ortayere düştüğünde bankada birçok insan vardı... There were several people in the bank when one of the bricks thrown crashed through the window and landed on the floor.. Vazonun yere çarpıp bin parçaya bölünüşünü tam bir dehşet içinde seyrettim... I watched in absolute horror as the vase crashed to the floor and broke into hundreds of tiny pieces.. "PHRASAL VERBS" A Test-Yourself Exercise 06. Fill in the blanks using: at, in, on, to, about, for, from, with, by... etc.. Ready... Steady... Go!... Yolcu uçağı kontrolü kaybedip bir tarlaya çakıldı... The airliner lost control and crashed on a field. 101 -- Socialism ekonomiyi "kartel kanseri" olarak tanımlanmış olan şeyden tedavi etmeyi amaçlar... Socialism aims at 17.

(18) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ curing the economy of what has come to known as "cartel cancer".. İkisinin arasında karar vermek zor... It's difficult to decide between the two.. Kendini bu pis huyundan kurtarmalısın... You must cure yourself of that dirty habit of yours.. 102 -- Şirket toptan bakkaliye işi ile uğraşıyor (=iştigal ediyor)... The firm deals in wholesale groceries.. Aritmetik'in konusu sayılar ve aralarındaki ilişkilerdir... Arithmetic deals with numbers and their relations.. Böylesi stres dolu bir durumda ne yaparsınız? Nasıl ele alır ve ne şekilde üstesinden gelirsiniz?... How would you deal with such a stressful situation?. 103 -- Temsilciler dün biraraya gelerek dört ana konu üzerinde görüştüler (=müzakere ve münazarada bulundular)... The representatives got together yesterday and debated on four major issues.. 104 -- Kırmızı olanına karar verdim. Sence de üzerimde hoş durmayacak mı?... I've decided on the red one. Don't you think it'll look good on me?. 105 -- Araştıma, yakın yıllarda göle dönüş yapan göçmen kuşların sayıca belirgin ölçüde azaldığını göstermiştir... The study found that in recent years migrating birds returning to the lake have markedly decreased in numbers.. 106 -- Bu surlar kenti barbarların şiddetli saldırılarına karşı yüzyıllarca başarı ile korudular... These walls and ramparts successfully defended the city from / against the barbarians' ferocious attacks.. Kendimi savunacağım başka bir silahım olmadığı için, en iyisi tabanları yağlayayım diye düşündüm... Since I had no other weapon to defend myself with, I thought I'd better take to my heels.. 107 -- Sovyet sisteminin ana sorunu, merkez komite ve bürokrasi kanalıyla yukardan aşağı denetlenen bir oligarşiye dejenere olmuş olmasıydı... The main problem with the Soviet system was that it had degenerated into an aligarchy with top-down control via the central committee and the bureaucracy.. 18.

(19) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 108 -- Yöntem üzerinde biraz daha duralım ve ayrıntılara girelim... Let us deliberate on the method a little further.. 109 -- Şüphesiz, insanları şaşırtmaktan büyük zevk alıyor; çok hoşuna gidiyor... She delights in surprising people, no doubt.. 110 -- Atatürk ülkeyi istilacı yabancı ordulardan kurtardı. His Atatürk delivered the country from the invading foreign armies.. Tanrı bizi bütün kötü ruhlardan korusun, kurtarsın. May God deliver us from all evil spirits!. 112 -- Uçak Esenboğa'dan Ercan'a gitmek üzere ayrıldı... The plane departed from Esenboğa to Ercan.. Yaşlı insanlar bildikleri eski tarz ve huylarından ayrılmayı genelde sevmez ve istemezler... Elderly people on the whole do not care much to depart from their beloved old ways and habits.. Zavallı yaşlı adamcağız! Bu dünyadan biraz beklenmedik bir şekilde ayrıldı... Poor old man! he has departed from this world rather unexpectedly.. 113 -- Bir kitabın değeri, iriliği yada kalınlığına değil, yazarının yetenekleri ve iyiniyetine bağlıdır (=dayanır)... The value of a book does not depend on its size, but on the abilities and goodwill of its author. ANCAK, "to be independent of" yapısını da not ediniz.... 111 -- Senden bir açıklama istiyorum (=talep ediyorum)... I demand an explanation from you. Başarıp başaramaman, çalışmana bağlı olacaktır... Whether you succeed or not will depend on your work. Ondan bir sürü birşey istediler... They demanded of him a long list of things. NOT: Öte yandan "make demands on smb/sth" yapısını da not ediniz: "The war made great demands on the economy" = Savaş ekonomiye çok büyük yükler getirdi... "My students make great demands on my time." = Öğrencilerim zamanımın büyük bölümünü alıyor (=işgal ediyorlar).... 114 -- Ardarda gelen bütün bu talihsizlikler neredeyse aklını başından aldı... All these misfortunes coming one after the other almost deprived her of her reason. = yoksun bırakmak.... 19.

(20) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ İki kamyonun karıştığı bir kazada öldü... He died in an accident involving two lorries. 115 -- Doktorlar bile hayatın kurtarmaktan umudu kestiler... Even the doctors have despaired of saving her life.. 116 -- Düşmanı bize sürpriz bir saldırı düşünmekten bile caydıracak, nihai güçte bir silah geliştirmeğe çalışıyoruz... We are trying to develop a weapon of ultimate power, which would deter the enemy from even contemplating a surprise attack on us. NOT: Böylece "deterjan" (detergent) sözcüğünün kaynağını da öğrenmiş oldunuz. Yine de, genelde "washing powder" ve "dish washing powder" kullanıldığını da unutmayınız.. 117 -- Bir dava uğruna ölmektense yaşamak daha iyidir... It's better to live for a cause than to die for it.. Bir polis memuru, silahlı bir banka soygunu girişimini takip eden bir çatışmada aldığı yaralardan öldü... A policeman died from the wounds he received in a gunfight following an armed bank robbery attempt... Size sözünü edegeldiğim yaşlı dul bayan kanserden öldü... The old widow I've been telling you about has died of cancer... 118 -- Türkçe, adlarda cins ayrımı olmamasıyla Fransızca'dan farklıdır... Turkish differs from French in having no gender for nouns.. 119 -- Sen halâ bir sıfat ile bir belirteci (zarfı) birbirinden ayırt etmeyi öğrenmedin mi?... Haven't you learnt to differentiate between an adjective and an adverb yet?. Markamızı diğerlerinden ayırt etmek için yapacağınız tek şey tadına bakmaktır... All you have to do to differentiate our brand from the rest of them is to taste it.. 120 -- Bu tür yöntemleri kesinlikle onaylamıyorum (=hoşlanmıyorum da)... I strongly disapprove of such methods.. İnsanların günde bir yada daha fazla paket sigara içmesini onaylıyor musun onaylamıyor musun?... Do you or do you not disapprove of people smoking one or more packets of cigarettes a day?. Günde bir yada daha fazla paket sigara içen insanları onaylıyor musun onaylamıyor musun?... Do you or do you 20.

(21) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ not disapprove of the people who smoke one or more packets of cigarettes a day?. "PHRASAL VERBS". 122 -- Bence, ayakçı çocuğu işten çıkarma kararın çok acele verilmiş bir karardı (=hizmetlerinden vazgeçme, sarfı nazar etme)... I think your decision to dispense with an office boy's services was rather too hasty.. Bunun vazgeçemeyeceğin bir koltuk değneği haline gelmesine asla izin vermemelisin... You must never allow it to become a crutch that you can’t dispense with.. A Test-Yourself Exercise 07. Fill in the blanks using: at, in, on, to, about, for, from, with, by... etc.. 123 -- Bunca külüstür eşyayı nasıl başımdan atıp kurtulacağım?... How am I going to dispose of all this junk.. Ready... Steady... Go!... 124 -- Hiçbirşey onu kararından caydıramaz artık... Nothing can dissuade him now from his decision. 121 -- Meseleyi artık zihninden atabilirsin (=rahatlayabilirsin)... You may dismiss the matter from your mind now.. Haberi duydun mu? Hakan üniversite basketbol takımından atılmış, kampüs dışındaki bir olayın ardından... Have you heard the news? Hakan has been dismissed from the university basketball team following an off-campus incident... 125 -- İkizler birbirine o derece çok benziyorlardı ki, birini diğerinden ayırt etmek hemen hemen olanaksızdı... The twins were so much alike that it was almost impossible to distinguish one from the other.. 126 -- Para iki eşit parçaya bölündü / bölünmüştü... The money was divided into two equal parts.. 21.

(22) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________. 127 -- Çoğu zaman o mutlu günlerin hayalini (=hatırasını) yaşıyorum; fakat heyhat! Geçti çoktan o günler... I often dream of / about those happy days; but, alas! they are long gone.. Yeni bir aşk düşlüyor... Mutlu bir evlilik düşlüyor (=hayalini kuruyor)... She's dreaming of a new love. She's dreaming of a happy marriage.. Dün gece rüyamda kocaman bir kamyonun altında kalıp ezilen minicik bir kurbağa gördüm... Last night I dreamt about a little tiny frog which was run over by a great big lorry.. 130 -- Yeni bir girişimde bulunmaya henüz hazır değiliz. We are not ready yet to embark on a new attempt. NOT: The troops embarked at Mersin harbour for Cyprus. = Birlikler Kıbrıs'a gitmek üzere Mersin limanında gemilere bindiler... They disembarked at Girne harbour.... 131 -- O toplantı olsa olsa bir kavgayla bitebilirdi, ki öyle oldu... That meeting could only end in a fight, which it did.. Toplantı umut verici bir havada başladı, ama delegelerden bazıları için büyük hayal kırıklığı ile sonuçlandı... The meeting started on a promising note, but ended up with great disappointment for some of the delegates.. Böyle birşey yapmayı aklımdan bile geçirmem... I wouldn't even dream of doing such a thing! Aşk elma şekeri gibidir. Şekerini yalar yalar, sonunda elinde sapı ile kalırsın... Love is like a sugar apple. You lick away the sugar, and you end up with a stick in your hand. 128 -- Haydi, şimdi başarımıza içelim!... Let us now drink to our success.. 129 -- Konunun üzerinde uzun uzadıya durdu (ikamet etti!!), ama ben halâ neden söz ettiğini anlayamadım... He dwelled on the subject in great length, but I still couldn't understand what he was talking about.. 132 -- Kız benim kavga sanatlarındaki artyetişimimi biliyordu ve eğer benimle kavgaya tutuşacak olursa çok canı yanacağı konusunda kardeşini uyardı... The girl knew about my martial arts background and warned her brother he would be hurt quite badly if he engaged me in a fight.. 22.

(23) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________. 133 -- Ona nasıl güvenip de gizli nitelikte şirket bilgileri verebilirdik ki?... How could we entrust him with company information that may be confidential in nature?. 134 -- Temyiz mahkemesinin bu davada ciddi bir hataya düştüğü kanısındayım... I am of the opinion that the Appeals Court has seriously erred on / upon this case.. 138 -- Haklarında güvenilir istatistikler bulunmadığı için, bir dizi ülke bu değerlendirmenin dışında tutuldu (=sokulmadı, dışlandı)... A number of countries were excluded from this evaluation because there are no reliable statistics about them.. 139 -- Kestiğim için özür dilerim, ancak ... vb... Excuse me for interrupting, but ...etc.. Bir yakınının ölümü nedeniyle dünkü antremana katılmamasına izin verildi... He was excused from practice yesterday because of a death in his family. 135 -- Dün iki hükümlü E-tipi bir cezaevinden kaçtılar. Başkaca bir ayrıntı verilmiyor... Two convicts escaped from a top security prison yesterday. No further details are given.. 136 -- Diğer hepsinden cesaret, güc ve erdem olarak üstündü (=onları aşıyordu). Bir tür Süpermen, gerçekten... He excelled all the others in courage, strength and virtue. Bit of a Superman, really.. Büyükelçi dünden itibaren görevlerinden affedilmiş (=atılmış) bulunmaktadır... The ambassador has been excused of his duties as of yesterday. Bildiğiniz gibi, yüksek mevkilerde olanlar "atılmaz", "görevlerinden affedilirler".... 140 -- Düztaban kişiler için genel uygulama böyle olduğu için, askerlikten muaf tutuldu / tutulmuştu... He was exempted from service in the army, this being the usual procedure for a flat-footed person.. 137 -- Seve seve daha yenisi ile değiştiririm walla... I would gladly exchange it for a newer one.. 23.

(24) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ "PHRASAL VERBS" A Test-Yourself Exercise 08. Fill in the blanks using: at, in, on, to, about, for, from, with, by... etc.. Ready... Steady... Go!.... 141 -- Buna benzer daha üç olayın ardından, sonunda ülkesinden sürgün edilerek bir ceza sömürgesine gönderildi... Following three more similar incidents, he was finally exiled from his country to a penal colony.. 143 -- İş hayatında başarısız oldu; tıpkı herşeyde olduğu gibi... He failed in business, as in everything else.. 144 -- Adaya varır varmaz ilk yapacağınız şey, kendinizi yerel diyeleğe aşina kılmak olacaktır... The first thing you'll have to do when you get to the island is to familiarize yourself with the local dialect.. 145 -- Japon balıklarınızı neyle besliyorsunuz?... What do you feed your goldfish on ?. 146 -- Haklarımız için mücadele etmeğe hazırız!... We are ready to fight for our rights! 142 -- Tamam, anlıyorum çocuk çocuktur, ama onlara gösterdiğimiz hoşgörü başkalarının malına zarar vermelerine izin verecek boyutlara uzanmamalı... OK, I understand boys will be boys; but our tolerance shouldn't extend to allowing them to harm other people's property.. Bahçe, evden ta dereye kadar uzanıyor... The garden extends from the house right through to the creek. "through" ilgecini burada bir pekiştirici olarak görünüz.. İçinizden gelen böyle şeytan dürtmelerine karşı koymağa kendinizi hazırlamalısınız!... You must prepare yourself to fight against such temptations!. Daracık bir arazi şeridi için kavga döğüş halindeydiler... They were fighting over a narrow strip of land.. Güvertede döğüşüyorlardı (=kavga güvertede cereyan ediyordu / sürüyordu)... They were fighting on / over the deck. 24.

(25) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________. 147 -- Lütfen ilişikteki formu doldurarak mümkün en kısa zamanda Dairemize iade ediniz... Please fill in the enclosed form and return it to this Office as soon as possible.. Doldurun kadehlerinizi. Kendisinin sağlığına içeceğiz... Fill up your glasses. We'll drink to his health. İlgeç burada pekiştirici = "ağzına kadar doldurun", "sonuna kadar doldurun" nüansı iletiyor.. Bu manzara karşısında takdir duyguları ile dolmuştum... I was filled with admiration at the sight.. 150 -- Ruhsal hali coşku (=neş'e) ve çaresizlik arasında gidip geliyordu. Her mental state fluctuated between joy and despair.. 151 -- Dikkatinizi bir an için arka plandaki ayrıntılar üzerine odaklamanızı istiyorum... I want you to focus your attention on the background details for a moment.. 152 -- Kendimizi soğuğa karşı kuvvetlendirek için haydi birşeyler içelim... Let's have a drink to fortify ourselves against the cold.. Yelkenler çok geçmeden rüzgarla doldu... The sails soon filled with wind.. 148 -- Tehlikeden kaçan organizmalar yaşamlarını sürdürmek için daha iyi donanımlıdırlar... The organisms that flee from danger are better equipped to survive... 149 -- Bir öfke fırtınasına yakalandı. Birden öfkesi kabarıp kükredi... He flew into a rage.. 153 -- Birliklerimiz işgal edilmiş topraklarda ilerledikçe, bölgede yaşayan insanlar esaretten kurtarılıyordu... People living in the area were freed from bondage as our troops advanced into the occupied lands.. 154 -- = Önce bakışlarıyla benim canıma okudu, sonra da ona dönüp (muhtemelen onun da canına okudu)... She gazed at me rather pointedly before turning on him. pointedly = sivri sivri, yani "anlam dolu bakışlarla"... to gaze = dik dik bakmak, sabit bakışlarla bakmak, vs.... Ne ifade ettiğini bağlamın gelişinden çıkarsarız.. 25.

(26) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________. 155 -- Raporu ciddi ciddi okumuş olamaz; olsa olsa şöyle bir göz atmıştır... He can't have read the report in earnest; he may have merely glanced at / through it. "to glance" = şöyle bir bakmak, kısaca bakmak, bir göz atmak.... 160 -- Bir daha kendisinden veya kendisi hakkında hiçbir haber alınamadı... Bir daha adı hiç işitilmedi... He has never been heard of again.. Kendisi nekadar zamandır yok burada? Kendisinden bir haber (örneğin, mektup) almadın mı daha... How long has he been away? Haven't you heard from him yet. 156 -- Kötü olmakla kalmıyor, kötü oldukları için mutluluk ve zafer şarkıları söylüyorlardı (=mutlu ve gururlu idiler)... They were not only evil but gloried in their wickedness.. Sürekli test çözmenin tekdüzeliğini kırmak için, listenin ikinci yarısına açıklamalı örnekler şeklinde devam edeceğiz. 157 -- Hepimiz, bu erdemli genç insanların ölümünün yasını tutmalıyız... We must all grieve at / for / over the death of such virtuous young men.. 158 -- İçimde büyüyegeldi ve sonunda bir takıntıya dönüştü (büyüyegelmek = gitgide daha çok etkilemek)... It has grown upon / within me, until it has become an obsession.. 159 -- Türkiye'ye neler oldu? Başımıza neler geldi? Neden bu berbat, acınacak durumdayız?... What has happened to Turkey? Why are we in such a sorry state?. "PHRASAL VERBS" Liste 01. Benim önerim, elinizden geldiğince örnek tümceleri tekrarlayarak "ezberlemeğe çalışmanızdır.. 26.

(27) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 001 -- I am against doing anything until the boss arrives. Karşıyım, aleyhindeyim (Be against: be opposed to) Tersi: to be for = lehinde olmak.... 002 -- I am (all) for giving him a second chance. İkinci bir şans tanımaktan yanayım. (Be for: be in favour of). 003 -- If you thought this was going to be easy, you are in for a surprise. Çok şaşıracaksın. (Be in for: karşıkarşıya, kaçınılmaz). 004 -- He is off today. Bugün izinli. (Be off: be off duty). 005 -- I'm off. Ben çıkıyorum/gidiyorum. (Çıkarken söylenir. Öteki kişiler için yalnızca yukarda 004'de olduğu anlamıyla.). 006 -- We are out of sugar. Şekerimiz kalmamış. (Be out of sth). 007 -- It is (all) over. Bitti/sona erdi. (Be over: bitmek, tamamlanmak, sona ermek)... "The party is over." = "Eğlence bitti!!". 008 -- I don't think he is up to it. Yapabileceğini, becerebileceğini, üstesinden gelebileceğini sanmıyorum. (Be up to: bedensel yada zihinsel açıdan kullanılabilir. Çoğu zaman nesne olarak "it" yada bir gerund alır.). 009 -- It is up to you. "Sen bilirsin." Sana bağlı, sorumluluk sende, sen karar ver.... 010 -- The baby is very quiet. He must be up to some mischief. Mutlaka bir halt karıştırıyordur... (Be up to doing sth mischievous or somewhat illegal/illegitimate). 011 -- All these reports only bear out my original theory. Doğruluyor. (=confirm). 012 -- You must bear yourself like a man. Erkeğe yaraşır biçimde davranmalısın, (=behave, conduct oneself). 27.

(28) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 013 -- The wind blew out the candle. Söndürdü. (=extinguish). 020 -- In the end, his health broke down out of excessive drinking. Sağlığı bozuldu, (=collapse, cease to function properly). 014 -- The fuse blew out and the house was in complete darkness. Sigorta attı. 021 -- The bus we got on broke down twice on the way. Arıza yaptı, bozuldu. (Breakdown: arıza. We had a breakdown on the way.) 015 -- The enemy blew up the bridge using dynamite. Havaya uçurdular. (=destroy by explosion). 016 -- Just as we got to the bridge it blew up. Havaya uçtu. (=explode, be destroyed). 017 -- He couldn't break away from that dirty habit of his. Yakasını kurtaramadı.. 018 -- The prisoners broke away from the line of march. Yürüyüş kolundan kaçtılar.. 022 -- She suddenly broke down in the middle of her sentence. Sinirleri boşaldı, sözlerine devam edemedi, olasılıkla hıçkırmağa başladı. (She had a nervous breakdown: Depresyon geçirdi; Olasılıkla tedavi gördü.). 023 -- We've broken down the enemy's resistance. Düşmanın mukavemetini kırmış bulunuyoruz, (=cause to collapse by using force). 024 -- The thieves had broken in/into the house during the night. Gizlice ve kapıyı yada pencereyi maymuncukla yada kırarak açıp girmişlerdi.. 019 -- In the end, she broke away from all her friends. İlişkisini kesti, kopardı.. 28.

(29) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 025 -- I wish you vvouldn't break in on our conversation. (araya girmek, ikide birde sözünü kesmek) 031 -- When does your school break up? Tatil ne zaman başlıyor? 026 -- Ali and Meltem have broken off their engagement. Nişanı bozdular. (=terminate, bring to an end; genellikle bir anlaşmazlık sonucu). 027 -- The two sides could not agree and broke off their negotiations. Müzakereleri bitiremeden kestiler, ilişkiyi kopardılar.. 028 -- The fire had broken out in the basement of the building. Çıkmıştı, patlak vermişti. (=begin; genellikle savaş, yangın, salgın, kavga gibi olumsuz nitelikteki olaylar için). 032 -- The meeting was broken up by the police. Toplantıyı dağıttılar.. 033 -- The vvorkers were breaking up the rocks with heavy sledges... The rocks were breaking up... Parçalıyorlardı, küçük parçalara bölüyorlardı. / Kayalar parçalanıyordu; küçük parçalara bölünüyorlardı... (Geçişli yada geçişsiz anlamda kullanılabilir: 1. disintegrate; 2. cause to disintegrate). 034 -- What brought about this change? Yol açmak, neden olmak. (=cause to happen) 029 -- War was expected to break out any day now. Birkaç gün içinde patlak vermesi bekleniyordu. 035 -- His discovery brought about a tremendous improvement in our treatment technique. Gelişmeye yol açtı, sağladı. 030 -- Our units broke through the enemy lines toward the evening. Yarıp geçtiler. (Breakthrough = Büyük bir başarı, atılım, ilerleme. The discovery of the RNA has been a major breakthrough in molecular biology.). 036 -- The play brought down the house on every night it wa performed. = İzleyicilerin büyük beğenisi toplamak, 29.

(30) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ büyük alkış ve tezahürat almak. (to bring down the house = to win overwhelming approval from an audience). "PHRASAL VERBS" Liste 02. 037 -- We must find a way to bring out the meaning more clearly. Vurgulamak, daha belirgin, daha iyi anlaşılır veya görülür hale getirmek.. 038 -- When are you going to bring out your new book? Nezaman yayınlayacaksınız ("çıkaracaksınız")?. 039 -- One of the passengers fainted because of the intense heat, but we soon brought her round/to. Ayılttık. (She came round/to. = Ayıldı.). 040 -- She has brought up her children with very little help from outside... All children should be brought up to respect their parents' life experience. ("to bring up children" = Çocuk büyütmek, yetiştirmek; yalnız insanlar için kullanılır.). 041 -- I'll call at the office on my way home. (Bir yere uğramak). 042 -- Thank you for ringing. I'll call you back as soon as I have the information you vvant. (Daha sonra karşılık olarak telefon etmek; birisinin telefonunu "dönmek"). 043 -- I'll call for you at six. Saat altıda uğrayıp sizi alacağım.. 044 -- Too late to call for a doctor; call for the imam. Doktor çağırmak/çağırtmak için çok geç; imamı çağırın/çağırtın artık.. 045 -- The situation calls for immediate attention. = gerektirmek... Durum derhal ilgilenilmek/harekete geçmek gerektiriyor.. 30.

(31) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 046 -- The meeting was called off. İptal edildi, yada sürerken kesildi, durduruldu. (=cancel) 053 -- The house is well cared for. (bakılıyor, ilgileniliyor = looked after) 047 -- Our representative will call on you before long. (Bir kimseye uğramak, kısa ziyaret. (=pay a short visit to). 048 -- I'll call you up this evening. Telefon edeceğim. (=phone smb up, telephone smb, ring smb up). 049 -- Everyone between 18 and 60 were called up. Askere çağırıldılar/alındılar. (be called up = be conscripted). 054 -- They were carried away by their strong enthusiasm. Ne yaptıklarını tam yargılayamayacak ölçüde duygu ve heyecanlarına kapılmış; coşmuş, kendilerinden geçmişlerdi. Hey! Don't get carried away. Hey! Kendine gel. Uçma bakalım. Frenle bakalım kendini.... 055 -- They didn't have the will and drive to carry on the work. İşi sürdürecek irade ve dirençten yoksundular. (=continue) Please carry on with your work. Lütfen işinize devam ediniz; durmanıza gerek yok.. 050 -- I'm only interested in the results of this experiment. I don't care about the cost. Beni ilgilendirmiyor; umurumda değil; bana ne?. 051 -- I don't care much for her. Pek sevmiyorum, hoşlanmıyorum.. 052 -- I really care for you. Benim için önemlisin... Senden gerçekten hoşlanıyorum. (sevgiliye söyleniyorsa, ilan-ı aşk bile sayılabilir.). 056 -- It's easy to make plans, but not so easy to carry them out. Gerçekleştirmek, yerine getirmek, uygulamak, sonuca ulaştırmak (emirler, tehditler, planlar, vaadler, vb.). 057 -- How has it come about that everyone is here today? Nasıl oldu da, herkes burada bugün? (=happen). 31.

(32) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________. 058 -- I came across some old photographs of yours in that old chest. Rastladım, tesadüf ettim. (=find or meet quite by chance or accident). 059 -- This is a rare book and is quite difficult to come by. (Rastlamak, elde etmek, bulmak, denk getirmek, denk gelmek). 064 -- Go on. Come out with it. Haydi, söyle, anlat bakalım. (=say, tell, utter). 065 -- We splashed some vvater on her face and she soon came round (=came to). Ayıldı.. 066 -- Come round sometime. Uğra, ziyaretime gel. 060 -- What came of it? 1. Sonucu ne oldu?... 2. Sonunda ona ne oldu? 067 -- Hovv did you come to hear of it? Nasıl oldu da işittin? Nereden haber aldın? (come + mastar) 061 -- His elaborate plans never came off. Başarıya ulaşamadı. (=succeed; planlar vb. için; genelde olumsuzluk bildirilir). 062 -- A book comes out. (=yayınlanır). Facts come out. (=keşfedilir, ortaya çıkar, işitilir).. 068 -- Your work doesn't come up to what is expected of you. Sizden beklenilen düzeyde değil; o düzeye ulaşamıyor. (=reach, equal). 069 -- We then came upon a cave. Rastgeldik. (=unexpectedly discover) 063 -- Well, vvhat came out of all your elaborate planning? Ne oldu sonunda? Bunca planlama neye yaradı? (=result from). 32.

(33) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 070 -- Many firms have had to cut back (on) their development plans. Azaltma, kısıntı yapmak zorunda kaldılar. (=make reductions in, reduce, decrease) 076 -- It was obvious that he was not cut out for that kind of work. Uygun, münasip değildi; beceremezdi, bu çapta adam değildi. (=be fitted, suited.) 071 -- We must cut down our production costs to a minimum. Azaltmalı, indirmeliyiz. (=reduce in size or amount, make less) 077 -- That man is easy (hard, difficult, impossible, ete) to deal with. O adamla geçinmek, iş yapmak, ilişki kurmak, başa çıkmak... 072 -- Stop cutting in when I'm talking, will you? Söze karışmayı keser misin lütfen! (=interrupt). 073 -- Accidents are often caused by drivers who try to cut in. (Sollayıp geçtikten sonra hemen önündeki boşluğa girmek; take advantage of a narrow opening in the traffic). 078 -- How vvould you deal with a case like that? Böyle bir durumda, böyle bir olay karşısında ne yapmak gerekir? Sen olsan ne yaparsın? (=act or behave towards, treat). 079 -- The book deals with international relations. Kitap uluslararası ilişkiler konusunda. (=be about, be concerned vvith, ... ile ilgilenmek) 074 -- We were cut off in the middle of our telephone conversation. Konuşmamız kesildi, hat kesildi. (=stop, interrupt, discontinue) 080 -- The firm deals in electrical appliances. Elektrikli ev aletleri işinde, bu işi yapıyor/ticaretini yapıyor. 075 -- The doctor told me that I must cut out smoking. Sigarayı bırakmam gerektiğini söyledi. (=give up entirely, put an end to). 33.

(34) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________. "PHRASAL VERBS" Liste 03. 081 -- After the sunset, the northerly breeze gradually died away. Giderek azaldı ve kesildi. (=become gradually fainter till imperceptible). 082 -- I waited till their footsteps died away out in the corridor. Dışarda ayak sesleri kayboluncaya kadar bekledim.. 083 -- When the excitement had died down, people went back to their routine vvork. Heyecan yatışınca herkes işinin başına döndü.. 084 -- The old customs of the tribe are dying out one by one. Yokoluyor, ölüyorlar. (=become obsolete). 086 -- They ought to do away with the restrictions on the visiting hours. Kısıtlamaları kaldırmaları, iptal etmeleri gerekir. (=abolish). 087 -- I'm afraid these shoes are done for. (=be done for: işi bitik, defteri dürülmüş). 088 -- Well, if there isn't any milk left, then we'll simply have to do without it. Onsuz idare etmek, onsuz olabilmek. (=manage without) I can't do without you. Sensiz olamam; sensiz yapamam.. 089 -- Do a room up = Dekore etmek. She was all done up in furs, with a scarf over her head. = Süslü püslü, makyajı yerinde.... 090 -- Do smb in = (Argo) Hesabını görmek, defterini dürmek, icabına bakmak, işini görmek, temizlemek; kısacası, öbür dünyaya postalamak.. 085 -- Many species of plants and animals have died out vvithin the last hundred years. Türleri/nesilleri tükendi. (=become extinct) 34.

(35) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 091 -- Everyone drew back in fear. 1) Herkes korkuyla geriye çekildi. 2) Herkes korku içinde tereddüt ediyordu, gönüllü çıkan yoktu... (drawback = disadvantage. There was one drawback; we wouldn't be able to get there on time.). zorunda kaldık. (=make do, use in the absence of sth better). 097 -- We were clearly beaten; we had to fall back upon our second line of defense. İkinci savunma hattımıza çekilmek (=ricat etmek) zorunda kaldık. 092 -- The car drew up near the house and the driver got out. Araba evin yakınında durdu ve sürücü dışarı çıktı. ("draw up", araçlar için kullanılır; geçişsiz fiildir = stop, durmak) 098 -- He always falls behind when we climb uphill. Geride kalıyor, yetişemiyor.. 093 -- They drew up the document, and we both signed it. ("draw up", yazılı bir belge, rapor vb. hazırlamak). 094 -- She just dropped in for a few minutes to borrow my typewriter. Uğradı, uğrayıverdi. (Kısa ve çoğu zaman önceden haber verilmemiş bir ziyaret). 095 -- The battle went on for hours and the enemy had to fall back in the end. Geri çekilmek zorunda kaldılar. (=withdraw, retreat). 099 -- Demand for the company's products had been falling off for some time. Talep bir süredir düşüyordu. (=decrease). 100 -- The tvvo lovers fell out after a particularly violent quarrel. Araları açıldı, ayrıldılar.. 101 -- We had made such a detailed plan, but it al fell through. Gerçekleşmedi, boşa çıktı, akamete uğradı. (=fail to materialize, come to nothing). 096 -- We had to fall back on/upon dried milk as no fresh milk was available. Taze süt bulunmadığından süttozu ile yetinmek 35.

(36) By Dream_Cather joshua.ranad@gmail.com ___________________________________________________________________________ 102 -- I don't feel up to it novv. I'll do it in the morning. Şimdi yapacak durumda değilim, halim/keyfim yok.. 103 -- Oh, I'm fed up. I'm truly fed up with her childish ways. Bıktım, usandım. (Feed/fed/fed fiili.). 104 -- Would you please find out if he is back yet? Lütfen öğrenir misiniz? (Belli bir uğraş, sorup soruşturma, araştırma sonucu bulup öğrenmek). 105 -- The cashier had been robbing the till for months before she was found out. [Yapmaması gereken bir şeyi yapmış/yapagelmiş olduğunun bulgulanması/yakalanması... "find smb out" genellikle "be found out (+ mastar)" şeklinde pasif kullanılır.]. 108 -- You can't get away with it: you're bound to get caught sooner or later. Bu işten yakayı sıyıramazsın. (Bununla birlikte, bu deyim genelde kişinin yakalanmadığı/yakalanmayacağı durumlarda kullanılır: He got away with it... -- 109. ve 113. örneklerle karşılaştırınız.). 109 -- The thieves got away with millions liras worth of jewelry (jewellery). Alıp kaçtılar ve yakalanamadılar.. 110 -- Don't let that get you down. Seni üzmesin, seni üzmesine izin verme, bu yüzden depresyona girme. (=get smb down). 111 -- He is getting on very well with his English. Başarılı, ilerliyor, ilerletiyor. (=be successful, make progress) 106 -- He is a semi-invalid now and can't get about the way he used to before. Eskisi gibi oraya buraya pek gidemiyor, ortalıkta pek dolaşamıyor. 112 -- I hear that he is a difficult person to get on with. İşittiğime göre kendisiyle geçinmek zormuş. 107 -- One of the prisoners managed to get away. (Kaçıp uzaklaşmak, yakayı sıyırmak; =escape). 36.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yazar, “eski edebî eserlerin arşivi olma” sözüyle, derginin Türkçe kurgusal telif metinler yönünden eksik- liğini ve bu alanda bir iddia taşımamasını eleştirdiği

Kılın incelik ve kalınlığına göre uygun iğneli epilasyon yöntemini ve kullanılacak iğne tipini seçmek, kıl köküne verilecek akım şiddeti ve süresini tespit etmek

Paralel ve seri bağlı devre elemanlarına kirchhoff yasalarının uygulanması Şekil 2 de verilen devrede gerilim yasasına göre üç çevrim elde edilebilir.. SERİ BAĞLI

When a user runs the application, he/she will be directed to a login form after a splash screen depicted as in Figure 3.1. After the user writes her/his username and password,

produces only one point in the ROC graph. Therefore, all points in Figure 2.3 can be identified as corresponding to discrete classifiers. All of them have different benefits and

Also for ecoli dataset it could be said that using transformations of membership values as additional variables improved the performance of fuzzy functions more than

Parlamento ve Şura-yı devlet arasındaki ilişkileri geren ve bu kurumları karşı karşıya getiren diğer bir neden, meclis tarafından yürütülmeye çalışılan tensikat işleri ve

Bu dönemde İstanbul ticaret sermayesinin sözcüsü konumunda olan Milli Türk Ticaret Birliği yabancı sermaye ile ilgili öneriler sunar. Yabancı sermayeye ilişkin