• Sonuç bulunamadı

Camilerimiz ve öyküleri:Sayı 8

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Camilerimiz ve öyküleri:Sayı 8"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Yeşil Cami’nin içten görünüşü ve caminin maketinin yer aldığı fıskiyeli havuz

Ulu Camii’nin içten görünüşü.

r

v

BU A LB Ü M SA N A T TARİHÇİSİ M E T İN S Ö Z E N TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR

Fotoğraflar: YALÇIN ÇINAR

~ \

(3)

BURSA CAMİLERİ

«Bu şehre tarih damgasını derin

ve kuvvetle basmıştır. O her

yerde kendi ritmi— kendi hususî

zevkiyle vardır. Her adımda

önümüze çıkar. Kâh bir türbe, bir

cami, bir han, bir mezar taşı, burada

eski bir çınar, ötede bir çeşme olur,

ve geçmiş zamanı hayal ettiren

manzara ve isimle, üstünde sallanan

ve bütün çizgilerine bir hasret

sindiren geçmiş zamanlardan kalma

aydınlığıyla sizi yakalar. Sohbetinize

ve işinizin arasına girer,

hülyalarınıza istikamet verir.

Türk-Islâm dünyasının ünlü kenti İstanbul’daki ya­ pıtlardan küçük bir kesit verdik. Bir anlamda İstanbul’­ da karsımıza çıkan yapıtlar, uzun bir geçmişin getirdi# gelişmelerin sonuçlarım belirleyecek nitelikte örnekler­ di. Aynca bu yapılar salt dinsel görevler için de yapıl­ mamışlardı. Çevresindeki eğitim, sağlık, konaklama v.b. yapılarla kentin örgütlenmesi, toplumun değişik alanlardaki gereksinimlerini de karşılayacak biçimde düşünülmüşlerdi. Bu yüzden kısa bir süre sonra çevre­ lerinde yoğun bir yaşam oluştu. Her geçen gün bu yoğun yaşam yeni boyutlar kazandı. Gün geldi çevre­ sinde oluşan yaşamla yapıtlar birbirinden ayrılmaz bir

bütün oluşturdular. Bu yüzden bugüne değin sunduğu­ muz yapıtları, olanaklarımız oranında çevrelerinde oluş muş yaşamla birlikte, ondan soyutlamadan anlatmaya çalıştık. Anadolu-Türk toplumunun, Anadolu-Türk kentinin gelişim sürecini araştıranlar bu tür bir yaklaşımın doğruluğunu kanıtlayabilirler. Anadolu’nun alınmasından yirminci yüzyılın başlarına değin kent­ lerimiz kendi içinde tutarlı, toplum yapısına uygun ilginç bir gelişme göstermiştir. Genellikle kentlerimiz ticaret ve konut olmak üzer® iki bölümden oluşmuş, mahalle ise kavranabilir bir birim olmuştur. Her ma- naile ise kavranabilir bir birirn olmuştur. Her mahal­ lenin çekirdeğinde bir cami veya mescit, yanında kahvesi ve diğer yapılar yer almış, tümü yollarla kentin ticaret merkezine bağlanmışlardır. Kentlerimizin yük­ sekçe bir yerine çıkıp bakılınca bu durum hemen somutlanabilir. Bu kentlerin örgütlenmesindeki et­ kenlerden birisi de külliyelerdir. Çekirdeğini cami ve mescidin oluşturduğu bu külliyeler, zengin vakıflarıyla kentlerde yeni iş alanları açılmasına, değişik işlevli yapılan içermesiyle de gelişmesine neden olmuşlardır. Bu yüzden bundan sonra değineceğimiz kentleri, yapıtlanndan kalkarak anlatmaya, kısa kısa da olsa tümüyle belirlemeye çalışacağız. Bugün hızla biçim değiştirmesine, korunması gereken özlü özelliklerini yitirmesine karşın ilginç bir örnek olan Bursa ile ikinci bölüme başlıyor, ‘Anadolu Kentleri’ konusunda yazdık­ larımızı yineliyoruz.

Bir zafer müjdesi burda her isim Yekpâre bir anda gün, saat, mevsim Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın, Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın. Güvercin bakışlı sessizlik bile Çınlıyor bu eski zaman vehmiyle...

“Bu şehre tarih damgasını derin ve kuvvetle bas­ mıştır. O her yerde kendi ritmi, kendi hususî zevkiyle vardır. Her adımda önümüze çıkar. Kâh bir türbe, bir cami, bir han, bir mezar taşı, burada eski bir çınar, ötede bir çeşme olur, ve geçmiş zamanı hayal ettiren

manzara ve isimle, üstünde sallanan ve bütün çizgilerine bir hasret sindiren geçmiş zamanlardan kalma aydın­ lığıyla sizi yakalar. Sohbetinize ve işinizin arasına girer, hülyalarınıza istikâmet verir.

K im d i bu

G e y ik lib a b a ?

H 'S U cins tesadüflerin en şaşırtıcısını isimler yapar, ■ -c dil dediğimiz asıl manevî insanı vücuda getiren M

J

büyük kaynaktan geldikleri için mi nedir, onlar etrafımızı alan tılsımın bütün sırrını idare ederler. Bu adim bir kere öğrendiniz mi artık unutamazsınız, tenha saatlerinize küçük ve munis rüyalar gibi sokulurlar, sizi kendileriyle ülfete, esrarlı mahfazalarını zorlamaya, gizlendikleri sırlan tanımaya ve tatmaya mecbur ederler, ister istemez sayarsınız: Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Geyiklibaba, Emirsultan, Konuralp... Bunlar hakikaten bir şehrin semt ve mahalle adlan, yahut tıpkı bizim gibi muayyen bir zaman içinde yaşamış birtakım insanların anıldıkları isimler midir? Hepsinin mazi dediğimiz o uzak masal ülkesinden toplanmış hususî renkleri, çok hususî aydmlıklan ve geçmiş zamana ait bütün duygularda olduğu gibi çok hasretli lezzetleri vardır. Hepsi, inşam hayat ve zaman üzerinde uzun mürakabelere çeker, hepsi zihnin içinde küçük bir yıldız gibi yuvarlanırlar ve hafızanın sularında mucizeli terkiplerinin mimarisini altın akislerle uzatılıp kısalta­ rak çalkanırlar... Kimdi bu Geyiklibaba? Nasıldı? Etrafında toplanan saf imanlı insanlara neler öğretirdi? ömrün hangi meçhulünü, ruhun hangi düğümünü onlara çözmüştü? Bu hikmetten bize neler kaldı? Sonra bu Konuralp kimdir? Hiç sevmiş miydi? Nelerden hoşlanırdı? Bursa ovasında her bahar açan nergislere bakarken ve her akşam uzak dağların üstünde batan güneşi seyrederken neler düşünürdü? Hulâsa bu yeni fethedilmiş şehirde ilk attığı adımların .dev aksini adlarından dinlediğimiz bütün bu kahramanlar kimlerdi ve nelerdi?”.

(4)

B illu rd a n b ir a v iz e

AZRETÎ Süleyman’ın taht kurup dinlendiği, Sultan Belkis’ın güzelliğine güzellik kattığı bu kenti gern iş, geleceği tek kesitte görebilen ünlü ozanımız Ahmet Hamdi Tanpmar’m içli içerlek dizele­ rinden, cümle1 rinden izleyip, öğreniyoruz. Geçmişin, yaşanmışm büı m inct iklerini, çağm değiştirdiklerini benliğinde duya >ilen ’’’anpınar, her gözün ulaşamaya­ cağı bir açıdan y?niden bir Bursa kurarcasma, kenti bizlere sunmaktadı-. Biz de Bursa’da gördüğümüz, yaklaşıp dokununcı ürperdiğimiz her şeyi ona dönüp soracak, anlatımım ,ı onunkiyle karıştıracak, göreme­ diklerimize bir kez daha bakıp görmeye çalışacağız. Bu süre içinde onu ı zan duyarlığı sık sık bize önderlik edecek...

Başındayım sanki bir mucizenin Su sesi ve kanat şakırtısından Billûr bir âvize Bursa’da zaman

Billurdan bir âvize gibi başımızın üstünde asılıp dururcasma çağlarıyla bakan zamanı, Tanpmar su ve kanat sesleriyle karışık bize şöyle tanımlıyor: “Şimdiye kadar gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı c.an bir başkasını hatırlamıyorum. Fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştanbaşa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun manevî çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tespit etmiştir. Uğradığı değişiklikler, felâketler ve ihmaller, kaydettiği ileri ve mesut merhaleler ne olursa olsun o, hep bu ilk kuruluş çağının havasını saklar, onun arasından bizimle konuşur, onun şiirini teneffüs eder. Bu devir haddi zatında bir mucize, bir kahramanlık ve ruhaniyet devri olduğu için, Bursa, Türk ruhunun en halis ölçülerine kendiliğinden sahiptir, denebilir. Bu hakikati gayet iyi gören ve anlayan Evliya Çelebi, Bursa’dan bahsederken ruhaniyetli bir şehirdir der. Tariflerinde hemen hiç yanılmayan Sadrazam Keçeci Fuat Paşa ise Osmanlı tarihinin dibacesi diyerek bu mazi damgasını başka şekilde belirtir. Hiçbir tarif, bu iki cümle kadar onu hulâsa edemez. Belli ki Evliya Çelebi bu şehri sadece görmekle kalmamış, onun hakikî benliğini kavramıştır, zaten Bursa için yazdıklarında zaman zaman bir aşk neşidesinin coşkunluğu hissedilir.’’

Bursa’da, bir eski cami avlusu Küçük şadırvanda şakırdayan su, Orhan zamanından kalma bir dıvar. Onunla bir yaşta ihtiyar çınar Eliyor dört yana sakin bir günü Bir rüyadan artakalmanın hüznü İçinde, gülüyor bana derinden, Sanki bir hatıra serinliğinden, Ovanm yeşili, göğün mavisi Ve mimarilerin en İlâhisi.

Y e şil d e d iğ im iz z a m a n .

E

LİMİZDE Tanpınar'uı geniş zamanıyla kenti

dolaşmaya koyulalım. Gözümüzü dört bir yana gezdirir, bizi ilk çeken yerlerden birine doğru yönelirsek Yeşil Cami (1424) çıkar karşımıza. Göz alabildiğine uzayan yeşilliklerin arasından bir nesne gibi görünür bizlere. Çelebi Sultan Mehmet için Mimar Hacı ivaz, bütün yeteneklerini bir araya getirip doğa ile iç içe

bir yapı kondurmuş buraya. “ Kapıdan girer girmez,

dört yanımızı kaplayan yeşil hava içinde Neşati’nin çok mesut, bir buluşla turfa muamma diye adlandırdığı insan ruhu en tabiî vasatlarından birini bulur. Burada her şey size Bursa’yı otuz sf ne içinde Kâşgar veya Belh kadar Türk yapan ve daha dün alınan bu şehirden Süleyman Dede’nin dehasını fışkırtan kudretin sırrını anlatır". “Yeşil dediğimiz zaman, âdeta bir çimen tazeliğini, bir palet üzerinde ezilmiş renk gibi, günün ve saatin bir tarafından bir bahar müjdesiyle toplanmış buluruz. Bu kelimenin ilk cedlerle beraber Orta Asya yaylalarının baharından geldiği o kadar belli ki... Fakat Bursa’da yeşilin manası çok başkadır; o ebediyetin rahmanı yüzü, bir mükâfata benzeyen bir sükûnun fânî bir saata sinmiş mânasıdır. Yeşil Türbe, Yeşil Cami der demez, ölüm muhayyelemizdeki çehresini değiştirir, "Ben hayatın susan ve değişmeyen kardeşiyim. Vazifesini hakkiyle yapan fâninin alnına bir sükûn ve sükûnet çelengi gibi uzarım...” diye konuşur.”

Ç ılg ın bir çini d ü n y a sı

y

EŞİTLER D EN , mihrablardan, mimberlerden

kendimizi kurtarıp bir de yapının diğer yer­ lerinde ne varmış diye düşünerek yan mekânlara dalsak, bir gezgin gözüyle ocaklar ve nakışlara takılıp kalırız. Ocaklarına kadar bütün ihtiyaçların yer aldığı bu yerler; Osmanlı İmparatorluğunun ilk yıllarında bir uçtan bir uca savaş alanlarını dolaşıp gezen dervişlerin, dinlenip gönül yolunda geceler boyu tartıştıkları yerlerdir. Gönüller, dünyanın, geleceğin ışıklarıyla dolardı buralarda. Yeşil’in ve diğer camilerin bu yan odaları, dervişlerin, gönül dostlarının yatağı ise, üst katı da sultanlar içindi. Çılgın bir çini dünyasının duvarlara sindiği bu yerden, sultanlar uzayıp giden doğa yeşilini pencerelerinden uzun uzun ve saatlerce seyre dalarlardı...

Bursa’ya renk veren Karagöz’ün mezarı

(5)
(6)

Emir Sultan Cami’nin mihrabı ve iki yanındaki nefis pencereler.

Muradiye Cami’nin mihrap üstü.

(7)

Sultanlar, gönlü gani dervişler, firûzeye kaçan yeşil­ lerle dolu bu yerlerden ayaklarımızı dışarıya doğru sürüsek, güneşi görüp biraz ısınsak ve tekrar bir başka yeşile doğru yönelsek, karşımızda 1421 tarihli Yeşil Türbe’yi buluruz. “Şark için ölümün sırrına sahiptir” derler. Fakat şark milletleri içinde dahi ona bizim kadar hususî bir çehre veren, her türlü lâübalilikten sakın­ makla beraber, onu ehlileştiren başka bir millet pek yoktur. Ve bunu ne kadar basit unsurlarla yaparız; sade mimarili bir türbe, çok defa tahtadan, sırasına göre oymalı ve zarif, bazen de düz ve basit bir sanduka, birkaç işlenmiş veya düz yeşil örtü, bir kavuk, bir tuğ... İşte cedlerimize ebedî hayatı tecessüm ettirmek için kâfi gelen malzeme bundan ibarettir. Bu suretle hazır­ lanan âbidede ferdî hayatı hatırlatan tek çizgi, isimden ibarettir. Evet, tek bir isim, ancak milyonlarla ölçülen bir mesafeden bize ışıklarım göndermekte devam eden sönmüş bir yıldız gibi, ölümün uzaklığından, bir ömrün hâtırasını tazeler. İçindeki ölüden ziyade ölüm için yapılmış olan bu küçük fakat muhayyeleye hitap etme­ sini bilen âbide eski Türk şehirlerinin ortasında yaşanan zamanla ebediyet arasında, aşılması çok kolay bir köprü gibi âdeta üçüncü bir zaman teşkil ederdi, ölüler basit ikâmetgâhlarından sokağın bütün hayatına şahit olurlar, gece rüyalarımızın seyrini idare ederlerdi.”

“Çelebi Mehmet”in çoluk çocuğuyla beraber yattığı türbede, hepimize mukadder olan korkunç âkibet, güzel bir günün sonunda bir akşam bahçesinde koklanan güller gibi hüzünlü bir hasret arasından duyulur. O burada çinilerin solmaz mevsimi içinde o kadar koybolmuş, erimiş, havadaki sükûnete, camlardan dökülen mehtap, gölgeli ışığa inkılâp etmiştir. Hayat aşkı ve sanat onu o kadar benimsemiştir. Bu türbe

vy

buna benzer yerlerde yatanlar için perdenin arka tarafı şüphesiz ki, sadece tatlı bir uyuşukluk içinde, kaybedilmiş nimetlerin hasreti duyulan bir rüyadan ibarettir. Onlar velveleli bir hayâtın sonunda, dinlendi­ rici hassaları olan bir suda yıkanır gibi, bu mezarlarda uyuyorlar ve şimdi biz, onların mezarlarını gezerken, hayatlarında bir an bile yanlarına uğramamış olan bu sükûnun, büyük bir deniy gibi etrafımızda sessiz dalgalarla yükseldiğini hissediyoruz. Bize bu sükûn vehmini veren şey, şüphesiz ki sanattır. Bütün ömrü boyunca didişen, yabaıyn şöyle dursun, kardeş kanı dökmekten çekinmeye^ insanlar, usta mimarların ve sanatkârların ellerindim sızan hüner ve rahmaniyet sayesinde bir evliya talihini paylaşıyorlar.”

A ğ a ç la r ve çiçekler

L

STA sanatçıların eliyle evliya talihine ulaşan

sultanların türbesinden çıkıp, müze olarak kulla­ nılan medreseyi, yıkılıp tükenmeye yüz tutmuş imareti, sonradan eklenen hamamıyla, ardımızda kalan zamana dönmemek için ilerdeki sete doğru yönelelim. Kahvede biraz gözlerimizi dinlendirip, aşağılara baktı­ ğımızda, yeşilden ve su sesinden kendimizi kurtaranla­ yız. Ağaçlar, dallar ve çiçekler arasmdaki serüvenimiz, bir hüzünle aralanır birdenbire. O mağrur sultan, sanki yamaçlardan doludizgin iner gibidir ve Yıldırım Bayazıd derler adına. Karakterine uygun yapısı, o ülkeler sultanını, ağaçlar, dallar ve çiçeklerin arasında dingin bir sonsuzluğa kapamıştır. Giriş cephesiyle bu yapı d'ğer camilerden ayrılıp, anıtsal görünüşlere ulaşmakta- "ciîr. Çevıe yapılarıyla bu tepenin üstüne bütün haşme­ tiyle çökmüş gibidir. Siz, ilk Osmanlı padişahlarının adlarını, yapılarını sıralaymcaya kadar, kahveniz soğu­ maya yüz tutmuş, havuzun edalı fıskiyesine kendinizi kaptırıp, bir gönlü baharınızı yaşamaya başlamışsınız- dır. Sonra kapıp koyverdiğiniz, yeşiller, yeşiller uyandıracaktır düşlerinizden sizi. Kalkıp yollara düşer­ siniz. Güzelim Türkçesiyle Yunus geçer içinizden:

Emir Sultan dervişleri T e s b i h-ü-sena işleri,

Dizilmiş, hüma kuşlan Emir Sultan türbesinde.

A ğ ır d a n , düşünce yollara...

E

MİR SULTAN denince, Erguvan Bayramları

gelir akla. Her yılın baharında bu türbede büyük halk yığınları toplanır, bir toy düğün eylerler binbirgece zenginliği içinde, kutlarlarmış bayramlarını. Ne yazık ki, X V III. yüzyıl sonlarında ve X IX yüzyıl başlarında yeniden elden geçirilen cami ve türbe, o mistik, o kendi gövdesindeki gizi yitirmiş ve yabancı urbalar giymiş gibidir.

Eskimiş eskileri, bir faslı bahar hüzünlerini bulutlara ve yeşillere bırakalım, atalım üstümüzdeki yorgun sultanları. Ağırdan düşelim sokaklara, kalabalıklar, rengârenk kumaşlar, çubuklar, teşbihler, nakışlar ve Koza Hanı, Kapan Hanı, Tuz Hanı, Pirinç Hanı, Emir Hanı, Mahmut Paşa Hanı ve inip konan kuşlarla birlik cıvıl çıvıl Bedesten.

“Cümlesi dokuz bin dükkândım Kal’a gibi dört demirlü-kapulu bir bedestan-ı azimi vardır. Uç yüz dolapdur. Her birinde hazâin-i Mısr-a malik hâcegiler vardur. Fakat hamhalat çarşusu, bâ-husus arûsmisal ve mükellef gelincik çarşusu ayrıca bir şâhrâhun tarafey­ ninde vâki’ olmuş, öd, anber, misk, gülâb bey’olunur bir sûk-ı muattardur. İçinden geçen âdem safâsından taşra çıkmak murâd idinmez. Bursa’nın bu çarşuları İstan­ bul'da bile yoktur; fakat Haleb’ün çarşularıyla Edime’nün Ali Paşa Çarşusu bunlara muâdil olabilür.” “Yetmiş beş kadar kahvehanesi vardur. Mutribân hânendegân yevmiyye üç defa Hüseyn Baykara fasılları,

iderler. Her kahvehânede gazelhanlar vardur ki, inşânı mest iderler. Ser-Çeşme meddâhâıu Kurban-Alisi Hamze namında bir yegâne-i asr idi. Meddah Şerif-Çelebi Şeh- nâme-i Firdevsî okuyunca Firdevs meleklerini hayran

“ Evliya Çelebi böyle anlatıyor Bursa’nın Bedesten ve

çarşılarını. Misk, amber, zencefil bir de güvercinler. Güvercinler alsın bizi götürsün diyelim. Nereye mi?

Hüdavendigâr Cami’nin mihrabı.

Kubbeleri, sütunları, içindeki şadırvanı ve celî yazıların çepeçevre dünyamızı sardığı Ulu Cami’ye. Ulu Cami’nin yapımına 1095“erde başlanmış, daha bu yıllarda bütün sorunun kubbe olduğu üzerinde kurulmuş. Çoğundan tek kubbelisine değin mimarlar yeteneklerinin tümünü bu yolda harcamışlar. Bu serüven Mimar Sinan’a kadar sürüp gitmiş...

Yirmi kubbeli Ulu Cami’nin ardından neler gelir akla, Nilüfer Sultan, adını sulara veren sultan... “Genç Orhan’ın kollan arasında günün birinde güzelliğin kahramanlığa, hayatı istihkara bir mükâfatı gibi düşen bu kadınla beraber kurtuluş devrinin sert simasına aşkın tebessümü gelir. Yazık ki, hayatı ve şahsı hakkında pek az şey biliyoruz. Kendisiyle görüştüğünü söyleyen Arap Seyyahı îbni Batuta bile bize ondan sadece bir isim olarak bahseder. Fakat bizzat kendisi de bir ganimet çiçeği olan bu isim öyle telkinkâr, öyle şiirle dolu ki... Daha ziyade her güzel hülyanın, her saadet ve aşk,hülyasının içine dolabileceği bir çerçeveye benziyor. Bursa’da ise o, zamanın fâniliğinin timsali olan suyun ismi, bu toprakta yapılmış mucizeli terkibin rengi ve hâtırası, bu toprakta görülmüş ilk büyük aşk rüyasına bağlı çiçektir:

Gümüşlü,bir fecrin zafer aynası, Muradiye, sabrın acı meyvası, ömrünün timsali beyaz Nilüfer, Türbeler, camiler, eski bahçeler

Şanlı menkıbesi binlerce erin, Sesi arşa çıkan hengamelerin Nakleder yadımı gelen geçene.

Bu bir y a ş a m a k a şk ıd ır

N

İLÜ FER Hatun, Orhan Camisi ve Çekirge yolu

boyunca birbiri yanı sıra Muradiye, Şehzade türbeleri, sağlı sollu, eski yeni bütün kaplıcalar saray görünümünü yansıtan üst kat medresesiyle

Hüdavendigâr Camisi ve her adım başı karşımıza çıkan çeşmeler, sebiller, tükenmeyen su yollarıyla sanki bütün bir Erken Osmanlı Sanatı yalnız Bursa'da yaşamış; düğünleri, şölenleri, evliyaları, zaferleri, ağıtlarıyla, iç içe doludizgin bir devr-i saltanatı sürdürmüştür.

“Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibdâ ediyorlardı. Maddeye sindirmesini ihtirasla aradıkları bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu. Duvar, kubbe, kemer, mihrap, çini, hepsi Yeşil'de dua eder, Muradiye’de düşünür ve Yıldırırn’da harekete hazır, göklerin derinliğine susamış bir kartal hamlesiyle ovanın üstünde bekler. Hepsinde tek bir ruh terennüm eder. Bu ruh, milletimizin ve harsımızın zamanı yenmekten hoşlanan yaşamak aşkıdır.”

B u rsa 'n ın ge ç m işi y a ş a r ••••

URSA’yı gezip gördükten sonra, buralara çağlar içinden bakan Tanpmar gelir akla. Sonra sokağın gürültüsünü türbelerinden dinleyen sultanlar, şehzadeleri düşünür gönülleri dolduran Geyikli Baha’yı, Emir Sultan’ı, Süleyman Çelebi’yi düşünür ve bütün bunların yanı sıra Uludağ’a inip çıkan yerli yabancı gezginlerin Bursa’yı yalnız bir karlı dağ olarak mı tanımladıkları gelir akla. Bütün gelip gidenle­ rin dışında Bursa, geçmişi, uzun geçmişi, beürli bir içtenlikle sürdürüp gider.

Bu hayalde uyur Bursa her gece Her sabah onunla uyanır güller, Gümüş aydınlıkta serviler, güller,

Serin hülyasıyla bahçelerinin.

--- 9. EK:---

---EDİRNE CAMİLERİ

E

(8)

Emir Sultan Camii’nin içe ferahlık veren iç görüntüsü

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Yoldaş'ın bestelerini, İÜ Konservatuvarı Türk Müziği icra Heyeti Öğretim Üyesi İlknur Açıkel yorumlayacak.. Yol­ daş'la bu muhte- ¡sy, şem dönüşünü,

«Hapisane yapışma kapıları demirden olarak birkaç mah­ zen yaptırıp, işine elvermediği birisini adî suçla tutukladığın­ da o mahzenlerden birisine atar,

Benzer olarak Akdoğan (2012) anne babası boşanmış veya boşanmamış olan ergenlerin algıladıkları sosyal destek düzeyleri üzerine yapmış olduğu araştırmada,

Dr.Nevzad ATLIĞ - Devlet sanatçısı olan Atlığ, yeni plaklarda Devlet Klasik Türk Müziği Korosu nu başarıyla yönetiyor... İstanbul Şehir Üniversitesi

Sanatı, yazıları ve yayıncılığı üze­ rinde bölüm bölüm değerlendir­ meler yapan Nesrin Karaca’nın bu doktora tezi 1993’ün sonun­ da Milli Eğitim Bakanlığı

Daha sonraki yıllarda Gazi Eğitim Enstitüsü sanat tari­ hi ve müzik tarihi öğretmenliği (1930), Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Şube

Halide Edib, diğer bütün yazıları için de kullandığı hususi olarak dar - uzun kesilmiş kâğıt­ lar üzerine en ince teferruatına kadar hazırladığı

Türkiye halkı ilk önce bunla­ rın ucuzluğunu görerek sevin­ diler. Lâkin pek geç olarak an­ ladılar ki, modanın sık sık değiş­ mediği memleketlerde