Um,¡
İnsan, dünya üstünda var olduk tan sonra yavaş yavaş ruhunda - yanan anlama merakı v* öğrenme tecessüsü, üç yönda g-.üşmeğe baş lamıştır. Daha doğrusu »haşla-iş*
görünüyor.
Bu merak va tecessüs istikamet leri nelerdir?
Birincisi, insanın yasamak zorile, içinde bulunduğu tabiat kuvvetle rine ve unsurlarına hâkim olma ar zusudur. Bu arzu, ihtiyacdan doğ muştur. Hararetini gidermek için bulduğu pınarın suyunu yerinden kalkamıyacak haldeki bir yakını na getirme zorunda kalmış İlkel bir insamn sıkıntılı durumunu gö zünüzün önüne getirin; bu ne şid detli bir baskı, çare arayıp bulma da bu ne kuvvetli bir müessirdir? O baskı ve o tesirli arayıştır ki; suyu bir yerden başka bir yere ta şıma için «kova» dediğimiz âletin iik numunesini insanlığa kazandır mıştır. Tasları birbirine sürterek ateşi bulan ceddimiz (babamız di yemiyorum, belki bu şeytanca keş fi yapan, ilk analarımızdan biri idi.), atom bombası bulucusundan daha az zeki sayılabilir mi?
Uzatmıyalım; bu aramalar ve bulmalar, inşam, tabiat içinde ta- biati kullanmağa ve hayatı müm kün kılmağa alıp götürmüştür. Bu günkü müsbet ilim böyle doğmuş tur; bugün de böyle olmakta de vam etmektedir. Bacon’m «tabiate hâkim olmak, tabiati tanımakla mümkündür.» şeklinde ifade ettiği ana kural, söylemek istediğimiz fikri açıklar. İlim, üniversitelerde, enstitülerde, labortuarlarda, klinik lerde, kütübhanelerde... yapılır. Camide, kilisede, havrada veya kahvede, kulübde, meydanda, so kakta, yahud siyasi bir parti du rağında yapılmaz. Buralar, onun yeri değildir.
Gelelim, ikinci merak ve teces süs İstikametine... İnsan zekâsının adım adım açtığı bilgiler zemini n* . kadar genişlerse genişlesin, dalma
«bilinenler* yanında uçsuz bucaksız bir «bilinmiyenler» alanı kalacak tır. İnsan evlâdı, kendi devrine gö re blldiklerile yetinse ya!.. Hayır!.. Zekâ, cesaretli ve sergüzeştçi bir ok gibi (ok, ttirkçede zekâ demek tir.) daima menzilini uzatarak en karanlık, en tehlikeli bölgelere »al dırmaktan kendini tutamaz. Bere ket ki böyledir. Aksi takdirde in san, dünya üstünde beraber yaşa dığı ve son mukadderini bir gün beraber idrak edeceği hayvanlardan farksız kalırjdı. Onlar gibi içgüdü lerinin dışına çıkamaz, onlar gibi yaradılışın kendilerine öğrettiği şeyleri asırlar boyunca tekrarlama ğa mahkûm olurdu. Yaratma, mev cuda yeni şeyler katma, İnsana has tır ve bu, zekâ dediğimiz arayıcı, var olanla yetlnmlyen kudret sayesinde olmaktadır.
İnsandaki bu cür’etll istldad, onu, belki hiç bir zaman sarahatle bile- mıyeceği kudretlere çekip sürükler. İşte bu sarih bllinemiyeeeklertn di yarı «din» dir. Kudretlerin kud reti, türlü isimlerle ifade edilmiş
I
h a ş a n
İL». mjrnıı rfT
Y a z a n :
Á C 3 ¿V¿EL
ner ne olursa olsun, c-u -u . denlerle İdare edilenler, ik zümre teşkil etmişlerdir. Hiç zaman İkincisi, birinci zümr tam olarak memnun olmamıştır olamaz.
olan «Allah, tu Ahiler;, her şek linde, hu «büyü! hudret» e karşı duyulan iştiyakın ifadesidir. Onun için gerçek iman, «gaib» edir. Elle tutulan, gözle görülen, kulakla İşi tilen şey, iman konusu olamaz. Bu vasıfta olan «basit putlar bile gö- rülmiyen, tutulmıyan, bilinmlyen kudretleri temsil etmek İçin yapıl mış ve tapılmıştır.
Yollan ne var ayrı ise hep sana âşık Her birisi bir yol ile gülzâra
gelirler. Bütün din ayrılıkları, o «bilin- miyen kudret» de birleşirler. İlmin bildirmesine karşı din, inandırır. Din isbat etmez, telkin eder. Din konusunda münakaşa, beyhudedir. Bugün dünyada yaşıyan iki buçuk milyardan ve oldumolası yaşamış bulunan milyarlarca insandan kaçı, akıl ve muhakemelerile ince, uzun
tetkikattan sonra bulundukları din lere girmişlerdir? Din meselelerin de münakaşalar, daima mücadele leri doğurmuştur. Hiç bir samimi dindar, soğukkanlılıkla kendi iti- kad sisteminin tenkidine tahammül edemez. Din «uhrevî» bir müessese dir.
Üçüncü safha, siyasettir. Toplu halde yaşıyan, türlü boyda ve tür lü soydaki insan dünyevî hayatın da idare edilmesi ihtiyacı, «siyaset» dediğimiz nizamı ortaya çıkarmış tır. Siyaset, hayatın, hareket halinde ki her cephesini içine alır. Basit bir topluluk olan «klan» m, çök ka rışık bir siyasi bütün olan e’n bü yük devletlerden esas manivela iti- barile farkı yoktur. Çünkü her iki si de İnsanı insanla münasebetinde en çok mesud edici ve rahat ettirici bir düzene kavuşturma amacını gü derler. İdare ve hükümet şekilleri
RHAH
AYRICA:
Dİ6HR TALİHLİLERE
2 )0
ALTIN VERECEKTİR
5
AĞUSTOS -AKŞAM INA KADAR
“i) 0 „
LİRALIK BİR HESAP A Ç T IR IN IZ!..
İlim, düşündürür; din, inal, siyaset, yaptırır. Fakat her üçı. bu ayrılış halindeki manzara , . cak son asırlarda, esaslı bir ış bö lümde, o da şöyle böyle meydana gelebilmiştir. Daha eskilere gitti ğimiz zaman, düşünme, inanma ve yapma kudretlerinin bir arada vı bir elde olduğunu görürüz. Sihir bazlık, kâhinlik ve kabile reisliği, çok yerde ve çok devirde bir şahsın elinde toplanan kudretlerdi. Mı sırdaki fiavunlar, hem imparator, hem bilgin, hem tanrı idiler, ilim, rahiblere mahsustu ve hepsi Fra- vunun elinde idi. Ortaçağda papa, orduları olan bir devletin başı idi. Şövalye, Tanrının ve şerefin mü messili idi. Bizim Osmanlı padişah ları, Yavuz Sultan Selimden sal tanatın kaldırılmasına kadar hem Müslümanların halifesi, hem Türk- lerin hükümdarı idiler. Bugün İn giltere Kralı, din! ve dünyevî baş tır ama, bu başlık fi’ll kıymeti ol- mıynn nazari birer vasıftan iba rettir.
Beşerin bu İş bölümüne ermek için oluk oluk kanları akmıştır. Di ni dünya İşlerinden, dünya işleri ni dinden ayırma, uzun asırlar sür müş bir mücadelenin neticesidir. Değil dinler, hattâ aynı dinin türlü mezheblerl, mensublarına muhalif lerini yere germek için en çetin kavgaları yaptırmıştır. İki büyük Türk hakanı Yavuz İle Şah İsmail; Türk ve Acem tahtında, Sünnîlik ve Şiiliğin başı olarak oturdular. Ellzabeth II., Kanunîye aleyhinde İttifak teklif ederken İspanya Kra lım puta tapan bir dinsiz olarak takdim ediyordu. Nitekim Timür- lenk, Beyazidl hemen hemen aynı derece kötü vasıflarla İngiltere Kralı Henry’ye tanıtmağa çalış mıştı. Bir nevi Protestan hıristiyan olan Ellzabeth, Müslüman Kanunîyi Katolik düşmanı karşısında; Müslü man Timür, hıristiyan Henry’yi, Müslüman düşmanı karşısında ken dilerine daha yakın görmüşlerdi. Bu misaller, siyasetin dinden üs tün tutulmuş olduğunu gösterir.
Son günlerin olaylarım parti dışı bir tarafsız gözcü olarak dikkatle seyrederken ilim, din ve siyasetin, bu üç mühim cemiyet müessesesi- nin bizde birbirlerile olan münase betlerini düşünmekten kendimi ala madım. Bizde ne zaman bir hürri yet tecrübesine girişilirse oraya bu raya sinmiş, başlıca vasfı gerilik o- 1 an bir kısım politikacılar, cemiye tin atı mühim kıymeti olan dini bayrak olarak kullanmak İsterler. Ali ve Muaviye İhtilâfında sırıkla ra asılan Kur'an, bu cins politika madrabazlarının elinde uhrevi ve vicdanî hüviyetinden çıkarılmağa, günlük politika hareketlerinin alt
tan kışkırtıcı bir vasıtası haline getirilmeğe çalışılır. Bu, doğrudan — A t kam Ü S X. Sü. ;S ; « _