A Z A R IN P E N C E R E S İN D E N Selçuk Erez
İstanbul’daki Venedik’in sınırları
"Tarihi yarımada’’dan kuşbakışı bir kesit için de, ilginç bir açıdan Nuruosmaniye Camii ve arka planda, Sulta nahmet... Fotoğrafın sağ alt köşesinde, “Ve zir Hanı Caddesi” ve bir zamanların ünlü ‘Vezir Hanfnın kubbe leri... Bir yanı Saray- burnu kıy ıla rın d a n Haliç’e öbür yanı Top- kapı Sarayı'ndan surla ra uzanan tarihi yarımadada, paha bi çilmez bir kültür mira s ı, bir anlam da, İstanbul kentinin Vene- dik’i yaşıyor...
S
aturday Review’un 1983 mart sayısındaJorge Luis Borges ile yapılmış bir söyleşi yer alıyordu. Metin Celal sonradan bunu Türkçe’ye çevirip Sanat Olayı’nda yayımladı. Bu söyleşide 82 yaşında olan ve gözleri artık görmeyen yazar, gezileri çok sevdiğini söyler:
“ Mısır’ı görmedim ama oradaydım. Japonya’yı görmedim, ama Japonya’ya gittim. Amerika’ da olmak bana inanılmaz görünüyor, öylesine müthişti ki Buenos Aires’te, o kasvetli kasaba da olmaktan çok farklı.’’
Amerika’ya ne zaman gideceği sorulduğun da, “ Elimden geldiğince çabuk" diyor; “ Her
yere seyahat etmek istiyorum ve eve de gitmek istiyorum! Bu da seyahatimin bir parçası.”
Oysa yazar şehrini (evini) artık görememek tedir ve ülkesi (Arjantin) -ona göre- perişan bir haldedir; “ Ülkem umutsuz bir ülke” diyor;
“ Unuttuğumuz tek gerçek umutsuz olduğumuz- dur. Hiç kimse bir şey ümit etmiyor. Rüşvet, yolsuzluk, adam kaçırmalar, insanlann kaybol ması. Sürekli olarak yokuş aşağı inip gidiyoruz. Demokrasi var olduğunda Peron gibi budala ları ya da züppeleri seçiyoruz. Şimdiki de işi nin ehli değil, hem niçin işinin ehli olsun ki?”
Yurdunu bu kadar ümitsiz, kentini bu kadar kasvetli bulan yaşlı ve görmez bir insan evine de gitmek istiyor, kentine dönmek istiyor. Bun ca ümitsizliğe rağmen onu kentine çeken nedir? Bu kent çekimi evrenseldir. İstanbul Üniver sitesi felsefe hocalarından Prof. İsmail Tuna-
lı’nın bir yazısında (23 Ocak 1989, Cumhuri yet) bu evrensel çekimin nedeni çok güzel an latılır: “ Kentler yalnız bir insan çokluğunun ya
şadığı bir coğrafi mekân değildir, aynı zaman da insanlann karşılıklı ilişkilerinden, tinsel ile tişiminden meydana gelen bir kültür mekânı dır. Kentte coğrafi mekân, kültür mekânı ile tamamlanır ve bütünleşir.”
Şehirleri şehir yapan sadece yollar, meydan lar, binalar, yollar, binalar, meydanlar, yollar, binalar değildir. Şehirleri şehir yapan, bellek lerde yarattıkları birikimdir. Kasvetli, umutsuz bir ülkede hayatın son günlerini yaşayan ve gör me yeteneğini yitirmiş bir insan için bile işte bu birikim tek başına bir yaşamaya bağlanma ne deni olabilmektedir.
Bu gerçeğin kavranmaması, bilinmemesi kentlerimizin çoğunun son yüzyıl içinde canı na okunmasına yol açtı: Çelik Gülersoy’un söz leri ile “ Batılılaşma sürecine gireli yani yüzyıl
dır, durmadan yıkıyoruz... Trafik sıkıştı diye yıkıyoruz, kimi dönem Paris’e özenip yıkıyo ruz, şu sıralarda New York özentileri okuyo ruz... İstanbul’u İstanbul yapan bütün özellik ler kazınırsa ortaya çıkacak şehre artık İstan bul denmez belki ‘New İstanbul’ demek gere kir.” (Sanat Olayı, 1986 Ağustos).
Türkiye’deki nüfus patlamasından, iktisadi çöküntüden en fazla nasibini alan kentimiz İs tanbul’dur. Geçenlerde Tanju Cılızoğlu’nun İs tanbul Belediye Başkam Prof. Dr. Nurettin Sö
zen’le yaptığı söyleşinin başlığı, “ Çöküntünün
merkez üssü İstanbuP’du (18 Mayıs 1990 Ter cüman). Sözen durumu şöyle tanımlamıştır:
“ Özal ekonomisi iflas etti. Bütün Türkiye’nin kırsal kesimi tarım ürünlerinin tarlada para et memesinden, hükümetin verdiği taban fiyatı po litikasından ve sanayinin durmasından göçüyor.
Bu çöküntünün harmanı İstanbul’da dövülü yor. İstanbul’u açlar, işsizler ve umut arayan lar istila etti... Bu durumda İstanbul göç pat lamasının sıkıntısını yaşıyor. Çöken bir ekono minin, artık doyuramayan bir tarım sektörünün sığındığı yer İstanbul’dur.”
İstanbul hem Türkiye’nin nüfusu en çok ve en hızlı artan kenti olarak yeterliliğini koruya cak, artan nüfusa su, ekmek, yol, temiz hava, eğitim, iş ve umut sağlayacak hem de tarihi, kül türel boyutlarını, coğrafi peyzajını, yani insan ların belleklerinde yarattığı birikimleri sürdü remez, besleyemez bir hale gelmeyecek. Bunun anahtarını, bunun yolunu bulmak zorundayız.
Bu anahtarı ararken göz önünde bulundurul ması gereken bir husus daha vardır: 2000’li yıl larda turizmin, bütçemizin tüm açıklarını ka patacağını düşünüyorsak ya da bunun böyle ol masını istiyorsak kentin özelliklerini sürdürme miz için güçlü bir nedene daha sahibiz demek tir: Kentin eski niteliklerini, sadece bellekleri mizdeki birikimi besleyip bize yaşama nedeni sağladığı için değil, aynı zamanda onu
yeryü-zünde var olan binlerce kentten ayıran, onu bu binlerce kentten gelinip görülmeye değer kılan bir hac merkezi olarak da korumak zorunda yız.
Le Corbusier’in 1924’te yayımlanmış “ Ge
leceğin Kenti” (5-6) incelemesinde yer alan şu önemli sözleri Kostantiniye Haberleri Dergisi’-
nin ilk sayısında yayımlanmıştı: “ Haclar düzen
leriz, güzel kentlere niçin? Zihnimize ve duyu larımıza neşe kazandırmak için: Bu taştan ta nıklık aracılığı ile insanın yüce şeyler yapabile ceğini yeniden görmek ve böyle bir kesinliğin, eminliğin bize verebileceği sevinci duymak için değil de ne için?”
Le Corbusier İstanbul’da ilginç buldukları nı anlatırken şöyle der: “ Bir Türk atasözü, ‘ev
kuran önüne ağaç dikmeli’ der... Bizse söküp duruyoruz ağaçlan. İstanbul bir meyve bahçe sidir, bizim kentlerimiz ise taş ocakları.” Bü yük mimar bundan geleceğin kentleri için bile hisse çıkarır: “ Geleceğin kocaman kenti ağaç-
lıklann içine kurulabilir. Aynntılarda birlik, bü tünlüğünde kocaman bir karmaşa, insan olgu
su ile doğa olgusu arasında bir ortak ölçek ...”
Bu nitelikleri yaratan yapıların, doğanın ne kadarı nereye kadar korunmalı? Sınır nerden çizilmeli?
Çelik Gülersoy’un formülü şu: “ Asıl amaç
hiç değilse tarihi yarımada kısmında OsmanlI’ dan ne kalmışsa onu korumak olm alı.” (Sanat Olayı ağustos 1986). Melih Cevdet Anday’ın kente gökdelenler dikilmesi ile ilgili söyledik leri de bir yerde bu formüle yaklaşıyor: “ Eğer
İstanbul’da bir kurum altmış kadı gökdelen ya
pacak bir potansiyele sahipse ve onu kârlı ka lacak bir işletme ve de sağlam oturtabileceği bir zemin bulabiliyorsa... Eski kentin göbeğine dik memek koşulu ile yapsın da görelim!”
Böylece formül “ tarihi yarımada” yı, “ eski
kenti” korumak olarak belirleniyor.
Mesele aslında şudur: İstanbul’da gerçekte iki kent vardır; Venedik gibi Floransa gibi tarihi bir kent, aynı zamanda Mançester gibi bir de sanayi ve ticaret kenti İstanbul’da bir arada bu lunmaktadır!
Biz bugüne kadar İstanbul’daki Venedik’in nerede bittiğini, Mançester’in nerede başladı ğını saptamamışız. Bu konuda geciktiğimizden, Mançester gitmiş, Venedik’in üstüne oturup onu ezmiş.
Sanayi ve ticaret metropolü haline gelen İs tanbul’u, Venedik’in hududunu çizip bu hudu dun dışında geliştirseydik, ticaret merkezlerini eski kentin ortasına oturtmasaydık, Adnan
Menderes döneminde ve Dalan zamanında es ki kenti büyük caddelerle kesip biçmeye ve yok etmeye kalkmazdık: Haliç’te cadde açacağız di ye 17. yüzyılın mimarisinin güzel örneklerini,
Yemişçiler Çarşısı’nı yıkmaz, İtalyan ve Alman sanat tarihçilerinin inceleyip monografi yazdık ları Casa di Venezia’yı yok etmez, Cibali Sina-
gogu’nu, Perşembe Pazarı’nda Şirket-i Hayri ye binasını yıkmazdık (Bkz. Onat Kutlar: Ko nuşması gerekenler niçin susuyor? Milliyet Sa nat 15 Temmuz 1986).
İstanbul’da Venedik’in nerede bittiği bir an önce saptanmalı. Bence bu sınır tarihi yarıma danın içine taşmaktadır; Taksim’e kadar Beyoğ- lu’nu da Boğaz’ın sahil şeritlerini de içine al maktadır.
Yeniden kurulan Belediye Nazım Plan Büro- su’nun ana görevlerinden biri, bu sınırın ma halle mahalle ciddi bir şekilde çizilmesi olmalı dır. Bu sınır bu şekilde çizildikten ve ilgili mes lek kuruluşları ve üniversite birimlerinde tartı şılıp son şeklini aldıktan sonra gerekli merciler tarafından tescil edilmeli ve bundan böyle bu sınırlar içinde yer alan insan ve doğa yapısı doku büyük bir hassasiyetle korunmalıdır. Bu sınır lar içinde yeniden yapılacak binaların doğaya taşmamaları, eski doku ile mutlak bir uyum içinde bulunmaları şart koşulmalıdır. Bu sınır lar dışında da çağımızın kentlerine özgü yapı lar tabii ki yine belli bir estetik, ama değişik ve farklı bir estetik gözetilerek oluşturulabilmeli, mesela gökdelenler bu hudutların ötesinde yer alabilmelidir.
İstanbul’daki Venedik’le İstanbul’daki Man- çester’i ayıran sınırı çizip bunu tescil ederek dos ta düşmana, iyi niyetlisine ve kötü niyetlisine davul zurna ile duyurduğumuzda, İstanbul’u koruyacaklara en önemli desteği sağlamış ola cağız. □
17
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi