• Sonuç bulunamadı

Fildişi Kule'den:Ali Paşa'nın vasiyetnamesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Fildişi Kule'den:Ali Paşa'nın vasiyetnamesi"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÂLİ PAŞA NIN V A S İ Y E T N A M E S İ

I

L

a Bruyère, Richelieu'nün siyasi vasiyetnamesini göklere çıkarır. Bu kadar erkekçe, bu kadar sağlam düşü - nen bir adam elbette ki başarı ­ dan başarıya koşacaktı, der... O çapta biri ya hiç yazmaz, ya da böyle yazar. Voltaire'e göre bir bayağılıklar sergisidir Vasiyetna­ me. Richelieu'nün kaleminden çıktığı çok şüphelidir. Büyük Frederik de Voltaire gibi düşü­ nür : «En büyük zekâların ka - rardığı oluyor : Richelieu Vasi­ yetnamemi yazıyor, Newton Va­ hiy Kitabı'm.» Sainte-Beuve va­ siyetnamenin hayranıdır; üslûbu­ nu, yer yer Shakespeare'le, Schil- ler'le karşılaştırır. Kitap, kardi - nalin bütün siyasi tecrübesini özetler; «devlet adamının el ki­ tabı» dır. (Bk. Causeries de Lun­ di, Cilt VII, 224- 265.) Bir baş­ ka araştırıcı, Léon Noel için, Vasiyetname «aklın, tecrübenin, realizmin şaheseri... Fransız po­ litika sanatının zirvesi, ve bir bakıma mecellesi» dir.

Vasiyetname bir filozofun değil, bir hareket adamının ese­ ri. Yazar, hikmet-i hükümete ahlâk cübbesi giydirir. Aristok - rasiye, derebeylik artıklarına, din savaşlarına düşmandır. Hal­ ka âşık olduğu da söylenemez : «Avamın okuyup yazmasına ne lüzum var? Eğitim Fransa'yı boşboğazlarla doldurur. Hiçbir işe yaramaz bunlar. Aileleri fe­ lâkete sürükler, halkın huzuru­ nu bozarlar. Kitap avamın ka - fasında şüpheler yaratır.» Başka bir yerde : «Bütün politikacılar bilir ki, der, halk refaha kavu - şunca zaptedilmez olur. Katıra benzer avam, yük altında uysal

-dır, fazla dinlenince azar.» Bü­ yük Richelieu'nün ölümsüz v a ­ siyetnamesi böyle hikmetlerle dolu.

Âli Paşa'yı düşünüyorum; Genç Osmanlılar'ın vur abalıya'- sı Âli Paşa'yı. Abdülaziz Han'ın vezir-i âzami Richelieu'den çok daha talihsiz, ama çok daha dü­ rüst, çok daha insan. O büyük devlet adamı, tam yüz yıl önce (7 eylül 1871) bütün siyasi h a ­ yatını kırk sayfada özetlemiş, padişah-ı cihana, ölümünden sonra izlenmesi gereken yolu göstermişti.

Vasiyetname, karşılaştığı - mız güçlükleri anlatmayacağım, diye başlıyor. Onbeş uzun yıl mücadele ettik. Düşmanlarımız zorluydular. Ayakta durmak, bölünmemek, parçalanmamak lâzımdı. Üstelik kalkınacaktık da. Hatalarımız olmuştur, ama imparatorluk aşağı yukarı ha - sar görmemiş durumda. Fuad ve ben iktidara geldiğimiz z a ­ man imparatorluk uçurumun ke­ narındaydı.

Vaterlo'da sona eren kanlı devreyi uzun barış yılları izledi. Milletler teşkilâtlandı, kuvvet­ lendi; ihtirasları gelişti. Nüfuz­ larını arttırmak .sanayilerine pa­ zar bulmak için ya silaha sarı­ lacak, yahut da diplomatik kon­ feranslara baş vuracaklardı. Bü­ tün bu barışçı veya savaşçı işta- halar karşısında, hemen hemen bâkir, âdeta işlenmemiş, aşağı yukarı meçhul kalmış bir ülke olan Türkiye Eldorado'dan fark­ sızdı. Teb'a-i şahane, komşuları­ nın fikri ve maddi ilerlemelerine kıyasla geri kalmıştı.

Ülkemize göz dikenler an

-<c ıe M 1 İD ML İli > JK1: <Ç

laşmazlık içindeydiler. Bazıları topraklarımızı ele geçirmek isti­ yordu, bazıları bizi sömürerek sanayi ve ticaretlerini geliştir­ mek. Birinciler gizli niyetlerini şairane sözlerle maskeliyorlardı: acı çeken insanlığı rahata kavuş­ turacak, din kardeşlerini kurta - racak, ezilen kavimlerin zincirle­ rini kıracaklardı. Bu kutsal e - meller uğrunda ülkemize gire­ ceklerdi. İkinciler, olmaz! diyor­ lardı, olmaz ve olmamalıdır! Os­ manlI ülkesinin bütünlüğü Av - rupa'nın dengesi için şarttır. Aynı iki yüzlülük. İzleyeceğimiz politika meydandaydı. Bazı dev­ letlerin saldırı gücüne karşı öte­ kilerin müdafaa gücünü kulla - nacaktık.

Bu arada teb'amızın bir kısmı uyuşukluktan kurtuluyor­ du. Adetlerde değişiklikler olu - yor, yeni ihtiyaçlar çıkıyordu sahneye. Ama ithal edilen bir medeniyetti bu, ağır ve kaçınıl - maz bir olgunlaşmanın meyvesi değildi. Böyle olduğu için, Av - rupa'nın faziletlerinden çok re­ zaletlerini aldık...

... Elimizdeki imkânlar çok sınırlıydı. Memurlarımız umumiyetle ehliyetsizdi. Askeri­ miz vardı, ama ordumuz yoktu; Memlekette yol olmadığından memurların suiistimallerinden, tahrikçilerin fesatlarından za­ manında haberdar olamıyorduk. Hükümet rejimimiz kararsız ve düzensizdi. Kanun ve nizamlar­ dan mahrumduk; her memur kendi başına bırakılmıştı; mesu­ liyetten kaçıyor, aylak yaşıyor - du.

Önce dış münasebetlerimizi düzene koymak zorundaydık.

(2)

Hayat hakkımızı tanıtmak, Av­ rupa konseyine girmek istiyor­ duk; başardık bunu. Sınırlarımı­ zı tesbit ederken bazı fedakârlık­ lara katlanmak gerekti. Bunlar zahirî tavizlerdi: Belgrad kalesi gibi. Fiilî durumları kanunileş - tirdik, o kadar. Aksini yapıp binlerce insanın kanını mı dök - meliydik. Bu arada Avrupa mil­ letleri neler kaybetmediler. Biz, askerle dövüşmedik, diplomasi yolunu seçtik, diplomatik nota - larımızla başarı kazandık.

Dış meseleleri hal yoluna koyarken iç meseleleri de ihmal edemezdik. Ana davamız halkın arzularını tanımak, ihtiyaçlarını sezmek, fikrî gelişmesini izle - mekti. Nankör bir dava. Avrupa bizi bir tuzağa itiyordu; Avrupa, bazı ütopyacılar ve bir takım kısa görüşlü diplomatlar. Bun - lara göre, hiçbir hazırlıkta bu - Ilınmadan hemen Avrupa örf ve âdetlerini memlekete sokmak ve avrupaî bir hükümet kurmak lâzımdı. Bu taleplerden yerinde bulduklarımızı uyguluyorduk, ama iyice ölçüp biçtikten son - ra; sarsıntıları önleyerek; önce yurt menfaatlerini düşünüyorduk. Avrupa'nın her istediğini yapar gibi görünüyorduk. Bu teklifler umumiyetle caziptiler, ama bizim için değil kendileri için. Bunların hepsini kabul etsek mahvolurduk; ama bunu Avrupa'ya anlatmak güçtü ve ihtiyatsızlık! olurdu.

Ülkenin kalkınması Batı ile olan münasebetlerimize bağlı. Eyaletlerdeki kargaşalıkların kö­ kü dışarda. En büyük dertleri­ mizden biri de kapitülasyonlar. Bu bağları gevşetmenin tek yolu Avrupa devletleriyle anlaşmalar yapmaktır. Yabancı devletlerle temaslarımızın onda dokuzu iç meselelerimizle ilgili.

Yepyeni bir teşkilât kurduk. İltimasla mücadele ettik. Anlat­ tık ki memurlar her hangi bir ferdin, her hangi bir zümrenin değil, memleketin emrindedirler. Yalnız ehliyetsizliği sabit me­ murlara yol verdik. Çalışanların istikballerinden emin olmaları gerekti. Nizamnamelerimizin

hepsi uygulanmadıysa bu bizim hatamız değildir... Maaşlar ki - fayetsiz. Herkes en yüksek ma­ kama kadar yükselebilmektedir. Bizim de kusurlarımız ol - muştur. Aydınlatılmağa ihtiya - cimiz vardı. Öğütlere daima ku­ lak verdik. Bizden farklı düşü - nenlere saygı gösterdik. Tenkit­ lerde iki şey aradık : terbiye ve samimiyet. Adettir, biz öldükten sonra aleyhimizde bulunacaklar. Sağlığımızda da bazı hayalpe - restlerin saldırılarına uğradık. Birinciler, biz hayatta iken ku - surlarımızı söylemeğe, fikirlerini söylemeğe cesaret edemediler, İkincileri ise iş başına getirmek­ ten korktuk, tecrübesiz ve a ta k ­ tılar.

Ülkenin birçok bölgelerinde müslümanlarla hıristiyanlar ara - sında kargaşalıklar çıktı. Bunları yatıştırmak geçici bir tedbirdi. Mesele fethedenlerle fethedilen - ler arasındaki çatışmayı ortadan kaldırmaktı. Ademi merkeziyet gerçekleştirilmesi düşünülen bir tedbir. Ülkeyi vilâyetlere ay ır­ dık. Devlet şûrasını, adalet di - vanını, istinaf mahkemesini kur­ duk. Galatasaray sultanisi, ra - sathane de bizim eserimizdir... İdarenin her kolu için müfettiş­ likler ihdas etmek istiyorduk. Vergilerin matrahını değiştirmek gerekiyordu. Yeni kanunlar sa­ yesinde mülkiyetin intikali k o ­ laylaştırıldı. Payitahtla vilâyetleri birbirine bağlamağa çalıştık. Bir­ çok imtiyaz kaldırıldı. Ticari anlaşmalar yeniden gözden ge - çirildi. Gümrük resimleri artırıl­ dı (maalesef istediğimiz kadar değil). Hükümet mamul ve ham maddelerimizin ihracını kolay

-laştırmalı ve yabancı malların yurda girmesini mümkün olduğu kadar önlemelidir. Biz yolu aç­ tık.

... Şiddetli hücumlara ma­ ruzduk, kendimizi nasıl koruya­ caktık? Sözle. Haklarımızı nasıl kabul ettirecektik? Diplomatik delillerle. Meselâ «Avrupa mu­ vazenesinin devamı imparator­ luğun yaşamasına bağlıdır» di - yecektik. İtiraf edelim ki çü - rük bir temeldi bu; bugün için olmasa, bile yarın için çürük. Avrupa muvazenesi bizim zara­ rımıza bozulabilir. (Ahmed Mid- hat efendi üstadımın Namık Ke­ mal'e yazdıklarını hatırlıyorum ; «İstikbalimizin emniyeti için Av­ rupa devletler muvazenesinin mabihilhayatı bizim muhafaza-i istikbalimiz olduğunu dermeyan ediyorsunuz. Benim şanlı ve sa- adetli gördüğüm istikbal bu de­ ğildir, beyim... Vaktiyle kılıcı­ mıza baş eğdirdiğimiz kimsele - rin saye-i lûtfunda yaşayıp gi­ deceksek, yani saadet-i atiye - miz bundan ibaret kalacaksa ben o saadeti istemem. Çünkü maksadım Avrupa devletler mu­ vazenesini muhafaza değildir. Osmanlılık şanını muhafaza et­ mek ve... Vaktiyle birinci Fran- çois'nın yazmış olduğu gibi is - tirhamnameler yazıldığtm (belki hayatım yetmeyeceği cihetle) hiç olmazsa mezarımın içinde seyredip orada müftehir olmak­ tır. Ya böyle olsun, ya hiç ol­ masın!» Bedir gazetesi, 1872.) Âli paşa devam ediyor : Avru­ pa ile aramızda daha sağlam bağlar yaratmalıydık. Onun mad­ di menfaatleriyle bizimkiler ay­ nı olmalıydı. Ancak o zaman imparatorluğun tamamiyet-i mül- kiyesi bir gerçek olabilirdi. Türkiye aleyhindeki birçok te­ şebbüsler Avrupa sayesinde ön - lendi.

Demiryolları gibi büyük yatırımları kendimiz yapamıyor- duk. Yerli sermayeye başvur - mak da tehlikeliydi; hemen ne­ tice almak isteyen, büyük kâr­ lara alışmış bir sermayeydi bu. Yabancı şirketlere baş vurduk. 22

(3)

ÂLİ P A Ş A NIN V A S İ Y E T N A M E S İ

II

S

onra Paşa yerini alacakla­ ra neler yapılması gerek­ tiğini anlatıyor :

Hiçbir beşeri güç, milliyetler prensibi ve sosyalizmin ortaya çı­ kardığı olayların gelişmesine en - gel olamaz. Coğrafi durum bakı­ mından kaderimiz Avrupa'nınki- ne bağlı. Avrupa son yıllarda bü­ tün servet kaynaklarını silâhlan - ma uğrunda seferber etti. Türki­ ye ile sınaî ve ticari münasebet - ieri eskisinden farklı. Yirmi yıl­ dan beri durumumuz oldukça dü­ zeldi. Bizi sömürmenin o kadar kolay olmadığını anladılar. Avru­ pa'nın saygısını kazandık, Avrupa konserinde hatırı sayılır bir yeri - miz var. Sözde mağdur tebanız olan hıristiyanlara karşı Avrupa' nın merhametini kışkırtmak ge - çerli olmaktan çıktı. Düşmanları­ mız onları yalancı vaidlerle de ayaklandıramıyor artık. Bizimle menfaat birliği yapmak istiyorlar. Ama bu iyi niyetin devam etme­ si için gerekli ıslahatı yapmak zorundayız. Ülkemiz için en bü­ yük felâket yerimize ehliyetsiz bir sadrazamın geçmesi, eserimizi yanlış anlaması ve takip ettiğimiz yolu terketmesi.

Haşmetmeab, sadaret maka­ mım sık sık yeni ellere tevdi et­ meyin. Gelecek zatın belli bir programı olmalı ve onu uygula­ malı. Mesuliyetlerin hudutlandı - rılması lâzım. Halk zat-ı şahane­ nizle ve sadrazamla temas kura - bilmeli. Yoksa memleketin duru­ munu kavrayamazsınız. Ecdad-ı izamınız tebdil-i kıyafet ederek tebanm arasına karışırlardı... în- firad politikasından kaçınınız. Bi­

linmeyen bir düşman, bilinen on düşmandan daha tehlikelidir. Komşularımızda neler olup bit­ tiğini dikkatle izlemelisiniz. Te - banız komşu ülkelerdeki halkla­ rın yaşayışını kıskanmamalı.

Uzak memleketlerle müna - sebetimiz ticari ve sınaî münase­ betlerdir. Bizi güç duruma sok - mak işlerine gelmez. Onların öğütlerine kulak vermeli, hattâ yardımlarım istemeliyiz. Kendi çıkarlarını düşünürken bizimkile­ rini de düşüneceklerdir.

... Bazı müesseseler kurduk, bazı tedbirler aldık; bunlar, mas­ rafı muciptir bahanesiyle yıkıl - mamalı.

Çeşitli tebalar arasında ırk ve menfaat ayrılıkları var. Bu, ergeç bizden ayıracak onları. Dev­ let, eğitim aracılığıyla menfaat­ leri birleştirmeğe, ülkenin parça­ lanmasını önlemeğe çalışmalıdır. İnsanlar refah ve emniyet peşin - dedirler, vatan bu iki ihtiyacın sağlandığı yerdir.

...Çeşitli cemaatlerin elde ettiği imtiyazlar görevler arasın - daki farklılıktan gelmektedir. Bü­ yük bir mahzur. Müslüman teba­ nm başlıca işi devlet hizmetidir, öteki tebalar para kazanmakla meşgul. Bu sayede üstün durum­ dadırlar. Üstelik savaşta ölen de yalnız müslümanlar, bu yüzden müslüman ahalinin sayısı gün geçtikçe azalmaktadır. Böyle gi­ derse azınlık haline geleceğiz. Ta­ rih, mağlupların istimsal ettiği fatihlerin hikâyeleriyle dolu. On yıl kışlalarda ömür tükettikten sonra köyüne dönen bir erkek ne işe yarar? Müslümanlar da

hıris-<C 3B M t Jü M IB R t <Ç

tiyanlar gibi ziraatle, sanatla, ti - caretle uğraşmalı. Tek devamlı sermaye emektir. Kurtuluş çalış­ makla mümkün. Müslümanlar hıristiyanların inhisarındaki mes­ leklere el atmalı, hıristiyanlar da nüfusları nisbetinde devlete as­ ker, subay, memur vermelidirler.

...H e r iktidara geçen k en ­ dinden önce yapılanları bozmak - la işe başlıyor. Maiyetindeki me - murían değiştiriyor. Yükselebilen ancak dalkavuklar. Herkes dev­ letin sırtından refah elde etmek peşinde. Emeğin hakkını vermek, memurları oradan oraya naklet - memek, halk nazarındaki itibar­ larım yükseltmek lâzım... E hli­ yetli memurlar kullanmak sure­ tiyle memur sayısını bugünkünün dörtte birine indirebiliriz.

Bütün ağırlık köylünün sır - tında. Vergi servetle mütenasip olmalı. Cibayet sistemi sakat. Memleketin kadastrosu yapılma - lı, istatistiğe önem verilmelidir. Bunları başlattık, fakat istediği­ miz neticeyi alamadık : maaşlar kifayetsiz, ehliyetli insan az. De­ mirbaş defteri, yevmiye defteri, kasa defteri olmayan bir tüccara benziyoruz.

Mülkiyet hürriyete kavuşma­ lı, açık ve aydınlık kanunlarla düzenlenmeli. Mülkiyet rejimi sermayedarı ürkütüyor; faiz had­ di yüzde yirmiden yüzde elliye kadar çıkmaktadır. Kredi bulmak imkânsız.

Avrupalı göçmenler Ameri - ka'ya, Avustralya'ya gideceklerine bize gelsinler. Memleketimizde boş arazi uçsuz bucaksız. Alman veya isviçreli göçmenler Ameri

(4)

ka'da nasıl amerikalı oluyorlarsa bizde de osmanlı olurlar. Avıu - pah birçok memurlarımız bizden çok osmanlı değil mi? Köylüyü toprağa bağlamak lâzım, toprağı­ mız geniş ve bereketli. Köylüyü tefeciden kurtarmalı, a'şarı kal - dırmalıyız. Ziraat bankaları ku - rulmalı.

Âli Paşa devlet çiftliklerinin aleyhindedir. Bu çiftlikleri idare edecek olanlar işi ucundan tuta - caklardır. Öteki müesseselerimize benzeyecektir bu çiftlikler. D ev­ let fabrikalarından da vaz geçi - niz diyor. Bunlar çok masraflı ve faydasız; özel teşebbüsü boğmak­ tadırlar. Oysa yalnız özel teşeb - büs güçlenip gelişebilir. Devlet fabrikaları özel şirketlere devre­ dilmelidir. Hükümet sadece hisse­ dar olmalıdır bu fabrikalara.

Taşraya genel komiserler göndermelisiniz; dürüst, tecrübeli, bilgili komiserler. Memleketin ha­ lini onlar inceleyip hükümete ar- zetmelidirler. Eyalet İstanbul a ehliyetli temsilciler yollayamaz.

... Zırhlılarınız boğaz içinde nazlı nazlı dolaşıyor. Yabancı tersanelerde imal ettirilen bu ge­ miler ticaret filolarının yerini al­ makta, onların gelişmesine engel olmaktadır. Avrupa'nın durumu başka, onun sömürgeleri var. Sa­ vunulacak uzak menfaatleri söz konusu. Bazı devletler de maden sanayilerini geliştirmek için zırhlı yapıyorlar. Savaşta asker taşıya - cak gemiler ticaret gemileridir. Bize küçük ve süratli gemiler lâ­ zım. Devamlı ve büyük bir ordu da lüzumsuz. Stratejik noktalar­

da istihkâmlar kurmak daha fay­ dalı.

Âli Paşa'nm bizim için en ! dikkate değer taraflarından biri j de basın hürriyetine verdiği 1 önemdir. Kendisini dinleyelim :

Basın hürriyeti ancak hata - larını düzeltmek istemeyen hükü­ metler için bir tehlikedir. Sizin hükümetiniz yurdun iyiliğinden başka birşey düşünmüyor, o hal­ de böyle bir hürriyet onun için bir nimettir. Bir milletin düşün - cesim baskı altında tutmak, onu bir takını gizli yollar aramağa zorlar, eninde sonunda bulur bu yolları. Hürriyetsizlik her türlü fesadı kolaylaştırır. Devletin gü - veni tehlikeye girer, zora başvur­ mak gerekir. Basın hürriyeti kö­ tülükle savaşmak ve faydalı ol - mak isteyen her hükümetin tabiî müttefikidir. Bugünkü idarede basın Osmanlılar arasında zayıf bir bağ kurabiliyor. Amme men­ faati bilhassa taşrada meçhul; tek kaygı özel çıkar. Basına ve genel olarak her nevi yayma ge - niş bir hürriyet verilmeli ki, Os­ manlIları birbirine bağlayan bağ kuvvetlensin. Basın siyasi mesele­ lerle uğraşacak, hükümetin yap - tıklarını değerlendirecek ve ülke­ nin ihtiyaçlarını belirtecek, ihda - sini istediğimiz genel komiserle - rin işini kolaylaştıracaktır. Basın, millet meclisi kuruluncaya kadar bu meclisin yerini tutacaktır. Memleketi tanımayanlar boyuna millet meclisinden söz ediyorlar. Devlet işlerini tartışacak, denet - leyecekmiş bu meclis. Eyaletliler- den, hattâ payitaht ahâlisinden

B İ R B A H A R A Ş İ İ R

D ağların yücesindeki karsın Şiirlerde, şarkılarda yaşarsın

G eçsin sen eler, ne çıkar aldırm a çocuk Sen öm rüm üzde tü k en m iyen baharsın. NURETTİN ÖZDEMİR

kurulacak böyle bir topluluk çok geçmeden acınacak bir acz içine düşer. Acele etmemeliyiz. Yapı - lacak ilk iş basını bütün engeller­ den kurtarmak ve tam bir hürri­ yete kavuşturmaktır.

Hükümet de büyük bir ga - zete kurmalıdır. Bu gazete yerli ve yabancı basının makalelerine cevap vermelidir. Hükümetin ve yurdun gerçek menfaatlerini mü - dafaa etmelidir. Kanunları, ni - zamnameleri, buyrukları yayın­ layacak, halka hükümetin aldığı tedbirleri izah edecek, gerekçele - rini anlatacaktır bu büyük gaze - zete; kötü niyetleri zararsız hale getirecektir. Gazetenin yöneticile­ ri hiçbir dalkavukluğa tenezzül etmeyecektir. Halk müdahaneden iğrenir. Ona göre müdahane en acı hakikatten daha çirkindir. Bu gazetenin şiari hakikat ve sami­ miyet olacaktır.

Paşa'nm sözleri burada biti - yor. Vasiyetname Türkiye'de ya - yınlanmış mı? Bilen yok. Meh­ met Galip, Âli ve Fuad paşaların vasiyetnamelerinden söz etmekte, fakat bunların ne zaman, hangi dilde yazıldıklarım kaydetmemek- tedir. (Tarih-i Osmânî Encümeni Mecmuası, 1329, 70). Tanzimat'­ ın yüzüncü yıldönümü münasebe­ tiyle yayınlanan Tanzimat adlı kitabın 892 nci sahifesinde Vasi- yetname'nin adına rastlıyoruz: Walter Wright, Âli Paşa'nm bir nevi siyasi vasiyetname bıraktığı­ nı, bunun da türkçe olarak ya - yınlandığını söylerken, Birge böyle bir eserin basılmamış oldu­ ğunu ileri sürüyor. Ben de —Prof. Davison gibi— Vasiyet­ namenin yalnız fransızcasını gör­ düm; Revue de Paris'nin 1910 da ayrı baskı olarak yayınladığı kırk sayfalık bir risale bu. Fran- sızcası dürüst, tok ve adetâ «ve­ zirime». Bütün bir çağa ışık ser­ pen bu çok değerli vesikanın mevsukiyetinden şüphe etmek için hiçbir ciddî sebep yok. (Bk. Davison'ın Reform in Ottoman Empire, Princeton 1963, S. 415- 418.)

22

Referanslar

Benzer Belgeler

Bakanlar Kurulu Sayın Üyelerine, İstanbul Valisi Sayın Nevzat Ayaz’a, Birinci Ordu Komutanı Orge­ neral Sayın Haydar Saltık’a, Harp Akademileri Komutanı

asırda bazı İstanbul saray ve ko­ naklarında Türk eşyalarile bera­ ber Avrupa koltuklarının da yer aldıklarını görüyoruz. Sadnazam Nevşehirli İbrahim Pa

Reşit Paşa Londrada — Reşit Paşa ve İngiliz diplomasisi — İngilizlerin Rus - Türk müna­ sebetleri üzerindeki görüşleri — Reşit ve &amp;li..

Recent studies have demonstrated an analytical approach to interpret the DTI derived parameters, using axial diffusivity ( λ || ) and radial diffusivity ( λ ┴ ), for assessing

Ancak sualtı arkeoloji- si, arkeolojik bilginin yanı sıra denizcilik, sualtı tek- nikleri, derin dalış teknolojisi, sualtı mühendisliği, elektronik, yazılım gibi çok

tar, günümüzde rüzgâr tirbünleri ya da güneş panelleri kullanılarak elde edilen elektrik enerjisinin yaklaşık 1/5’i kadar. Ancak bitkilerin elektrik gücünün

Öyleyken, Tazminat şairleri milletin uykusunu ölüm diye yazdılar, ve, milleti uyandır­ mak için, ona, «öldün» diye haykırdılar.. Vâkıa uyuyan milletleri ses