ÂLİ PAŞA NIN V A S İ Y E T N A M E S İ
I
L
a Bruyère, Richelieu'nün siyasi vasiyetnamesini göklere çıkarır. Bu kadar erkekçe, bu kadar sağlam düşü - nen bir adam elbette ki başarı dan başarıya koşacaktı, der... O çapta biri ya hiç yazmaz, ya da böyle yazar. Voltaire'e göre bir bayağılıklar sergisidir Vasiyetna me. Richelieu'nün kaleminden çıktığı çok şüphelidir. Büyük Frederik de Voltaire gibi düşü nür : «En büyük zekâların ka - rardığı oluyor : Richelieu Vasi yetnamemi yazıyor, Newton Va hiy Kitabı'm.» Sainte-Beuve va siyetnamenin hayranıdır; üslûbu nu, yer yer Shakespeare'le, Schil- ler'le karşılaştırır. Kitap, kardi - nalin bütün siyasi tecrübesini özetler; «devlet adamının el ki tabı» dır. (Bk. Causeries de Lun di, Cilt VII, 224- 265.) Bir baş ka araştırıcı, Léon Noel için, Vasiyetname «aklın, tecrübenin, realizmin şaheseri... Fransız po litika sanatının zirvesi, ve bir bakıma mecellesi» dir.Vasiyetname bir filozofun değil, bir hareket adamının ese ri. Yazar, hikmet-i hükümete ahlâk cübbesi giydirir. Aristok - rasiye, derebeylik artıklarına, din savaşlarına düşmandır. Hal ka âşık olduğu da söylenemez : «Avamın okuyup yazmasına ne lüzum var? Eğitim Fransa'yı boşboğazlarla doldurur. Hiçbir işe yaramaz bunlar. Aileleri fe lâkete sürükler, halkın huzuru nu bozarlar. Kitap avamın ka - fasında şüpheler yaratır.» Başka bir yerde : «Bütün politikacılar bilir ki, der, halk refaha kavu - şunca zaptedilmez olur. Katıra benzer avam, yük altında uysal
-dır, fazla dinlenince azar.» Bü yük Richelieu'nün ölümsüz v a siyetnamesi böyle hikmetlerle dolu.
Âli Paşa'yı düşünüyorum; Genç Osmanlılar'ın vur abalıya'- sı Âli Paşa'yı. Abdülaziz Han'ın vezir-i âzami Richelieu'den çok daha talihsiz, ama çok daha dü rüst, çok daha insan. O büyük devlet adamı, tam yüz yıl önce (7 eylül 1871) bütün siyasi h a yatını kırk sayfada özetlemiş, padişah-ı cihana, ölümünden sonra izlenmesi gereken yolu göstermişti.
Vasiyetname, karşılaştığı - mız güçlükleri anlatmayacağım, diye başlıyor. Onbeş uzun yıl mücadele ettik. Düşmanlarımız zorluydular. Ayakta durmak, bölünmemek, parçalanmamak lâzımdı. Üstelik kalkınacaktık da. Hatalarımız olmuştur, ama imparatorluk aşağı yukarı ha - sar görmemiş durumda. Fuad ve ben iktidara geldiğimiz z a man imparatorluk uçurumun ke narındaydı.
Vaterlo'da sona eren kanlı devreyi uzun barış yılları izledi. Milletler teşkilâtlandı, kuvvet lendi; ihtirasları gelişti. Nüfuz larını arttırmak .sanayilerine pa zar bulmak için ya silaha sarı lacak, yahut da diplomatik kon feranslara baş vuracaklardı. Bü tün bu barışçı veya savaşçı işta- halar karşısında, hemen hemen bâkir, âdeta işlenmemiş, aşağı yukarı meçhul kalmış bir ülke olan Türkiye Eldorado'dan fark sızdı. Teb'a-i şahane, komşuları nın fikri ve maddi ilerlemelerine kıyasla geri kalmıştı.
Ülkemize göz dikenler an
-<c ıe M 1 İD ML İli > JK1: <Ç
laşmazlık içindeydiler. Bazıları topraklarımızı ele geçirmek isti yordu, bazıları bizi sömürerek sanayi ve ticaretlerini geliştir mek. Birinciler gizli niyetlerini şairane sözlerle maskeliyorlardı: acı çeken insanlığı rahata kavuş turacak, din kardeşlerini kurta - racak, ezilen kavimlerin zincirle rini kıracaklardı. Bu kutsal e - meller uğrunda ülkemize gire ceklerdi. İkinciler, olmaz! diyor lardı, olmaz ve olmamalıdır! Os manlI ülkesinin bütünlüğü Av - rupa'nın dengesi için şarttır. Aynı iki yüzlülük. İzleyeceğimiz politika meydandaydı. Bazı dev letlerin saldırı gücüne karşı öte kilerin müdafaa gücünü kulla - nacaktık.
Bu arada teb'amızın bir kısmı uyuşukluktan kurtuluyor du. Adetlerde değişiklikler olu - yor, yeni ihtiyaçlar çıkıyordu sahneye. Ama ithal edilen bir medeniyetti bu, ağır ve kaçınıl - maz bir olgunlaşmanın meyvesi değildi. Böyle olduğu için, Av - rupa'nın faziletlerinden çok re zaletlerini aldık...
... Elimizdeki imkânlar çok sınırlıydı. Memurlarımız umumiyetle ehliyetsizdi. Askeri miz vardı, ama ordumuz yoktu; Memlekette yol olmadığından memurların suiistimallerinden, tahrikçilerin fesatlarından za manında haberdar olamıyorduk. Hükümet rejimimiz kararsız ve düzensizdi. Kanun ve nizamlar dan mahrumduk; her memur kendi başına bırakılmıştı; mesu liyetten kaçıyor, aylak yaşıyor - du.
Önce dış münasebetlerimizi düzene koymak zorundaydık.
Hayat hakkımızı tanıtmak, Av rupa konseyine girmek istiyor duk; başardık bunu. Sınırlarımı zı tesbit ederken bazı fedakârlık lara katlanmak gerekti. Bunlar zahirî tavizlerdi: Belgrad kalesi gibi. Fiilî durumları kanunileş - tirdik, o kadar. Aksini yapıp binlerce insanın kanını mı dök - meliydik. Bu arada Avrupa mil letleri neler kaybetmediler. Biz, askerle dövüşmedik, diplomasi yolunu seçtik, diplomatik nota - larımızla başarı kazandık.
Dış meseleleri hal yoluna koyarken iç meseleleri de ihmal edemezdik. Ana davamız halkın arzularını tanımak, ihtiyaçlarını sezmek, fikrî gelişmesini izle - mekti. Nankör bir dava. Avrupa bizi bir tuzağa itiyordu; Avrupa, bazı ütopyacılar ve bir takım kısa görüşlü diplomatlar. Bun - lara göre, hiçbir hazırlıkta bu - Ilınmadan hemen Avrupa örf ve âdetlerini memlekete sokmak ve avrupaî bir hükümet kurmak lâzımdı. Bu taleplerden yerinde bulduklarımızı uyguluyorduk, ama iyice ölçüp biçtikten son - ra; sarsıntıları önleyerek; önce yurt menfaatlerini düşünüyorduk. Avrupa'nın her istediğini yapar gibi görünüyorduk. Bu teklifler umumiyetle caziptiler, ama bizim için değil kendileri için. Bunların hepsini kabul etsek mahvolurduk; ama bunu Avrupa'ya anlatmak güçtü ve ihtiyatsızlık! olurdu.
Ülkenin kalkınması Batı ile olan münasebetlerimize bağlı. Eyaletlerdeki kargaşalıkların kö kü dışarda. En büyük dertleri mizden biri de kapitülasyonlar. Bu bağları gevşetmenin tek yolu Avrupa devletleriyle anlaşmalar yapmaktır. Yabancı devletlerle temaslarımızın onda dokuzu iç meselelerimizle ilgili.
Yepyeni bir teşkilât kurduk. İltimasla mücadele ettik. Anlat tık ki memurlar her hangi bir ferdin, her hangi bir zümrenin değil, memleketin emrindedirler. Yalnız ehliyetsizliği sabit me murlara yol verdik. Çalışanların istikballerinden emin olmaları gerekti. Nizamnamelerimizin
hepsi uygulanmadıysa bu bizim hatamız değildir... Maaşlar ki - fayetsiz. Herkes en yüksek ma kama kadar yükselebilmektedir. Bizim de kusurlarımız ol - muştur. Aydınlatılmağa ihtiya - cimiz vardı. Öğütlere daima ku lak verdik. Bizden farklı düşü - nenlere saygı gösterdik. Tenkit lerde iki şey aradık : terbiye ve samimiyet. Adettir, biz öldükten sonra aleyhimizde bulunacaklar. Sağlığımızda da bazı hayalpe - restlerin saldırılarına uğradık. Birinciler, biz hayatta iken ku - surlarımızı söylemeğe, fikirlerini söylemeğe cesaret edemediler, İkincileri ise iş başına getirmek ten korktuk, tecrübesiz ve a ta k tılar.
Ülkenin birçok bölgelerinde müslümanlarla hıristiyanlar ara - sında kargaşalıklar çıktı. Bunları yatıştırmak geçici bir tedbirdi. Mesele fethedenlerle fethedilen - ler arasındaki çatışmayı ortadan kaldırmaktı. Ademi merkeziyet gerçekleştirilmesi düşünülen bir tedbir. Ülkeyi vilâyetlere ay ır dık. Devlet şûrasını, adalet di - vanını, istinaf mahkemesini kur duk. Galatasaray sultanisi, ra - sathane de bizim eserimizdir... İdarenin her kolu için müfettiş likler ihdas etmek istiyorduk. Vergilerin matrahını değiştirmek gerekiyordu. Yeni kanunlar sa yesinde mülkiyetin intikali k o laylaştırıldı. Payitahtla vilâyetleri birbirine bağlamağa çalıştık. Bir çok imtiyaz kaldırıldı. Ticari anlaşmalar yeniden gözden ge - çirildi. Gümrük resimleri artırıl dı (maalesef istediğimiz kadar değil). Hükümet mamul ve ham maddelerimizin ihracını kolay
-laştırmalı ve yabancı malların yurda girmesini mümkün olduğu kadar önlemelidir. Biz yolu aç tık.
... Şiddetli hücumlara ma ruzduk, kendimizi nasıl koruya caktık? Sözle. Haklarımızı nasıl kabul ettirecektik? Diplomatik delillerle. Meselâ «Avrupa mu vazenesinin devamı imparator luğun yaşamasına bağlıdır» di - yecektik. İtiraf edelim ki çü - rük bir temeldi bu; bugün için olmasa, bile yarın için çürük. Avrupa muvazenesi bizim zara rımıza bozulabilir. (Ahmed Mid- hat efendi üstadımın Namık Ke mal'e yazdıklarını hatırlıyorum ; «İstikbalimizin emniyeti için Av rupa devletler muvazenesinin mabihilhayatı bizim muhafaza-i istikbalimiz olduğunu dermeyan ediyorsunuz. Benim şanlı ve sa- adetli gördüğüm istikbal bu de ğildir, beyim... Vaktiyle kılıcı mıza baş eğdirdiğimiz kimsele - rin saye-i lûtfunda yaşayıp gi deceksek, yani saadet-i atiye - miz bundan ibaret kalacaksa ben o saadeti istemem. Çünkü maksadım Avrupa devletler mu vazenesini muhafaza değildir. Osmanlılık şanını muhafaza et mek ve... Vaktiyle birinci Fran- çois'nın yazmış olduğu gibi is - tirhamnameler yazıldığtm (belki hayatım yetmeyeceği cihetle) hiç olmazsa mezarımın içinde seyredip orada müftehir olmak tır. Ya böyle olsun, ya hiç ol masın!» Bedir gazetesi, 1872.) Âli paşa devam ediyor : Avru pa ile aramızda daha sağlam bağlar yaratmalıydık. Onun mad di menfaatleriyle bizimkiler ay nı olmalıydı. Ancak o zaman imparatorluğun tamamiyet-i mül- kiyesi bir gerçek olabilirdi. Türkiye aleyhindeki birçok te şebbüsler Avrupa sayesinde ön - lendi.
Demiryolları gibi büyük yatırımları kendimiz yapamıyor- duk. Yerli sermayeye başvur - mak da tehlikeliydi; hemen ne tice almak isteyen, büyük kâr lara alışmış bir sermayeydi bu. Yabancı şirketlere baş vurduk. 22
ÂLİ P A Ş A NIN V A S İ Y E T N A M E S İ
II
S
onra Paşa yerini alacakla ra neler yapılması gerek tiğini anlatıyor :Hiçbir beşeri güç, milliyetler prensibi ve sosyalizmin ortaya çı kardığı olayların gelişmesine en - gel olamaz. Coğrafi durum bakı mından kaderimiz Avrupa'nınki- ne bağlı. Avrupa son yıllarda bü tün servet kaynaklarını silâhlan - ma uğrunda seferber etti. Türki ye ile sınaî ve ticari münasebet - ieri eskisinden farklı. Yirmi yıl dan beri durumumuz oldukça dü zeldi. Bizi sömürmenin o kadar kolay olmadığını anladılar. Avru pa'nın saygısını kazandık, Avrupa konserinde hatırı sayılır bir yeri - miz var. Sözde mağdur tebanız olan hıristiyanlara karşı Avrupa' nın merhametini kışkırtmak ge - çerli olmaktan çıktı. Düşmanları mız onları yalancı vaidlerle de ayaklandıramıyor artık. Bizimle menfaat birliği yapmak istiyorlar. Ama bu iyi niyetin devam etme si için gerekli ıslahatı yapmak zorundayız. Ülkemiz için en bü yük felâket yerimize ehliyetsiz bir sadrazamın geçmesi, eserimizi yanlış anlaması ve takip ettiğimiz yolu terketmesi.
Haşmetmeab, sadaret maka mım sık sık yeni ellere tevdi et meyin. Gelecek zatın belli bir programı olmalı ve onu uygula malı. Mesuliyetlerin hudutlandı - rılması lâzım. Halk zat-ı şahane nizle ve sadrazamla temas kura - bilmeli. Yoksa memleketin duru munu kavrayamazsınız. Ecdad-ı izamınız tebdil-i kıyafet ederek tebanm arasına karışırlardı... în- firad politikasından kaçınınız. Bi
linmeyen bir düşman, bilinen on düşmandan daha tehlikelidir. Komşularımızda neler olup bit tiğini dikkatle izlemelisiniz. Te - banız komşu ülkelerdeki halkla rın yaşayışını kıskanmamalı.
Uzak memleketlerle müna - sebetimiz ticari ve sınaî münase betlerdir. Bizi güç duruma sok - mak işlerine gelmez. Onların öğütlerine kulak vermeli, hattâ yardımlarım istemeliyiz. Kendi çıkarlarını düşünürken bizimkile rini de düşüneceklerdir.
... Bazı müesseseler kurduk, bazı tedbirler aldık; bunlar, mas rafı muciptir bahanesiyle yıkıl - mamalı.
Çeşitli tebalar arasında ırk ve menfaat ayrılıkları var. Bu, ergeç bizden ayıracak onları. Dev let, eğitim aracılığıyla menfaat leri birleştirmeğe, ülkenin parça lanmasını önlemeğe çalışmalıdır. İnsanlar refah ve emniyet peşin - dedirler, vatan bu iki ihtiyacın sağlandığı yerdir.
...Çeşitli cemaatlerin elde ettiği imtiyazlar görevler arasın - daki farklılıktan gelmektedir. Bü yük bir mahzur. Müslüman teba nm başlıca işi devlet hizmetidir, öteki tebalar para kazanmakla meşgul. Bu sayede üstün durum dadırlar. Üstelik savaşta ölen de yalnız müslümanlar, bu yüzden müslüman ahalinin sayısı gün geçtikçe azalmaktadır. Böyle gi derse azınlık haline geleceğiz. Ta rih, mağlupların istimsal ettiği fatihlerin hikâyeleriyle dolu. On yıl kışlalarda ömür tükettikten sonra köyüne dönen bir erkek ne işe yarar? Müslümanlar da
hıris-<C 3B M t Jü M IB R t <Ç
tiyanlar gibi ziraatle, sanatla, ti - caretle uğraşmalı. Tek devamlı sermaye emektir. Kurtuluş çalış makla mümkün. Müslümanlar hıristiyanların inhisarındaki mes leklere el atmalı, hıristiyanlar da nüfusları nisbetinde devlete as ker, subay, memur vermelidirler.
...H e r iktidara geçen k en dinden önce yapılanları bozmak - la işe başlıyor. Maiyetindeki me - murían değiştiriyor. Yükselebilen ancak dalkavuklar. Herkes dev letin sırtından refah elde etmek peşinde. Emeğin hakkını vermek, memurları oradan oraya naklet - memek, halk nazarındaki itibar larım yükseltmek lâzım... E hli yetli memurlar kullanmak sure tiyle memur sayısını bugünkünün dörtte birine indirebiliriz.
Bütün ağırlık köylünün sır - tında. Vergi servetle mütenasip olmalı. Cibayet sistemi sakat. Memleketin kadastrosu yapılma - lı, istatistiğe önem verilmelidir. Bunları başlattık, fakat istediği miz neticeyi alamadık : maaşlar kifayetsiz, ehliyetli insan az. De mirbaş defteri, yevmiye defteri, kasa defteri olmayan bir tüccara benziyoruz.
Mülkiyet hürriyete kavuşma lı, açık ve aydınlık kanunlarla düzenlenmeli. Mülkiyet rejimi sermayedarı ürkütüyor; faiz had di yüzde yirmiden yüzde elliye kadar çıkmaktadır. Kredi bulmak imkânsız.
Avrupalı göçmenler Ameri - ka'ya, Avustralya'ya gideceklerine bize gelsinler. Memleketimizde boş arazi uçsuz bucaksız. Alman veya isviçreli göçmenler Ameri
ka'da nasıl amerikalı oluyorlarsa bizde de osmanlı olurlar. Avıu - pah birçok memurlarımız bizden çok osmanlı değil mi? Köylüyü toprağa bağlamak lâzım, toprağı mız geniş ve bereketli. Köylüyü tefeciden kurtarmalı, a'şarı kal - dırmalıyız. Ziraat bankaları ku - rulmalı.
Âli Paşa devlet çiftliklerinin aleyhindedir. Bu çiftlikleri idare edecek olanlar işi ucundan tuta - caklardır. Öteki müesseselerimize benzeyecektir bu çiftlikler. D ev let fabrikalarından da vaz geçi - niz diyor. Bunlar çok masraflı ve faydasız; özel teşebbüsü boğmak tadırlar. Oysa yalnız özel teşeb - büs güçlenip gelişebilir. Devlet fabrikaları özel şirketlere devre dilmelidir. Hükümet sadece hisse dar olmalıdır bu fabrikalara.
Taşraya genel komiserler göndermelisiniz; dürüst, tecrübeli, bilgili komiserler. Memleketin ha lini onlar inceleyip hükümete ar- zetmelidirler. Eyalet İstanbul a ehliyetli temsilciler yollayamaz.
... Zırhlılarınız boğaz içinde nazlı nazlı dolaşıyor. Yabancı tersanelerde imal ettirilen bu ge miler ticaret filolarının yerini al makta, onların gelişmesine engel olmaktadır. Avrupa'nın durumu başka, onun sömürgeleri var. Sa vunulacak uzak menfaatleri söz konusu. Bazı devletler de maden sanayilerini geliştirmek için zırhlı yapıyorlar. Savaşta asker taşıya - cak gemiler ticaret gemileridir. Bize küçük ve süratli gemiler lâ zım. Devamlı ve büyük bir ordu da lüzumsuz. Stratejik noktalar
da istihkâmlar kurmak daha fay dalı.
Âli Paşa'nm bizim için en ! dikkate değer taraflarından biri j de basın hürriyetine verdiği 1 önemdir. Kendisini dinleyelim :
Basın hürriyeti ancak hata - larını düzeltmek istemeyen hükü metler için bir tehlikedir. Sizin hükümetiniz yurdun iyiliğinden başka birşey düşünmüyor, o hal de böyle bir hürriyet onun için bir nimettir. Bir milletin düşün - cesim baskı altında tutmak, onu bir takını gizli yollar aramağa zorlar, eninde sonunda bulur bu yolları. Hürriyetsizlik her türlü fesadı kolaylaştırır. Devletin gü - veni tehlikeye girer, zora başvur mak gerekir. Basın hürriyeti kö tülükle savaşmak ve faydalı ol - mak isteyen her hükümetin tabiî müttefikidir. Bugünkü idarede basın Osmanlılar arasında zayıf bir bağ kurabiliyor. Amme men faati bilhassa taşrada meçhul; tek kaygı özel çıkar. Basına ve genel olarak her nevi yayma ge - niş bir hürriyet verilmeli ki, Os manlIları birbirine bağlayan bağ kuvvetlensin. Basın siyasi mesele lerle uğraşacak, hükümetin yap - tıklarını değerlendirecek ve ülke nin ihtiyaçlarını belirtecek, ihda - sini istediğimiz genel komiserle - rin işini kolaylaştıracaktır. Basın, millet meclisi kuruluncaya kadar bu meclisin yerini tutacaktır. Memleketi tanımayanlar boyuna millet meclisinden söz ediyorlar. Devlet işlerini tartışacak, denet - leyecekmiş bu meclis. Eyaletliler- den, hattâ payitaht ahâlisinden
B İ R B A H A R A Ş İ İ R
D ağların yücesindeki karsın Şiirlerde, şarkılarda yaşarsın
G eçsin sen eler, ne çıkar aldırm a çocuk Sen öm rüm üzde tü k en m iyen baharsın. NURETTİN ÖZDEMİR
kurulacak böyle bir topluluk çok geçmeden acınacak bir acz içine düşer. Acele etmemeliyiz. Yapı - lacak ilk iş basını bütün engeller den kurtarmak ve tam bir hürri yete kavuşturmaktır.
Hükümet de büyük bir ga - zete kurmalıdır. Bu gazete yerli ve yabancı basının makalelerine cevap vermelidir. Hükümetin ve yurdun gerçek menfaatlerini mü - dafaa etmelidir. Kanunları, ni - zamnameleri, buyrukları yayın layacak, halka hükümetin aldığı tedbirleri izah edecek, gerekçele - rini anlatacaktır bu büyük gaze - zete; kötü niyetleri zararsız hale getirecektir. Gazetenin yöneticile ri hiçbir dalkavukluğa tenezzül etmeyecektir. Halk müdahaneden iğrenir. Ona göre müdahane en acı hakikatten daha çirkindir. Bu gazetenin şiari hakikat ve sami miyet olacaktır.
Paşa'nm sözleri burada biti - yor. Vasiyetname Türkiye'de ya - yınlanmış mı? Bilen yok. Meh met Galip, Âli ve Fuad paşaların vasiyetnamelerinden söz etmekte, fakat bunların ne zaman, hangi dilde yazıldıklarım kaydetmemek- tedir. (Tarih-i Osmânî Encümeni Mecmuası, 1329, 70). Tanzimat' ın yüzüncü yıldönümü münasebe tiyle yayınlanan Tanzimat adlı kitabın 892 nci sahifesinde Vasi- yetname'nin adına rastlıyoruz: Walter Wright, Âli Paşa'nm bir nevi siyasi vasiyetname bıraktığı nı, bunun da türkçe olarak ya - yınlandığını söylerken, Birge böyle bir eserin basılmamış oldu ğunu ileri sürüyor. Ben de —Prof. Davison gibi— Vasiyet namenin yalnız fransızcasını gör düm; Revue de Paris'nin 1910 da ayrı baskı olarak yayınladığı kırk sayfalık bir risale bu. Fran- sızcası dürüst, tok ve adetâ «ve zirime». Bütün bir çağa ışık ser pen bu çok değerli vesikanın mevsukiyetinden şüphe etmek için hiçbir ciddî sebep yok. (Bk. Davison'ın Reform in Ottoman Empire, Princeton 1963, S. 415- 418.)
22