f
3o6»'L
• MİLLİYET
25
AĞUSTOS
1993 ÇA
TANIDIKLARIMDAN ANILAR
T
RT, kısa dalga denizaşırı yayınlarda kullanılmak üzere haberleyici kısa bir motif’ yarış ması açmış, başvurular arasında seçim için İstanbul Radyoevinde bir seçici kurul toplamıştı. Kurul’da çok sesli müzikte öncülerden Cem al Re şit Rey, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Ne- cil Kazım Akses, Ankara Radyosu’ndan batı müzi ği yayınları yöneticisi Faruk Güvenç ve İstanbul Radyosu’ndan program ve batı müziği yayınları yöneticisi olarak benim katılmam istenmişti. Kurul, toplantı odasında, sonra bir stüdyoda seçimi ya pacaktı. Görevimizi tamamladıktan sonra aklıma geldi, Güvenç’e; “Biz atladık bu olayda, neden stüdyodaki mikrofonlardan uygun olanları açtırıp bir araya gelmeleri artık olanaksız bu dört öncü nün konuşma ve tartışmalarını saklamayı düşün medik?” dedim, ikimiz de unutkanlığımıza ah vah ederek ayrıldık, Hasan Ferit Alnar’ın elini sıkarken ekledim: “Yarın bana uğrarsanız size bir sürprizim var.” Alnar, birkaç ay önce Stuttgart’ta S W F (Süd- west Funk - Güney Batı Alman Radyosu) orkes trasıyla bir konser yönetmiş, böyle durumlarda ol duğu gibi konserin bir bant kopyasını istemiştim. Alnar ertesi gün ünlü unutkanlığından soyutlanıp gelmişti odama. Band hazırdı, bestecinin "Prelüd ve iki Dans”ının ilk akorları yansıken elleri arkasın da odada dolaşmaya koyuldu, bu davranışı Çay- kovski’nin “Romeo ve Jülyet” adlı fantezi uvertürü nün son notlarına dek sürdü, birden duraklayan Alnar sordu: “Gördün mü, iş var bende değil mi? Çaykovski işte böyle yönetilir...”“Darüttalim”i Musiki’nin harika “çocuk kanun- cu”su Ferit Efendi daha sonra H.S. Arel ve E.Ma- nas’ın öğrencisi olmuş, 1927’de Viyana’ya gide rek çağın değerli öğretmenlerinden yararlanmış, Batı sanat müziğinin türlü biçimlerinin yanış ıra “film” ve “oyun” müziklerini de içeren eserler ver miş, iyi bir orkestra yöneticisi ve öğretmen olarak hizmet görmüştü. Ve sonunda ne olmuştu bilir mi siniz? Alnar bazı sosyalist ülkeler taklit edilerek yanlış seçimlerle uygulanan “Devlet Sanatçılı ğ ın a uygun görülmemişti. Ankara’da bazı kimse ler engellemişti bu payeyi ondan ve C .R .R ey’den. Alnar bu davranışın acısını yaşamının sonuna dek çekti. Eski arkadaşı daha sonra payenin “lütfen" (?) verildiği C .R .R ey’e bu acıyı göz yaşlarıyla açık lamış, Rey şöyle demişti bana: “Ferit’in ölümünde kendisine reva görülen bu davranışın rolü büyük tür” .
Sabah saatlerinde Erenköy ve Caddebos tan’ın o yıllarda çiçek kokan sokaklarında boynun da ekose yün atkısı, ensesine inen saçları geniş bir “Basque” beresiyle örtülü uzun boylu kişiyi ta nıyanlar “Ekrem Zeki Bey yürüyüşe çıkm ış” derler di. Onunla ve eşi piyanist Verda Ün’le yakın otur mamızın önceliğinden yararlanarak sıkça buluşur, söyleşilerimiz boyunca bir yandan banda alınmış eserlerini dinler, yorumlamaya çalışırdık. Bu saat lerde onun dedikodu kokan tek cümlesini ve eleş tirisini anımsamıyorum. Ekrem Zeki Ün ilginç e- serleri yanı sıra aldığı iyi aile eğitiminin temsilcisi bir “beyefendi” olarak da kaldı anılarda. Müzik ve radyoTV kurumlarının bu gibi örnek sanatçılarımı zı olanaklar elverdiğince tanıtmaları en yerinde değerbilirlik olacaktır.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi