CUMHURİYET
«
:ı.
D Ü S Ü N C
3E L E R
|
c
»
üellif, hakikat ve
... ... ... ...
:
Paradoxe ve izahı — 200 sene evvel paradoxe m odası — 1750 de çıkan risale — Rousseau,
yeni
:
çağlar Sokratı — İlim ve sanat ahlâkın düşmanı? — Saatini satan müellif — Düşünmek ayıbdır? —
Ya zı ve para — Fakirlikten korkulursa — İlimden usanç
Meclisin, Üniversitenin kürsüle rinde, hattâ seçim propaganda masaları başında muttasıl fransız- ' ca kelimeler (henüz İngilizce de
ğil, almancaya da ikinci Cihan Harbi dolayısile ara verdik, gene fransızca kaldı) kullanırız. Bun ların arasında bir de Paradoxe kelimesi vardır. Fakat bu kelime nin insan tam türkçesini, terim
denilen takımdan değil de herke- j sin anlıyabileceğl bir türkçesini 1 bulmak istiyor ama kolay olmu
yor. İstanbul hanımlarının bir tâ biri vardı: Zıddına - zıddına süsle mek. Bana öyle geliyor ki para- doxe’u en kolay anlaşılacak tarzda halk diline bu suretle tercüme edebiliriz.
Bu zıddına - zıddına söylemek ile zıddına söylemek arasında ki ince farkı gözden kaçır mamalı. Zıddına söylemek bir adamı kızdırmak için onur iste mediği sözleri, fikirlerinin aksini söylemek manasına ise de z.ddına- zıddma söylemek yahud konuşmak
yari Şvsskcsin,
yahud hüyiik. bir ekseriyetin bellediği hakikatleri büsbütün başka, bazan tamamen zıddına bir tarzda ifade etmek, yani paradoxe söylemek oluyor (1). Böyle paradoxe yapanların, mut laka «bütün insanları akılsız, bü tün âlemi miskin ve şu dünyada gören, anlayan ancak kendi akıl ları» zannedenler olduğunu kabul etmek pek doğru 'olmaz. Çünkü paradoxe yapmak mutlaka nefsine itimaddan, kendini beğenmiş ol maktan ileri gelmez. Bazı defa paradoxe dinleyenlerin hoşuna git mek, kendi üzerine nazarı dikkati çekmek için yapılır. Bazan da söy lemek isteyip de parabole halinde bile söyleyemediği bir şeyi insan paradoxe halinde söyler.İki yüz sene evvel Fransada Voltaire, J, J. Rousseau, Diderot, D’Alembert gibi âlim ve mütefek kirler, salonlarda sözleri, kitabiar- da yazılarile hüküm sürdükleri zamanlar bir aralık bu zıddına - zıddına söylemek moda olmuştu. . Jean Gehenno’nun son bir I makalesine göre tam iki_ yüz sene evvel (1750) bu paradoxe’larm elli sabifelik bir risale halinde drtaya çıkan en parlak nümunesi J; J. Rousseau’nun Le Discours sur ¡fes sciences et les arts ( = ilimler ve sanatlar üzerine deneme) adlı eseridir. Bu eseri Rousseau, Dijon Akademisinin «ilim ve sanat
in-Yazan
A. ADNAN
ADIVAE
tecessüsten, ahlâk, insanların ki bir ve gururundan köklerini alıyor fikri onda başlıca dava başları idi. Medenî insan ile hiç bir terbiye görmemiş barbar arasındaki far kın medenî insanda kötülük ve
seyyielerin hâkim bulunması oldu ğunu çekinmeden söyleyen ve ta
biiliğe ve iptidailiğe hayranlığını göstermek için Parise gelir gelmez ilk iş olarak meşhur tabiiyatçı Buffon’un kapısının eşiğini öpen bu mütefekkir adam , artık fikir dünyası ekseriyetinin zıddına - zıd dına söylemek yolunda, yani pa- radoxe’lar icadında kendisini kim seyi geçemiyeceği bir merhaleye v n fştı. Zaten Rousseau «ben oxe’çu olmayı evvelden edi- n -r.'Uı fikirler adamı olmaya ter cih Herim» der dururdu.
Sözde fi’lini birbirinden ayrı 'utmamak doğruluğunu yapmak tın da çekinmiyen Rousseau ar- tk zamanı bilmesine lüzum olma- <lığı için saatini de satmıştı.
Bunlar hep zahirî işlerdir ve iyidir; fakat bu deneme eserinde d.işunmeyi, aklî tamamen itham e4en Rousseau, arkadaşları yani biyük ansiklopedinin müellifle r e beraber acaba düşünmekten bişka ne yapıyorlardı? Gene ya- itıda bir çok yollardan şan ve şe- r‘ f arayan bu mütefekkir, uğra- dgı muvaffakıyetsizlik üzerine, bu sîzler ve bu ithamlarla düştüğü "addl ve manevî tenbelliğin teza- h rlerini vermiş saydabilir.
Nice âlimleri, sanatkârları bu P'radoxe’de nasıl küçük, hattâ h&ir görüyordu. Nihayet yazıcılık sanatr,m bir maişet vasıtası olma- jnası ta m geldiğini söylüyor ve
diyordu ki: «Hissediyorum ki ek mek parası tedarik etmek için yazmak dehamı boğacak, kale mimden ziyade kalbimde toplanan ve ancak asil ve mağrur bir dü şünce ile beslenen istidad ve mezi yetimi öldürecektir. Para için uğra şan bir kalemden kuvvetli, bü yük bir şey çıkamaz, Yalnız ve yalnız yaşamak için düşünüldüğü zaman yüksek ve asil düşünmek çok güçtür.»
Bunlar da çok güzel sözlerdir! fakat hepsi XVIII. asrm «Bilgi Cumhuriyeti» nin nizamlarını bo zacak, erkânının kalblerini kıracak paradoxe’lardir. Diğer taraftan da Rousseau verdiği bu paradoxe’lar- la kanşık misaller ile muharrirlik haysiyetini, bilgi cumhuriyetinin kuvvet ve şevketini manen olsun yükseltmemiştir diyemeyiz. O as rm bilgi cumhuriyetinin en mü him erkânından biri olan D’Alem bert de belki Rousseau’yu gözünün önüne getirerek diyordu ki, «Her
asrm, bilhassa bizim asrın bir D i- ogène’e ihtiyacı vardır. Fakat asıl güçlük böyle Diogène olmak ve ıstırab çekmek cesaretini göstere cek insanları bulmaktadır. Hürri yet, hakikat ve fakirlik, işte üç kelime ki ilim ve edeb erbabı (Bil gi cumhuriyeti erkânı) daima göz lerinin önünde bulundurmağa meo hurdurlar. Bu üç kelimeden son fakirlik sözünden korkulursa, di ğer iki kelimeden, çok uzak düşü lür».
İşte aklını bir tarafa bırakarak, yahud bıraktığını zannederek kal bi, hissi ile yazılarını yazan Rous seau’nun tabiate dönüş, vahşileri, barbarları methediş, onlar gibi y
a-şamağa özenişlerle kendi ruhunu ortaya koyduğunu ve ortaya koy duğu bu ruh ile bütün bir halkın kalbini kazandığını ve muharrir ile okuyucu arasında teessüs eden samimiyetin misalini verdiğini de ismi yukarıda geçen Fransız mu harriri söylüyor. Bunlar da bence sade güzel sözlerdir; fakat asıl mesele XVIII. asır gibi ilim ve sa nat perilerinin göklerden yerlere inip insanlar arasında serbestçe dolaştığı, her gün yeni bir İlmî keşfin yepyeni bir tefekkürün, yüksek bir sanat eserinin doğduğu bir terakki asrını, sonradan fikir sahasında mühim eserler yz_acak, asrın ilim ve sanat âbidesi say 'an Büyük Ansiklopedi muharririmi arasına girecek olan Rousseau’nun gençliğinde ilim, sanat ve mede niyeti inkâr etmek, kendini tabiat© vermek hevesile yazdığı Deneme nin, asrın ilim ve edeb zihniyeti nin tesiri altında kalmış olması lâzım gelen Dijon Akademisi ta rafından mükâfatlandırılması da gösteriyor ki o asrın müfrit ilim ciliği, medeniyete, terakkiye ta- parlığı bir çok adamlarda bir usanç hasıl etmişti. Bu usancın en zorlu tezahürünün, hassas ve daha doğrusu yalnızlıktan, sinirden iba ret bir vücud gibi gözüken
Rous-u n Rous-u u t ç i u ı u c C i * kMXi. li é g U l L U 1"
mesi de pek tabii idi. Bize öyle geliyor ki, eski Yunanda Atmanın hürriyet ve hakikatseverliği ve fa kirliği ile «Doğru» lâkabım almış olan devlet adamı ve kumandanı Aristides’in meziyet ve fazileti aleyhine, o meziyet ve faziletten usanç getiren ümmî Yunanlı nasıl rey vermiş ise Rousseau da XVIII. asrın ilim ve medeniyetini öyle bir usanç tesiri altında mahkûm etmeğe kalkışmıştır. Ne yapmalı, insanlar yalnız cehil ve şerden değil, arada bir ilim ve hayırdan da bıkıp usanıyorlar.
saniyete faydalı olmuş mudur?» sualine cevab olarak yazmış ve mükâfat kazanmıştı. Eserinin üze rine de Ovide’den aldığı şu cüm
leyi yazmıştı; «Barbar olan benim, çünkü onları anlamıyorum». Rous seau, gençliğinde sürdüğü uşak lıktan tutunuz da piskopos kâtib- liği, sefaret kâtibliği gibi işlerle ve bilhassa şurada burada misafi- retle geçen hayatı esnasında bir aralık Lyon şehrinde bütün bir se ne oturduktan sonra Madame de Warcns ile yaşadığı Charmettes köyüne gidince (1742) o pek sev diği tabiat ve tabiî insanlar ara sında hemen Ovide’in o sözlerini hatırlamıştı. Vâkıa Ovide de bu sözleri kendisi Pontus memleketi ne nefyedildiği sıralarda söyle mişti. Rousseau bu sözlerin daha ziyade kendine yakıştığını zanne diyordu ve diyordu ki:
«Doğrudur, Sokrat bizim ara mızda olsaydı acı baldıranı iç mezdi; fakat alçaltıcı istihzanın ve ölümden yüz defa berbad olan tezyifin daha acı kadehini dikip içmeğe mecbur olurdu.» Bu söz lerle, hakaret gören yeni çağlar Sokrat’ı ancak kendisi olduğunu söylemek istiyordu, iste bundan dolayı kendini tabiatten ayrılınca şehirliler arasında büyük tariz ve tezyife uğramış bir barbara benze tiyordu. Bu teşbih doğru olsun, olmasın, Rousseau yukarıda ismi geçen eserile o gün de, bugün de bir paradoxe sayılabilecek sözler söy lemişti. İlim, sanat ve edebiyatın, ahlâkın başlıca düşmanı olduğunu ifade ederken ilim ile faziletin bir- leşemiyeceğini bile ilâve etmekten çekinmiyordu. Astronomi, münec cimlerin bir takım batıl itikadla- rından, belâgat ve hitabet hırs ve ihtirastan, hendese (matematik) hissetten, fizik, boş bir merak ve
(1) Bakınız dillerin ne tuhaf génie'leri yani dehaları değil amma, mümeyyiz vasıfları (Génie = Caractère propre et distinctif) vardır, b.r kelimeyi 1kl defa tekrar etmekle mana değişiyor.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta ha To ros Arşivi