Milliyet Pazartesi 1 5 Mayıs 1 9 9 5
G
E L İN İN Muradı film ini çekiyoruz. Filmin erkek o- yuncusu, kasaba nın genç doktoru rolündeki F ikret Hakan... Piyasa daki oyuncular a-rasmda kadın rolünü oyna yabilecek biri yok... O sıra
larda daha sonra egemenli ğinden kurtulamayacağımız star sistemi henüz pek yeri ne oturmamış. Yönetmenin kafasındaki tipi arama öz gürlüğü var. Büroya her gün bir sürü genç kız getiriyor lar, hiçbirisini gözüm tutmu yor. L ü tfi Gökmen adlı bir gazeteci arkadaşımız var, o- na da soruyorum. “ Tam se nin istediğin gibi bir kız ta nıyorum” diyor. Hemen erte si gün bana yollayacak.
E rtesi gün, uzun süredir kafamda şekillendirdiğim kız tipi kapıyı açıp içeri giriyor. 16 - 17 yaşlarında ya var ya yok, biraz tombulca, genç iri si dediklerinden, hem saf, hem fettan. Yaramaz bir ço cuk ifadesiyle gülüyor. Ön dişlerinden birkaçının uçları kırık, çocuklar için “ Dişini fare yemiş” derler ya, işte öyle dişler. Dişlerin kötülü ğünün farkında, parası olur sa yaptıracakmış. “ Aman bu film için böyle kalsın” diyo rum. “Daha sonra yaptırır sın.” Dişleri ona ayrı bir se vinildik katıyor. “ R ” leri “ Y ” gibi telaffuz ediyor. P e rv in Doyum isimli bu genç kız, kısa bir süre sonra ünlü si nema oyuncusu P e rv in P a r olacaktır. (Uzun yıllar sonra P ervin , parasızlıktan, türkü cü olmayı da denemişti. “ Ka radır kaşların benzer kömü re” türküsünü hala “Kayadıy kaşlaym benzey kömüye” di ye söylüyordu.)
Lütfü, P e rv in ’in kısa bi yografisini bir gün önce an latmıştı. Bir kısmmı da ben daha sonra kendisinden din ledim. Asıl adı “ P e r v in Do yum ” . Babasmm aşçı dükka nı varmış. P e rvin İzmirlidir. B ir kuaförde manikürcülük yapıyor. Herkes onu A udrey H ep b u m ’e benzetiyor. Kızın içinin, sinema sinema diye kaynadığını sezen herhalde sahte bir gazeteci, onu İstan bul’a götürüp film yüdızı ya pabileceğini söylüyor. P e r v in ’ in gözü kara. Adamm pe şine takılıp İstanbul’a geli yor. Adam, P e rv in ’i Sirke- ci’de bir otele yerleştiriyor ve bir süre sonra ortadan kaybo luyor. Üç beş gün adamı bek leyen Pervin, o sıralarda bir sinema dergisi çıkaran A r i f Hanoğlu ile K a dri Yurda- tap’a gitmeyi akıl ediyor.
Lütfü, P e rv in ’i ilk orada görmüş (Lü tfü ’yle karşüaş- ması onun için şans olmuş. Lütfü oldukça kaliteli, dü rüst, kültürlü bir magazinciy di. A r i f Hanoğlu da tam ter si.) Lü tfü ’nün ona sahiplen mesiyle benim oyuncu arıyor olmam aynı günlere rasgel- miş.
F ilm i Bursa’nm Mustafa kemalpaşa üçesinde çekmeye karar veriyoruz.
P e r v in ’e farkında olmadan “Peri” demeye başlamışım.
Peri, "Ben hayatımta hiçbir erkeğe yalvarmadım, Fikret'e de yalvarmam" diyordu. Bir süre sonra P e r i’nin sine
mayla özel yaşamını pek ayı ramadığını fark ediyorum. Senaryo icabı Peri, F ik ret’e onu sevdiğini söyleyecek, ba bası vermiyorsa, herhalde ka çırmasını filan isteyecek. Pe r i “Ben hayatımda hiçbir er keğe yalvarmadım, F ik ret’e de yalvarmam” deyip çıkıyor işin içinden. “İlle söylenecek se o söylesin beni sevdiğini... Annesi vermiyorsa o yalvar sın beni kaçır diye.” P e ri’ye bu sözlerin film icabı olduğu nu anlatmamız saatlerimizi alıyor... 16 yaşmda cahil bir çocuk... Onun çocuk görünü şünün altındaki kadmsı tavır beni etkiliyor. Aramızda duy gusal bir şeyler oluşmaya başlıyor. Kemalpaşa'nın tek kitapçısında ne bulduysam, P e r i’ye kitaplar taşıyorum. Ufak tertip bir pigmalyoncu- luk oyunu oynuyoruz ama o- yunu sürdürmemize pek im kan yok. Evliyim, üstelik N ur hamüe. Film dönüşü N u r’u hastaneye kaldırıyo ruz... Ve Kezban doğuyor. Kaçamak birkaç buluşma, ar tan sorunlar ve kendiliğinden bir kopuş. Kızın hayatini sür dürmesi lazım. Artık önünde yürüyebileceği tek bir yol
Boyalı basın Pervin’in evindeki bir çift erkek ayakkabısının yakın plan fotoğrafını çekip “Bunlar kimin ayakkabıları?” diye başlık atıyorlar
var. Sinema... P e rv in ’in ge lişmesini uzaktan izliyorum. Aranan bir oyuncu, bir star olma yolunda derliyor, tabii çoğu sıradan, ticari sanılan filmlerle...
ARKADAŞLIK BAŞUYOR
A radan beş altı yıl geçmiş olmalı. Orhan G ünşiray’la Yerli Film ’i kurmuştuk. Bir gün büronun kapısı açıldı ve içeri P e rv in girdi. O M a h ir Ö zerdem ’den, ben N u r’dan ayrılmışız. Kendini yetiştir miş, büyümüş, çeküen acüa- rm, yaşanan deneylerin ol gunlaştırdığı bir kadınla kar şı karşıyayım. Roller değişi yor, daha eşit bir arkadaşlık başlıyor aramızda. Meğer be nim de öğreneceğim çok şey varmış. “Burada beni maço- luktan, erkek sürüsünün i- çinde sıradan bir adam ol maktan kurtaranların, kadın dostların olduğunu itiraf et meliyim. Bugün karşı cinsle daha demokratik, daha eşit bir ilişki kurmayı, bir dere ceye kadar, becerebiliyor sun!, bunu kadınlara borçlu yum. Bir yönüyle mutluluğu mu da.”
P e r v in ’le ikinci kez b ir a
A T I F Y I L M A Z ' I N A N I L A R I
Asıl adı Pervin Doyum.
Babasının aşçı dükkanı
varmış. Pervin, İzmirlidir.
Bir kuaförde manikürcülük
yapıyor. Herkes onu
Audrey Hepburn’e
benzetiyor. Bir gazetecinin
peşine takılıp
İstanbul’a geliyor...
Beni maçoluktan, erkek
sürüsünün içinde sıradan bir
adam olmaktan
kurtaranların, kadın
dostlarım olduğunu itiraf
etmeliyim. Bugün karşı
cinsle daha demokratik ilişki
kurmayı becerebil ¡yorsam
bunu kadınlara borçluyum.
raya geldiğimizde ben Şiş lid e k i çatı katında oturuyor dum. O da Topağacı’nda bir apartmanın zemin katmda. O sıralarda N u r da Topağa- cı’na P e r v in ’in hemen yakı nında bir yere taşınmıştı. Haftanın üç - beş günü ona uğruyordum (o benim kahro lası suçluluk ve sorumluluk duygularım...) P e r i’nin, N u r’la sürüp giden ilişkim konusunda getirdiği doğru bir eleştiriyi hatırlıyorum, içtenlikle “ Bu tavrınla N u r’a kötülük yapıyorsun” demişti. “ Sen üstüne kol kanat ger dikçe, sadece kendine ait bir hayat kurmaya gerek duyma yacak. Çalışmayacak, evlen meyecek ve bir gün sen elini eteğini çektiğinde, N ur yaşa mını değiştirmekte epeyce geç kalmış olacak.” Ona göre insanlar, şu ya da bu nedenle birbirlerinden ayrümışlarsa her türlü ilişkilerini de kesip atmalıydılar (hiçbir zaman beceremeyeceğim bir davra nış biçimi.)
P e r i’yle iki de film çekiyo rum bu arada. Biri Azrail'in Habercisi; Ümit Deniz’in po lisiye romanının sinema u- yarlaması... İkincisi A ttila T o k a tlı’nın senaryosunu yazdığı oldukça soyut bir film. Kalbe Vuran Düşman (Atilla Dorsay her nedense bu film i çok sever), ikisinin de çok başardı olduğu, özel likle P e r v in ’in oyunculuk kariyerine katkıda bulundu ğu söylenemez.
KENDİMİ BAĞIŞLAM AM
V e hala kendimi bağışla- yamadığım bir hikaye... Per- v in ’le beraberliğimiz sürüp gidiyor. Boyalı basın rahat sız etmeye başlamış. P e r v in ’in evindeki bir çift er kek ayakkabısının yakın plan fotoğrafını çekip “ Bun lar kimin ayakkabıları?” di ye başlık atıyorlar. Dış dün
yaya karşı durumu legalize sında nasıl geçirdik? Neler etmek için nişanlanmaya ka- yaşadık? Sabahı nasıl ettik? rar veriyoruz. Kim ler çağın- Yaşamımdaki olumsuz şeyle- lacak? Yakın dostlarımızın re sünger çekerken, o yaralı listesini yapıyoruz. Çağırma mı, yarasız mı olduğunu bil işini ben üstleniyorum. Gün mediğim mekanizma, o kor- belirleniyor. Nişan töreni kunç geceyi de belleğimden P e r v in ’ in Topağacı’ndaki e- silip atmış...
vinde yapılacak. Neden öyle P ervin haklı olarak bana davrandım büemiyorum. kırılmıştı. Beceriksiz tamir Önce ihmal ettim insanlara etme çabalarımın, yapay şi- haber vermeyi. Sonra unut- rinliklerimin boşa gittiğinin tum. Büinçaltıma yeniden farkındaydım. Beraberliğimi- evlenme korkusu mu yerleş- zin sonuna doğru yaklaştığı- mişti? Kendimi hazır mı his- mızı hissediyor, yapacak bir setmiyordum? Yoksa o müz- şey bulamıyordum. Ve o gün min ihm alciliğim ve unut- nihayet gelip çattı. Benden kanlığım m ıydı sadece? Ger- ayrılmaya karar vermişti, çekten bilemiyorum. O ak- Sürdürmeye kalkarsam, beni şam eve dönüp kapıyı açan incitecek, üzecek durumlarla P e r v in ’i şık bir gece elbisesi karşüaşmayı göze almalıy- içinde görünce, bir adım a- dım. İnsan karşısındakini
bi-yvvvııv o'* '1 u luyuı ıv^ı ı
tıp çeşit çeşit mezelerle, y i yeceklerle donatılmış sofray la karşüaşmca. B ir an öl mek istediğimi hatırlıyo rum. Bir şey bahane edip dı şarı fırlıyorum . B ir telefon bulup eşe dosta telefon etme ye başlıyorum. A ksilik bu ya, kim isi evde yok, kim isi başka bir yere, başka birine söz vermiş. O geceyi, o yiye ceklerle, içkilerle, çiçeklerle donatılmış sofranın
karşı-raz tanıyorsa, geriye dönüşün olup olamayacağını hemen se ziyor... iki dost, iki arkadaş gibi kalmamızı istiyor. Başka türlüsü nasü olabüir ki? Yalnız kalmaya, bera berliğimizin bir mu hasebesini yapmaya, kendimle hesaplaş maya gücüm yok. Düşünmemi engelle yecek bir şey, bir or tam bulmam lazım.
YILMAZ
GÜNEY
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi