1831 yılında îstanbulda Eyüp’te dünyaya gelmiştir. Babası, Eyüp Şer’iye Mahkemesi Başkâtibi Mehmde Bekir Efendidir. Ârif, ne- nüz küçükken mahallesinin iptidâi mektebine gittiği zaman sesinin güzelliği, mektebin İlâhi Hocası Eyyûbî Mehmed Beyin dikkat nazarını çekmiş, bu çocuğa uzun yıllar mûsiki hocalığı yaparak (30) fasıl meşk ettirmiştir.
 rif, 12 yaşlarında iken çok yüksek mû siki, istîdâdı gösteriyordu. Bâzı kimseler, onu Hammâmî zâde İsmail Dede’ye tanıtmışlarsa da bu tanıtma Dede Efendinin ölümünden ancak bir, iki yıl öncesine rastlamıştı.
 rif, 13 yaşına geldiği vakit (Bâb-ı Ser as kerliye çırağ edildiği sırada sesinin güzelliği ve mûsikîdeki sonsuz kaabiliyetinin şöhreti etrafa yayılmağa başlamıştı. Bu suretle Küçük Ârif, Padişah Abdülmecid tarafından (Muzılra-i Hü mâyun) a alınmış, ve sarayın o zamanki mûsiki hocası Bestekâr Hâzim Beye talebe olarak ve rilmişti. Geniş bir istîdâd, ve kuvvetli bir hâfı- zaya sahip olan  rif, saraydaki meşklerde en güç besteleri derhal ve lâyıkiyle kavramak su retiyle önemli gelişmeler göstermişti. O, saray da böylece terleyip mûsiki kudretini arttırdık ça aylar ve yıllar da geçiyordu.  r if gitgide ol gunlaşmağa başladığından kendisine sarayda
(Kurenâlık) rütbesi verilmiş, ve (Harenri Hü mâyun) dâiresinin de mûsiki hocalığı tevcîlı edilmiş olmasından genç yaşta sakal bırakmak mecburiyetinde kalmıştı.
 r if Bey, saraydaki genç kız talebeleri a- fasmda (Çeşm-iı dilber) adındaki güzel bir ç e r kes kızma nasılsa gönlünü kaptırmış, ve bu gü zel kızdan aldığı ilhâm üzerine:
Geçti zalınrı tîr i hicrin tâ tlil-i nâşâdıma Merhamet ey gamze-i câdû yetiş imdadıma öyle bîhûş eyledin âzâr ile kim tab’ımı Gelmez oldu bir dahî lutf-u kelâmın yâdıma Mecîis-i ehl-i sühande yek-kalemdîr bu gazel (E s’adâ) söz var mı hüsn ü tab’ı istidadıma
meşhur, her zaman yaşayan ve yaşayacak olan Kürdili - hicazkâr makaamındaki şarkısı nı bestelemiş olmakla, aynı zamanda bu makaa- mı îcâd etmiş oldu.
Bu hâdiseye bigâne kalmayan Padişah Ab- dülmecîd’in, miisade, ve muvafakatiyle Çeşm-i dilber, sarayın mûsiki hocası Â r if beyle evlen dirilerek saraydan çirağ edildiler.
Esâsen mahcup tabiatlı, ve ziyadesiyle has sas olan  r if bey, Çeşm-i dilber’le ancak iki yıl sürebilen ev’ ilik hayatı geçirmişse de, bu fe t tan Çerkeş kızının kendisine yaşattığı cehen nem azapları içinde çok perişan olmuş, Ve aor
22 T -
¿>cS lb
A R
B E Y
Hayri Y E N İG Ü N>
“
t
V
K L Â S İK TÜRK M USİKÎSİ BESTEKÂRLARI :nunda da bedbaht kocasını Cemil ve Nebîle ad larındaki iki ufak yavrusu ile yüz' üstü koyup bir tarakçıya kaçmıştı.
 r if Bey teessüründen yanıp tutuşuyordu. O, bu çok acıklı zamanlarında eline geçen t— cana yakın —- güfteleri bestelemekle kendisine teselli arıyor, ve biribirinden parlak düşürdüğü eserleriyle Türk mûsikisine hizmet etmiş olu yordu.
Artık saraydan da ayrılmış bulunan  rif Bey, bir müddet (Şûrâ-yı Devlet) hulefâlığm- da, ve Beykoz Âşâr müdürlüğünde çalışmış ise de sonradan tekrar saraya alınarak (Harem-i Hümâyûn) daki derslerine devâma başlamış, ve bu defa da (Zü’f-i nigâr) adında terbiyeli, has- sâs bir diğer Çerkeş kızı ile evlendirilmişti.
Üzerinden bir yıÜ geçtikten sonra  r if Be yin Zülf-i N igâr’dan bir kızı dünyaya gelmiş, ve admı (Rabîa) koymuştu. Fakat ne çâre ki bu defa da bu kadıncağız müptelâ olduğu ve rem âfetinden kurtulamıyarak yataklara düştü, ve.Jbilr süre sonra da, genç yaşında güzlerini dünyaya kapadı.
Bu ikinci mânevî perişanlığından sonra  ‘ rif Bey, Sultan Abdül’azîz’in Padişah olması üzerine, ve Dellal Zâde İsmail Efendinin de ve fat etmiş bulnmasmdan Enderûn’a alınarak sa rayın Baş - hâııendei iğine, ve aynı zamanda pâ dişâhın musâb ipliğine tayin edildi. Değerli üs- tâd bu kere de üçüncü defa olarak yine bir Çer keş kızı olan (N igârn îk ) adlı bir hanımla ev lendirildi.
 rif Bey bir müddet sonra saraydan ayrı larak ailesiyle birlikte Zincirlikuyu’daki çiftli ğinde sakin ve münzevî bir hayati yaşamağa başladı.
İkinci Abdülhamid tahta çıkınca kol-ağalık rütbesiyle (Muzıka-i Hümâyûn) a alındı ise de, bu ince duygulu, ve ser-âzâd ruhllu mûsikHnas, artık sarayda sıkılıyor, ve âsâbı da günden gü ne bozuluyordu.
Bir rivayete göre günün birinde Sultan Ab dülhamid tarafından kendisine emrolunan bir sarloyı okumaması yüzünden hapsedilmiş. O, da mabfcesinde bestelediği:
Ahteri düşkün garîb âşık-ı âvâreyim
Gün gibi deryâ-yı aşkında gezer bîçâreyim Sana kul oldum kapımdan gayri kande varayım Pâdişâhım sen dururken ben kime yalvarayım
Nihâvend makamındaki şarkısı yüzünden afva uğramasiyle bu şarkının bundan böyle (Ahteri düşkün) kelimoileri yerine «Tâbii düş kün», ve (Pâdişâhım) kelimesi yerine de «Şîve- kârım» denilmek suretiyle okunmasına müsaa de edilmişti.
Yaradılışında mürâîlik istidadı bulunmayan  r if Bey hakkmdaki bu rivayetin mevsûkiyeti bilinmemekle beraber, onun artık saraydan çe kilerek Zincirlikuyu’da herşeyden el, etek çek miş bir hâlde münzevi bir hayat sürdüğü sıra larda maddî ve mânevî ıstırapları daha ziyade artmış bulunuyordu.
A rif bey, ömrünün 35 senesini sarayda, Abdülmecit, Abdül’aziz, ve Abddülhamid de virlerinde musiki hocalığıyla geçinirmiş, fakat ilk olarak sevdiği birinci karısını kendi ruh ve hisleri üzerinde yarattığı elîm acılar yüzünden bütün ömrü boyunca dâimâ üzüntülü bir hayat geçirmişti. Onun bu seferki inziva hayatı ve yoksulluğu, üzüntülerini daha ziyade arttır mıştı.
Üstâdm bu derecede olan acıklı hâli son radan Valide Sultan tarafından haber alınma sıyla tekrar eski kol-ağası rütbesiyle saraya alındı. Her ne kadar yeniden (Muzıka-i Hümâ yûn) muallimliğine tayin edildi ise de artık  rif Beyin eski ve parlak devri sönmüş bir halde idi. O, bu suretle ömrünün sonuna kadar sarayda kaldı.
Bini geçen besteleri arasında Şîrazlı H âfız’m Dî vanından aldığı:
Elâ yâ eyyühessâkıy edir ke’seıı ve nâvilhâ K i aşk âsâıı nümûd evvel velî üftâd nıüşkilhâ (*)
gazelini de bestelemişti.
Bu zarif beste dolayisiyle Nâsıreddîn Şah tarafından  r if Beye bir ( Şîr-Hurşîd) madalya sı verilmiş, ve İran’da mûsiki hocalığı yapma sı için Padişahtan istenmişti.
Sultan Abdülhamîd ; (Memleketin Hacı Â rif Beye ihtiyacı olduğunu) söyleyerek harice gitmesine izin vermedi.
Hacı Â r if Beyin besteleri arasında bilhas
sa kendi terkibi ve tertibi olan (Kürdîlihicâz- kâr) makaammdakiler birer şâheser sayılmağa lâyıktır. Â r if Bey, fevkal’âde dian bestekârlığı- na rağmen nota bilmez, ve bir saz da çalmazdı. O, ancak çok yüksek 'bir zekâ kaabiliyet, ve kuvvetli bir hâfızaya sahipti. Son bestesi de y i ne Kürdîli-hicazkâr makaamında ve Curcuna usûlündeki:
Gurûb etti güneş dünyâ karardı Gül'i emel soldu sarardı Felek’de böyle matemler arardı Güıl-i bâğ-ı emel soldu sarardı
şarkısı olmuştur.
(Türk aksağı) ve (K atikofti) adlı usûlleri ni de bizzat kendisi îcâd etmiştir.
 r if Bey ömrünün son senesinde dâimâ rahatsız, me’yûs ve hasta bulunuyordu. Bir gün ansızın, bir kalb durması yüzünden (Muzıka-i Hümâyûn) daki odasmda, oğlu Cemil Beyin kol ları arasında gözlerini hayâta ebediyyen yum duğu zaman (53) yaşında idi.
İstan’bulda, Beşiktaşta Yahya-efendi Kab ristanına gömülen merhûmun mezârmda her hangi bir dikilitaş bulunmadığı gibi, (Hacı Â r if Bey) nâmiyle de şöhret bulmuş olmasına rağ men bu tâlihsiz büyük şarkı bestekârının Hac ca gitmiş olduğu târih de tesbît edilememiştir. Merhum Rauf Yektâ Bey (Şehbâl) mecmu asında Hacı Â r if Beyden bahsederken «... gaa- yet zeki ve meclis-i ârâ olub hazîn ve muhrikk bir sese mâlikti. Hiç bir saz çalmadığı ve nota da bilmediği halde bestelediği şarkıların kesret ve letâfeti karîha-i mûsikiyesiinn vüs’at-i fev kaladesine delâlet eder.» demektedir.
Hacı Â r if Bey tam mânâsiyle eşsiz bir şar kı bestekârı idi. Bu alanda onun (Allah vergisi) olan yüksek mevkiine erişebilmek için mûsiki tahsili kâfi gelmez. Onu (lâyık olduğu şöhrete u'aştıran ancak mûsiki dehâsı olmuştur. Hüz- ne meyyâl olan tabîatı onu daha ziyâde hazîn güfteler bestelemeğe sevk etmişti.
(* ) Mânâsı:
E y Sâkıy, kadehi dolaştır, her kese SRUV bana da, ver. Zira aşk, evvelâ kolay gözüktü, fakat sonradan çok zorluklar meydana geldi.
23
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi