• Sonuç bulunamadı

A brief look at the elegy tradition in terms of the status of women in patriarchal societies

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "A brief look at the elegy tradition in terms of the status of women in patriarchal societies"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ATAERKİL TOPLUMDAKİ KADIN KONUMU

AÇISINDAN AĞIT GELENEĞİNE BİR BAKIŞ

A Brief Look at the Elegy Tradition in Terms of the Status

of Women in Patriarchal Societies

Hilal AYDIN*

ÖZET

Bir halk edebiyatı türü olan ve ölüm, yıkım gibi acı, üzüntü veren olaylar karşısında duyguların sözlü ve ezgili olarak ifade edilmesine dayanan ağıdı çoğunlukla kadınların icra ettiği gözlemlenmektedir. Dolayı­ sıyla ağıt, ataerkil bir toplumda kadının konumu, bakış açısı ve yar atı alığı konusunda veriler sunabilmek­ tedir.

Bu yazının amacı da söz konusu verileri, ağıt türünün içerik, söyleyiş biçimi ve işlevi çerçevesinde de­ ğerlendirmek; bütün bunların yanında çoğunlukla kadınlar tarafından icra edilen bir halk edebiyatı ürünü olma özelliği ile de ‘Teminist edebiyat eleştirisi” bağlamında ele alınabileceğine dikkat çekmek, böylece türe ait farklı bir açılım olanağının varlığım sorgulamaktır.

Anahtar Kelimeler

Ağıt, ataerkil toplum, kadın yaratıcılığı, feminist edebiyat eleştirisi.

ABSTRACT

It is observed that, a gem e o f folk literature, “elegy” which consists of the oral and melodic expression o f the feelings triggered by events causing pain and sorrow, is generally performed by women. Thus, elegies can provide us with the information regarding the status, perspective and creativity of women in a patriarc­ hal society

The purpose o f this text is to evaluate the information in question in terms of the content, style, and function o f elegies and also to call attention to the fact that elegies, as they are performed mostly by women, are appropriate for analysis within the frame o f feminist criticism. The other purpose of this text, deriving from this last statement concerning elegies and feminist criticism is to pose some questions vis-a-vis the pos­ sibility of expanding the critical horizons related to this geme.

Key Words

Elegy, patriarchal society, creativity of women, feminist literary criticism.

Ağıt, Şükrü E İçin’in ifadesiyle, “in­ sanoğlunun ölüm karşısında veya canlı- cansız bir varlığını kaybetme, korku, te­ laş ve heyecan anındaki üzüntülerini, feryatlarını, isyanlarını, talihsizliklerini düzenli-düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türküler” (290) olarak tanımlanabi­ lir. Ağıt ile ilgili bilgi veren kaynaklarda, b u türün çoğunlukla yalnızca “kadınlar” tarafından icra edildiği belirtilmektedir. Erkeklerin “ağıt yaktığı” yöreler olmak­ la birlikte bunların genel oranı kadınla- rınkine kıyasla oldukça düşüktür. İsmail

Görkem ’in, Türkiye’deki bölgelere göre ağıt türüne ve törenine ilişkin genel bil­ giler veren, “Ağıt Kavramı, Yas Törenle­ ri ve Ağıtlar” başlıklı yazısında, hemen hem en bütün bölgelerdeki ağıtların icra­ sında kadınların öne çıktığı gözlemlenir. Dolayısıyla ağıt türü neredeyse kadınla­ ra özerk bir alan oluşturmaktadır.

Buna neden olarak “A ğıt Toplumu” başlıklı yazısında Ahm et Z. Özdemir şunları söyler: “A slında erkeklerin ağıdı duygulanarak dinledikleri ve ondan et­ kilendikleri bilinir. A m a erkeklerin daha

(2)

dayanıklı olması gerektiği, ağlamanın erkek adam a yakışm adığı düşüncesin­ den olsa gerek bu iş daha çok kadınlar tarafından yapılmaktadır” (101). Yine İsm ail Görkem’in yazısında yer alan bir örnek, Ankara’nın Şereflikoçhisar yöre­ sinde “erkeklerin 'sesli ve ezgili ağlama­ ları’[nın] hoş karşılan [mamasıdır]” (19) ki bu da Özdemir’in yorum unu destekler niteliktedir. Bu yorum, “ataerkil” yani erkeğin egem en konumda olduğu top­ lum yapısından yola çıkarak ortaya ko­ nulduğunda, çok da isabetsiz görünm e­ mektedir.

İlhan Başgöz’ün “Ağıt, Sosyal Tarih ve Etnografya” adlı bildirisinde işaret ettiği gibi, “ağıt, kadın yaratıcılığının eseridir. Erkeğin hakim olduğu toplum­ da ağıtlar, kadına yaratıcılığını ifade et­ m ek için tanınan sayılı olanaklardan bi­ ridir” (16). Ağıtlarda belli tarihi ve sos­ yal durumlara ilişkin fikir sahibi olma­ nın yanı sıra her yaştan “kadının” top­ lum sal konumlanışı ve yaratıcılığı konu­ sunda da fikir edinm ek olanaklıdır. Ni­ tekim benim bu yazıdaki amacım da sö­ zü edilen olanağı içerik, söyleyiş biçimi ve işlev çerçevesinde değerlendirmek olacaktır.

Bu doğrultuda ağıt türüne ilişkin yorum larda bulunurken, içeriği ve söyle­ yiş biçimini belirleyenlerin büyük ölçüde kadınlar olduğunu ve olayların, konula­ rın, onların bakış açılarından yansıtıldı­ ğını akılda tutmak gerekir. Başka bir deyişle, geleneğin taşıyıcılığını büyük öl­ çüde kadınlar üstlenmektedir. Ancak Başgöz, derlenen yani yazıya geçirilen ağıtlardan bazılarını erkeklerin yazdır­ dığını, ağıtları onların düzene koyduğu­ nu ve b u nedenle geleneği erkeklerin ta­ şıdıklarını söyler (17). Kanım ca bu iki durum da belli ölçülerde geçerliğe sahip

olabilir. A ğıdı icra edip “sözlü gelenek” içinde devam lılığını sağlayan çoğunluk­ la kadınlar olmakla birlikte, ağıdın yazı­ lı biçim de yayılım ını sağlayanlar da er­ kekler olabilir. A ncak burada yine de ic­ rayı gerçekleş tirenin payı daha fazla gi­ bi görünmektedir. Çünkü bütün ağıtlar yazıya geçirilm em ekte ve kim i ağıtlar yazıya geçirilse bile kadınlar arasındaki asıl yayılım ı sözlü olarak gerçekleşm ek­ tedir. Ayrıca, İlhan Başgöz’ün vurguladı­ ğı gibi, “[h]emen hem en hiçbir ağıt, tö­ rende ortaya çıktığı an yazıya geçirilmiş değildir. Ölüm ün büyük üzüntüsü içinde kim se ağıdı kaydetm eyi düşünmez” (17). Kaldı ki kırsal kesim deki kadınların bu­ gün olmasa da geçmişteki okuryazarlık oranı da hesaba katılırsa, geleneğin ya­ zıdan çok sözlü şekilde, dolayısıyla ka­ dınlar tarafından taşınm asındaki doğal­ lık ortaya çıkacaktır.

Öte yandan, Ahm et Z. Özdemir, er­ keklerin askerlik gibi çeşitli nedenlerle, yaşadıkları kültür ortam ı dışına çıkm a­ larının ve farklı kültürel etkileşimlerde bulunmalarının, geleneği aktarma konu­ sunda sorun yaratabileceğine işaret eder ve “kadınlar, başka kültürlerle karşılaş­ madıklarından geleneği daha canlı yaşa­ tırlar” (101) der. Dolayısıyla kadının ge­ leneği taşımadaki etkin rolünü belirtmiş olur. A ncak b u ifadelerde söz konusu olan yalnızca “sözlü” gelenektir, yani ağıtların yazıya geçirilm esinden bahse- dilmemektedir. Ayrıca günümüzde, çağın getirdiği olanaklarla birlikte kadınların da en az erkekler kadar kültürel etkile­ şim içine girdikleri söylenebilir.

İlhan Başgöz’e göre ağıtlara, “ölen insanın kişiliği, ölüm ün nasıl meydana geldiği, sosyal çevre, ölüm zamanı, geri­ de kalanların durumu, ölenin topluluk içindeki yeri, toplumun etnografyası [...]

(3)

Millî Folklor, 2006, Yıl 18, Sayı 71

yansır” (19), ancak “ağıt asıl, ölümle, psikolojik ve sosyal durumları daha da ağırlaşan geride kalanların türküsüdür” (23). Dolayısıyla ağıdın bireysel ya da toplumsal boyutunu yalnızca ölen kişiy­ le sınırlam ak yetersizdir, çünkü ağıt ay­ nı zam anda geride kalanların yaratım sürecindeki bireysel ve toplumsal rolle­ rini kapsamaktadır. Ölen kişilerin ar­ dından aileleri ve yakınları; acılarını, üzüntülerini, verdikleri kayıpla ortaya çıkan bütün endişelerini ağıt yolu ile di­ le getirirler. Ağıtları yaratanlar büyük çoğunlukla kadınlar olduğuna göre, bu durum da duyguları, düşünceleri, endişe­ leri yansıyan kişiler de yine kadınlar ol­ maktadır. Söz konusu olan yalnızca ken­ di duyguları, endişeleri olm asa bile baş­ kalarının duygularını, içine düştükleri zor durumu yansıtan bakış açısı yine “kadın”a aittir. Ölen kişilerin ardından düzenlenen ağıt törenlerinde para ya da eşya karşılığı ağıt söyleyen “a ğ ıtçıla r­ dan yararlanılm ası da kanım ca bu duru­ m u değiştirmez.

Peki “kadın”ın toplumsal konumu ve bu konuma yönelik bakış açısı dikka­ te alınarak ağıtların içeriği, söyleyiş özellikleri ve işlevi üzerine neler söyle­ nebilir? Daha doğrusu böyle bir yorum çabası yerinde olur m u? Bu konu ister istemez, kadının toplumsal konumunun cinsiyet tarafından belirlendiğini ve ya­ ratım larında zorunlu olarak “cinsiyet ideolojilerinin ifade edil[diğini]” (Humm 21) söyleyen, aynı zam anda kadına özgü bir söylemin, yaratıcılığın da varlığını sorgulayan “fem inist edebiyat eleştiri”si­ ni akla getirmektedir. Ayrıca feminist eleştirinin amaçlarından biri de “göz ar­ dı edilmiş kadınların metinlerine ve ka­ dınların daha önce edebiyat dışı kabul edilen sözlü kültürüne büyük önem ve­

ren yeni bir edebiyat tarihi oluş tur [mak- tır]” (Hum m 26). A ğıt türünün yaratı­ m ındaki tarihsel ve toplumsal koşulları göz ardı ederek türe ilişkin yorum larda bulunm ak eksik ve yanlış olacağı için fe­ m inist edebiyat eleştirisinin yaptığı gibi “yazın metninin tarihi ve ideolojik konu­ m uyla ilişkisini” (Parla 19) anlamaya çalışmak, bence yerinde ve önemlidir.

A ncak bunu yaparken dikkatli ol­ m akta yarar var; çünkü fem inist edebi­ yat eleştirisi, yaratıcısı tek ve belli olan yazılı metinlerle ilgilenirken, b ir halk edebiyatı türü olan ağıtta “sözlü kültür” ortamı ile doğaçlam a ve çoklu, anonim bir yaratım özelliği kendini gösterm ek­ tedir. Yani ağıt çoğu zam an tek kişi tara­ fından söylenmemekte ve söylense dahi sözlü gelenek içinde m üdahalelerle deği­ şikliğe uğratılmakta, ortak bir halk ürü­ n ü durumuna getirilmektedir. Dolayısıy­ la burada fem inist edebiyat eleştirisinin doğrudan ağıt türüne uygulanm ası de­ ğil, eleştirinin dikkat çektiği noktalar­ dan, kadın düşüncesine ilişkin açtığı gö­ rüş alanından haberli olmak ve uygun yerlerde yararlanm ak söz konusudur. Ayrıca kadının toplumsal konumu ile il­ gili ağıtlardan elde edilen verilerin, fe­ m inist eleştiri açısından yorum lanması da ilgi çekici olabilir. Bu bakış açısıyla yukarıda işaret ettiğim soruya geri dö­ necek olursak; “kadın”ın toplumsal ko­ numu ve bu konuma yönelik bakış açısı dikkate alınarak ağıtların içeriği, söyle­ yiş özellikleri ve işlevi üzerine neler söy­ lenebilir?

Ağıt, “tabiat afetleri, yenilgi ile so­ nuçlanan büyük savaşların bıraktığı acı­ lar, toplum ca ya da birey olarak katlanı­ lan yangın, kıtlık, hastalık kırgını, ayak­ lanm alar [...] vb. acıklı durumlar” (Bo­ ratav 10) karşısında ve daha önce sözü­

(4)

nü ettiğimiz gibi ölüm olayları üzerine icra edilmektedir. Ayrıca Ilhan Baş- göz’ün belittiği gibi, “ [m]utlu b ir olaya bağlandığı halde düğün türkülerinin bir bölüm ü [de] ağıttır” (15). A ğıtlarda baş­ tan sona bir olay örgüsü içinde ölüm ola­ yı anlatılmaz. Belli sahneler, enstanta­ neler yaratım süreci ile icra arasındaki kısacık zam an dilim inde hızla seçilerek, son derece gerçekçi bir anlatım la ortaya konur. Aslında yaratım sürecinin bu ka­ dar kısa oluşu-elbette yinelenen bazı kalıp ifadelerin varlığını göz ardı etme- den -şöyle bir yorum u gündem e getir­ m ektedir: A ğıda özgü bu fazla ölçüp biç­ meye, bilincin denetimine fırsat verme­ yen yaratım süreci, kadınların anlık se­ çim lerine bağlı olarak “bilinçdışı” duygu ve düşüncelerinin ortaya çıkm ası anla­ m ına da gelebilir. Bu yorum ile varm ak istediğim nokta, kadınların “erkek ege­ m en” toplum içindeki bastırılm ış duygu­ larının, “aşağı” sayılan toplumsal ko­ num larına ilişkin dile getirilem eyen dü­ şüncelerinin, ağıt yolu ile dışa vuruldu­ ğu görüşüne zemin oluşturmak.

Ahm et Z. Ö zdem irin deyişiyle “Norm al zam anlarda söylenmeyecek, ayıp sayılan, saygısızlık olarak yorumla­ nan sözler bile ağıtlarda dile getirilir. O zam an ağıtçı da, dinleyenler de içini bo­ şaltmış, bir iyice öfkesini almış olur” (103). Peki ağıtçı ve dinleyenler neye öf­ ke duymaktadırlar? Bu ifadeden anlaşı­ lan, cinsel kim liği belirleyici olmayan bir “ağıtçı”nın, herhangi b ir konudaki öf­ kesinin dışa vurumudur. Nitekim Özde- mir’e göre, ulus olarak kendim izi buldu­ ğum uz ağıtlar, ulusal kültürü geleceğe taşımaktadırlar (103). Yani ağıtçının ta­ şıdığı kim lik ile söz konusu olan, ulusal bir kimlik, dolayısıyla öfke de ulusal ni­ telikte bir dışa vurumdur.

A ncak ağıt türünü söyleyiş tarzı, içerik ve işlev bakım ından tek başına ulusal değerlerin öne çıktığı b ir bakış açısı ile yorumlamanın, genel halk bilim açısından fazla bir açılım sağlayamaya­ cağı düşüncesindeyim. Çünkü belli bir kültür coğrafyasında icra edilen ağıt tü­ rü elbette içinde bulunduğu ulusal kül­ türden etkiler taşıyacaktır, b u kaçınıl­ mazdır; ancak zaten bilinen ve kabul edilen b u gerçeğin, ağıt türünün genel anlamda dünyanın değişik kültürlerin­ de, uluslarında sergilediği tür özellikle­ rini halk bilim i açısından yorum lam ada biraz eksik kaldığı söylenebilir.

O ysa yazının başından beri belirtti­ ğim dikkat ile olguya daha özelde “ka­ dın” kimliği açısından yaklaştığımızda, dışa vurulan öfkenin adresi, çıkış nokta­ sı, ölüm acısı üzerinden erkek egemen toplumdaki konumun yol açtığı sorunlar olarak görülebilmektedir. Yani ağıt görü­ nenden farklı b ir işlevi de yerine getir­ mektedir. Örneğin, kocası ölen bir kadı­ nın, ölüm acısının ötesinde toplumsal açıdan duyduğu kaygıların işlendiği ağıtlar, “kadınlar”a özgü bu durumları ortaya koymaktadır. Ilhan Başgöz’ün, Ahm et Şükrü E s en’den alıntıladığı şu örnek söz konusu kaygıların açık bir göstergesidir: “Bana evden çık diyorlar / Senin adın yok diyorlar” (23). “Evden kovulma”, “malının elinden alınması” (Başgöz 23) gibi korkular yanında, ata­ erkil b ir toplum yapısında “kadın” ola­ rak tek başına aileye bakm ak zorunda kalmak da sorun oluşturm akta ve ka­ dın, kendisini bu korkuları duymak, so­ runları düşünm ek zorunda bırakan top­ lum sal konumuna bir anlamda isyan et­ mektedir. A ğıda eşlik eden diğer kadın­ lar da ölüm ü bahane ederek, kendileri­ ni, öfkelerini özgürce ifade etm e olanağı

(5)

Millî Folklor, 2006, Yıl 18, Sayı 71

bulurlar bu yolla. Çünkü dile getirilen­ ler, içinde bulunulan bağlam da mazur görülm eye uygundur. Yaşar Kemal’e gö­ re de, “Kim i ağıtlarda [...] yumuşak, bo­ yun eğen, oluruna bırakan, baş kaldır­ mayan, kaderine razı olmuş duygular varsa da, böyle duyguları söyleyen ağıt­ lar azdır. A ğıtların çoğunluğu şiddettir, öfkedir, başkaldırmadır, biraz da yakın­ ma, sonsuz acıdır” (31). Bunun nedenini yalnızca ölüm karşısında duyulan acıya bağlam ak ise görüldüğü gibi yetersizdir. Tam da b u noktada Maggie Humm’a ait şu ifadeyi hatırlatm ak yerinde olur: “Fe- m inist metinlerin nabzında atan bir baş­ kaldırı ve parçalanma retoriğidir” (24). Dolayısıyla ağıtlardaki başkaldırı tıpkı fem inist metinlerde olduğu gibi erkek egem en toplumdaki kadının konumlan­ dırmış m a bir tepki olarak yorum lanabi­ lir.

Öte yandan, daha önce sözü edilen ve ağıt olarak nitelenen düğün türküleri de bu görüşe bir örnek oluşturmaktadır. Ilhan Başgöz’ün düğün türkülerinin ağıt niteliğini açıklarken söyledikleri b u açı­ dan önemlidir: “M utlu bir olayın ağıda dönüşmesi, ataerkil aile yapısında, genç kızın varacağı evde başına geleceklerin, pek öyle sevinilecek şeyler olmamasına bağlıdır. Kocasının evinde onu, anne ola­ na kadar veya daha doğrusu erkek ço­ cuk doğurana kadar zor işler, hor görül­ m e ve değersiz sayılm a beklemektedir” (27).

Hem evlenecek genç kız, hem de anne, “kadın” olarak sahip olunan aşağı konumu ağıt yolu ile açıkça gözler önüne sererler, üstelik bu konum baba evinde de geçerlidir. Bu nedenle evlenen genç kız, “[p]ek uygun bir zam an olmasa da giderayak içini döker” (28). Başgöz’ün b u durum a örnek olarak verdiği ağıtlar­

dan bazıları ise şöyledir: “Çıksın yüce dağ başına seyran eylesin / Anam ın oğlu var beni n’eylerin”, “B aba pazara vardın mı / Bana al yeşil aldın m ı / Şu da kızı­ ma dedin mi?” (28). Görüldüğü gibi bu tür ağıtlarda “ölüm acısı” değil, kadının toplumsal konumundan kaynaklanan “acı” söz konusudur. Bu görüşü destek­ ler nitelikteki b ir diğer durum da Yaşar Kemal’in işaret ettiği gibi, boşanmış ya da “başı belaya girmiş” (42) kadınların kendileri için söyledikleri ağıtlardır. Ya­ şar Kemal, buna örnek olarak şu ağıdı verir: “Yazılarda olur diken / Ör d koyup ciğerim yakan / Boşadığın ger’alır mı / Hak yoluna boyun büken” (42).

A ğıt türü konusunda hem en hemen bütün kaynaklarda yer alan bir bilgi de, ağıtların tam am en kendine özgü çok gerçekçi ve yalın bir söyleyiş tarzına sa­ hip oldukları yolundadır. Ilhan Başgöz ağıdın b u özelliği üzerinde dururken, “[k]adın ağıtlarda ölen kocanın, karde­ şin, bacının cesedine bakarken, başka halk edebiyatı türlerinde görmediğimiz, zor izah edilir bir gerçekçilik sergiliyor. Bu korkunç ölüm sahnelerini anlatırken kadın, o kadar gerçekçi, o kadar objek­ tiftir ki, bu davranışa ad verm ekte güç­ lük çekersiniz” (25) dem ekte ve bu anla­ tım ı kadın yaratıcılığı ile açıklamakta­ dır. Dolayısıyla ağıtın, türe ilişkin diğer bakış açıları yanında, kadına ait bir söy­ lemin ürünü olarak da değerlendirilebi­ leceği düşünülmektedir.

Ağıdın vurguladığım bu özellikle­ rinden başka, söyleyiş biçim i açısından da şu ana kadarki dikkat ile yorum lana­ bileceği söylenebilir. Ağıt türünün dü­ zenli ya da düzensiz olarak, çoğunlukla şiir biçiminde icra edilmesinin acaba varsayılan “kadın söylemi” ile bir ilişkisi olabilir mi? Fem inist edebiyat

(6)

eleştirme-ni Hélène Cixous’ya göre kadın yazını, “sadece ve sadece şiirle m üm kün olabi­ lir. Şiir dili serbest bırakır, im gesel akış­ kanlık ve anlamın sabitlenemezliği, şiiri bilinçdışına yani bastırılm ış olana yak­ laş tır [ır]” (Türker 299). Öte yandan Per­ tev Naili Boratav’ın deyişiyle ağıtlarda söyleyiş biçim i açısından “[i]lk göze çar­ pan nitelik söyleyişte kesinliğin, anlatı­ da kararlılığın ve m antık düzeninin yok­ luğudur” (18). Yani bu yönüyle ağıtlarda, Cixous’nun işaret ettiği anlamda şiirsel b ir söyleyişin özellikleri görülmektedir. Bu da şiir ile kadın söylemi arasında ku­ rulan yakınlığın, ağıt türü ile de kurula­ bileceğini düşündürmektedir.

Ayrıca Madan Sarup’un belirttiği gibi, Helene Cixous “dişil yazının”(écri­ ture féminine) temel özelliklerinden biri olarak “ sese yakınlığı” göstermektedir. Onun için “konuşma, şarkıya dolayısıyla bilinç dışına yakınlığından ötürü üstün b ir konumda görülür” (163). “Dişil ya­ zın” m konuşm ayla olan sözlü ilişkisi onun şarkı ve ezgiye yakınlığını ve bilinç dışıyla kurduğu bağlantıyı gösterm ekte­ dir. Cixous’nun deyişiyle “konuşma, ka­ dın için güçlü bir kural bozucu (sınırları zorlayıcı) edim [dir]” (Hum m 163). Baş­ langıçta Şükrü E İçin’in yapm ış olduğu tanım da belirtildiği üzere ağıt da “sözlü ve ezgili” olarak icra edilen b ir türdür. Yani sözlü kültürün b ir ürünü olarak ko­ nuşm a ve şarkıya yakındır. Bu da sözü edilen “dişil yazın”la bağdaştırılabilece­ ğinin bir göstergesidir kanımca. Dolayı­ sıyla bütün bu ifadeler, hem daha önce ağıda özgü yaratım özelliği ile ilişkilen- dirdiğim bilinç dışı süreci, hem de ka- dınsal bakış açısının içerik dışında biçim

alanında da söz söyleme olanağı taşıma­ sını bir ölçüde açıklayıcı niteliktedir.

Sonuç olarak, kadının toplumsal konumu ve bakış açısı dikkate alınarak yapılan tüm bu değerlendirmeler, ağıt türünün bilinen işlevlerine farklı bir yaklaşım getirmesi, sözlü halk ürünleri­ nin toplumsal bağlam dan soyutlanma­ dan ele alınmasının sağladığı yorum alanlarını gösterm esi bakım ından önem ­ li görünmektedir.

Kaynakça

Başgöz, İlhan. “Ağıt, Sosyal Tarih ve Etnog­ rafya”. Somut Olmayan Kültürel Mirasın Müzelen­

mesi Sempozyum Bildirileri. Haz. M. Öcal Oğuz, Tu­

ba Saltık Özkan. Ankara: Gazi Üniversitesi THB- MER Yayınları, 2004. 15-30.

Boratav, Pertev Naili. “Türk Ağıtlarının İşlev­ leri, Konulan ve Biçimleri”. Anadolu Ağıtları. Ağıt­ ları Der. Ahmet Şükrü Esen, Açıklamalar ve Dizin­ lerle Yayıma Haz. Pertev Naili Boratav ve Remy Dor. Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1982. 9- 22.

Elçin, Şükrü. Halk Edebiyatına Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları, 2000.

Yaşar Kemal. “Ağıtlar Üstüne”. Ağıtlar. İstan­ bul: Toros Yayınları, 1992. 19-45.

Görkem, İsmail. “Ağıt Kavramı, Yas Törenleri ve Ağıtlar”. Türk Edebiyatında Ağıtlar: Çukurova

Ağıtları. Ankara: Akçağ Yayınları, 2001. 9-25.

Humm, Maggie. Feminist Edebiyat Eleştirisi. Yayına Haz. Gönül Bakay. İstanbul: Say Yayınları,

2002.

Parla, Jale. “Kadın Eleştirisi Neyi Gerçekleş­ tirdi?”. Kadınlar Dile Düşünce. Der.

Sibel Irzık, Jale Parla. İstanbul: İletişim Ya­ yınları, 2005. 15-35.

Özdemir, Ahmet Ziya. “Ağıt Toplumu” . Folk­

lor/Edebiyat 2 (Şubat 1995), 101-09.

Sarup, Madan. “Cixous, Irigaray, Kristeva: Fransız Feminist Kuramları”. Post-yapısalcılık ve

Postmodernizm. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları:

2004. 159-84.

Türker, Ebru Aykut. “Feminist Edebiyat Eleş­ tirisi”. Hece Eleştiri Özel Sayısı 78 (2003), 293-05.

(7)

KIRDAN KENTE NAZIMDAN NESRE AĞITTA

DÖNÜŞÜM: BARIŞ MANÇO ÖRNEĞİ

From Rural to Urban from Verse to Prose The Transformation in Elegy: Barış Manço

Sibel KOCAER

ÖZET

Ağıt, genelde ölüm mefhumu ile birlikte anılan, kesin çizgilerle tanımlanamayan bir türdür. Araştır­ macılar, kırsal alandaki ağıtları gözlemleyerek ağıt türünün özelliklerini tespit etmeye çalışmışlardır. Ağıt, biçimsel özellikler ve içerik özellikleri olarak iki bölümden oluşur. Günümüzün kentsel ortamlarında, kırsal hayatın bir parçası olan ağıt geleneği, unutulmuş mudur yoksa hâlâ yaşamaya devam etmekte midir? Yapı­ lan gözlemler, kırsal yaşamdan kentsel yaşama kültürel değişim ve dönüşüm süreçlerinde ağıt türünün içe­ riğini koruyup, biçimsel özelliklerini kentsel hayatın gereklerine uyarlayarak yaşamaya devam ettiğine işa­ ret ediyor. Bu çalışmada, ağı din yaşadığı bu değişim ve dönüşüm, Barış Manço örneği üzerinden açıklanma­ ya çalışılacaktır. Barış Manço’nun ölümünden som a yapılanların, medyada yer alan haberlerin, yazıl arm ve programların ağıt türünün içerik özelliklerini taşıdığı gözlemlenmektedir. Öyleyse, kırsal hayatm bir parça­ sı olan ağıdm kentsel hayatta da bir şekilde yaşamaya devam ettiğini söylemek mümkündür.

Anahtar Kelimeler

Ağıt, ölüm, değişim, dönüşüm, içerik, biçim.

ABSTRACT

Elegy is a geme in literature which is generally thought with death and which cannot be defined cle­ arly. Scholars tried to define the features o f elegy by observing elegies in rural areas. Elegy’s features are composed of two main parts: Formal features and features of its content. Is the tradition o f elegy, forgotten or is it is still alive in urban areas? The observations show that, during the changing and conversion process from rural life to d ty life, while elegy keeps its content, it continues living in cities by adapting its formal fe­ atures to d ty life. In this paper, the changes and conversions o f elegy will be discussed with the example of Barış Manço. It is observed that, after his death, news, artides and programs on media about him had the content features o f elegy. So, it is possible to say that, elegy, which is a part o f rural life, continues living in city life in a way.

Key Words

Elegy, death, change, conversion, content, form.

Ağıt” kelimesi genelde “ölüm ”ü de beraberinde getirir. Aslında, ağıdın, dü­ ğünden b ir önceki gece gelin için söyle­ nen kına ağıtları gibi ölüm den farklı ko­ nuları içerenleri de mevcuttur. Fakat, b u çalışm ada ele alınacak olan, ölüm se­ bebiyle söylenen ağıtların sözden yazıya ve kırdan kente kültürel değişim ve dö­ nüşüm süreçlerinde yaşadığı değişim ve dönüşüm ler ve bunların ne şekilde oldu­ ğudur.

Geleneksel anlam ıyla ağıt türü için

kesin bir tanım yapm ak güçtür. Fakat, farklı yörelerden derlenen ağıtlarda belli başlı ortak özellikler göze çarpar. Bu özellikler, içerik özellikleri ve biçimsel özellikler olarak iki alt başlıkta sınıflan­ dırılmaktadır. Günüm üzün kentsel kül­ tür ortamlarında yapılan gözlemler, “ağıt”m geleneğinden getirdiği içerik özelliklerini koruyup, biçimsel özellikle­ rini kentsel kültür ortamına uyarlaya­ rak yaşam aya devam ettiğine işaret edi­ yor. Bu yazıda, günüm üze yakın b ir

(8)

manda kaybettiğimiz Barış Manço’nun ölüm ü üzerine yapılanlar incelenerek ağıt türünün kentsel yaşam a nasıl uyum sağladığı açıklanmaya çalışılacak­ tır.

Kırsal alandaki sözlü kültürün ürettiği ağıtların özellikleri, yapılan der­ lem eler doğrultusunda, Türk Halkbilimi adlı çalışm ada Sedat Veyis Örnek tara­ fından bir alıntı ile şu şekilde ifade edili­ yor:

Ağıt, genel olarak ölenin, seyrek olarak da kişiyi ve toplumu derinden et­ kileyen olayların ardından, bu olaylarla ilgili kim selerin başlarına gelenlere, ki­ şiliklerine vb. yanlarına değinen, belli geleneksel eylem lere uyularak belirli bir ezgiyle söylenen türkü çeşididir. Ağıt, gâh ölüye yakınan kişinin ağlam a töreni sırasındaki ruh durumunu, gâh ölünün yakın ya da uzak geçm işini anlatır; bu sonuncu durumda, söyleyiş, geçmişi bu­ güne getirerek anlatm ada özel b ir yön­ tem kullanabilir, o zam an ölü de konu­ şan kişi sıfatı ile söze karışabilir. (230)

Bu tanıma göre, ağıdın en önemli iki özelliği, ölen kişinin hayatından ve kişiliğinden bahsetm esi ve belirli bir ez­ gi ile birlikte söyleniyor olmasıdır. Bu iki özellik doğrultusunda, günüm üzün kentsel alanlarında ölen kişinin ardın­ dan söylenenlere, Barış Manço örneği ile bakalım. Türkiye'de kentsel alanlarda oldukça tanınan ve birçok kişi tarafın­ dan sevilen Barış Manço’nun ölümün­ den sonra kentsel alanın başlıca kültü­ rel aracı olan medyada onunla ilgili çok sayıda yazılar, fotoğraflar ve programlar yer aldı. Örneğin, 2 Şubat 1999 tarihli Sabah gazetesinde, Ruhat Mengi şöyle diyor: “Barış M anço gerçek bir sanat ve kültür elçi siydi. Bir büyükelçiyle arasın­ daki fark ise onun Türkiye’nin tanıtımı­ nı tek bir ülkede değil, Kutuplardan Ek­

vator’a dünyanın her köşesinde yapm a- sıydı (...) Çalışan, düşünen, üreten bir gayret içinde geçti yaşamı. Programları­ nın her dakikasında topluma olumlu m esajlar vererek eğlendirirken eğitmeye çalıştı izleyicilerini” . 3 Şubat 1999 tarih­

li Sabah gazetesinde ise Can Ataklı şöy­

le yazıyor: “10 yılı aşkın süre televizyon­ da çocuklarla yaptığı programların tadı hâlâ damağımızda. N e kadar çok şey öğ­ retti çocuklara. Diş fırçalamayı, araba­ nın ön koltuğunda oturmamayı, öğret­ m enlerine sevgi ve saygılı olmak gerek­ tiğini, gece yatarken herkese iyi geceler dilemeyi, oyuncaklarını kırmamayı, ev­ de annelerine yardım cı olmayı çocuklar onun tatlı şakalarıyla öğrendiler”.

Barış Manço’nun ölümünden sonra­ ki günlerde yazılan iki köşe yazısından alman b u örneklerin, içerik bakımından, bahsedilen tanım doğrultusunda kırsal alandaki geleneksel ağıt özelliklerini ta­ şıdığı görülmektedir. Bununla birlikte, araştırmacılar, ağıt türünün farklı özel­ liklerinden de bahsederler. Haydar Avcı, “Anadolu’dan Ağıtlar” adlı m akalesinde ağıt türü ile ilgili şöyle der:

Ağıtlar, toplum u ve kişileri derin­ den etkileyen acı olaylar üzerine doğm a­ ca olarak yakılır. İnsanı sarsan, ağlatan, ağlamaklı eden ezgileri vardır. Ağıtlarda söyleyenlerin duygularını anında yaka­ lamak olasıdır. Ölüm olayları üzerine söylenen ağıtlar ise genellikle ölenleri hayırla anmak, onların yaptıklarını, et­ tiklerini sayıp dökerek anılarını kalıcı kılmak amacıyla söylenir. (517)

Buraya kadar bahsedilen özellikler Sedat Veyis Örnek tarafından aktarıl­ mış olan ağıt özellikleri ile örtüş inekte­ dir. B unlara ek olarak, Haydar Avcı ağıt ile ilgili şunları söyler: “M uazzam bir duygu yoğunluğu taşırlar. Belki de ağıt­ ların çarpıcılığı buradan gelm ektedir”

(9)

Millî Folklor, 2006, Yıl 18, Sayı 71

(517), “A ğıtlarda en çok ölüm e isyan var­ dır. Çünkü ölüm, insanoğlunun sonsuz yenilgisidir. Bu nedenle b ir türlü kabul­ lenemez ölümü, ölüm karşısında boynu büküklüğü...” (517).

Ağıdın bu özelliklerini de düşüne­ rek, Barış Manço için söylenmiş ve yazıl­ mış olanlara baktığımızda, bunları da içerdiklerini görürüz. Örneğin, 2 Şubat 1999 tarihli Sabah gazetesindeki yazı­ sında şöyle diyor Hıncal Uluç: “Ölümün yakıştığı insan var mı?.. Bilmem.. Ama yakışm adığı insanları biliyorum.. Barış M anço’ya yakıştı mı şimdi?.. Haberi duyduğunuzda inandınız m ı hemen?.. Kabul edebildiniz mi öldüğünü?..” Bura­ da, ölüm e karşı bir isyan, ölüm ü redde­ diş vardır. Benzer şekilde, Can Ataklı da, 3 Şubat 1999 tarihli Sabah gazete­ sinde şöyle diyor: “ 'Öldü’ haberini aldı­ ğım da içim den b ir şeylerin boşaldığını hissettim. 'Bu kadar erken mi? Haksız­ lık b u ama.’ Ölüm kaçınılmaz. Ancak ba­ zı ölüm ler zamansızdır, anlamsızdır. İn­ sanı isyan ettirir.” Burada ise ölüme is­ yan açıkça dile getirilmiştir.

Pertev Naili Boratav, “Anadolu Ağıtlarının Türkü Nakışları ve Yakınış­ ları Ü zerine” adlı makalesinde, ağıt tü­ rünün özelliklerine şunu da ekliyor: “Tö­ ren sırasında ağıtı uzun süre tek kişi söyleyebileceği gibi, törene kat ilanların nöbetleşerek söyleştikleri de olur. Ağıtta ölenden, onun türlü özelliklerinden, vü­ cutça ve huyca övülecek yönlerinden, ya­ şamının çeşitli anılarından ve özellikle ölüm ü olayından, bu olayın üzerinden durulmağa değer yönlerinden söz edilir” (29). Barış Manço’nun ölüm ü ile ilgili çok sayıda yazı çıktı gazetelerde ve der­ gilerde, çok sayıda program yapıldı med­ yada, b ir süre birçok insan ondan bah­ setti. Boratav, “ağıtı uzun süre tek kişi söyleyebileceği gibi, törenlere

katılanla-rın nöbetleşe söyledikleri de olur” diyor. Öyleyse, Barış Manço’nun ölümünden sonra ondan bahsedenler, onunla ilgili yazı yazanlar günüm üzün ağıtçıları ola­ rak kabul edilirse, yukarıdaki tanıma uygun olarak, bu işin nöbetleşe devam ettirildiği söylenebilir. Buna göre, dene­ bilir ki, Barış Manço’nun ölümünden sonra belli b ir süre, kentsel dönüşüme uğramış günüm üz ağıtçıları nöbetleşe olarak bu ağıdı sürdürmeye devam et­ mişlerdir.

Boratav, ağıt türünün özelliklerine şunları da ekliyor:

Ağıt, ölünün yakın uzak geçmişini, çoğu kez geçm işi bugüne getirerek, ölü­ y ü de konuşm alara katarak anlatır; ölü­ nün eşyalarını sergilemek, etrafındaki­ lere göstermek, m alından mülkünden, atlarından, silahlarından söz etm ek v. b. gibi ayrıntılarla, hele törenlere kat ilan­ ların da koro halinde sözlere, seslenişle­ re, ağlamalara katılm alarıyla “ağıt”, ay­ nı zamanda, bir anlatı ve dramlaştırma- lı bir gösteri niteliklerini kazanır. (29)

3 Şubat 1999 tarihli Sabah gazete­ sinde, Yalçın Bel ve Mete Yılm az şöyle bir habere yer vermiş: “Manço’nun Mo- da’daki evinin önünü kırmızı karanfil­ lerle süsleyen vatandaşlar, yağan yağ­ mura ve soğuk havaya rağm en sabaha dek nöbet tuttular” , “Manço’nun evinin önünde açılan taziye defterine sevenleri duygularını yazarken, kalabalık arasın­ da özellikle çocukların fazlalığı dikkat çekti”. Bu haberin devam ında ve aynı gün m edyada yer alan diğer haberlerde, bu kalabalığın, sabahlara dek Barış Manço’nun şarkılarını söylediğinden, onunla özdeşleşmiş sözlerle pankartlar açtığından, onun evine akın ettiğinden söz edilmektedir. Bütün bu davranışlar bir arada düşünüldüğünde, Boratav’m bahsettiği, “törenlere kat ilanların da ko­

(10)

ro halinde sözlere, seslenişlere, ağlama­ lara katılm alarıyla ‘ağıt’, aynı zamanda, b ir anlatı ve dram laştırm alı bir gösteri niteliklerini kazanır” özelliği ile birebir örtüştüğü görülür. Ayrıca, Barış Manço üzerine yazılanlar ve söylenenler, sürek­ li onun hayatından kesitler içermekte­ dirler. Onun çocukluğu, adının “Barış” oluşu ve ism i ile yaşam ı arasındaki uyum, aile yapısı, gençlik yılları, eğiti­ mi, evliliği, çocukları ve yaptıkları tek­ rarlanarak anlatılmakta, onun geçmişi­ ne, bugün ile bağlantı kurularak sürekli vurgu yapılm akta ve b u sırada, Barış Manço’nun sözlerine gönderm eler yapıl­ makta, hatta bazen, Barış Manço konu­ şuyormuş izlenim i verilmektedir. Bu du­ rum da, Boratav'm dediği “Ağıt, ölünün yakın uzak geçmişini, çoğu kez geçmişi bugüne getirerek, ölüyü de konuşmalara katarak anlatır” sözüyle uyum içindedir.

Ilhan Başgöz, “Ağıt, Sosyal Tarih ve Etnografya” adlı bildirisinde şöyle diyor: “Ağıt bize ölüm olayını ayrıntıları ile an­ latmaz. Ağıt bu olaya şurasından bura­ sından dokunur ve olayın kalanlarda do­ ğurduğu acıyı, yıkılm ışlığı ve üzüntüyü anlatır. Ağıt, olayı bütün ayrıntıları ile anlatm asa da, biz ağıtlarda, ölüm olayı­ na büyük bir açıklık ve gerçekçilikle do­ kunulduğunu görürüz. Bu dokunmalar ölüm olayının en çarpıcı yanlarını bizim gözlerim izin önüne serer” (4). Barış Manço’nun ölüm ü ile ilgili yazılanlarda da, burada belirtilenlere uygun olarak, onun ölüm anı ayrıntılarıyla anlatılma­ maktadır. Hatta, birçoğunda, onun nasıl öldüğüne hiç değinilmez, değinen ise, sa­ dece kalbine yenik düştüğünden bahse­ dip geçer. 2 Şubat 1999 tarihli Sabah gazetesinde, R au f Tamer, Barış Man- ço’dan şu sözlerle bahsediyor:

Canım ızın içinden ortak bir parça kopup gitti. Çünkü o bizim şah damarı­

mız idi. Gitti. Dağlar dağlar şarkısı söy­ lendikçe, Anadolu Güneşi, hep bizi ay­ dınlatacak. Dem ek ki, hayatımızdan hiç çıkm ayacak Manço. Bu giden, sadece bir besteci ve icracı değil... Bir sosyolog idi o... Tarihçi idi, coğrafyacı idi... Genç bir filozof idi... Hepimizden çok gazeteci, yo­ rumcu... Çünkü büyük gözlemciydi. Bı­ rakın bütün hizmetlerini, sırf Japonya konserleri bile, O’nun, m emleketiyle ödeşmesine yeterlidir... Zaten m ükem ­ mel bir “m emleketçiydi... Kuru kuruya milliyetçi değil. Ç ok önemli bir Türk kaybettik. San’at’ın rezilleştiği şu devre­ de, Tanrı belki hepim izi birden cezalan­ dırdı.

Ilhan Başgöz’ün belirttiği, ağıdın ölüm olayına ucundan dokunup geçerek kalanlarda doğurduğu acı, yıkılm ışlık ve üzüntü üzerinde durm ası motifi, R au f Tamer’in bu sözlerinde açıkça görülm ek­ tedir. Barış Manço ile ilgili yazılanların ve söylenenlerin tamamında, onsuz kal­ m anın yarattığı yıkım ve üzüntüden bah s edilmektedir.

Ilhan Başgöz, aynı bildiride, ağıdın şöyle bir özelliğine de değiniyor:

A ğıtlar elbet ölen için yakılıyor. Ama, ağıt asıl, ölümle, psikolojik ve sos­ yal durumları daha da ağırlaşan geride kalanların türküsüdür. Ağıt bunların so­ runlarını, kaygılarını, üzüntülerini, ya­ rın için korkularını dile getirir. Ağıtta, ölüm değil, hayat yoğunlukla yansır. Ağıtta öbür dünya veya cennet, cehen­ nem, günah, sevap gibi nakışlara hemen hiç rastlanmaz. A ğıtta dünyanın sorun­ ları vardır. Bu sorunlar çeşitlidir. (6)

Bu özellikler doğrultusunda, 4 Şu­ bat 1999 tarihli Sabah gazetesindeki, Can Ataklı’nın şu sözlerine bakalım: “Barış Manço, şarkılarıyla, düşüncele­ riyle, felsefesiyle, yaşam biçimiyle, aile hayatıyla Türkiye’nin b ir senteziydi”,

(11)

Millî Folklor, 2006, Yıl 18, Sayı 71

“Bu ülkeyi seven, başkalarının haklarını da kendi hakkı gibi savunan, kollayan, sorunları akılla, hoşgörüyle ve sevgiyle çözm eye çalışan, yani bu ülkenin ezici çoğunluğunun duygularını yaşatan bir sentezdi”. Bu sözlerde cennet ve cehen­ nem den hiç bah s edilmemektedir, tama­ m en bu dünya düzeni üzerine kurulmuş bir söylem vardır. Benzer şekilde, Barış M anço’nun ölüm den bahseden diğer ko­ nuşm a ve yazılarda da hakim olan söyle­ m in bu dünyayı anlattığı olduğunu gö­ rülmektedir.

Ilhan Başgöz, bahsedilen bildirisin­ de, ağıtta abartının da m evcut olduğunu belirtiyor (10). Ölen kişilerin ardından söylenenlere bakıldığında, hayattayken kendileri hakkında hiç düşünülmeyen sıfatların bile abartılarak onlara atfedil­ diğini görm ek mümkündür. Örneğin, 3 Şubat 1999 tarihli Sabah gazetesinde, Yalçın Bel ve Mete Yılmaz, Barış Manço için açılan taziye defterinde şu sözlere yer verildiğinden bahsediyorlar: “Bizim b u dünyada söz sahibi olmam ızı sağla­ dın. Dünyanın en iyi sanatçı siydin” , “Gerçek sanatçının kim olduğunu senin­ le anladık”. Buna benzer birçok söz söy­ lendi Barış Manço’nun arkasından, onun ne kadar değerli bir insan ve ne kadar değerli b ir sanatçı olduğundan bahsedildi. Şu konuda en iyiydi, bu ko­ nuda en iyiydi gibi ifadeler kullanıldı sürekli. Bunların ne kadarı gerçek dü­ şüncelerdir, ne kadarı ölüm nedeniyle yazılmıştır, tartışmalı bir konudur. Fa­ kat, bu ifadeler, Ilhan Başgöz’ün de işa­ ret ettiği, “ağıtta abartının olması” özel­ liğine örnek teşkil etmektedirler.

Sonuç olarak, sözden yazıya, kırsal alandan kentsel alana kültürel değişim ve dönüşüm sürecinde ağıt türünün özellikleri incelendiğinde, ağıt türünün,

(12)

özelliklerini kentsel kültürel alanın şartlarına uyum sağlayacak şekilde dö­ nüştürüp bazı içerik özelliklerini koru­ yarak yaşam aya devam ettiği görülm ek­ tedir. Kentsel kültür ortamına uyum sağlamaya çalışırken, ağıt türü, belirli b ir ezgiyle söylenme ve şiir tarzında ka­ fiye ve rediflerle yazılm a gibi sözlü kül­ türden getirdiği biçim sel özelliklerini terk etmiş ve m edya aracılığı ile yazılı kültürün biçimlerine uyum sağlamıştır. Öyleyse, denebilir ki, biçimsel özellikleri her ne kadar değişmiş olsa da, kentsel kültür ortamlarında, gözlem lenebildiği kadarıyla en azından medyada, ölüm ağıtları hâlâ yakılm aya devam ediyor.

Kaynakça

Ataklı, Can. “Haksızlık Bu Ama”. <http://ar- siv.sabah.com.tr/1999/02/03/>

__. “Liderler Neden Cenazede Yoktu?” <http://arsiv.sabah.com.tr/1999/02/04/>

Ava, A. Haydar. “Anadolu’dan Ağıtlar”. Pertev

Naili Boratav’a Armağan. Haz. Metin

Turan. Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayın­ ları, 1998.

Başgöz, İlhan. “Ağıt, Sosyal Tarih ve Etnog­ rafya”. Somut Olmayan Kültürel

Mirasın Müzelenmesi Sempozyum Bildirileri.

Haz. M. Öcal Oğuz, Tuba Saltık Özkan. Ankara: Ga­ zi Üniversitesi THBMER Yayınlan, 2004. 15-30.

Bel, Yalçın ve Metin Yılmaz. “O Artık Melek­ ler İçin Söyleyecek”.

<http://arsiv.sabah.com.tr/1999/02/03/> Boratav, Pertev Naili. “Anadolu Ağıtlarının Türkü Nakışları ve Yakınışları Üzerine”. Anadolu

Ağıtları. Haz. Ahmet Şükrü Esen. İstanbul:

İletişim Yayınları, 1997.

Mengi, Ruhat. “Barış.. Hani Söz Vermiştin?”. <http://arsiv.sabah.com.tr/1999/02/02/>

Örnek, Sedat Veyis. Türk Halkbilimi. Ankara: İş Bankası Kültür Yayınları, 1977.

Tamer, Rauf. “Manço’ya Saygı” <http://ar- siv.sabah.com.tr/1999/02/02/y08.html>

Uluç, Hıncal. “Dağlar.. Dağlar”. <http://ar- siv.sabah.com.tr/1999/02/02/y08.html>

(13)

METİN VE AKSİYON / PERFORMANS

OLARAK AĞIT VE EDİM BİLİM

Text and Action / Lament as Performance and Pragmatics

Öykü TERZİOĞLU*

ÖZET

Ağıt, aam n belirli bir sosyal bağlam içerisinde, daha önceden üzerinde uzlaşılmış sözel ve eylemsel şablonlara başvurularak ifade edilmesidir. Tanımına içkin olduğu üzere, ağıt, Gilbert Lewis’in “performans” kavramı doğrultusunda değerlendirilmeye açık sosyal bir ifade tarzıdır. Bu yazıda, ağıt derlemelerinde, söz konusu sosyal ifade tarzının, içerisinde üretildiği sosyal bağlam dikkate alınarak temsil edilmesinin ne de­ rece olanaklı olduğu, Dan Ben Amos’un derlemeler ile ilgili değerlendirmeleri, Alan Dundes’in “doku”, “me­ tin” ve “konteks” kavramlarına da değinilerek tartışılacak ve dil bilimin görece yeni bir çalışma alanı olan edim bilimin, ağıt derlemelerinin temsil sorununu aşmada önerdiği çözümler ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler

Ağıt, metin, performans, temsil sorunu, edim bilim.

ABSTRACT

Lament, is the expression o f grief and sorrow within the frame o f certain oral and performative con­ ventions upon which the society agrees in advance. As it is made manifest by its definition, lament is a form o f social expression apt to be analyzed in terms of the “performance” notion put forward by Gilbert Lewis. In this text, it will be discussed to what extent the compilations o f lament make feasible an accurate represen­ tation of this form of social expression within the social context in which it is produced. Furthermore, Dan Ben Amos’ critique o f folkloric compilations will be regarded taking into consideration the notions o f “text”, “texture” and “context” as introduced by Alan Dundes and the solutions that a relatively new domain o f lin­ guistics, namely pragmatics has to offer in the surmounting o f the issues related to the accuracy o f represen­ tation brought about by lament compilations.

Key Words

Lament, text, performance, issue o f representation, pragmatics

Peter Thomas, Symbolic Loss:... adlı yapıtında, D. G. Mandelbauıriun şu söz­ lerini aktarır: “Ölüm birincil önemde bir gerçekliktir; keder (grief) ve matem (mo- urning) ise bu gerçekliğe verilen evrensel ve insani bir tepkidir (2). Thomas, yapı­ tında keder ve matem arasında b ir ayrı­ ma giderek, kederin, “kişinin bağlandığı bir figürün kaybedilmesi durumunda ya­ şadığı üzüntü, kızgınlık, suçluluk ve şaş­ kınlık duygulan”na işaret ettiğini, mate­ min ise “bir bireyin kaybedilmesinden do­ layı verilen kültürel nitelikteki sosyal tepki” olduğunu dile getirir (2). Thomas, “bağlılık - kayıp - keder - matem - yeni­ den bağlanma” olarak şemalaştırdığı, ge­ niş anlamda bir bireyin kaybı, dar an­

lamda ise ölümü karşısında bireyin yaşa­ dıklarının, “her kültür tarafından değişik ihtiyaç, alışkanlık ve gelenekleriyle şekil­ lendirdiği” bir iskelet yapı olduğuna işa­ ret eder. Sedat Veyis Örnek ise, Türk Halkbilimi adlı yapıtında, Thomas’ın önermelerine koşut olarak acıyı, “toplum­ sal, ekonomik, biyolojik ve duygusal yön­ den bağlı bulunduğumuz bir insanın kay­ bından duyduğumuz [...] insancıl bir tep­ ki” olarak tanımladıktan sonra, H. Alo- is’in “yas” tanımını aktarır; Alois’in be­ lirttiği üzere yas, “toplum tarafından bi­ zim için 'önemli’ olarak tanımlanmış in­ sanların ve yakınlarımızdan birinin kay­ bıyla duyulan acı ve üzüntüyü toplumsal kalıplar içerisinde ifade etmektir (222).

(14)

Gerek Peter Thomas’ın, gerek Sedat Ve­ yis Örnek’in keder (acı) ve matem (yas) arasında yaptıkları ayrımlar, matem sü­ recinde dillendirilen ağıtların sosyal işle­ vine dikkat çekmektedirler.

Sedat Veyis Örnek’in Türk Halkbili­ mi adlı yapıtında aktardığı üzere M. S. Koz, “ağıt”ı, “genel olarak ölenin, seyrek olarak da kişiyi ve toplumu derinden et­ kileyen olayların ardından, bu olaylarla ilgili kimselerin başlarına gelenlere, kişi­ liklerine vb. yanlarına değinen, belli gele­ neksel eylemlere uyularak belirli b ir ez­ giyle söylenen, kendine özgü dizelenme ve uyaklanma usulü bulunan bir türkü çeşidi” (230) olarak tanımlar. Koz’un, “ağıt” tanımında, Peter Thomas’ın, gerek Sedat Veyis Örnek’in yaptığı ayrımlara koşut olarak, “belirli geleneksel eylem­ le r d e n söz etmesi, ağıtların, acının, be­ lirli bir sosyal bağlam içerisinde, daha önceden üzerinde uzlaşılmış birtakım sö­ zel ve eylemsel şablonlara başvurularak ifade edilmesi olarak yeniden tanımlan­ masına imkân vermektedir. Bu noktada üzerinde durulması gereken konu, derle­ nen ağıtların, metin düzeyinde, sosyal bağlamı ve bu sosyal bağlam içerisinde yer alan kimselerin eylemlerini ne derece temsil edebileceğidir. Lauri Honko, “Ağıt­ lar: Yeniden Yaratma, Yapı ve Tür Prob­ lemleri” adlı yazısına şu sözlerle başlar: “Sözlü edebiyatın gerçek kitaplığı, folklor arşivleri değil insan hafızasıdır” (333). Ağıt derlemeleleri, Honko’nun da belirtti­ ği üzere, ağıtların “saklanması”nda, ile­ tilmesinde yetersiz mi kalmaktadırlar? Bu soruya cevap ararken yararlanılabile­ cek kavramlardan biri de Gilbert Le- wis’in performans kavramıdır. Bu yazıda ağıt, metin ve performans olarak ele alı­ nacak ve özellikle Dan Ben Amos ve Alan Dundes’in ifadelerine başvurularak, ağı- dın metin düzeyinde ne ölçüde temsil edi­ lebileceği sorusuna yanıt aranacaktır.

Dan Ben Amos, “Şartlar ve Çevre İçinde Folklorun Bir Tanımına Doğru” adlı makalesinde folklorun “organik bir fenomen” oluşuna dikkat çekerek, “ma­

salların, türkülerin veya heykellerin ken­ di yaratıldıkları yer, zaman ve toplumlar- dan ayrılma s ı[nın], kaçınılmaz olarak on­ ların içine kaliteleriyle ilgili değişiklikler kat[tığını]” dile getirir (33). Amos, daha sonra “sosyal çevre, kültürel davranış, re­ toriğe ait durum ve şahsi kabiliyettin] de­ ğişken [olduğunu] ve bunlar [m] sözlü, müziğe ait veya plastik sanatlara ait bir ürünün nihai şeklinde, metinde ve yapı­ sında açık farklılıklar meydana getir[dik- lerini]” ifade eder (33). Amos, sözleriyle, herhangi bir folklor ürününün bağlamın­ dan kopuk olarak tam anlamıyla alımla- namayacağını, ürünün algılanmasında söz konusu bağlamın birincil rolüne işa­ ret ederek savunur. Savını “çocuklar veya yetişkinler, erkekler veya kadınlar, nor­ mal, düzenli b ir toplum veya kazara bir araya gelmiş bir grup olsun, dinleyicinin kendisi folklor türünün şeklini ve sunu­ luş tarzını etkile[diğini]” (33) ve “folk- lor[un], ona şeklini veren bir grup olmak­ sızın veya o gruptan ayrı düşünülm edi­ ğini] ve [...] nasıl tanımlanırsa tanımlan­ sın, onun m evcudiyetinin] ya bir coğraf­ yaya, dile, kavme veya aynı meslekten bir iş grubuna ait olabilen sosyal çevrele­ re bağlı [olduğunu]” (35) dile getirir. Folkloru bir “belirli bir zamanda gelen”, “estetik kaygı” içeren “artistik b ir aksi­ yon” olarak tanımlayan Ben Amos’a göre “folklor; sanata ait anlatım yoluyla olu­ şan karşılıklı bir sosyal etkilemedir” (42). Amos’un folklor tanımı, bir folklor ürünü olarak ağıdın belirli bir zaman ve bağ­ lamda gelişen bir süreç, b ir aksiyon ola­ rak metin yoluyla temsil edilebileceği dü­ şüncesini neredeyse geçersiz kılmaktadır. Folklorun “insanların birbirleriyle yüz yüze karşılaştıkları ve birbirlerine doğru­ dan hitap ettikleri durumlarda meydana gel[diğini] dile getiren Amos’un, derleme konusundaki eleştirisi ise şöyledir: “Folk­ lor çalışmalarını akademik toplumda kendi ayaklan üzerine sağlam basan tam bir bilim dalı olmaktan alıkoyan büyük bir faktör, b ir şeyler derleme projelerine yönelen eğilim olmuştur” (51).

(15)

Millî Folklor, 2006, Yıl 18, Sayı 71

Alan Dundes’in bu konudaki görüş­ lerinin ise Amos’un görüşlerine paralel olduğu görülmektedir. Dundes, “Doku, Metin, Konteks” adlı yazısında folklor ürünlerinin üç açıdan incelenmesini öne­ rir; halk bilgisi unsurlarına, ürünün do­ kusu (texture), metni (text) ve çevre ve şartları (context) doğrultusunda yaklaşıl­ ması gerektiğini savunan Dundes, “bir halk bilgisi türünün sadece bunlardan bi­ rinin temel alınarak tahlil edilmesi[nin] mümkün [olmadığını] dile getirir (70). Dokuya ait özelliklerin dil ile ilgili oldu­ ğunu (70), metnin “bir masalın b ir versi­ yonu veya tek b ir anlatımı, bir ata s özü­ nün yeniden söylenmesi, b ir halk türkü­ sünün okunması” olduğunu (72) ve kon- teksin “bir ürünün içinde aktüel olarak yer aldığı hususi bir sosyal durum” oldu­ ğunu (72) dile getiren Dundes, konteksin derlenmesinin zorunlu olduğunu göster­ mek için Burma dilinden bir atasözünü örnek olarak sunar: “Sait ma so: bu: / Kywe mi: to de” (82). “Kızgın değilim ama öküzün kuyruğu kısadır” anlamına geldi­ ğini belirttiği ata sözünün, metin ve doku da kaydedilmiş olsa da anlamının anlaşı­ lm a y a ca ğ ın ı ifade eder (82-83).

Mike Parker Pearson, The Archaeo­ logy o f Death and Burial adlı yapıtında, Gilbert Lewis'ın “performans” kavramıy­ la ilgili görüşlerini aktarır. Lewis’in be­ lirttiği üzere performans, “diğer sosyal pratiklerden [...] insan vücuduna yaptığı vurgu ve vücudun postürüne ve hareketi­ ne yön vermesiyle [...], vücudu anlık ve bağlamsal uzamda yeniden tanımlama­ sıyla ayrılır” (194). İsmail Görkem’in de Türk Edebiyatında Ağıtlar... adlı yapıtın­ da “performans” kavramı bağlamında ele alınabilecek olan, Brake ley’in şu ifadele­ rine yer verir: “Ağıtlarda ‘tiz ve iniltili yas nidaları’ önemli bir karakteristik un­ sur olarak göze çarpmaktadır. [...] Tören­ de hazır bulunanlar, ağıdın nakarat kı­ sımlarında ağıtçıya eşlik ederler. Bunlar, giydikleri giysilerle de bu beraberliği ora­ da hazır bulunanlara göstermek isterler. Törende ağlayarak ağıt söyleyen kadın,

‘düzensiz ve heyecanlı bir hâlet-i rûhiyye ile isbat-ı vücût etmek’ mecburiyetinde­ dir; bu yüzden elbisesi paramparça ve saçları ise karmakarışık bir vaziyettedir”

(10).

J eff Todd Titon, metin / performans bağlamında folklor ürünleri hakkındaki “Text” adlı makalesinde, Dundes ve Amos’un görüşlerine koşut olarak, sözlü {verbal) folklorun iki ya da daha fazla in­ sanın yüz yüzelerken aralarında gerçek­ leşen özneler arası b ir süreç olduğunu işaret ederek, folklor ve onun metin düz­ leminde temsilinin bir eşdeğerlik ya da transkripsiyon olarak ele alınamayacağı­ nı, çünkü folklor olarak tanımlanan her türlü iletişim olayından doğan metnin bir dönüşüm ya da bir indirgeme olarak ele alınması gerektiğini ifade eder (433). Ti­ ton, bu bağlamda, metnin en dar anla­ mıyla okuma ve yazma edimlerini içeren, sayfa üzerindeki kelimeler olarak, geniş anlamda ise, dokunulan, duyulan, jestle­ re dair olan her türlü veriyi içeren bir bü­ tün olarak düşünülebileceğini dile getirir (433). Folklor ürünlerinde “metin” kavra­ mının yarattığı sorunun, ikinci tanım yo­ luyla çözüme ulaştırılabileceğini düşünen Titon, metni yeniden “insan tarafından üretilen her türlü nesne” olarak tanımla­ yarak, metnin insan tarafından oluşturu­ lan her türlü gösterge sistemi olduğunu dile getirir (434). Amos ve Bauman’ın ça­ lışmalarının bu doğrultuda sahip olduğu öneme işaret eden Titon için, metin ve performans kavramlarının birbirlerinin içerisinde eritilmeleri sonucu, “nesneler yerine insanlara, onların tavır ve eylem­ lerine verilen önem art[makta]” ve “saha çalışmalarında, insanlar arasındaki ileti­ şime verilen önemin art[tığını], halk bi­ limcilerin salt veri toplamaktan fazlasına odaklandıklarını]” dile getirir (436).

Titon’un değindiği metin / perfor­ mans olarak folklor ürünü sorunu, sadece bu iki terimin arasındaki sınırların ke­ sinliğinin giderilmesi sonucu ortadan kalkacak mıdır? Bu çerçevede, edim bilim (Pragmatics) ve yöntemlerinin halk bili­

(16)

min metin ve derleme ile ilgili sorunları­ na bir çözüm önerisi olarak değerlendiri­ lebileceği düşünülebilir. Görüldüğü üze­ re, bağlamından koparılan ağıtlar, sosyal çerçevesini yitirerek, bağlamı içerisinde bir değerlendirmeden yoksun kalmakta­ dırlar. Bir anlamda okuyucunun metni alımlamasında ona bir özgürlük alanı bı­ rakan derlemeler, diğer yandan da oku­ yucuyu metni yorumlamada temelsiz, bağlanışız bırakmaktadır. Edim bilim, hem derlenen metinlerin yorumlanma­ sında, hem de yeni ağıtların derlenmesi sürecinde yeni yöntemler önermede önemli bir işleve sahip olabilirmiş gibi görünüyor. Bu doğrultuda dil bilimin gö­ rece yeni bir alanı olan edim bilimin ko­ nusu üzerinde durmak gerekir. George Yule Pragmatics adlı eserinde edim bili­ mi, inceleme konuları dolayımında açım­ lar. Edim bilimin konularından birisi, ile­ tinin göndericisinin (konuşan kişi) sarf ettiği sözcük ve tümcelerin kendi başları­ na sahip oldukları anlamdan çok, gönde­ ricinin sözleriyle aslında ne kastettiğinin irdelenmesidir(3). Yule’un belirttiği gibi, böyle bir inceleme, kişilerin belirli bağ­ lamlarda konuşurken ne kastettiği ve bağlamın konuşan kişinin sözlerinin an­ lamını nasıl etkilediğinin de dikkate alın­ masını gerektirir çünkü konuşan kişi, ki­ minle, ne zaman, nerede ve hangi koşul­ lar altında konuştuğuna göre söylemek istediklerini şekillendirir (3). Edim bilim, benzer şekilde, “görünmeyen anlamı”, söylenmeyenlerin nasıl iletilen mesajın içeriğini dönüştürdüğünü de inceler (3). Alan Dundes’ın, “Doku, Metin, Konteks” adlı makalesinde örnek olarak verdiği Burma ata s özüyle ilgili olarak “söylen­ meyenlerin söylenenlerden çok daha önemli olduğunu” (83) dile getirmesi, edim bilimin “söylenen ile söylenmeyen” arasındaki ilişkiyi irdelemesiyle dikkat çekici bir koşutluk oluşturmaktadır. Bun­ ların yanı sıra, mesajı ileten, alan ve üze­ rinde konuşulan nesne arasında yer alan ve söylenenle söylenmeyen arasındaki se­ çimi belirleyen temel koşut olan “mesafe”

de edim bilimin inceleme nesnesidir. Do­ layısıyla, edim bilimci, herhangi bir sözlü iletiyi kayda geçirirken, iletiyi aktaran ve alan kişilerin kim olduklarını, toplumsal statülerini, aralarındaki mesafeyi, jestle­ rini, mimiklerini ve bunun yanı sıra ileti­ yi aktaran ve alan kişilerin duygu ve dü­ şüncelerini somutlayan her türlü hare­ ketleri ile iletinin aktarıldığı mekânı, edim bilime özgü ortografik transkripsi­ yon yöntemleriyle kayda geçirir ve söz konusu verileri, yine bilimsel yöntemler doğrultusunda sadece söyleneni de değil, söylenmeyen ancak ileteni de dikkate alarak analiz eder. Özellikle ağıtların derlenmeleri, metin olarak kaydedilmele­ ri söz konusu olduğunda ortaya çıkan so­ runlar ve eksiklikler üzerine düşünmede edim bilim, halk bilim çalışmalarında he­ nüz yeterince değerlendirilmemiş bir alan olarak göze çarpıyor.

Kaynakça

Amos, Dan Ben. “Şartlar ve Çevre İçinde Folklorun Bir Tanımına Doğru”. Çev. Metin Ekici.

Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar. Ankara:

Millî Folklor Yayınlan, 2003.

Dundes, Alan. “Doku, Metin, Konteks” Çev. Metin Ekici. Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşım­

lar. Ankara: Millî Folklor Yayınları, 2003.

Görkem, İsmail. Türk Edebiyatında Ağıtlar:

Çukurova Ağıtları. Ankara: Akçağ Yayınları, 2001.

Honko, Lauri. “Ağıtlar: Yeniden Yaratma, Yapı ve Tür Problemleri” . Çev. İsmail Görkem. Halkbili­

minde Kuramlar ve Yaklaşımlar.Ankara: Millî Folk­

lor Yayınları, 2003.

Örnek, Sedat Veyis. Türk Halkbilimi. Ankara: İş Bankası Kültür Yayınları, 1977.

Pearson, Mike Parker. The Archaeology o f De­

ath and Burial. Texas: Texas A&M University Press,

20 0 1.

Thomas, Peter. Symbolic Loss: The Ambiguity

o f Mourning and Memory at Century’s End. Charlot­

tesville and London: University Press o f Virginia,

20 0 0.

Titon, Jeff Todd. “Text”. The Journal o f Ameri­

can Folklore 108.430 (Güz 1995): 432-448.

Turan, Metin. Haz. Pertev Naili Boratav’a A r­

mağan. Ankara: Kültür Bakanlığı, 1998.

Yule, George. Pragmatics. Oxford: Oxford Uni­ versity Press, 1996.

Referanslar

Benzer Belgeler

Hacı Bektaş Veli‟nin hayatı, giyiniş tarzı, kerametleri ve yolu üzerine müritleri ve muhipleri tarafından bir araya getirilmiş menkıbelerin toplamı olan

Ordunun ihtiyacı için 525.332 akçelik ekmek satm alınmış 135.000 akçelik ekmek de çeşitli yerlerden havale yoluyla temin edilmişti. Dolayısıyla defterde 660.632 akçelik

Kasıtlı ya da kasıtsız bir şekilde olabilen toksik liderlik, sadece zehirli bir ortamda gelişebildiği için doğrudan ya da dolaylı olarak örgüt içerisindeki

Selçuklulardan siyasi bağımsızlık kazanma arzusuna kapılmışlardır. Bu amaçla ilk faaliyete geçen halife 512-529/1118-1136 tarihleri arasında on sekiz yıl hilafet

Bu husus üzerinde, aşa­ ğıda, ölü aşı ele alınırken daha ayrıntılı olarak durulacaktır, ölüm ün üzerinden doksan dokuz gün geçtikten sonra ruhun

As in our previous study in finance domain [29], our proposed models differs from the existing CNN architectures in the way of representing of input data. Since CNN considers

Sonuç olarak, bu çal›flman›n bulgular›na göre s›rt üstü ya- tarak televizyon seyretme, s›rt üstü yatarak ve oturarak kitap okuma gibi günlük yaflamda boynu

Desen üretimi konusunda kullanılan metotlardan olan poligonal teknik, Bonner’in savunucusu olduğu ve bazı geleneksel uygulama- lardan hareketle geliştirdiği metottur.. Kitabının