Bütün Öğretmenlerin, Eğitimcilerin,
Öğrencilerin, 'Aydınlanmacıların' ve
'CUMOK'ların okuması gereken kitap:
T T - 2 . • •
TEVFIK FİKRET
ve
HALÛK GERÇEĞİ
ORHAN KARAVELİ'den
YEN İ ve ÖNEMLİ BİR ARAŞTIRM A
ORHAN KARAVELI
O H ir m m ü r » O 'TEVFİK FİKRET
H A LÛ K
C E R Ç E C l
V a ı U 'l e î l l l l l * ’ ' ’ |p fK G A V .O Vİlhan
Selçuk'tın
Önsöz'üyle:
'Fikri hür,
irfanı hür,
vicdanı hür
bir şair'in ve
oğlu Halûk'un
yaşam
öyküsü...
Ben İnkılap Ruhunu
Fikret'ten Aldım!..'
• Mustafa Kemal'i etkileyen ve ona ışık tutan
'Aydınlanma' savaşçısı...
• TEVFİK FİKRET - MEHMET AKİF KAVGASI,
• İlk kez yayınlanan fotoğraflarla 'Papaz' Halûk'un
Amerika yılları; bilinmeyen saygın ve seçkin kişiliği...
• FİKRET'in yazar tarafından yeniden sâdeleştirilmiş
başlıca şiirleri...
YENİ BASKILARIYLA
KİTAPÇILARDA
Genel Dagıtun:
iki A
Tel.: 0.212 272 45 46 • Faks: 0.212 272 45 55Orhan Karaveli'den farklı bir Tevfîk Fikret kitabı
Tevfik Fikret ve H alûk Gerçeği
Orhan Karaveli
deneyimli
gazetecilerimizden biri.
Son yıllarda Nâzım
Hikmet, Sakallı Celal
gibi kültür ve
edebiyatımızın önemli
adları üzerine yazdığı
ilginç kitaplara bir
yenisini ekledi: “Tevfik
Fikret ve Halûk
Gerçeği".
□ Zeki BÜYÜKTANIR
I
* şte gazetecilik bu. İşte inceleme, eleştiri bu. Yazan uzman olunca ortaya çıkan yapıt da dört dörtlük oluyor. Hangi ko nuya, hangi değere el atsa “cuk oturtu yor” yazdığım.Daha önceki değerli çalışmaları yarımda Sakallı Celalle süren araştırmalarına şimdi de bir yenisini eklemiş, değerli yazar, araştırmacı Orhan Karaveli, iyi de etmiş. Eline sağlık.
Bu çalışma dizisini bugün için Tevfik Fik ret’le noktalamış. Noktalamış deyince, onun bu verimli çalışmaları, birikimleri, planlan arasında daha niceleri vardır. Onu bu hızlı ça lışma ortamında kudar, sağlıklı günlerde yeni eserlerini de beklediğimizi eklemek isterim.
Değerli yazar, bu yapıtıyla da büyük bir boşluğu doldurmuş oluyor. Bu çalışmaların güzelliğinde, bizim kuşağın yılmayan istenci nin olduğunu düşünüyorum. Savaşlar, sava şımlar ortamında pişmiş, sorumluluk bilinci içindeki bu kuşak -ne yazık ki- artık yerini ye ni kuşaklara devretmektedir.
Lütfedip gönderdiği bu vapıtım da bu ağustos sıcağında geldiği gün bitirdim. Bu ya pıt okunman, Fikret iyi bellenmek. Özelinde şu “it izinin kurt izine” karıştığı çok tehlikek geçitte böylesi değerler ve onların bize bırak tıkları bilinmek ki; yolumuzu, aydınlık gelece ğimizi ona göre seçebilelim.
Ben de dayanamayıp yapıtı gözden geçirir ken nodar tutmuştum. Bunları sizlerle de paylaşmayı düşündüm.
* *
O 1919 yılının karanlık ve belirsizlik için deki çalkantılı günlerindeyiz. İstanbul, İstan bul olmaktan çıkmış, kişiliği, varkğı yabancı ellerde; bir çırpınışın, can havliyle arayışın içinde bocalayıp duruyor. Seferberliğin acı to kadı sanki suratını yamukmuş, emperyaliz min doyumsuz istekleri, hırslan, şımarık buy rukları... kısacası İstanbul kan ağlıyor.
Ben de bu yapıtın eleştirisine, tanıtımına bu bölümden İstanbul’dan ve çok değerk bir anıdan başlamak istedim.
Tarih 19 Ağustos 1918. Savaşm, kaçınılmaz gibi görünen yıkıcı sonu yaklaşırken tam bir umutsuzluk ve keşmekeş içindeki İstanbul’da sıcak bir yaz sabahı. Müttefiki!) Almanya’dan getirilen ‘Benz’ marka bir ‘körüklü’ askeri aracın arka koltuğunda süvari zabiti ve ‘ma nej’ hocası arasında bu kısa konuşma geçiyor. Yer, Amavutköyü’ndeki, bugün ‘Poks Mer kezi. Bir askeri aracın durduğunu gören nö betteki zaptiyeler:
- Aaaa.. Kemal Paşa.. Anafartalar Kahra manı!.. diyerek heyecanla koşuştular:
- Bir emriniz mi var paşam?
- Sağolun çocuklar. Şoför gideceğimiz yeri sormak için durdu.
- O halde yardımcı olalım Paşa Hazretleri. - Gerekmez evladım. Siz görev yerinizden ayrılmayın. Ben yolu bikyorum.
Zaptiyeler selam dururken araba tekrar yo la koyuluyor ve Emin Bey de sormadan ede miyor:
- Aşiyan’ın yerini nereden bikyorsun Ke mal?
Özenle taranmış san saçlarım kısmen örten astragan kalpağı ve göğsü nişanlarla süslü üni forması ile göz kamaştıran Mustafa Kemal Paşa gülümseyerek cevap veriyor:
- Aşiyan’a daha önce de gitmiştim! Onun için hocam!
Yorgun ‘Benz’ Sultan Aziz tarafından 1800’lerde yaptırıldığı için onun adıyla anılan Aziziye Karakolunu geçip dar ve bozuk yol dan sarsıla sarsıla Bebek’e ulaşır. Birkaç daki ka sonra da Aşiyan’a sapan dik yokuşun başı na. İki arkadaş:
- Buradan sonrasını yürüyeceğiz... diyerek arabadan inerler.
Otomobilin çıkamayacağı bağımsız ve da racık yokuşu tırmanırken Paşa’nın yaveri de biraz geriden onları izlemektedir.
Mustafa Kemal, koluna girdiği, Harbi- ye’den ‘manej’ hocasına yüreğinin derinlikle rinden gelen bir sesle Fikret’e olan sevgisini anlatır.
- Ben inkılap ruhunu ondan aldım. Ziyaret edeceğim yerlerin başında elbette Aşiyan ge- kr!
Bir de sır verir hocasına bu yokuşta: - Yalanda Anadolu’ya gidi yorum. Sen ne dersin?
Hocası cevap verir: - Daha ne duruyorsun? Kim bikr? Mustafa Kemal memleketi kurtarma kararım ilk kez belki de Fikret’in katı na tırmanırken açıklamakta dır.
Aşiyan’a çıkılır, saygı duru şunda bulunulur ve bu tarihi ziyaret anı defterindeki, şair, yazar ve gazeteci Süleyman Nazif (1868-1927) tarafından anlamlı ve edebi bir üslupla kaleme alınıp şair ve yazar kardeşi Faik Ali’nin (Ozan- soy-1876-1950) yanı sıra Mus tafa Kemal Paşa tarafından da imzalanan bu kısa fakat dü şündürücü tümce ile ölüm süzleştirilir.
“Tavâf-ı tahatturunda bu lunmakla mübaht perestişkâ- ran-ı Fikret.”
“Anısı çevresinde bulun makla övünen, Fikret’i tapar casına sevenler.”
Mustafa Kemal -Süleyman Nazif- Faik Ak 19 Ağustos
1918.
Tarihimizi bu denk etkile yecek bir anıyı burada bulmak duygulandırıyor okuyucuyu, çarpıyor ve düşünmeye yönel tiyor ister istemez.
Zaten bu tür yapıtların te mel işlevlerinden biri değil midir okuyucuyu ele alınan döneme ikşkin düşündürmek ve belki de gün ile ilgik karşı
laştırmalar yapmasını sağlamak; en önemksi de araştırılan kişinin ruhunu yakalamaya yar dım etmek.
Yapıt tüm bunları fazlasıyla yapıyor, oku dukça çarpılıyor, sarsıkyor, düşünüyor, yo rumluyor, sözü edilen kişilere hayran oluyor sunuz ister istemez.
dim... Ama, olmayınca olmuyor işte...’ demiş ti. ‘...Din değiştirmeme gelince. Bunun, ya kınlarımı mutlu etmeyeceğini bikyordum ama ilkokul dahil öğrenimimin tamamım H ı ristiyan inancının, kendini açıkça hissettirdiği kurumlarda yapmıştım. Gene de Islamiyete ve Türkiye’ye, Türklüğe toz kondurmadım. Düzgün bir insan olarak kendimi herkese ka bul ettirdim. Babamın adım kirletecek, onun ruhuna acı verecek en ufak bir hareketim ol madı. Bu ülkeye yerleşen göçmen çoğunlu ğun aksine adımı da değiştirmedim. İşte, im zamda bile açıkça okunan bir ‘Hüseyin Halo- uk Fikret’im. Halûk’taki bu u ’nun yanma bir ‘o’ ekledim o kadar. Adım doğru okunsun di ye. Doğduğum ülkeyi her fırsatta yücelttim. Aksini ileri sürenler varsa haksızlık ediyorlar. Daima, ‘Türk’ kökenli olarak bilindim ve bundan gurur duydum...’ ‘...Herkesin, bir yerden öteye değiştiremeyeceği bir ‘kader çiz gisi’ vardır. Benimki de işte böyleymiş. İyi de, rahip olacağıma sevilmeyen, güvenilmeyen bir insan olup çıksaydım beni ‘tükürükle boğ mak’ isteyenler daha mutlu mu olurlardı? Ya şım bir hayli ilerledi. Artık, istesem ve anlayış
BASINDAKİ YORUMLAR
Basınımızda Tevfik Fikret’in oğlu ile ilgili öylesine aşağılayıcı, onur k ın a , yalan yanlış yayınlar yapıldı ki, öyle yorumlar kaleme alın dı ki... Yapıt bütün bunları ele alarak gereken yanıtlan belgeleriyle suratlarına çarpıyor. Sö zü uzatmadan özetle biz Halûk’un bir gazete ciye verdiği yanıtla, anı-belge ile yapıtına aldı ğı bu belgeyi görelim:
Ah Kaygıya Halûk’un ayrılmalarından ön ceki son sözlerini soruyorum:
‘...Tevfik Fikret’in oğlu olarak güzel şürler yazabilseydim; güzel resimler yapabilsey- dim... ‘İşte Fikret’in oğlu!..’
dedirtebilsey-göreceğimi bilsem de Türkiye’ye gitme şan sım kalmadı. Sanırım yalan bir gelecekte ki milerinin nefret ettiği bir Halûk da kalmaya cak. .. Ama bir gün, nk vatanımda iyi bir insan olarak tanınacağımdan umudumu kesmiyo rum. Sen, Ah Efendi kalkıp buralara kadar geldiğin ve onca kalabalığıma karşın beni dostça karşıladığın için sana ve seçkin esinle güzel çocuklarına ne denk minnettarım, bile mezsin!”
Adam ülkesinden çıkmış gitmiş, ama onu runu, kişiliğini, ülkesini hiç lekelememiş. Prof, olarak öğretim üyelisini sürdürmüş uzun yıllar.
Yapıtta değinilen değerk belgelerdeki o ka dar çirkin karalamalara anlamsız dedikodula ra, gazeteciliğe, yazarlığa yakışmayan, etik yönden savunulmayacak medya düzeysizkği- ne bundan güzel yanıt olur mu? Saygılı bir görüşle, efendice verilen bir yanıt diye düşü nüyorum.
Bu belgeleri okuyup da yapılan
haksızlıkla-E
ra üzülmemek, haksızlığa uğrayan kişinin ol gunluğuna şaşmamak, o kişinin ‘majesteleri’ diye anılan büyük ozanın oğlu olduğu anım sanınca Halûk’un tıpkı babasının istediği gibi örnek bir ‘insan’ olduğunun ayırdına varıla rak birçok kişinin düşüncesinin tersine H a lûk’un babasına layık bir evlat olduğuna inan mamak olası mı?
Yapıtın dördüncü bölümü sevmeyenlerin saldırıları- aldıkları cevaplar başlığıyla verili yor. Belgeler, yazılar, anılar biçiminde: sf: 77
Fikret’i Sevmeyenler bölümündeki yazılara göz gezdirince insan ister istemez düşünüyor. Bu bir kıskançlık mıdır, toplumdaki bir zaaf mıdır, onun düzeyine ulaşamamanın eleşti rende oluşturduğu bir ruh hah midir? Saldırı ya geçenlerin içinde öyle adlar var ki, bu olumsuz bakış açısı inşam şaşırtıyor.
Bu olumsuz düşünce sayrılığı ya da kıs kançlık diyebileceğimiz bu kavram toplumu- muzun her kesiminde bulunan ve henüz ta mamen silinemeyen, eskiden gelen Osman lI’nın Kul-Ummet döneminin edilgin kader- azgı görüşüyle örtüşen düşüncelerin ortaya oyduğu görüşler bunlar.
Dinsel tabuların ytialamadığı, Cumhuriyet, çağdaşlık, laiklik gibi kavramların henüz top lumda etkisini gösteremediği bir süreci yaşa dığımız için, okumuşumuzun da diplomalıla rımızın da çoğu işte bu çağdaş, laik düşünen aydınlardan çok, eskinin dinsel düşünce yapı sından sıynlamayan kalemlerdir. înşallahk, maşallahk, günahlı, cennetli, cehennemli düş ler ortamında bugün de aynı kalemler işlemi yor mu? Ne yazık ki gerçek, çağdaş yapılı ka faların, felsefi düşünceli ve etik çizgisinden sapmayan kalemlerin sayısı bir elin on parma ğım geçmiyor.
Aslında bugün çektiğimiz bütün sıkıntılar da bu olumsuz görüş ve düşünce ortamından kaynaklanmıyor mu?
Şimdi yine değerh yazarın titiz bir araştır mayla topladığı bu belgelerden sîzleri sıkma dan birkaç tanesini sunmak istiyorum.
Bunlara geçmeden çok bilinen ve de bir yü rek sızısı gibi hep kanayan konu vardır. Akif- Fikret çatışması.
EVET, AKİF-FİKRET KAVGASI
Bir Türk şairinin, yine bir Türk şairine ‘zangoçluk’u yakıştıracak derecede ağır haka ret etmesinde onu aşağılamasında, dinsel bağ nazlığının etkisi olmalı ki devrimsel atılımla- nn hızından başı dönen bu ozanımız Mısır’a iş uzun yıllar orada kalmıştır. Oysa Tev- Fikret Tarih-i Kadim’e Zeyl adlı şiirinde, Mehmet Akif e kendine yakışır bir yanıt verir.“Bir minik kuşla biriz tapmakta
Ben de tehlil ederim ishak da” derken di nin, tapınma kavramının özüne inmiş onu dü şünsel felsefesiyle, kültürüyle yoğurmuş; ama gerçekleri konuşmaktan da geri kalmamıştır.
işte Fikret’i “Büyük Fikret- Koca Fikret” yapan da onun bu özyapısıdır. Atatürk’ün hayranlığını çeken de budur.
Şimdi o yazarların bu konudaki olumsuz görüşlerinden bir iki örnek:
Ona dinsiz diyen:
“Önce söver sonra biraz bol para ver Hiç utanmaz protestanlara zangoçluk eder”
diyecek denk ileri giden kişi inanmış bir mümindir üstelik.
Düzeysiz, sığ bir kalem erbabma bile yakış mayacak bu söylem karşısında Fikret’in sağ duyulu yanıtı da her türlü övgüyü hak edecek düzeydedir, (sf. 113 Tarihi Kachme’e Zeyl)
“Bana anlatma o güzel dini Bilirim ben de senin bildiğini insanın böyle sapmaları var Putunu kendi yapar, kendi tapar” Merhamet, iyilik ve yurtseverlik, hakkani yet
Sonra bir şaire zangoç dememek.. ”
S A Y F A ' 14 C U M H U R İ Y E T K İ T A P
Ve şöyle bitirir sözlerini: “Din-i Hakk bence bugün din-i hayat
Sen ne dersin buna Ey Molla Sı rat..” (sf: 114)
Safahat’tâki Fikret’le ilgili yaz dığı görüşleri daha ilginç acı ve düşündürücü: (sf: 107)
“Sade bir fuhşumuz eksikti, evet, Rus’lardan...
Onu ikmal ediverdik mi, bizim dir meydan !(sf:49)
Karadağ haydudu, Sırp eşşeği, Bulgar yılanı,
Sonra Yûnân iti, çepçevre ku şatsın vatam.(sf:50)
- be!
- Çüş be! Gözün kör mü? - Pardon!
- Dlâllah!
Nasıl ki çıktı şu ‘pardon’ eşek lik oldu mubah!
- Herif amma da hı şır! (sf:51)
Bitirmek istedi ahlâkı, ân, nâmusu;
Çıkardı ortaya, gezdirdi saksılar dolusu
Hevâ-yı hıhşu kudurtan zehirli ‘zambaklar’(sf:52)
Fakat bu, ırzım dellâla vermiş, alçaklar,(sf:53)
Domuz çobanlan ‘Bal kan’da’ hânedan-ı va- kûr(55)
‘Gebermek istemeyiz biz! desek de kimler dinler?(56)”
Evet şimdi de Türk basınından, Türk ya zarlarından onun hakkında yazanlar, onu kü çük görenler, yüzüne başka arkasından başka türlü düşünenlerden bir iki örnek.
Bu görüşler, bu düşünce düzeysizliği bu günkü medya dediğimiz boyalı basında da çarşaf çarşaf yazılıp çizilmiyor mu?
Üstelik daha önceleri Fikret’in müridiyim diyecek kertelerdedir bu kişinin Fikret beğe nisi. Ama aynı kişi şöyle de diyebiliyor: (sf: 77)
"Tevf ik Fikret ve Halûk Gerçeği” it izinin kurt izine’ karıştığı çok tehlikeli geçitte önemli bir boşluğu dolduruyor.
Ona millî şair vasfı da verilemez...’
Agâh Sırrı Levend, Yeni Sabah 8, 9
Ekim 1939
Fikret’in çağdaşı, yakın arkadaşı... kendi deyimiyle ‘müridi’ ve Tanin ga zetesinde iş ortağı olan bir başka tartış mak kişilik... yazar, gazeteci, siyaset adamı ve çevirmen Hüseyin Cahit Yal- çın’ın (1875-1957) ‘Yeni Sabah korosu’ndaki sözlerine de bir göz atalım:
‘...Devrimde büyük bir sanatkâr sayılırdı. Kendi şiirlerini okurken mestolurduk (ama) aym şiirleri biz okuduğumuzda aynı heyecanı duymazdık!.. Hakk haksız herkesi incitmek ten çekinmezdi... ‘Han-ı Yağmayı da böyle bir hissin zebûnu (zayıflığı) içinde iken yaz mıştı...’
Hüseyin Cahit Yalçın, Yeni Sabah, 25 Ka
sım 1939 “Kindardı: Dişlerinin gıcırtısı hissedilirdi.”
Süleyman Nazif, sf: 77
İşte, her kim ise bu Kâmran Dem irden ba zı akınlar: s: 78
‘... Fikret’in şiirleri, o zamana göre haiz ol duğu nisbî yeniliklerden dolayı dikkat çek mişti. Bugün, bu şiirleri okurken hiç zevk duymuyoruz... Fikret, (Abdülhak) Hâmid gi bi büyük şairlerle kıyaslanamaz!..’
Kâmran Demir, Yeni Sabah, 7 Ekim 1939
Gazetenin, “... Haydi bitirelim şu Fikret’in işini!..’ diye özetlenebilecek davetine ilk uyan lardan biri de edebiyat tarihçisi, ya zarar ve ö|retm en Nihad Sami Banark (1907-1974)
‘... Mağrur benkğini ve rahatını üstün tuta rak sık sık yabancı koltuklara yaslanmaktan çekinmemiş; kendine ait olmayan fikirleri te rennüm etmiştir!.. Türk milleti için mudak bir ideal tanımamış olan Fikret’i bizim de bir idealist olarak tanımamız kabil değildir!.. Türk milletine vatan ve milkyet heyecanlarım, hürriyet zevkini aşılamak yollarım da aramış değildir!.. Yaptığı en kötü işlerden biri de ‘na- zım’ı ‘nesir’e yaklaştırmaya çakşmasıdır. Şiiri öldüren bundan başka bir hareket icad edile mezdi...’
Nihad Sami Banark, Yeni Sabah, 21 Ekim
1939
Ya, Son Posta’dan Ulus’a, Cumhuriyetken Vatan’a kadar hemen bütün gazetelerde yazı ları yayımlanan; Eminönü Halkevi’nde baş kanlık (1935); milletvekilkği (1940-1946), Ga zi Eğitim Enstitüsünde edebiyat öğretmenk- ği (1947-1949), Türk Dil Kurumu Genel Yaz- mankğı (1951-1960) ve Başkanlığı (1963- 1966) yapan edebiyat tarihçisi Agâh Sırrı Le- vend’e (1894-1978) ne demek?
‘...Fikret, şüphesiz ki halkçı bir şair değildi.
Sırada Türkçü, Turancı yazar ve fikir adamı Nihal Atsız (1905-1975) var. O da Fikret kar şıtı bu kampanyada yerini alanlardan:
‘...Fikret vatanperver değildir! Söylendiği gibi, Sovyetler ülkesinde heykek dikilmişse, Türkiye’de dikilmemesi için bundan kuvvetk sebep olamaz... Bugün nesillerin Fikret’ten gı- dalandığı söyleniyor. Bunların manevi yoksul luğu da bundan ileri gelmiyor mu? Aydınların çoğunluğunun Fikret’i sevdiğine inanmıyo rum. Gerçek duygularım gizkyorlar...’
Nihal Atsız, Yeni Sabah, 24 Ekim 1939
Bu değerk kültür adamım, çağının en ileri düşüncelerini özünde, etik yapısında yoğurup gerçekçi bir biçimde özümseyen Tevfik Fik ret’i bu vesileyle yeniden anarken, onu tarihin karanlık mahzenlerinden gün ışığına çıkarıp gerçeği aymazların gözüne soka soka anlatma yı görev bilen değerk araştırmacı Orhan Ka- ravek’ye candan teşekkürlerimi sunuyor, yazı nım sonunda onu çok sevdiğim, herkesin de sevdiğini sandığım Promete şüriyle selamla mak istiyorum:
PROMETE
Kalbinde her dakika şu ulvi hasretin Ateşten gagasını duy, daima düşün:
Onlar niçin semâda, niçin ben yalnız ağlayım?.. Yükselmek gökyüzüne ve gülmek ne tatlı şey! Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa... Ey, Refah ve nâra hasret geleceği milletin, Meçhul elektrikçisi düşünce dünyasının Yüklen getir -ne varsa- biraz miskinlik gideren, Bir parça rûhu, benliği, idari besleyen, Coşturan meyvelerini; boş durmasın elin, Gör daima önünde eskimiş masalların Gökten ateşin dehâsını çalan kahramanını... Varsın bulunmasın bilecek nâm ve şânını...
Not; SevgiH Tevfik Fikret, sen istemesen de
biz senin adım ve şanım çok iyi bikyoruz ve önünde saygıyla eğikyoruz. ■
C U M H U R İ Y E T
K İ T A P
S A Y I 8 1 1Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi