• Sonuç bulunamadı

Bir Osmanlı Kadınının Yazarlığı: Fatma Aliye

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir Osmanlı Kadınının Yazarlığı: Fatma Aliye"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Nüket Esen

THE AUTHORSHIP OF AN OTTOMAN WOMAN: FATMA ALİYE ÖZ: Fatma Aliye Hanım’ın bir kadın yazar olarak on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı toplumunda yaşadıkları ve yazdıkları ilgi çekicidir. Romanlarındaki görüşler ve özellikle toplumda kadının yeri ile ilgili düşünceleri önemlidir. Bu yazıda Fatma Aliye’nin kadın konusundaki görüşlerinin, ilk romanından son romanına kadar nasıl bir değişim geçirdiği üzerinde durulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Fatma Aliye, Ahmet Mithat, kadın yazar, on dokuzuncu

yüzyıl Osmanlı romanı.

ABSTRACT: As a woman writer at the end of the nineteenth century Ottoman society, Fatma Aliye Hanım’s life and work deserves attention. Her views in her novels, especially her thoughts about the place of women in society are important. This article will deal with the way Fatma Aliye’s views on women underwent a change from her first novel to the last.

Keywords: Fatma Aliye, Ahmet Mithat, woman writer, nineteenth century

Ot-toman novel.

...

Fatma Aliye Hanım on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı toplumunda ortaya çıkan en dikkat çekici kişilerden biridir. Onun kurmaca ve kurmaca dışı eser-lerini değerlendirirken yetiştiği üst düzey aileyi, yazarlık serüveninde sürekli ilişkide olduğu ve yer yer etkilendiği Ahmet Mithat Efendi’yi ve yaşadığı dönemde kadının

(2)

toplumdaki yerini düşünerek bir arada ele almak gerekir. Fatma Aliye Hanım’ın ya-zarlığının ve kadınlarla ilgili görüşlerinin evrilişini ise, bazı eserleri ve Ahmet Mithat Efendi ile yazışmaları aracılığı ile anlamaya çalışabiliriz.

Fatma Aliye Hanım tarihçi ve devlet adamı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olduğun-dan zamanının üst düzey geleneksel ailelerinden birinde yetişmiş ve dolayısıyla hem çok iyi bir eğitim almış hem de oldukça geleneksel bir terbiye görmüştür. Yazarlık hayatına 1890’da Meram başlığı ile yayınlanan George Ohnet’nin Volonte’sinin çevirisi ile başlayan Fatma Aliye bu vesileyle dönemin ünlü yazarı Ahmet Mithat Efendi ile tanışır. Ardından da Ahmet Mithat ile birlikte iki yazarlı, iki anlatıcılı bir roman olan

Hayal ve Hakikat’i (1891-1892) yazarlar.

Bu romanda aynı olayları kadın karakter Vedad’ın açısından Fatma Aliye yazar. Erkek karakter Vefa’nın tarafını ise Ahmet Mithat kaleme almıştır. Hayal ve Hakikat’te, tüm roman kadın-erkek ikilemi üzerinde kurulmuştur. Vedad karakteri yoluyla kadınlar “hayal, kalp ve şiir” dünyası varlıkları, Vefa karakteriyle de erkekler “hakikat, zekâ ve bilim” dünyası varlıkları olarak ortaya konur.

Ahmet Mithat’ın önderliğinde ortaya çıkan bu ilk roman bölümü yazma dene-mesinde Fatma Aliye Hanım, zamanın kadınlarla ilgili klişelerine uygun bir kadın karakter çizmiş olur. Kendi ayakları üzerinde duramayan, mutlaka bir erkeğin hima-yesine ihtiyaç duyan, hayalperest ve aşırı duygusal bir kadını anlatır Vedad’da. Hayal

ve Hakikat’i Fatma Aliye’nin yazarlık serüveninin başı olarak kabul edersek, son

romanı Enin’e (1910) kadar özellikle kadınlar konusundaki düşüncelerinde görülen değişim dikkat çekicidir.

Hayal ve Hakikat ile aynı yıl, 1891-1892’de Fatma Aliye’nin tek başına yazdığı

ilk romanı Muhadarat ve kadınlarla ilgili risalesi Nisvan-ı İslâm yayınlanır. Bu noktada Fatma Aliye’nin yazdıkları üzerinde Ahmet Mithat’ın etkisi ve kontrolü ortaya çıkar. Aralarında yazılmış mektuplardan anlaşıldığı üzere Ahmet Mithat Muhadarat’ı baştan sona okur, değişiklikler önerir, düzeltmeler yapar ve bunların onayı için defterleri tekrar Fatma Aliye’ye yollar. Ardından geri gelen defterleri temize çektirip yayınlanması için gereken yerlere gönderir. Bir mektubunda Ahmet Mithat, Muhadarat’taki iki karak-terin –Calibe ile Suha’nın– ilişkilerini uygun bulmaz, değiştirilmesini ister.1 Romana

baktığımızda Fatma Aliye’nin bu isteği yerine getirdiğini, konuyu Ahmet Mithat’ın uygun bulduğu şekilde değiştirdiğini görürüz.

Muhadarat, sonunun biraz aceleye getirilmiş olması dışında Tanzimat dönemi

romanları arasında bana göre başarılı, keyifle okunabilen bir romandır. Karakterlerin iyi çizildiği, kişilerin ve olayların birbiriyle bağlantısının iyi örüldüğü bütünlüğü olan bir romandır. Fatma Aliye bu romandaki başkarakter Fazıla’yı romanın alttan

(3)

alta en güçlü kişisi olarak çizmiştir. Zaten Fatma Aliye bütün romanlarında, Hayal

ve Hakikat’tekinin aksine, mücadeleci ve zorluklar karşısında aslında güçlü olabilen

kadınları anlatacaktır.

Fazıla’nın hayatı, geleneksel kadın rollerine uygun yaşadığı üç evde geçer. Baba-evinde itaatkâr bir kız evlat, kocaBaba-evinde boyun eğen bir eş ve daha sonra ikinci kocası olacak kişinin evinde de iyi hizmet veren bir cariye olarak bulunur. Bu, erkeklere ba-ğımlı, geleneksel rollerin altında daha güçlü bir kadının gölgesi görülür. Babaevinde erkek kardeşini koruyan bir abla, eşinin evinde bıçak kemiğe dayandığında kocasına “Şu seninle bana bir fiyat biçilmeye kalkışılsa, acaba benimle kıyas olunabilir misin?” diyebilen bir eş, cariye olduğu evde ise tüm ev halkının hayatını idare eden, gençleri eğitip yol gösteren vakur bir kadın vardır.

Yine mektuplardan, Ahmet Mithat’ın Muhadarat gibi Nisvan-ı İslâm’ı da yazılır-ken satır satır okuduğu ortaya çıkar. Sonunda ikisiyle ilgili kararı aynı zamanda veren Ahmet Mithat bir mektubunda şöyle der: “Nisvan-ı İslâm’ı Tercüman-ı Hakikat’e koyacağım. Romanı da başlamak üzre, Arakil Efendi’ye bugün haber gönderdim. Her ikisinin tashihleri bana aittir.”2 Yani her iki metin de Ahmet Mithat’ın onayından

sonra yayınlanmaktadır.

Nisvan-ı İslâm’da Fatma Aliye Hanım Batılı gezgin kadınlarla buluşmalarını ve

onların Osmanlı-İslâm kadını ile ilgili sorularına verdiği cevapları yazar. Bu kitapta Fatma Aliye birçok geleneksel değeri savunur durumdadır. Cariyeliği savunması geleneklere bağlılık yanında sınıfsal bir yaklaşım olarak da algılanabilir. Kendi aile hayatında da cariyeler olduğunu gösteren evrak vardır. Kadınlardaki örtünme çeşit-liliğini dinî değil, farklı yerel âdetler olarak yorumlar ve başı örtülü olduğu sürece Müslüman kadınların erkeklerle görüşebildiklerini söyler. Bunları yazan kadının başı açık ve biri bisiklet üstündeki fotoğrafları dikkat çekicidir.

Fatma Aliye bu kitapta çok eşliliği hem gelenekler doğrultusunda savunur hem de bunu birçok kısıtlamayı da vurgulayarak yapar. Zaten bu konuda içinin çok da rahat olmadığı daha sonra kaleme almak ihtiyacı hissedeceği Taaddüd-i Zevcat’a

Zeyl’de (1898-1899) görülecektir. Nisvan-ı İslâm’da İslâmiyet’te çok eşliliğin kural

olmadığını, ancak çok gerekli durumlarda uygulanabildiğini söyler. Çocuğu olmayan veya hastalıklı olan bir kadının eşinin başka bir eş daha alabileceğini söylerken, bazen çocukları olan kadınların kocalarının da birden fazla eş aldıklarını hatırlatan İngiliz hanımın sözlerini insanların çeşit çeşit olduğu cevabı ile geçiştirir.

Burada Ahmet Mithat’ın sık sık yaptığı gibi, kendi kültürünü savunmak için karşı kültürü karalama yoluna giden Fatma Aliye Hanım, Batı toplumlarındaki metreslerden ve gayrimeşru çocuklardan söz eder. Bu da Ahmet Mithat’tan öğrenilmiş bir söylem

(4)

gibidir; Ahmet Mithat’ın İslâmiyet’i savunduğu tüm yazılarında görülen bir tekrardır bu; Batı dünyası metresler ve gayrimeşru çocuklarla doludur.

Bu noktada Fatma Aliye Hanım’ın Ahmet Mithat Efendi ile olan ilişkisine bir göz at-mak yerinde olacaktır. Ahmet Mithat 1893’te, henüz kariyerinin başında olan Fatma Aliye’yi topluma tanıtmak için Bir Muharrire-i Osmaniye’nin Neşeti’ni yazar. Bu kitapta, o sırada birçok yazdığı yayınlanmış olan, 31 yaşındaki Fatma Aliye Hanım’ın sadece çocukluğunu ve genç kızlığını anlatır. Âdeta, yazar olmak gibi aykırı bir işe soyunmuş olan bu kadının geleneklere uygun yetiştirilmiş, ahlâkı bütün bir insan olduğunu göstermeye çalışmaktadır Ahmet Mithat. Kitapta birçok yerde Fatma Aliye’nin erkeklerin yanına çıkarken başını örttüğü gereksiz yere tekrar edilir. Roman okumaya başladığında aşk romanları okumayı sevmediği belirtilir ve kocasının oldukça sert müdahalelerine itaatinden sitayişle söz edilir. On dokuzuncu yüzyıl sonuna doğru Osmanlı toplumunda bir kadının yazar olarak ortaya çıkışının gelenekleri bozmadığını göstermek ihtiyacını hisseder Ahmet Mithat.

2011 yılında Samime İnceoğlu ve Zeynep Süslü Berktaş tarafından hazırlanarak yayınlanan, yukarda da sözünü ettiğim, Ahmet Mithat Efendi ve Fatma Aliye Hanım arasında yazılmış olan mektuplar her iki yazarın kişiliğini, aralarındaki ilişkiyi ve yazdıklarını daha iyi anlamamıza yardımcı olmuştur. Tahminler yürüterek verilen bazı hükümlerin ne derecede geçersiz olabileceği mektup gibi belgelerin ortaya çıkmasıyla anlaşılıyor. Ahmet Mithat ve Fatma Aliye arasındaki mektupları okuduktan sonra yaz-dığım Hikâye Anlatan Adam: Ahmet Mithat (2014) başlıklı kitabımda şöyle demiştim:

Ahmet Mithat, Fatma Aliye’ye yardım etmek ve bir yazar olarak önünü açmak için canla başla uğraşır. Fatma Aliye’nin yazıp ona yolladıklarını okur, düzeltir, gerekli yerlere gönderip yayınlatır, yurt dışına yollanacakları çevirtir, yollar. Özellikle yazarlık hayatının başlarında Fatma Aliye’nin bu destekten çok faydalandığı aşikârdır.

Ama madalyonun bir de diğer yüzü vardır. Mektuplarda Ahmet Mithat, Fatma Aliye’ye ne yazması ve nasıl yazması gerektiği üzerine sürekli nasihat verir. Hem yol gösterir, hem de onu kontrolü altında tutmak ister. Sadece Fatma Aliye’nin yazdığı roman ve makaleleri değil, iş yazışmalarına kadar her yazdığını görmek ister. Destek ve hizmet ile kontrol ve hâkimiyet bir arada yürür.3

Fatma Aliye’ye yardım ederken, yazdıklarını da yönetmeye çalışan Ahmet Mithat müsveddelerini okuduğu birçok roman ve makaleye müdahale eder.

Özellikle Fatma Aliye kadınlarla veya İslâmiyet’le ilgili bir şeyler yazıyorsa Ahmet Mithat ona sürekli yön verir. Bir mektubunda Fatma Aliye’ye “Siz kadınsınız ama kadın ne olduğunu bilmezsiniz. Bizim gibi (bari itiraf-ı günah edelim) birkaç yüz kadın görmüş, onları tetebbü etmiş adamlar kadını bilirler.”4 diyerek kadınları nasıl

3 Esen, Hikaye Anlatan Adam: Ahmet Mithat, s. 99-100.

(5)

anlatması gerektiğini bildirir. Başka bir mektupta Fatma Aliye’ye “Şimdi siz İstila-yı

İslâm diye bir kitap yazmaya başlayacaksınız. Bu kitabın medhalinde yahut birinci

kısmında..” şöyle şöyle yazacaksınız5 diye başlayarak kısım kısım kitapta neler

yaza-cağını anlatır ve kitabın planını verir. Fatma Aliye’nin, Ahmet Mithat’ın görüşlerine uyumlu davranmak ve yazmak zorunda olduğu ortadadır.

Ahmet Mithat, Fatma Aliye’nin bir kadın olarak şiir yazmasını istemez; felsefey-le uğraşmasını doğru bulmaz, bir kadının tarihfelsefey-le uğraşmasını da gereksiz bulur. Ne tür şeyler yazması gerektiğini söyler. Muhadarat’ın yayınlanma aşamasında Ahmet Mithat Refet (1896-1897) romanına giden yolu açar. O sırada yazdığı bir mektubunda “Her romanınız ilk eseriniz gibi kibar âleminde geçmez. Sefiller âleminde dahi kalem oynatacaksınız.”6 diye yazar.

Refet’te Fatma Aliye, sefalet içinde yaşayan bir ana kızı anlatır. Tamamen kadınlar

dünyasında geçen ve tek çizgi hâlinde ilerleyen bu roman eğitici örneklerle dolu ol-duğundan olsa gerek Ahmet Mithat’ın çok beğendiği bir romandır. Refet karakterinde fakir ve çirkin ama eğitimli ve namuslu bir kızın idealize edilişini okuruz. Bu romanda asıl konu hayatında erkek olmayan kadınların para kazanmak zorunda olmaları ve bunu namus çerçevesinde yapabilmeleri için de eğitimli olmaları gerektiğidir. Fatma Aliye bu romanda kızların okutulmasını İslâmi açıdan da meşrulaştırmaya çalışır. İki yerde iki farklı kişi “ilmi talep edenden sakınanların ağzına ateşten gem vurulacağına dair olan hadis-i şerifi” hatırlatır.7

Hayal ve Hakikat’teki aşırı duygusal Vedad karakterinden iyice

uzaklaşmaktayız-dır. Muhadarat’ta aklını kullanarak alttan alta güçlü olabilen Fazıla’dan sonra burada Refet açıkça aklını ön plana çıkarır. Romanın sonunda arkadaşı Şule’ye şöyle der: “Ben doğrudan doğruya kalbimden gelen heves ve arzunun ilcaatıyla hareket etmem. O ilcaata hiç yüz vermem. Onu beynimin hükmüne bırakırım. İşte orada kabul ve makbul olan şey ile hareket ederim.”8

Refet uzun yıllar büyük zorluklarla okula gider, bir meslek sahibi olur ve öğretmen olarak çalışmaya başlayıp annesinin ve kendisinin geçimini sağlar. Kendisi ile evlenmek isteyen zengin amcazadesini de yüzüne “Sen cahilsin!” diyerek reddeder. Kimseye muhtaç olmadan kendi ekmeğini kendi kazanabildiği için de büyük gurur duyar. Evet amcazade kötü bir taliptir ama Refet çalışıp para kazanabildiği için böyle zengin bir adamı reddedebilir. Fatma Aliye Levayih-i Hayat’ta (1897-1898) parası ve mesleği ol-mayan kadınların kötü evliliklere nasıl tahammül etmek zorunda kaldığını tartışacaktır.

5 a.g.e., s. 356. 6 a.g.e., s. 81.

(6)

Levayih-i Hayat birkaç kadının birbirine yazdığı 11 mektuptan oluşan bir

“episto-lary” yani mektup romandır. Mektuplarda evlilik kurumu ve evlilik bağlamında kadının ekonomik durumu tartışılır. Mutsuz evliliklerde parası olan kadın kendisini ve çocuklarını geçindirebileceği için kendinde boşanma gücünü bulur. Hâlbuki geliri olmayan bir kadın kötü bir evlilik içinde her eziyete katlanmak durumundadır. Böyle mutsuz bir evliliği olan ve kişisel geliri olmadığı için boşanamayan Fehame kendi evliliği için “taayyüş kontra-tosu” yani “geçinme kontratı” der.9 Aynı şekilde, parası olmayan bir genç kız kendisini

geçindirecek bir talibi hiç beğenmese de kabul etmek zorunda kalacaktır. Mesleği olup para kazanan Refet’in yaptığı gibi beğenmediği bir talibi reddedemeyecektir.

Fatma Aliye bu romanı yazarken de Ahmet Mithat’ın birçok eleştirisine ve mü-dahalesine maruz kalır. Ahmet Mithat romanın konusuna, romandaki insan ilişkilerine karışır. Mektuplarında bu romanda kullanması için Fatma Aliye’ye aşkın ne olduğunu, evliliğin ne olduğunu ders verir tarzda uzun uzun anlatır. Özellikle de romanda çok fazla boşanma var diye itiraz eder. Bu önerisini ısrarla tekrar eder. “Bundan evvel talak hakkında söylediğim şey romanda talaklar hiç vukua gelmemesi için değildir. Çokluğu içindir. Dört nikâhtan üçü talaka müncer oluyor... İki münzevi kadını dul olarak hayrat ve tetebbüat ile yaşatmak istiyor iseniz birisinin kocasını öldürünüz.” der.10

Levayih-i Hayat’ın yazılışına Ahmet Mithat o kadar çok müdahale eder ki sonuçta

ortaya çıkan roman, aralarındaki mektuplarda sözü edilenden oldukça farklıdır. Boşan-mayı tartışan kadınların sonuçta boşanıp boşanmadıkları anlaşılmaz. Mektuplarda sözü edilen bazı erkek karakterler romanda yer almaz. Belki de romanın müsveddelerine Ahmet Mithat bu kadar çok itirazda bulunduğu için Fatma Aliye bu romanı bu kadar kısa tutmuş ve sadece mektuplar hâlinde bırakmıştır.

Udi (1897-1898) romanında yine güçlü bir kadın karakterle karşılaşırız. Bedia,

Re-fet gibi okulda eğitim almaz ama evde babası tarafından mükemmel bir musiki eğitimine tabi tutulur. Bu romandaki erkekler zaafları olan kişilerdir. Baba da, gençliğinde ağabey de, daha sonra Bedia’nın evleneceği Mail de içki, eğlence ve kadın düşkünüdürler. Romanda doğru çizgiden hiç ayrılmayan, aslında güçlü olan kişi Bedia’dır. Metresi Helvila ile olan ilişkisinden rahatsız olan Mail, kendisini bu kadından kurtarması için karısına müracaat eder. Bir gece eve gelip Bedia’ya “Kurtar Bedia! Beni kurtar! Benim çaremi bul!” der. “Evet kendim yapamadığım bu işin çaresini sen bul! Halasımın bir yolunu düşün! Beni kurtar!” diye feryat eder.11

Udi’deki en önemli mesele Bedia ile, kocasının metresi dansöz Helvila arasında

geçen tartışmada öne çıkan kadının geçimi ve namusu meselesidir. Geçim kaynağı

9 Fatma Aliye Hanım, Levayih-i Hayat, s. 35.

10 Ahmet Mithat Efendi, Fazıl ve Feylesof Kızım: Fatma Aliye’ye Mektuplar, s. 161.

(7)

olmayan ve namusuyla çalışabileceği bir mesleği de bulunmayan yalnız bir kadın nasıl yaşayacaktır? Bir erkeğe bağımlı olmadan namuslu yaşayabilmek ancak eğitimli ve meslek sahibi olan kadınlar için mümkündür. Helvila romanın sonunda birisiyle ev-lenerek yaşadığı iffetsiz hayattan kurtulur. Ama Fatma Aliye evliliği de kadınlar için bir kurtuluş olarak sunmaz. Çünkü evli olan Bedia kocasından boşanacak ve müzik öğretmeni olarak çalışarak geçimini sağlamak zorunda kalacaktır. Zaten Levayih-i

Hayat’ta da parası olmayan Fehame’nin eziyet içinde yaşadığı bir evliliği nasıl devam

ettirmek zorunda olduğu anlatılmıştır. Tek kurtuluş yolu kadının eğitimli olup gerekirse çalışarak kendini geçindirebilmesidir.

Udi romanının bir de ilgi çekici bir anlatım stratejisi var. Fatma Aliye’nin iyi

bir Ahmet Mithat öğrencisi olduğunu gösteren bir strateji. Udi’de romanın anlatıcısı romanın sonunda ortaya çıkar. Fatma Aliye bu romanda tanıdığı gerçek bir kadının acıklı hikâyesini anlattığından, belki de bu gerçekliği vurgulamak için, romanın son-larına doğru Bedia’dan hayatını dinleyip bunları yazan bir yazar olarak kendisinden bahseder. Hatta romanın kahramanlarından biri hâline gelir, romanın aksiyonuna ka-tılır. Anlatıcı Bedia’ya iş bulur, ona ev yaptırır. Bu romanın nasıl yazıldığını anlatarak Ahmet Mithat’ın Müşahedat (1891) romanındaki anlatıcısının yaptığı gibi hikâyeyi yazdıkça hasta yatağında yatan Bedia’ya götürür, yazdıklarını ona okur. En sonda da Bedia’nın ölümünü haber verir. “Yattığının tam ikinci ayında Bedia gitti. Udi romanı da kendisine böyle feci bir hatime teşkil etti.” der.12 Elimizdeki romanın adını da

ko-yarak, Udi romanı diyerek, tam bir üstkurmaca üretmiş olur.

Fatma Aliye Hanım’ın iyi bir Ahmet Mithat öğrencisi olduğu doğrudur ama ro-manlarındaki anlatım tarzı birçok bakımdan Ahmet Mithat’ınkine benzemez. Fatma Aliye’nin anlatıcısı da romanlarda belirgin ve yer yer müdahildir ama Ahmet Mithat gibi metindeki akışı durdurup kendi görüşlerini sıralamaz. Fatma Aliye düşüncelerini değişik karakterlere dağıtarak onların ağzından tartışır, doğrudan anlatıcısına “tirad” yaptırmaz. Üstelik bu karakterler ak veya kara değildirler ve romanların sonları iyilerin ödüllendirilmesi ve kötülerin cezalandırılmasıyla bitmez. En önemlisi de bu romanlarda tesadüfler yok gibidir; sebep-sonuç ilişkileri oldukça güçlüdür. Fatma Aliye Hanım, güçlü kadın karakterleri Refet ve Enin’deki Sabahat gibi, kendisi de bir kadın yazar olarak romanlarındaki anlatımda rasyonaliteye önem vermiştir.

1898-1899 yılında yayınlanan Taaddüd-i Zevcat’a Zeyl hukuk hocası Mahmud Esad Efendi’nin Malumat gazetesinde kaleme aldığı ve çok eşliliği savunduğu üç bölümlük Taaddüd-i Zevcat dizisi ile ilgili sorular soran bir mektup olarak meydana gelir. Kitapta Mahmud Esad Efendi’nin üç bölümlük yazısı yer almaz. Sadece Fatma Aliye’nin sorular soran mektubu ve Mahmud Esad Efendi’nin buna verdiği cevap yer

(8)

alır. Fatma Aliye’nin bu mektuptaki soruları özellikle en başta son derece saygılı ve yumuşaktır.

Mektubunun başında sekiz yıl önce yazmış olduğu Nisvan-ı İslâm’ı da kullanır Fatma Aliye. Mahmud Esad Efendi’nin yazdığı yazıları okumuş ve çok mutlu olmuştur. “Zira bu hususta bize müracaat eden nisvan-ı ecanibe karşı malumat edinmek acizenize ne kadar elzem idi.”13 diyerek söze başlar. Ama Mahmud Esad Efendi’nin bu

yazılar-daki açıklamaları da ecnebi hanımlar için yeterli olmamıştır. “... zat-ı fazilânelerinin ibraz buyurdukları delail ve izahatın, muarızlarımızı iskata kâfi olmadığını beyana müsaade-i alilerini istirham eylerim.”14 diye yazar Fatma Aliye.

Mahmud Esad Efendi’nin çok eşliliği savunmak için söylediği sözler Batılı ka-dınları ikna etmediği için Fatma Aliye bazı sorular sormak ihtiyacını hissetmiştir. Bir hukuk âlimine bu soru ve itirazları yöneltirken on dokuzuncu yüzyıl sonunda bir kadın doğal olarak bir şeylerin arkasına saklanmak ihtiyacı hissetmektedir. Aslında alttan alta aynı noktaların Fatma Aliye’yi de ikna etmediği ortadadır. Sekiz yıl önce Ahmet Mithat’ın düzeltileri ve onayı ile yayınlanan Nisvan-ı İslâm’da kendi söylediği bazı şeyleri de burada sorgulamaktadır.

Fatma Aliye, Mahmud Esad Efendi’ye yazdığı bu mektubunda, çok eşliliğin insanın hayvani yönünden kaynaklandığı için doğal olduğu ve fuhşu önlediği gibi gerekçelerle savunulmasına karşı çıkar. İnsanın hayvani yanına vurgu yapılmasını “medeni” insana yakıştırmaz; ayrıca çok eşliliğin bazı kişilerde fuhşu önlemediğini anlatır.

Aynı yıl Fatma Aliye Hanım, iki karısı olan Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı bir mektupta onu kızdıracak bir biçimde “İster iseniz iki daha alınız.” demek cesaretini de göstermiştir.15 Daha ileriki yıllarda Fatma Aliye’nin bazı yazılarında kadınların çok

erkekle evlendikleri eski medeniyetleri anlatması da Ahmet Mithat’ı öfkelendirir. Fatma Aliye’yi, “Bu yazılarda siz karilerinize İslâm kadınlarını anlatmak istemiyorsunuz. Vahdet-i zevciyeyi taht-ı mecburiyette göstermekten fazla kesret-i zevci bile lazım göstermeye çalışıyorsunuz. Kenarda köşede garaib-i beşeriyeden olmak üzre poliandri ve saire misallerini beşeriyet ve medeniyet için umumi imişler gibi gösteriyorsunuz.” diye azarlar.16 Fatma Aliye Hanım babası Ahmet Cevdet Paşa’nın 1895’teki ölümünden

sonra Mahmud Esad Efendi ve Ahmet Mithat gibi büyüklerine karşı daha cüretkâr davranmak cesaretini mi bulmuştur acaba?

İlerleyen yıllarda Fatma Aliye artık kendine yazı alanında bir yer edinmiş ve Ahmet Mithat’ın baskısından da sıkılmış gibidir. Ahmet Mithat ise, Fatma Aliye’yi

13 Fatma Aliye-Mahmud Esad, Çok Eşlilik: Taaddüd-i Zevcat, s. 65.

14 a.g.e., s. 66.

15 Ahmet Mithat Efendi, Fazıl ve Feylesof Kızım: Fatma Aliye’ye Mektuplar, s. 399.

(9)

kontrolü altında tutabilmek için bazı mektuplarında, Fatma Aliye’ye, düşmanları olduğunu, kendisi tarafından korunması gerektiğini hatırlatarak âdeta onu korkutma yoluna gider. Fatma Aliye bazı yazdıklarını Ahmet Mithat’a göstermeden gazetelerde yayınlatmış, Ahmet Mithat’ı çok kızdırmıştır. Udi romanı yazılırken Ahmet Mithat bu “düşmanlar” konusunu tekrar gündeme getirir: “Ben görmeyince taba gönderilmemesini tekrar tekrar rica ederim. Zira siz ahval-i âlemden haberdar değilsiniz. Bir dostunuz varsa bin düşmanınız vardır.” der.17

Fatma Aliye Hanım on yıllık bir aradan sonra son romanı olan Enin’i 1910 yılında yayınlar. Bu romanda Fatma Aliye, Ahmet Mithat’ın kontrolünde yazdığı ilk roman denemesi olan Hayal ve Hakikat’teki kadın-erkek rollerini âdeta tersine çevirir. Enin’in başkarakteri olan Sabahat de aynı Hayal ve Hakikat’teki Vedad gibi üst sınıftan, anne ve babasını kaybetmiş, yakınlarıyla yaşayan varlıklı bir kızdır. İkisi de çocuklukların-da beraber büyüdükleri erkeklerle nişanlanacaklardır. Ancak benzerlik buraçocuklukların-da biter. Vedad bir anda aşık olup evlenmeye karar vermişken, Sabahat mantıklı bulduğu için dayı oğlu Suat ile evlenmeyi kabul eder. Sabahat, Suat ile evlenme kararını şöyle açıklar: “Validemin vefatından sonra pederim servetimin nemasını ilave eylediği gibi dayım da bana elzem olan mesariften maadası için ol veçhile hareket etmiş. İşte böyle bir adamın oğlu da iyi olur diye düşünmek Suat hakkındaki rağbete en birinci bir sebep oluyor.”18

Buna karşılık Suat, Hayal ve Hakikat’in kadın karakteri Vedad gibi aşırı duygu-saldır. Sabahat’e aşıktır ve kendisini sevmesi için ona yalvarır. “Sabahat! Bu izdivacın adem-i husulü benim bütün ümitlerimin, tasavvurlarımın mahvı, hayalhanemdeki bina-yı saadetin bina-yıkılması, bütün dünyanın başıma çökmesi, hasılı bütün mevcudiyetimin, varlığımın imhası demektir.”19 der. Buna karşılık Sabahat’in duruşu çok farklıdır. Evlilik

konusunun zihnini çok meşgul ettiğini söyleyen Sabahat’e Suat kalbini hiç mi meşgul etmediğini sorar. Sabahat’in cevabı aynı Refet romanındaki Refet’in sözlerine benzer. “Ben kalbimi daima kafamın emrine tabi kılmak isterim Suat! Hissiyat-ı kalbiyeme daima fikrimi hâkim tutmak isterim!”20

Hayal ve Hakikat ile Enin’deki kadın-erkek rollerinin tersine çevrilmesi bununla

da bitmez. Sabahat’in yeğeni Rıfat komşuları Fehame’yi bahçe duvarı aralığından görüp bir bakışta aşık olur. Aynı Vedad’ın merdivenlerden inerken bir anda Vefa’ya aşık olması gibi. Vefa, Vedad’ı terk ettiğinde hastalanıp yataklara düşen Vedad gibi Suat da Fehame onu reddedince düşer bayılır ve yataklara düşerek uzun bir hastalık dönemi geçirir.

17 a.g.e., s. 400.

18 Fatma Aliye Hanım, Enin, s. 37.

(10)

Fatma Aliye Hanım’ın ilk romanından son romanına kadar tüm romanlarında ne gibi farklılıklar olduğunu ele aldığı tezle öğrencim Fatma Şen Akdemir, Haziran 2015’te yüksek lisansını aldı. Danışmanı olduğum Hayal ve Hakikat’ten Enin’e Fatma

Aliye’nin Yazarlık Serüveni başlıklı bu tezden bir alıntı yapmak istiyorum. “Hayal ve Hakikat’te erkek karakter Vefa’nın temsil ettiği sorgulayıcılık, akılcılık, gerçekçilik

özellikleri Enin romanındaki erkek karakterlerin hiçbirinde yoktur. Bu özelliklere baş kadın karakter Sabahat sahiptir... Enin’de güç ve iktidara sahip olanlar, ayakta kalabilenler kadın karakterlerdir; etkilenenler, kapılanlar, sürünenler ise erkeklerdir.”21

Kısacası Enin Fatma Aliye’nin Hayal ve Hakikat’ten intikamı gibidir.

Fatma Aliye Hanım romanlarında, Vedad gibi, bir hamiye ihtiyaç duyan, “sığınacak bir penah” arayan kadınlara alternatif bir kadın tipi yaratır. Kendi ayakları üzerinde durabilen, geçimini sağlamak için de bir erkeğe ihtiyaç duymadan yaşayabilen kadın. Kadının ahlâkı çok önemli olduğundan namuslu bir yaşantının ancak saygın bir işte çalışabilecek eğitimi olan kadınlar için mümkün olduğunun da sürekli altını çizer.

Daha önce bir yazımda belirttiğim gibi, Fatma Aliye kurmaca dünyasının koruyu-culuğu içinde, romanlarında, diğer yazılarına kıyasla daha aykırı olabilme cesaretini göstermiş, hayatın zorluklarıyla mücadele eden, bazı gelenekleri sorgulayabilen ve bir erkeğe yaslanmadan ayakta kalabilen güçlü kadın karakterler yaratmıştır. Kendi sesiyle konuştuğu kurmaca dışı eserlerinde ise, özellikle gençliğinde, hem kendi geleneksel eğiliminden, hem de yol göstericisi Ahmet Mithat’a itaat etme zorunluluğundan dolayı daha muhafazakar çizgide yazmıştır.22

Hülya Argunşah’ın bir Fatma Aliye değerlendirmesinde yazdığı gibi “Var olan sosyal düzenle çatışma oluşturacak keskin teklifler yapmaktan kaçınan Fatma Aliye Hanım’ın yine de söylemleriyle yeni ve farklı bir yolu açtığı görülmektedir.”23 Zaten

on dokuzuncu yüzyıl sonu Osmanlı toplumunda, üstelik gayet geleneksel değerlerle yetiştirilmiş bir kadının bundan fazlasını yapabilmesini, Argunşah’ın deyişiyle “keskin tekliflerde” bulunabilmesini beklemek pek gerçekçi değildir.

21 Akdemir, Hayal ve Hakikat’ten Enin’e Fatma Aliye’nin Yazarlık Serüveni, s. 124, 139.

22 Esen, “Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu”, s. 117.

23 Argunşah, “Fatma Aliye Hanım ve Hayal ve Hakikat Üzerine”, Fatma Aliye Hanım, Hayal ve Hakikat,

(11)

KAYNAKLAR

Ahmet Mithat Efendi, Fatma Aliye Hanım yahut Bir Muharrire-i Osmaniyenin Neşeti, haz. Müge Galin, İstanbul: İsis Yayımcılık, 1998.

, Fazıl ve Feylesof Kızım: Fatma Aliye’ye Mektuplar, haz. F. Samime İnceoğlu ve Zeynep Süslü Berktaş, İstanbul: Klasik Yayınları, 2011.

Akdemir, Fatma Şen, Hayal ve Hakikat’ten Enin’e Fatma Aliye’nin Yazarlık Serüveni, yayın-lanmamış yüksek lisans tezi, Boğaziçi Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 2015. Esen, Nüket, “Bir Osmanlı Kadın Yazarın Doğuşu”, Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar,

İstanbul: İletişim Yayınları, 2012.

Esen, Nüket, Hikâye Anlatan Adam: Ahmet Mithat, İstanbul: İletişim Yayınları, 2014. Fatma Aliye Hanım, Enin, haz. Ayşe Demir, İstanbul: Kesit Yayınları, 2012.

, Hayal ve Hakikat, haz. Hülya Argunşah, İstanbul: Kesit Yayınları, 2012. , İstila-yı İslâm, haz. Yunus Emre Uçan, İstanbul: Kesit Yayınları, 2012. , Levayih-i Hayat, haz. Ayşe Demir, İstanbul: Kesit Yayınları, 2012. , Muhadarat, haz. Fazıl Gökçek, İstanbul: Özgür Yayınları, 2012. , Nisvan-ı İslâm, haz. Hülya Argunşah, İstanbul: Kesit Yayınları, 2012. , Refet, haz. Şahika Karaca, İstanbul: Kesit Yayınları, 2012.

, Udi, haz. Şahika Karaca, İstanbul: Kesit Yayınları, 2012.

Fatma Aliye-Mahmud Esad, Çok Eşlilik: Taaddüd-i Zevcat, haz. Firdevs Canbaz, Ankara: Hece Yayınları, 2007.

(12)

Referanslar

Benzer Belgeler

This study was undertaken to evaluate the antihypertensive effect of stevioside in different strains of hypertensive rats and to observe whether there is difference in blood

Örneğin kemik, ten- don, deri gibi yapılarda kolajen lif şeklin- de iken, bazal membran dediğimiz epitel- yum hücrelerin üzerinde oturduğu yapı- larda daha çok ağ

Denizaltı vadileri sığ yerlerden başlayıp 2000-3000 metre derinliğe kadar uzanabilen, çok büyük jeolojik yapılardır... Bülent Gözcelioğlu

Hikâye, roman, deneme, inceleme türlerinde 15 eser yayınlamış bulunan Burhan Arpad, çağdaş Alman dili edebiyatlarından yap­ tığı (Remarque, S. yazarlardan

“Çırpınıp içinde döndüğüm deniz," “ Yıllarca aradım kendi kendimi” “Bir küçük dünyam var içimde benim” “Şekilsiz, gölgesiz canlar, nefesler Duyulan

-(Ferzan) Tabii ikimiz de çok duyarlı çalıyoruz fakat ben da­ ha duygusal ve daha sakinim Ferhan daha canlı.. - İkinizin de gözleriniz

Türkler 150 yıl içinde burada o devrin en büyük ve en kalabalık şehrini kurmuşlar, 800 bine yakın nüfus topla­ mayı başarmışlardır.. Asıl

İşte Pembe Konak, İttihad ve Terak­ ki’ye merkez kılındığı günden bu iktidarın tasfiyesine ve söz sahibi liderlerinin yurt dışma göçlerine kadar bütün