• Sonuç bulunamadı

Refik Halid Karay'ın düzyazıları:Bir avuç saçma ve bir avuç saçma

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Refik Halid Karay'ın düzyazıları:Bir avuç saçma ve bir avuç saçma"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İ8 8 8 yılında İstanbul’da

doğup, 1965 yılında yine aynı

kentte ölen Refik Halid

Karay’ın düzyazıları “Bir

Avuç Saçma” adı altında bir

araya getirilmiş ve şimdiye

kadar üç baskı yapmış.

Karay’ın yazıları, dilinin

güzelliği ve taşlamalarının

inceliği ile de okunmayı

hakeden yazılar.

Refik Halid Karay ırı düzyazıları...

Haşim’e verdiği ‘okkalı’ yanıtla kendim­ den geçiyorum. Kitabın son yazısı ise bir inme gibi geliyor: “Odamın pencereleri damlara bakıyor...”

Babama kitabın yeniden basıldığını söy­ lüyorum. tik baskısı 193 8’de çıkmış bu de- neme-fıkra kitabını 1944’te okuduğunu anımsıyor ve oradan öğrendiği bir mısraı, “ne güzel yazardı, Türkçeyi ne kıvrak kul­ lanırdı” diye, artık olmayan bir sevgiliyi anımsamanın hüznüyle ve yalnızlığıyla okuyor: “M an sermadideye rabbim güneş göstermesin...”

Refik Halit, bir yanlış politikacı fakat, güçlü bir söz ustasıdır. (Politikacı Refik Halit’in izi, ilginç saptamalarla tartışıldığı- bir kitapta, Yahya Kemal’in Siyasi ve Ede­ bi Portreleri’nde sürülebilir.) Neredeyse

Bir Avuç Saçma ve Bir Avuç Saçma

HAŞAN BÜLENT KAHRAMAN

ars’taki evimizde bir gece,

K

İ

uyuduğum yerde gözleri- | mi açtım. En çok dört beş i yaşlarında olmalıyım. An-

***** ' 4 nemle babam içinde kitap bulunan sandıkların arasındalar. Mavi,

bez cilt kaplı kitapları aktarıyorlar. Yanla­ rına gidiyorum. Çok şiddetli bir yağmur yağdığını depodaki kitapların ıslandığını, kurutmaya çalıştıklarını söylüyorlar. H er yeri kaplamış, üstüste yığılmış ciltlerce ki­ taptan bana en yakın olanını alıp, adını, o sıralar kendi kendime ‘söktüğüm’ kırık dö­ kük okumayla heceleri birbirine ‘çarpa­ rak’ çıkarmaya çalışıyorum: Bir Avuç Saç­

ma...

...Kolej’e girmiş, babamın yardımı ol­ maksızın ‘parlattığım’ ilk ‘kompozisyon’ ödeviyle sınıfın yıldızı olmuşum. Gece gündüz demeksizin, okumayı bir yana bı­ rakmış, bir şeyler yazmaya çalışıyorum. O sıralarda Ataç Sokak’ta oturuyoruz. Yanı­ mızdaki dairede iki güzel genç kız var. Biz henüz televizyon almamışız. Akşamları binbir bahaneyle ben ve kardeşim evlerine sızıyor, hem kızları görüyor hem de televiz­ yona bakıyoruz. Bir akşam, ikisinden b ü ­ yük olanı, bir türlü yapamadığı ‘kompozis­ yon’ ödevi için b ab am » yardımını isteme­ ye geliyor. Oysa o da, hazırlanmışlar, an­ nemle birlikte çıkacak. Mazeretini söylü­ yor ve üstünde Telefunken marka radyo­ nun durduğu raftan bir kitap arayıp, b u ­ lup, çıkarıyor. O na ve bana, ‘talimatıyla’ birlikte veriyor: Bu kitapta çeşitli konular­ da yazdmış yazılar var. ilginçtirler. Haşan şöyle bir göz gezdirirse bir şeyler yazabilir. Özellikle ‘dam larla ilgili olanı...” Kitap, o mavi, yıpranmış, bez ciltli kitap: Bir Avuç Saçma...

...Ortaokuldayım. Ben daha öğretim başlamadan Türkçe kitabındaki tüm ‘oku­ ma parçaları’nı okuyup bitirmişim. Sıkılıp duruyorum, içlerinde bir tanesi, küçücük bir alıntı ama aklımı başımdan almaya da yetiyor. Yazar, bayramları karşılaştırıyor ve çocukluğundan beri, kurbandan nefret ettiğini yazıyor. “H albuki” diyor, “şeker bayramlarına bayılırım.” Ardından, ken­ disine bayram hediyesi olarak verilen şe­

ker kutularını anlatmaya başlı­ yor. Hem O ’nunla aynı duygula­ rı paylaşıyorum, kurban bayra­ mından da kurbandan da tiksini­ yorum, hem de yazının kıvamı,, meyanesi, tartımı beni ‘mest’ edi­ yor. Nedir, nerededir diye arıyor sonunda gene o bez ciltli, mavi, yıpranmış kitapla karşılaşıyo­ rum: Bir Avuç Saçma...

...Amerika’dan dönmüşüm. Bir ayı aşkın süre Türkçe konuşa­

mayacağımı bilerek ve bu nedenle de ürpe- rerek çıktığım yolculuğa ‘iyi’ hazırlanmı­ şım. Nereden aklıma esmişse Sait Faik’ler var yanımda. Necmettin Halil O nan’ın, Di­ van Şiiri Antolojisinin iki cildi var. Ahmet Haşim’in, Dergah Yayınları’nca hazırla­ nan Tüm Eserleri dizisinden çıkmış iki cilt denemeleri var. Bir kıtayı Doğu’sundan başlayıp Güney’ine inerek, oradan Ba­ tisına çıkarak geçerken bunlara ‘hatim’ in­ diriyorum. Ahmet Haşim’in, tek kelimeyle hayranı olduğum denemelerini böylece kimbilir kaçıncı kez okuyorum. Çocukluk ders kitaplarımızda bile yer alan, ay hakkın- daki yazıyı imgelemimin tüm kuşlarını uçurmuş. ‘Dr. Lacan’ dediği kişinin ‘kim’ olduğunu, o yazıyı yorumlayarak saptayan, Enis Batur’u bir kez daha kıskanmışım. Hasılı, ‘kendi efkarımca’ okuyup yazmışım ama gene de Ankara’ya, Türkçesizlik canı­ ma tak etmiş olarak düşüyorum. Birikmiş gazeteleri gözden geçirirken birdenbire şa­ şırıyorum. O yıpranmış, bez ciltli mavi ki­ tap, hiç beklemediğim bir anda, yeniden basıldığı duyurusuyla karşımda: Bir Avuç

Saçma...

Kitapçılarda arıyorum, yok, gelmemiş. Nihayet bir sabah, rastgele girdiğim bir dükkânda, hep belli bir biçimde giyinmesi­ ne alıştığım çok yaşlı bir kadının, ansızın al­ lı güllü bir elbiseye bürünüp ortaya çıkması ibi farklı, fakat, hiç de şaşırtıcı olmayan, endisine yakışmış ama biraz iğreti bir ka­ pakla karşımda duruyor. Alıyor, yapacak işlerimin tümünden vazgeçiyor, derhal okumaya başlıyor, daha ikinci yazıda fon­ danları, latilokumları yakalıyor, kitabın kırkıncı sayfasında, soyadı alacak olsaydı ‘sürgün’ü seçecek olduğunu söyleyen yaza­ rın, ayı yalnız ‘hastalar’ın yani, aşıklar, şair­ ler ve kadınların sevebileceğini söyleyerek

‘yok’ olduğundan artık rahatlıkla söz açılabilecek Türkçe’nin, ken­ di kuşağının öteki yazarlarıyla birlikte dönüştürülmesinde ve yoğrulmasında son derecede önemli bir işlevi üstlenmiştir. Ro­ mancılığın, öykücülüğünün bir dizi darboğazı vardır. Dönemi­ nin ve sürdürdüğü yaşamın ko­ şullarıyla birlikte düşünülünce onlarda da hatalarını değil, başa­ rılarını görmek gerekir.

Refik Halit, özellikle Memleket Hikâye­ lerinde, Gurbet Hikâyelerinde şaşırtıcı bir başarı çizgisini yakalamıştır. Çağdaş öykü­ cülüğümüzün oluşmasında, artık okunma­ yan, bilinmeyen bir isim olsa da son derece önemli bir büküm noktasıdır. (Okunma­ ması, aşıldığı için değildir. Artık hiçbir şey okunmadığından, derin, yoğun bir cahillik karanlığı her yeri kapladığındandır. Gene o ve onun gibiler okunmadığı için bugün­ kü edebiyatımızın üstünde ayrıca durmak gerekir.) Bununla birlikte bence asıl başa­ rısı Türkçe’nin bir deneme dili olarak ku­ rulmasında ve geliştirilmesindedir.

Dünyaya yazının içinden bakmak Refik Halit’in denemeleri, daha çok kü­ çük fıkralardır. Türkçenin araya giren çok uzun bir süreden sonra saptadığı şeyi, o da­ ha başlangıçta yakalamıştır: Yazı, başlıba- şına bir serüvendir. Hiçbir şey onun sınır­ ları dışında değildir. Yazar, yalnızca yazan adamdır. Dünyaya yazının içinden bakar. Bu yüzden de yeryüzünde varlık olan, yok­ luğuyla var olan hiçbir şey yazarın yabancı­ sı değildir... Şimdi kimi yazarlarımızın Pe- rec’ten yola çıkarak oluşturmaya çalıştıkla­ rı ‘yaşam kullanma kılavuzu’, kavram ola­ rak da eylem olarak da tam da Refik H a­ lit’in denemelerini hazırlayan, öne iten te­ mel öğedir.

Refik Halit, bakan ve gören adamdır. Nesneler, yaşama biçimi, hayatlar, düşün­ ce, yorum, yazısının ‘alfabesi’dir. Refik H a­ lit, bu alfabeyi kullanarak, kendince bir şeyler söyler. Dünyayı hafife alır, yaşama­ nın lezzetlerini ve keyiflerini, tabii o arada da hüzünlerini vurgular. Gizli bir zevkçili- ğin (hedonizmin) histerik titremesi O ’nu da tıpkı Yusuf Ziya Ortaç, bir ölçüde Ha-

şim, hatta bu özelliğini yazılarında

gizle-REFIK HALİD

K A R A Y ...„

I i j ı ’*•*•*'

meye çalışan Yahya Kemal gibi sarıp sar­ malar.

Refik H alit’in yazılarının noktası yoktur. Bana göre tümü bir ek cümle, bir tek sapta- mâdır o yazılar ve kalın bir ünlem işaretiyle biterler. Refik Halit, okum , yazısının içeri­ ğinde dile getirdiği, izini sürdüğü tutkula­ rın, ‘raşe’lerin, hatta ‘ifratların ve onlara sinmiş lezzetlerin ötesinde, yazımn kendi­ siyle yakalar. O nun yazısını yalnızca oku­ ma zevkinin kör kuyusuna bir taş atmak için okursunuz. Refik Halit, ‘saçma’yı kita­ bına isim ve içerik yapacak fakat onun belli ve somut bir sistematiğin içinde tartışacak kadar yüklenir yazıya. Yazı hiçbir şey anlat­ maz; kendini anlatır. H içbir şey öğretmez, bir tek şeyi öğretir: Yazının bir büyü ve si­ hir olduğunu; yazının yalnızca okunmak ve keyif almak için yazıldığını. Paradokslar, metaforlar, allegoriler, ironiler, imgelem ‘halita’sı olan Karay yazısı sürerken yüreği­ niz kabarır, ağzınızın suyu akmaya başlar. Bittiğinde ise ‘helak’ olmuşsunuzdur. Ar­ tık yapacağınız, tek şey, dönmek yeniden okumaktır: ‘Doyunca, tıksırınca, çatlayın­ caya’kadar...

Popüler kültürün boyunduruğu Refik H alit’in döneminin daha birçok yazarında görülen bu özelliği nereden kay­ naklanır? ilk ve temel neden, o kuşağın ya­ zıya, belli bir dünyasal bütünlüğü aktara­ bilmesidir. Osmanlı toplum unun bütün­ cül kültürel yapısı, tüm kurumlan ve kav­ ramlarıyla yazarın bilincini doğrudan etki­ ler ve belirler, ilginç bir ikilem söz konusu­ dur: Yazar dünyaya yazıdan bakmakta, fa­ kat yazının sınırlarını da, içinde yaşadığı toplumsalın öğeleri oluşturmaktadır. Ye­ mekten giyinmeye, düşünceye kadar uza­ nan yaşam kültürü bir sonraki adımda da yaşamı sorgulamaya başlar. O kuşağın ‘ya- zısı’na sinmiş en temel dürtü gerçekten de içinde yaşanılan düzene muhalefet ve onu bir başka sistematikle irdelemek ve sars­ maktır. Yazar, çelişkiyi saptar ve yazar. O çelişki, tıpkı Bahtin’in vurguladığı gibi üre­ tici bir diyalektiğe dönüşür ve özellikle iro­ ni ve allegori doğurur. Bu da yazının kıvam noktasıdır.

Türkiye, şimdi Türkçeyi unutuşu yaşı­ yor. Bir geçiş toplumu olarak henüz kendi­ sini temellendirecek bir dilsel ve düşünsel, o arada da kültürel bireşime ulaşabilmiş değil, toplumumuz. Böylesi bir dönemle ne yazık ki, yazılı kültürümüzü oluşturma­ dan karşılaştık. Dolayısıyla da görsel kültü­ rün ve ‘orta sınıf ın ürettiği popüler kültü­ rün boyunduruğu altındayız. Yalnız so­ kaktaki adam değil, üniversite öğrencisi ve öğretmeni de her şeyi sığlaştıran ve sıra­ danlaştıran bir kültürsüzleşme ortamında yalnız soluksuz kalmıyor, aynı zamanda ona katkıda da bulunuyor. Böylesi bir tü ­ kenişin ve çöküşün içinde Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk kuşak yazarların­ dan öğrenecek çok şeyimiz varsa da, Refik Halit bu açılımın ilk adımı olabilecekse de, bu ancak O ’nun muhayyilesine yaklaşan bir ‘ham’ hayal olmaktan öteye gitmeyecek bir önerrya da varsayımdır.

Refik H alit’i, toplumsal olarak onu ve kuşağını yeniden okumanın, onun ve kuşa­ ğının lezzetine yeniden varmanın olanak­ sızlığını görmek ve yaşamak için okumak gerekiyor. ■

Bir Avuç Saçma/ Refik Halit Karay/

İnkılap K itabevi/3. baskı, 1994).

S A Y F A 9

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Sadece halk arasında değil; bazı akademik çevrelerde bile salt bir hikâye yazarı olarak bilinen Refik Halid Karay ’ın, mütareke dönemi için ne kadar önemli bir siyasi

İspanyol futbol ligi La Liga hakkında bilgi sunan bir uygulamanın telefonlardaki mikrofonları ve GPS aygıtları- nı korsan maç yayını yapan yerleri tespit edip ilgili kişile-

A y rıld ığ ı için yalnız kendisine para verildiğini öğrenin ce, dört beş aydır arkadaşları para almazken, hakkı bile olsa, kendi sinin kabul

Yapılan örneklemeler sonucu Gammaridea subordosuna ait 3 familya (Gammaridae, Crangonyctidae, Niphargidae), 3 cins (Gammarus, Synurella, Niphargus) ve 9 tür (Gammarus

Beğenmezseniz de kendisiyle meşgul ettiriyorrlu ve bir müddet sonra beğenmediğiniz taraflan siliniyor, hatta vücut ve yüz hatlan da kayboluyor, lakin cazibesi, mendile sinmiş

Daha sonraki sayfalarda Rıza Tevfik ile ilgili başka düşüncelerini de be- lirten Karay, onun karakterine dair şunları da yazar: “Rıza Tevfik’i zevahi- rine bakarak saf, safdil

Geride, ayak izlerinden başka, kumların üzerinde kare şeklinde kesilmiş siyah bir bez parçası kaldı….. Uzaktan gelen çakal sesleriyle daldığı düşüncelerden

Yazar, tıpkı “Zincir” hikâyesinde olduğu gibi köpek ile arasında kurduğu ilişkiyi vatan özlemi teminde anlatır.. Köpeğin gözünde- ki yaşları, kendi gözündeki