• Sonuç bulunamadı

Edirneli Nazmî Dîvânı (269b-394a varaklar) inceleme-metin-tıpkıbasım

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Edirneli Nazmî Dîvânı (269b-394a varaklar) inceleme-metin-tıpkıbasım"

Copied!
972
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

BOZOK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

Yüksek Lisans Tezi

EDİRNELİ NAZMÎ DÎVÂNI (269b-394a VARAKLAR)

İnceleme-Metin-Tıpkıbasım

HAZIRLAYAN

Rabia AKDAĞ

8011050017

TEZ DANIŞMANI

Doç. Dr. Ziya AVŞAR

(2)
(3)

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ... İİİ ÖZET... İV ABSTRACT ... V TRANSKRİPSİYON ALFABESİ ... Vİ GİRİŞ ... 1

A) DİVÂNIN MUHTEVÂ ÖZELLİKLERİ ... 3

A.1. DİNÎ-TASAVVUFÎ UNSURLAR ... 4

A.1.1. Allah(c.c.)’ın İsimleri ... 4

A.1.2. Melekler ... 5

A.1.3. Kur’an-ı Kerim... 6

A.1.4. İbâdetler ... 7

A.1.5 Sabır ve Tevekkül ... 9

A.1.6. Helal/ Haram ... 10

A.1.7. Mâsiva, Dünya Hayatının Geçiciliği, Ölüm ve Ahiret İnancı ... 11

A.1.8. Cennet/ Cehennem ... 12

A.1.9. Hidâyet/ Dalâlet ... 14

A.1.10. Fakr /Kanaat /Uzlet/ Ferâgat ... 14

A.1.11. Kesret/ Vahdet ... 15

A.1.12. Hevâ-yı Nefs ... 15

A.1.13. Sükûn ... 16

A.1.14. Diğer Dinî Hususlar ve Ahlakî Davranış Biçimleri ... 16

A.2. TİP VE ŞAHISLAR ... 20

A.2.1. Dinî-Tasavvufî Tip ve Şahıslar ... 20

A.2.1.1. Sūfî/ Zâhid/ Vâ’iz – Rind ... 20

A.2.1.2. Hızır ... 21

A.2.1.3. Mürid-Mürşid- Şeyh/ Derviş ... 22

(4)

A.2.2. Tarihî-Efsanevî Şahıslar ... 25

A.2.3. Efsanevî Âşıklar ... 28

A.2.4. Edebî Şahıslar ... 30

A.3. AŞKA DAİR... 32

A.3.1. Aşk ve Âşık ... 32

A.3.2. Ma’şuk ki… ... 33

A.3.3 Vuslat ve Hicran ... 35

A.4. MUSİKÎ, MEY VE İŞRET MECLİSİ ... 36

A.5. YER ADLARI ... 38

A.6. SOSYAL HAYAT ... 40

A.6.1. Günlük Hayattan Yansımalar ... 40

A.6.2. Deyimler ve Özlü Sözler ... 43

A.6.3. Zamandan Şikâyet ... 46

B) KENDİ KALEMİNDEN NAZMÎ VE ŞAİRLİĞİ ... 47

C) METİN ... 50 SONUÇ ... 960 KAYNAKÇA ... 961 ÖZGEÇMİŞ ... 963 EKLER ... 964 Ek 1: Tıpkıbasım ... 964

(5)

iii

ÖNSÖZ

Osmanlı Devleti’nin 16. yüzyıldaki yüksek refahiyyetinden, divan şiirine de paye düşmüştür. Şairlerin şiir kabiliyetleri, anlayışlı hükümdarların himayesi ve devlet desteğiyle daha net ortaya konmuştur. Böylece yüzyıllardır etkisi ve diriliği devam edecek bir miras kalmıştır. Bizlere düşen ise bu büyük mirasa sahip çıkmak, kıymetini bilmek ve gün ışığına çıkmayı bekleyen nice nadide esere ve incelenmeyi bekleyen meselelere el uzatmaktır. Edirneli Nazmî Divanı da bu amaçla yüksek lisans tezi olarak çalışmamıza konu edilmiş hacimli bir eserdir.

Bu çalışma Nazmî Divanı’nın İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY 920 numarada kayıtlı bulunan nüshasının 269b-394a’yı kapsayan varakları üzerinedir.

Esas olarak üç bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde divanın muhteva incelemesi yapılmış ve beyitlerden misaller verilmiştir. İkinci bölümünde Nazmî’nin poetikasına dair kendi söylediği beyitler verilmiştir. Son bölümde de çeviri metni yer almaktadır.

Son aşamasına kadar, çalışmanın ortaya çıkmasında emeği geçen değerli hocam Doç.Dr Ziya AVŞAR’a eksik etmediği bilgisi, sabrı ve engin tecrübeleri için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Çeviri işlemi bittikten sonra metnin yeniden denetimi aşamasında büyük yardımlarını gördüğüm kıymetli arkadaşım Öğr. Gör. Gökçe AYDÖNER’e ve mükemmel anlayış kabiliyetiyle desteğinden dolayı eşim Saffet AKDAĞ’a teşşekkür ediyorum. En büyük teşekkürüm ise teşekkür sözündeki anlatım kısırlığının farkında olarak, koşulsuz mubabbetleriyle destek kanatlarını usanmadan üzerimde tutan ailemedir.

Rabia AKDAĞ Yozgat – 2012

(6)

iv

ÖZET

Yüksek Lisans Tezi

Edirneli Nazmî Dîvânı (269b-394a Varaklar) İnceleme- Metin-Tıpkıbasım

Rabia Akdağ 8011050017

Bozok Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı

2012: 960 Sayfa

Divan Edebiyatı, yüzyıllardır etkisi ve diriliği devam edecek bir miras bırakmıştır. Bizlere düşen ise bu büyük mirasa sahip çıkmak, kıymetini bilmek ve gün ışığına çıkmayı bekleyen nice nadide esere ve incelenmeyi bekleyen meselelere el uzatmaktır. Türk edebiyatının “nevi şahsına münhasır” edebî kişiliklerinden biri olan Edirneli Nazmî’ nin Divan’ı da bu amaçla yüksek lisans tezi olarak çalışmamıza konu edilmiş hacimli bir eserdir.

Bu çalışma Dîvânın, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY 920 numarada kayıtlı bulunan nüshasının 269b-394a kısımlarını içerir. Varaklar arasındaki çalışma alanı gazeller ve muhteva özellikleridir. “Türkî-yi Basit” başlıklı şiirler ve diğer nazım şekilleri incelemeye dahil edilmemiştir.

Esas olarak iki bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde beyitlerden misallerle divanın muhteva incelemesi yapılmıştır. İkinci bölümünde Nazmî’nin poetikasına dair kendi söylediği beyitler verilmiştir. İkinci bölümünde metnin çeviri kısmına yer verilmiş ve ardından da tıpkıbasımı eklenmiştir.

“Sanatsal yönden çok da kuvvetli olmayan”; ancak birçok nazım şeklinin örneğini barındırdığı görülen bu hacimli divan, sıkça zikredilen, “aruz kalıplarının çeşitliliği” açısından da ayrı bir tahlil ve tasnif çalışmasına konu olmalıdır.

(7)

v ABSTRACT

Post Graduate Thesis

Edirneli Nazmi Divanı (269b-395a Pages) Research – Text – Facsimile

Rabia Akdağ 8011050017

Bozok University Institute of Social Sciences

Department of Turkish Language and Literature 2012: 960 Pages

Divan Literature has left a heritage whose influence and freshness will last for centuries. The thing that we should do is to protect this big heritage, know its value and gather round the precious works expecting to come to light and the issues waiting to be researched. For this purpose, one of the “unique characteristics” literary characters of Turkish Literature Edirneli Nazmi’s Divan is a voluminous work that is taken in our study as a post graduate thesis.

This study includes 269b-394a parts of the copy of the Divan kept under registration in İstanbul University Library in number TY 920. The study fields between these varaks are lyrics and content properties. The poems under the topic “Türki-yi Basit” and other verse types is not included in the research.

In the first part of the study- which is mainly composed of three parts- the research about the divan’s content is done by giving examples from the couplets. In the second and third part, Nazmi’s poetica and the text’s translation part is included and then it is added to its facsimile.

This volumious divan that is “not too strong considering its artistic side” but seen to include samples of many verse types; as mentioned many times, should be an analysis and classification study topic in terms of its “variety of prosody patterns”.

(8)

vi

(9)

1

GİRİŞ

Türk edebiyatının “nevi şahsına münhasır” edebî kişiliklerinden biri olan Edirneli Nazmî, Türk edebiyatının en hacimli eserlerinden ikisinin sahibidir. Bu eserlerden ilki Türk edebiyatının en büyük nazire mecmuaları arasında yer alan Mecmu’u’n-Nezâir, diğeri ise Dîvân’ dır.

Yapılan taramalarda, Edirneli Nazmî Dîvânı’nın tam olan yegâne nüshasının İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY 920 numarada kayıtlı olduğu tespit edilmiştir. Diğer iki nüshasının, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY 1636 numarada ve Bursa Bölge Yazmalar Kütüphanesi 675 numarada kayıtlı olduğu bilinmektedir. Bu çalışma İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY 920 numarada kayıtlı bulunan nüshanın 269b-394a’yı kapsayan varakları üzerinedir.

Edirneli Nazmî, sade ve açık söyleyişine rağmen sanatsal yönden çok kuvvetli sayılmaz. Onun kuvveti daha çok nazım şekillerinin çeşitliliğinden ve çok yazmasından ileri gelir. Lakin bu da hiç sağlam şiir yazmadığı anlamına gelmez. 1

Türkî-yi Basît kavramıyla sade söyleyişine yeni bir boyut kazandıran şair gazellerinin bir çoğuna kırmızı mürekkeple Türkî-yi Basit başlığını atmıştır. Ancak Türkî’yi Basit başlıklı şiirleri ve gazel dışındaki nazım şekilleri daha önce başka bir çalışmada ele alındığı için, bu çalışmaya dahil edilmemiştir.2

Bunun dışında divanda bazı varakların derkenarında; farklı bir hatla yazılmış, mahlası olmayan şiirler de metin çevirisine alınmamıştır.

Esas olarak üç bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde divanın muhteva incelemesi yapılmış ve beyitlerden misaller verilmiştir. Bu bölüm Dinî-Tasavvufî Unsurlar, Tip ve Şahıslar, Aşka Dair, Musikî Mey ve İşret Meclisi, Yer Adları, Sosyal Hayat şeklinde altı ana başlığa, her başlık da kendi içinde alt başlıklara ayrılmıştır. İkinci bölümünde Nazmî’nin şairliği ve şiirine dair kendi

1 M. Fatih KÖKSAL, Orijinal Bir Şair Edirneli Nazmî ve Divanı’na Yeni Bakışlar, BİLİG, S. 20, Kış,

2002, s. 101- 124

2 AVŞAR, Ziya; Edirneli Nazmî, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Türkî-i Basît ve Gazeller Dışındaki

(10)

2

söylediği beyitler verilmiş, açıklama getirilmiştir. Üçüncü bölümde ise çeviri metni yer almaktadır. Metnin günümüz harflerine aktarımında ilmî çeviriyazı sistemi kullanılmıştır. İmlâ konusunda da Doç. Dr. Ziya AVŞAR’ın “Tenkitli Metin Neşrinde

İmlâ Sorunu Üzerine Yeni Düşünce ve Öneriler” makalesinde sunduğu öneriler

dikkate alınmıştır. Çeviri metnin ardına tıpkıbasımı eklenmiştir.

Tezin sayfa düzeni, yazı şekli ve her tür biçim özelliği Bozok Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’ nün “Yüksek Lisans ve Doktora Tezleri Yazım ve Basım Yönergesi”ne uygun biçimde yapılmıştır. Ancak şiir sonlarındaki vezinlerin tek başlarına bir sonraki sayfaya kaydıkları ya da beyit dizelerinin ayrı ayrı sayfalarda kaldıkları durumlarda, sonraki sayfaya aktarılmıştır. Yani bazı sayfaların alt boşluklarının olması gerekenden daha fazla görünmesi, gözden kaçan bir yanlışlık değil bilinçli yapılmış şeklî bir düzeltmedir.

Şairin hayatı ve eserleri ile ilgili gerekli malumat tarafımızdan edinilmiş olup, divanın geri kalan kısmını ineceleyen, çalışmayı paylaşan arkadaşlar tarafından aktarılmış olduğu için, tekrardan öteye geçemeyecek bu malumatı metnimize dahil etmedik. 3

Gerek metin çevirisinde gerek incelemesinde, gözden kaçan yanlışlık yapılan ve eksik sayılan hususları saygı değer hocalarımızın engin hoşgörülerine havale ediyoruz.

3 KAYA, Naciye(2011); Edirneli Nazmî Dîvânı (521b-645b Varaklar) İnceleme-Metin-Tıpkıbasım,

(11)

3

(12)

4

A.1. DİNÎ-TASAVVUFÎ UNSURLAR

Din ve tasavvuf klasik edebiyatın en önemli konularındandır. Oldukça kapsamlı olan bu konu, divanlar üzerine sadece bu açıdan bile hacimli çalışmalar yaptırabilir. Ancak biz bu çalışmada sadece öne çıkan unsurları ele aldık.

Nazmî divânının çalışmamıza teşkil eden kısmında, bu kapsama alınabilecek hususları daha açık bir şekilde görebilmek adına aşağıdaki şekilde tasnif edebiliriz:

A.1.1. Allah(c.c.)’ın İsimleri

Şair, şiirlerinde kimi zaman maşukunun hasretiyle yaralanmış bir aşığın ağzıyla meded ister Vâhibü’l-merâm’dan; kimi zaman hırstan, zillete düşmekten, pişman olacak eylemden, kötülüğünü isteyenlerden, gururdan, son nefeste imansız gitmekten Mevlâsına sığınır. Rızık için gam çekmenin yersiz olduğunu söyler; zira inanır ki, kul tevekkül ettikten sonra Rezzâk, rızık kesici değildir. Hâlık istemeden halkın gücünün yetmeyeceğini söyler; zira Kâdir olan Allah’tır. Kul, ne denli mücrim olursa olsun; Tevvâb, Rahmân, Rahîm, Ra‘ûf ve Afüvv olan Allah’tan ümidini kesmez, Gaffârü’z- Zünûb’un bağışlamasını diler; düşmandan korkmaz Mu’în ve

Tevfîk olan Allah’a dayanır; şükr ile sebebleri yerine getirip Vekîl’den bekler

neticeyi; zalimce hükm edenleri Hakem’e sevk eder. Azâmet sahibi Zülcelâl’e dayanıp iyilik ve ikramı bol olan Kerîm’e şükretmek, kainatı kusursuz ve uygun yaratan Bârî’yi ve Muvaffık’ı fikretmek, sonsuz ve tek olan Vâhid’i zikretmek gerektiğini vurgular. 4

Mevzubahis olan beyitlerden birkaçı:

Oldum fütāde hicr ile yā Vāhibü’l-merām

Ben dilfikārı yine der-i dilrübāya śal (1000/3)

4 Konuyla ilgili diğer beyitler için bkz: 64/3, 915/2-8-9, 993/5,707/ 4, 100/ 1, 1290/ 4, 1188/ 5, 210/ 5,

(13)

5

Ķanda kim vārise žālim ehl-i ĥükm

Anı maġbūn eyleye Rabb-i Ĥakem (1190/6)

Tevbesini ķabūl ider Tevvāb

Ne ķadar itse ķul günāhı delįm (1353/4)

A.1.2. Melekler

İslam inancına göre melekler; daima Allah’ın emri üzere olan, Allah’ı tenzih ve tesbih eden, nurdan yaratılmış varlıklardır. Günlük hayatta iyi huylu ya da güzel insanlar için melek benzetmesi yapılır. Meleklerin cinsiyetleri yoktur; ancak sevgili kusursuz güzelliği, nur yüzlü oluşu ile meleğe benzetilir:

Ol şūħ-ı peri peyker ol ħūb-ı melek manžar

Kim bile ne cān ola bir rūĥdur ol muŧlaķ (196/2)

Her daim Allah’ın emrinde olan meleklerin iradeleri yoktur. Şayet insan iyi huylu olur, emir ve yasaklara uyarsa, bunu kendi iradesi ile yaptığı için, Hak katında melekten daha üstün olabilir:

Yegdurur insan melekden lįk şol vechile kim Olmaya bedħulķ zātı ħūb ola ŧabǾı laŧįf (100/2)

Cebrâil, dört büyük melekten biridir. Kur’anda, Cibril ve Rûhü’l- Ķudüs gibi isimlerle de zikredilir. Peygamberlere vahiy getirmekle yükümlü olan, üstün ve kesin bilgilere mâlik bir elçidir.5

Aşağıdaki beyitte de şair; sevgilinin dudağını, can

(14)

6

bağışlaması yönüyle Hz. İsa’ya; saçlarını ve dudağı üzerindeki hattını da, Cebrail’in Hz. İsa’ya getirdiği ayete benzetir.6

Lebinde ħaŧŧını zülfiyle cānānuñ görenler dir Śanasın āyetile nāzil oldı ǾĮsįye Cibrįl (763/2)

Nazmî, aşk şarabıyla sarhoş olup kendinden o denli geçmek ister ki kıyamet kopuncaya kadar ayılmak istemez. Kıyamet ölçütünü de, dört büyük melekten biri olan İsrâfil’in kıyamet günü Allah’ın emri ile sûra üflemesiyle verir.

Mey-i Ǿaşķile mest olup geçem ben dünyeden Nažmį Yatam ol ĥāletile tā urunca śūrı İsrāfil (763/5)

A.1.3. Kur’an-ı Kerim

“Kur’an, yüzyıllardır birçok şair ve yazara bitmez tükenmez bir ilham kaynağı olmuş; birçok sanat kıpırtısı, belâgat ve fesahat çabası ondan hız ve kuvvet almış; sanat ve edebiyat nehirleri onun engin denizine ulaşmaya, onda fena bulmaya âdeta can atmıştır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim bütün özellikleri, anlama ve söz incelikleri ile tanınıp anlaşılmadan eski edebiyatın özüne nüfuz edilemeyecek, bu edebiyatın arka plânında yer alan kuvvetli kültürün aslına vakıf olunamayacaktır.”7

Kim ki gerçek manasıyla kur’anı okursa marifet nuruyla gönlünü aydınlatır.

MaǾrifet nūrı ile gün gibi rūşen dil olur

Fikr-i maǾnį ile dāyim oķur ol kim muśĥaf (129/2)

6 Diğer beyitler için bkz: 402/2, 431/ 2, 432/2, 434/1, 527/4, 587/4, 591/4, 594/2 7

TAŞ, Hakan ; Vahyî Dîvanı ve İncelenmesi, İstanbul Üniversitesi SBE, Doktora Tezi, İstanbul 2004, s.93

(15)

7

A.1.4. İbâdetler 8

İbadet neticede sevap olan kulluktur. Allah’ın emir ve yasaklarına uyması, onun kusurlardan ve noksanlıktan münezzeh olduğuna, kudsiyetine iman etmektir. İnsanın, aczini ihlas ile kabullenmesidir. İçten bir dua, vaktiyle eda edilen samimi bir namaz, zekat, hac, zikir ve sabırdır; şükür ve tefekkürdür.

Kim ki doğrulukla samimi olarak Hak’ tan bir şey taleb ederse, icabet olunacağından şüphe duymasın.

Ĥaķ murādın virür ol kim ide śıdķile niyāz

Şübhe itmek aña bir yañlış gümānımdur benüm (1154/3)

“Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah

akşam an ve gafillerden olma!” (A'râf: 205)

Tan yerinin ağarmasıyla kılınacak olan sabah namazından, yatsıya kadar ihlas ile ibadet eden, ne saadetlidir:

Zį saǾādet aña ki ŧāǾat ola

Dāyimā ĥāli ŧañdan aħşama dek (699/3)

Ola bir kimse kim beş vaķtine vaķti ile ķāyim

Niyāzı candan olur ĥaķķa anuñ Nažmiyā dāyim (1064/5)

Zekat, İslamiyet’te Kur’an’da birçok kere zikredilen farz olan bir ibadettir. Mal sahibi; malının kırkta birini başkalarına yardımcı olmak, malının şükrünü eda etmek ve malının bereketini ziyadeleştirmek üzere; ilahî rıza için, muhtaç durumda olanlara zekat olarak verir. Böylelikte muhtaç durumda olanlar biraz da olsa varlığa ermiş olur.

(16)

8

İrerdi Nažmiyā fuķarāya birez ġınā

Degse zekātı anlara her mala mālikiñ (714/5)

Dilde ne olursa, gönle de o yerleşir ve gönülde ne olursa, dil de onu anar durur. Madem “Kalpler yalnız Allah’ı zikretmekle mutmain olur.” (Ra'd: 28) o halde, o gönül hanesinde Haktan gayrı ne varsa tezkiyesi de Allah’ı anmakla olacaktır.

Māsivā naķşını ey Nažmį göñül levĥinden

Allah allah diyü ķıl ħancer-i tevĥįd ile śek (587/5)

“Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin.”

(Bakara: 152)

Şükür, şükredilen nimetin bereket vesilesidir. Nefsini “yed-i kudretinde tutan” ı an ve ona dayan.

Śaġlıġa şükr idüp Allaha tevekkül eyle

Zikriñ olsun yüri dāyim seniñ Allah vekįl (915/9)

Divanda bazı ibadet şekillleri, aşık ve maşuk arasındaki münasebeti daha kuvvetli ifade edebilmek için kullanılan bir unsur olarak karşımıza çıkar:

Âşık “Ey sevgili sana kavuştuğum gün, benim için büyük faziletli hac günü gibidir; o günde senin keman kaşın için bin canım olsa kurban ederim.” diyerek hac farizasında kurban kesme vecibesine de atıfta bulunur.

Kemān ebrūña ķurbān olayın biñ cān ile çünkim

Viśālüñ ĥacc-ı ekberdür senüñ a kaǾbem a ķıblem (1073/5)

Şair “Ey hilal kaşlı, ne zamana kadar sana kavuşma bayramından uzak, senin ayrılığının orucunu tatacağım?” diyerek, ramazan ayına ve bayrama girişin ölçüsü olan hilalin görünmesine de gönderme yapmaktadır.

(17)

9

Rūze-yi hicrüñde ķalub ey hilāl ebrū senüñ

Nice bir Ǿįd-i viśālüñden olam ayru senüñ (491/1)

Ey sevgili, seher vaktinde yapılan dualar kabul olur derler; o halde yüzünü gören aşıkların sana kavuşmak istemesine şaşılır mı.

Yüzüñ gördükçe Ǿāşıķlar viśālüñ istese ŧañ mı

Seĥerde müstecāb olur dimişler çün duǾā ķıblem (1073/3)

"Şüphe yok ki ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim." (Tâ Hâ: 82)

Müslüman olan kişi önceden yaptığı günahlardan dolayı pişmanlık duyar ve samimiyetle tevbe eder.

Müselmān oldurur geçmiş günāhın

Ne demler kim aña ide aña ĥayf (80/4)

A.1.5 Sabır ve Tevekkül 9

Tevekkül; işin sebeplerini yerine getirdikten sonra, ümitle kudret sahibine dayanıp sabırla neticeyi ona havale etmek ve rıza göstermektir. Aciz olduğunu idrak etmek; ama bundan da hoşnut olmaktır.

Şair de beyitlerinde tevekkül sahibi olmayı ister, tevekkül etmeyi tavsiye eder. Tevekkül edenin, rızık için gam çekmeyip zenginliğinin berkemal olacağını; tevekkül etmeyenin ise ilâhî sırlardan behre alamayacağını söyler.

Śabrımız eyleyelüm çoķ idelüm ĥırśımuz az

Ħoş tevekkül ķılalım ĥaķķa niyāz eyleyelüm (1255/4)

9

(18)

10

Cānile kim cānib-i ĥaķķa tevekkül ķılmaya Gelmez esrār-ı ilāhįden kişiye bir vuķūf (98/2)

Sabır; başa gelen her şey için rıza göstermek, metanetli durmak, selamete erene kadar tevekkül içinde isyan etmeden kalabilmektir.

Ey Nazmi! Başına bir keder geldiğinde sabır göster, (asi olsan da) kişinin başına gelecek olan zaten gelecektir.

Śabr ķıl Nažmį saña bir elem ü ġam gelicek

Başına çün gelür elbetde kişinüñ gelecek (586/5)

Ey kavuşmayı bekleyen! Ayrılık zamanında razı olarak sabret. Zira ihlas ve rızayla sabr eden, muhakkak karşılığını alır, mükafatını görür.

Gel berü ey vaśla ŧālib hicrde ķıl śabr-ı cemįl

Her ķılan śabr-ı cemįl āħir bulur ecr-i cezįl (833/1)

A.1.6. Helal/ Haram

Kısaca Alah’ın yapılmasını yasaklamadığı eylemler helal; sakınılması gereken durumlar veya yasak olan eylemler de haram olarak hükme bağlanır. İman eden kişi; Allah’ın men ettiklerine bakmaz, men ettiğine gitmez, men ettiklerini yapmaz, yiyip içmez. Böylelikle mümin vasfını hak eder.10

Helal haram kaygısı olmayanlar ise cennete nail olamaz.

Müǿmin o kim yiye dāyim ĥelāl

Ķurśaġına ķoymaya hergiz ĥarām (1325/7)

(19)

11

İtmeye dünyāda farķ ol ki ĥelāl ü ĥarām

İde mi ol vara hįç bāġ-ı cinānda ħırām (1343/1)

A.1.7. Mâsiva, Dünya Hayatının Geçiciliği, Ölüm ve Ahiret İnancı

İslamiyet’e göre bu dünya geçici bir gölgedir, yok olmaya mahkumdur. Bu yüzden buradaki zenginliğin fakirliğin, rütbenin de önemi yoktur. Aslolan ise bu yokluk yolunda, ölümden sonraki hali düşünüp hazırlıklı olmaktır.

Kıyametin kopmasıyla son bulacak olan dünya hayatı; iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın aşikar olacağı, neticede ceza ve mükafatın verileceği, son ve sonsuz ahiret hayatının “tarlası”dır. Ahirete inananların oradaki güzellikleri kazanmak adına, bu dünyaya çok bağlanmamaları gerektiğini vurgulayan şair bunu aşağıdaki şekillerde dile getirir:

Āħiretin añmaz olur hey dirįġ

Ol kişi kim vire bu dünyāya dil (976/4)

Nažmiyā āħiretiñ ĥālini gör tevbeye gel

Aħiret añ yüri ol fikr-i cihāndan fāriġ (50/5)

Cihānda Ǿāķil oldur kim ölüm ĥālin añub her dem

Demādem kendü ĥālin aġlaya vü eyleye mātem (1036/1)

Be Nažmį āħiri her nesneniñ ölüm olunca āh

Ne nefǾi var ŧutalım biz beg olduķ ya aġa olduķ (167/5)

Var çün fenāsı yoķ bir beķāsı

(20)

12

Bu Ǿāleme devletle ey ġırre olan ādem

Bilmez misin anı kim ķalmaz saña bu Ǿālem (1094/1)

“Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünyâ hayâtından başka bir şey istemeyen

kimseden yüz çevir.” (Necm: 29)

Masivâ, Allah’tan gayrı olan dünyalık şeylerdir. Dünya işlerine gönül veren kişi, daima gönül darlığına girer, elem içinde olur.

Kār-ı dünyāya cihān şuġlına düşen ādem

Elem ü derdile ġam çekmede olur her dem (1225/1)

Hakka yakın olmak isteyen kişi fani kaygılardan uzak olmalı.

Eger mevlāya ķurbiyyet dilerseñ

Olup Ǿuzletde terk-i māsivā ķıl (808/2)

A.1.8. Cennet/ Cehennem

Allah’a inanan ve itaat edenlerin, fani olan bu dünyadan sonra ebedî olarak kalacakları cennete gireceklerine inanılır. Bu yüzden, bu dünyanın geçici olduğuna, asıl güzellikleri orada göreceğine inanan insan; makam ve mal sevdasına, altın gümüş kaygısına düşmemeli ki mükafat menzili cennete nail olsun. Zira makamın, süsün, malın aslı ve en güzeli oradadır. Burada bir kuru şala kanaat eden tokgözlüler, orada ipekli cennet elbiseleri giyeceklerdir.

Ĥulle-yi sündüs ile donanısar cennetde

Giye dünyāda o kim şāl nice māh ile sāl (902/3)

Beyitlerde, cennetin tabakaları olan me’vâ, adn ve firdevsten de bahsedilir. Aşık için sevgilisinin mahallesi cennet, aşığın gözyaşları cennetteki selsebil çeşmesi,

(21)

13

sevgili ise o cennette bulunan tavsif edilemeyecek güzellikteki huridir. Kimi zaman da sevgilinin yüzü cennet, dudağı da cennetteki kevser havuzudur.11 Hatta aşık, sevgilinin dudağını kevsere benzettiği için, Kevser Sûresini zikir edindiğini dile getirir.

O dilber bir ķıyāmet dilber ancaķ

Yüzi cennet dudaġı kevŝer ancaķ (212/1)

Lebleri yādına ol ĥūrį liķānuñ dāyimā

Virdim olmuşdur dilimde sūre-yi kevŝer benüm (1131/3)

Cehennem, iman etmeyenlerin hesap günü yakılıp cezalandırılacağına inanılan yerdir. Zakkum ise “cehennemin kökünde çıkan bir ağaçtır, tomurcukları şeytanların

başları gibidir.” "Şüphesiz o zakkum ağacı günahkar yemeğidir. Maden tortusu gibi olup, kaynar suyun kaynaması gibi karınlarda kaynar." (Duhan: 43-46)

Şair, hilekarlık edenlerin cehennemi görünce fayda vermez bir pişmanlığa düşeceklerini söylerken, cehennemi doğrudan kullanır. Bunun dışındaki kullanımlarda ise benzetme yoluyla maşukundan ayrı düşen bir aşıkın halini anlatır:

Aşık için sevgiliden ayrı kalmak, cehennem gibi yakıcı ve azap doludur. Ondan ayrı yediği içtiği ne varsa zevk vermez; bilakis cehennemde biten zakkum ağacı gibi içini yakar.

Cehennemdür baña künc-i firāķuñ āh kim anda

Yidigüm içdigüm māye ĥamįm olur daħį zaķķūm (1077/2)

(22)

14

A.1.9. Hidâyet/ Dalâlet

Hidayet; hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp dalâletden uzaklaşmak, doğru yola girmektir. Dalâlet ise şaşıp hak yoldan ayrılmak, isyana meyletmektir.12 Dalâletden kurtulup hidâyete ermek isteyen kişi, şeriat ipini sımsıkı tutmalıdır. Hidâyete erdirecek olan Allah’tır.

Bulur rāh-ı hidāyet ķurtarır kendin đalāletden

Ŧuta ĥabl-i metįn-i şerǾi cān ile o kim muĥkem (1035/3)

Zāhidā aña ki olmaya hidāyet ĥaķdan

Nedurur fāidesi pes ķurı zühd ü veraǾıñ (615/4)

A.1.10. Fakr /Kanaat /Uzlet/ Ferâgat

Fakr; ihtiyaç ve yoksulluk, yani hiçbir şeyin kendinin olmadığını bilmek. Zahiren olumsuz gibi görünen bu hal, idrak sahipleri için kutlu bir şeyin delilidir: O idrak sahibi insan sahip olduğu acz ve noksanlıkla Kadir-i Zülcelâl'in kudretini, kuvvetini, gınâsını ve rahmetini kavramış olur.13

O kişi için, fakr ile aşağıda olmak ya da hor görülmek; bu geçici dünyada sahip olacağı itibardan daha iyidir.

Şol beķāsız devlet ile kişi olmaķdan Ǿazįz

Yegdir olmaķ Nažmiyā faķrile ħˇār ü mübteźel (839/5)

Kanaatkâr insan, arzularından feragat etmiş ve Hakk’ın verdiğine razı olmuştur.

12

Diğer beyitler için bkz: 494/4, 504/1, 758/1, 808/4, 516/3, 615/4/ 755/2

13

(23)

15

Bu dünyada huzurlu olmak istersen; sana bahşedilmiş olana razı ol, arzularından geç, eşyanın çokluğundan âzâde, tefekkür ve taabbüd içinde olacağın bir yer bul.

Cihānda bir sürūr ile ĥużūra düşmek isterseñ

ĶanaǾat ķıl ferāġat birle var bir cāy-ı Ǿuzlet bul (757/3)

A.1.11. Kesret/ Vahdet

Bu cihan, seni hidayet yolundan alıkoyacak basiretini bağlayacak olan şöhret ve zînet gibi çoklukla doludur (kesret). Bu çokluk sayısız bela ve sıkıntı getirir insana. Eğer doğruya, kurtuluşa, huzura ermek dilersen; çokluğun altında birliğin tecellisini bul (vahdet). Vahdete eren kimse zaten bir daha kesrete meyl etmez.14

Cihān alāmı kim var Ǿālem-i keŝretdedir ekŝer

Düşegör vaĥdete anıñla bir ĥāl-i selāmet bul (757/2)

Şöhret ü zįnet hevesi devrde

Lāzımıdır dāire-yi keŝretiñ (690/4)

A.1.12. Hevâ-yı Nefs

Divanın incelenen kısmında nefs, daha çok süflî şeylere celbeden, hakikatten uzaklaştıran konumuyla karşımıza çıkar.

Eğer kişi ahiret hayatını düşünürse nefsinin emirlerine, dünyalık zevklere meyl etmez.

14

(24)

16

Her kim ki fikr-i Ǿuķbā ide cihānda aślā

Nefsine uyup olmaz źevķ ü śafāya māyil (1020/2)

Nefs kim her kişiye göz göre yaġıdurur ol

Ĥaķ yolında kişiniñ ayaġı baġıdurur ol (923/1)

A.1.13. Sükûn

Sükun, tasavvufta bir makam sayılabilir. İnsanın gönlünü su gibi temiz, halini toprak makamında tutmasıdır. Geçici emeller peşinde koşturmaktan vazgeçip dinginliğe ermesi, farkındalığının oluşması ve kendine yönelmesidir.

Şair, fani alemin geçiciliğine inananların; yani gölgeye baktıklarını idrak edenlerin; dünyalık koşturmalardan uzak, dinginleşmiş bir sükun haline gireceklerini vurguluyor. 15

Niçün olmayalar yā Rab sükūnda

Olanlar Ǿālemiñ ĥāline vāķıf (91/4)

Eyā ġāfil nice bir her hevāya yel gibi yelmek

Sükūn üzre olup ārām idüp var rūĥı rāĥat ķıl (758/2)

A.1.14. Diğer Dinî Hususlar ve Ahlakî Davranış Biçimleri

İlim sahibinin asıl olgunluğu, bildiğini uygulamaya geçirmesiyle olur. Riayet etmediği, başkalarına öğretmediği hiçbir ilmin, sahibine faydası yoktur. O insanın da aslında cahilden farkı yoktur.

ǾĀlim oldur k’ide Ǿilmiyle Ǿamel

Oldurur Ǿālime Ǿālemde kemāl (948/6)

(25)

17

Şair, kadınların daha zayıf yaratılışlı olduğu görüşüne atıfta bulunur ve “Ey Nazmi, kadınların aklının noksan olduğu iddiası varken onların sözü bana boş gelir.” şeklinde nesre aktarabileceğimiz şu beyti söyler:

Nisā ĥaķķında variken kelām-ı nāķıśātü’l-Ǿaķl

Baña zen śoĥbeti Nažmį gelür vallah nādānlıķ (161/5)

Gıybet, birinin arkasından onun hoşuna gitmeyecek şekilde çekiştirmektir. Gıybet etmenin doğru olmaması gibi dinlemek de doğru değildir. Etik olarak da doğru olmayan bu eylem İslam inancında men edilmiştir. Mevlânâ: “Duydum ki

gıybetimi yapmışsın, yüzüme söylemekten kaçmışsın. Benim gibi bir âcizden korkmuş, Allah'tan korkmamışsın!” diyerek ne güzel ifade eder.

“Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun!”(Hucurât:

12)

Nazmî; gıybet edip işitmektense, kendi halinde, sağır ve dilsiz olmanın daha iyi olacağını söyler.

Kişi her demde ġıybet söyleyüp işitmeden yegdür

Olup şol kendü ĥālinde aśamm olup daħi ebkem (1035/4)

Ne güzel söylemiş veliler:

“Gördüğünü gizlemek, şüphe ettiğini açıklamaktan daha güzeldir.”

“Kimsenin aybın görüp kılma zinhar âşikâr Günde yüz bin aybın örterken ilahe’l âlemin”

(26)

18

Birinin aybını kınayarak ima ile yüzüne vurmak doğru değildir. Gerekirse kişiye uygun bir dille yanlışını düzeltmesi konusunda tavsiyede bulunulabilir.

Görüp bir kişi Ǿaybın bir kişiniñ

Gerekmez göz göre yüzine urmaķ (200/3)

Şair, “Ey Nazmî! Gerçek er odur ki; yalan söylemez ve sözüne sadık kalır.” diyerek yalan söylememenin ve verilen söze sadık olmanın önemini vurgular.

Gerçek er odur sözi yalān olmayup aślā

ǾAhdinde ola dāyim eyā Nažmį o śādıķ (190/5)

Nazmî, eşyanın ve insanın dış görünüşüne önem veren ve kimi zaman ruhsuz algıları ile yanılgıya düşenleri eleştirir.

Görünüşe önem verenler, mahiyetin derinliğinden habersiz olanlar, herkesin ve her şeyin şeklini önemserler.

MaǾnįye baķmaz žāhirde ķalan

Herkesde gözler şekl ü şemāyil (1032/3)

“Biz insanı ahsen-i takvîm üzere, en güzel şekilde yarattık” (Tîn: 4)

İnsanın zaafları vardır; kimi zaman nefsine yenilir, hayvandan da aşağı düşebilir; ama iradesiyle, kulluğuyla, Allah’ın ihsanıyla en yüksek mertebeye erişecek olan da, yaratılanların en şereflisi de yine odur.

Rabb-i ħālıķ gerçi kim ħalķ etmiş insanı żaǾįf

Etmemiş ammā ki maħlūķı insandan şerįf (100/1)

İslam bilginleri “Üç İhlas bir Fatiha bir hatim sevabı kazandırır.” demişlerdir. Muhtemelen bu söz, “İhlas Suresini okumak Kur’an’ ın üçte birini okumak gibidir.” hadisinden hareketle söylenmiştir. Ölenlerin ardından yahut kabristandan geçerken

(27)

19

üç adet İhlas Suresi, bir adet Fatiha Suresi okumak usuldendir. Nazmî de kabrinden geçenlerden İhlas ve Fatiha beklediğini dile getirir:

Her müselmāndan ümįdim oldurur iħlāś ile

Fātiĥa luŧf ide geçdikde mezārumdan benüm (1146/3)

“…Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan: 67)

“Akrabaya hakkını ver; yoksula, yolda kalmış olana da; bununla beraber saçıp savurma! Çünkü (malını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (İsrâ: 26,27)

Cimri olan da malını saçıp savuran da hayırlı iş yapmaktan bîgâne olur.

Ħayr bilmez ola ol kim mümsik

Ħayr ķılmaz ola ol kim müsrif (137/ 2)

Zekat İslam’ın şartlarındandır. Cimrilik edip malını kendi elinde tutan kişi bu şartı terk etmiş olur.

Şarŧ-ı islāmdan berį olanıñ

(28)

20

A.2. TİP VE ŞAHISLAR

A.2.1. Dinî-Tasavvufî Tip ve Şahıslar A.2.1.1. Sūfî/ Zâhid/ Vâ’iz – Rind 16

Tasavvuf ehli olan sûfî ya da zâhid; dünyanın süs ve makamından ferâgat etmiş, ibadetle meşgul, Hakkı arayan ve onunla olandır. Bu tür özelliklerinin yanı sıra, divan şiirinde birçok yerde şeriata bağlı olan zâhid ya da sûfî; aşığın aşkını, şaraba düşkünlüğünü anlayamayan, kınayan; kuru bilgiye sahip, zahire önem veren riyâkar karakterler olarak karşımıza çıkar.

ŦaǾn ider śūfį şarāb-ı śāfa görüb meylimiz

Kendü gibi śanır ol biz ol śafāyı bilmedik (488/4)

Ķılur beş vaķti farżā göresin bir śūfį-yi nādān

Degül andan murādı emr-i ĥaķ illā riyā ķılmaķ (175/4)

Nažmiyā adını dervįşe daķub śūfįler

Rızķ kesb etmegiçün vāy ki śatar her biri zerķ (259/5)

Ne bilür ĥāl-i Ǿāşıķı zāhid

Ħaste ĥālini bilmez olur śāġ (65/4)

beyitlerinde sûfî ve zâhidin aşktan anlamadığı, iki yüzlülüğü, şarabı kınayıp safa bilmez oluşları vurgulanmıştır.

Aşık, vâizin onu ibadet etmeye çağırmasına karşı çıkar. Zira âşık, aşktan aklını yitirmiş; bu yüzden de ibadetle yükümlü olmayan bir delidir.

Baña vāǾižā itme teklįf-i ŧāǾat

Ki mecnūndürür Ǿāşıķ olmaz mükellef (150/4)

(29)

21

Bir başka beyitte Nazmî; temiz gönüllü, ihlaslı bir sûfî olup tasavvuf yoluna girmeyi taleb ettiğini dile getirir:

Olub śūfį-yi śāfįdil yüri var

Ŧutagör Nažmiyā rāh-ı tasavvuf (85/5)

Bir kişi gerçek zâhid olmak isterse, iki yüzlülükten uzak olmalı. Yoksa iki yüzlülük yaptığı ibadetlere halel getirecek, yaptıklarını boşa çıkaracaktır.

Zāhid odur ki olmaya anda ebed riyā

K’olur tebāh zühdi riyāyile zāhidiñ (707/2)

Rind, bâtını irfan ile müzeyyen, hakîm ve kâmil olduğu halde; zâhiri laubali ve sâde görünen, aldırışsız, keyfî biridir. Rind şeklî ibadetlere önem verdiğini düşündüğü sûfî ve zâhidin karşısındadır.

Al ele dest-i sebūyı var müdām

Rind olub ħum-ı mey ayaġına çök (535/3)

A.2.1.2. Hızır

Âb-ı hayâtı içerek ölmezlik sırrına erişen, peygamber veya velî olduğu hususlarında çelişki bulunan kutsal bir kişidir. Darda kalanların yardımına koştuğuna; Kur’an’da Kehf suresinde Mûsâ ile hikâyesi anlatılan, kendisine hak nezdinden bir ilim öğretilen kutlu kişinin de Hızır olduğuna dair görüşler vardır.

Nazmî, “Sevgilinin saçı karanlık, yeşil hattı Hızır gibidir. Bu yüzden onun hayat veren dudağı da ölümsüzlük suyu gibidir.” diyerek, sevgiliye ait unsurlarla Hızır’ın karanlıklar ülkesinde bulduğu ölümsüzlük suyu efsanesine atıfta bulunur.17

(30)

22

Śaçıdır miŝl-i žulmet sebz-i ĥaŧŧıdır miŝāl-i ħıżr

Leb-i cānbaħşı Ǿaynıdır o yüzden āb-ı ĥayvānıñ (347/3)

Gam denizine düşmüş âşık, darda kalanların imdadına yetişen Hızır’ın elinden tutup çıkarmasını diler. Şair, Hızır’ı denizle birlikte bilinçli olarak vermiş olsa gerek. Zira Kehf suresindeki kıssaya göre o kutlu kişi (Hızır ise) Hz. Musa ile olan yolculuğunda bir gemiyi deler. Hz. Musa ona: “Halkını boğmak için mi onu deldin?

Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın!” der. Kutlu kişi de: “O gemi, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı.” diyerek açıklama getirir.”(Kehf: 71,79)

Baĥr-i ġamda ķaldım eyvāy āşinālıķ gösterib

Āh elim alaydı bir ħıżr-ı ħuceste pey benüm (1116/2)

A.2.1.3. Mürid-Mürşid- Şeyh/ Derviş

İrade ve talep eden, isteyen, arzu eden anlamına gelen mürid; tasavvufta, kendisi için Allah'ın irade ettiğinden başka bir şey istemeyen, Allah'ın iradesi karşısında kendi iradesini hiçe sayan; tarikate giren ve şeyhe bağlanan derviş, bende demektir Dünyalık kaygıdan âzâdedir. Kendini ölü yıkayıcısının elindeki ölünün teslimiyetiyle bağlar mürşidine.

Mürşid ise delil, kılavuz, yol gösteren anlamındadır. Tasavvufta sırât-ı müstakîmi gösteren, gafletten uyandıran, dalâletten önce gerçek yola ileten şeyhtir.

Nazmî bazı beyitlerinde tasavvufa girme ve şeyhe bağlanma isteğini dile getirmişti. Aşağıdaki beyitlerde de bunu ifade ederken, intisabdan önce “tevbe almak” olarak tabir edilen arınma temeline de gönderme yapar. Ki bu da müridin; şeyhin ya da onun vekilinin elini tutarak geçmiş günahına tevbe etmesi, aybı günaha bir daha düşmeyeceğini söylemesi ve şeyhine bağlılığını dile getirmesi şeklinde olur. Hak yolunda gerçek manada olgunluğa ermiş öyle bir mürşide intisab et ki; geçmiş günahına tevbe edip tarafından kabul görecek ilme eriş.

(31)

23

Bir mürşid ara k’ola ŧarįkinde kāmil ol

Var dest-i tevbe eyleyüp andan icāzet al (998/3)

Ey Nazmî, gel dervişlere yoldaş olalım; onlar gibi ne olursa ayırt etmeden, gocunmadan yiyelim, ne bulursak giyelim. (Bir lokma, bir hırka)

Olalım Nažmį yüri hemrehi dervįşleriñ

Ne olursa yiyelim her ne bulursaķ giyelim (1255/5)

Bir kişi kendini şeyhe bağlı gösterip kendi nefsini yüceltir, kendi için uğraşırsa; inkarcıların, asilerin talebesi olur. O iki yüzlüdür.

Şu kim şeyħ adına olup özün naśb ide cerr içün

Mürįdidir merįdiñ ol anı ehl-i riyādan bil (756/4)

A.2.1.4. Peygamberler

Nazmî, aşığın sabrını anlatırken Hz. Eyyub’un ailesinin yok oluşu ve hastalık gibi imtihanlara gösterdiği olağanüstü sabrına; sevgilinin aşığına can veren sözünü ve dudağını, Hz. İsa’ nın ölüye can veren nefesine; sevgilinin köle aşığa hükümranlığını Hz. Süleyman’ın cinler ve hayvanlara olan hâkimiyetine; güzelliğini, Hz. Yusuf’ un göreni hayrete salan güzelliğine; hasret çeken aşığın halini, Hz. Yakub’un gamına; gönlü hasta aşığın derdine deva olan yarini Lokman’ın ilmine; sevgilinin benlerini, Hz. İbrahim’in çuvallardaki kumun mercimeğe dönüşmesi mucizesine atıfta bulunarak anlatır.

Nazmî, şiirlerinde peygamber isimlerini kendisine benzetilen olarak verir. Sevgilinin can bağışlayan nefesini tavsif ederken Hz. İsa’nın kuşu diriltme mucizesini hatırlatır.

Olur cānbaħş her sözde demādem O bir Ǿįsį nefeslü dilber ancaķ (212/2)

(32)

24

Kendini sevgilinin arzusu içinde, gam ordusunun ayakları altında karınca olarak gören aşık; sevgilisini de Süleyman’a benzetir ve ondan meded ister. Bununla da Kur’anda geçen “karınca vadisinde kuşlardan, cinlerden ve insanlardan oluşan

orduyu gören bir karıncanın: Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dediğini Süleymanın işitmesi”ni hatırlarız. (Neml:

17, 19)

Pāymāl itdi hevāñile beni ġam leşkeri

Raĥm ķılar ben mūr-ı mažlūma Süleymānum benüm (1153/2)

Şair, her gönlün aşk deryası içinde döndüğünü; aşığın ahının rüzgar, ruhunun da Nuh gibi gemici olduğunu söylerken, Allah’ın emriyle Nuh’un gemi yapmasına ve tufana atıfta bulunur.

Rūzgārı āh ü Nūĥ āsā aña mellāĥ rūĥ

Her dil Ǿāşıķdurur bir geşte-yi deryā-yı Ǿaşķ (234/4)

Gönül sevgiliden ayrıyken, oğlu Yusuf’un hasretiyle yanan Yakub gibi dertlidir.

Eğer güzelliği Yusuf’a benzetilen sevgili; ayrılığıyla hüznün yağmaladığı haneme gelseydi, gönlüme sevinç verirdi.

Göñül YaǾķūbı şād olurdı itse Müşerref külbe-yi aĥzānı Yūsuf (90/4)

Ey, güzelliği, göreni hayrete salıp parmak doğratan, dillere destan Yusuf gibi oaln sevgili; onun köle olarak satılması gibi güzellik pazarında seni gören, seni almak için canını vermeye razı olurdu.

Ĥüsn bāzārında ey mıśr-ı melāĥat Yūsufı

(33)

25

Nazmî, Hz. Muhammed’in nurundan bahsettiği beyitlerinin yanında; İslam’ın doğru yola eriştiren bir din olduğunu, hakka şükür kılmak gerektiğini, Hz. Muhammed ümmetinden olmanın saadet verici bir nimet ve ayrıcalık olduğunu belirtiği bir beyte de yer verir:

Ħüdāya şükr ķıl islāmı bir ĥāl-i selāmet bil

Muĥammed ümmetinden olduġuñ özge saǾādet bil (755/1)

A.2.2. Tarihî-Efsanevî Şahıslar

“Ey sevgili saçının kıvrımı ve yanağın, sanki Mani’nin yaprak ve gül motifli süslemelerinin olduğu bir süsleme sergisidir.” diyen Nazmî, meşhur Çinli nakkaş Mani’ye atıfta bulunarak, tezhipte kullanılan motiflerle, sevgiliye ait unsurlar arasında anlam ilgisi kurmuştur.

Çįn-i zülfüñle ruħuñ naķşı nigāristāndır

Berg-i rūmį vü ħaŧāyįsidurur Mānįniñ (647/4)

Kasas ve Mümin surelerinden; Karun’un İsrail soyundan, Hz. Musa zamanında yaşamış çok zengin bir kişi olduğunu, lakin büyüklenerek sahip olduklarını kendinden bildiğini ve inkarcılardan olduğunu öğreniyoruz. Dünya hayatını istemekte olanlar onun malına gıpta ile bakmışlar; lakin o, Allah’ın kendine verdiği malı başkalarına vermemiş ve şükrünü eda etmemiş, sonunda da helak olmuştur. 18

Bitip tükenmez bir mal- mülk hırsı içinde olan açgözlüler, sahip olduklarının gururu ile gözlerini hep elde etmek istedikleri şeye dikerler; bu dünyada Karun’un malına da sahip olsalar doymazlar. (Ta ki ölümle gözlerini toprak doyuruncaya dek)

Ĥırs-ı mālile şol aç gözlü olanlar kim var

(34)

26

Ŧoymaya gibi gelür malı ile Ķārūnuñ (640/3)

Nazmi bir beytinde, âdemin dünya karşısında duramayacağını söylerken dünyayı Şehnâme kahramanı Zâl’e benzetir. Bu benzetmeyle dünyanın hem kocakarı oluşu mazmununu hem de gücünü kasteder. Çünkü Zal beyaz saçlı olarak dünyaya gelir ve ihtiyar anlamında bu adı alır. Ayrıca bu efsanevi kahraman çok güçlüdür.19

Ŧuramaz Zāl-i dehr pençesine

Ādem olursa daħi bebr ü peleng (697/3)

Ey sevgili! Hz İbrahim’ in, zâlim Nemrud’un onca zulmüne rağmen; hatta ateşlerde yanmak bahasına da olsa hak davasından dönmediği gibi, aşığın da ağyarın zulmüyle korkup senin aşkından vazgeçecek değildir.

ǾĀşıķı ķorķutmasun cānā ĥasūd āzārile

Āzer-i nemrūddan bāk etmemişdir çün ħālįl (835/4)

Hat sanatının öncü isimlerinden, Abbasîlerin son döneminde yaşamış olan Yakut El-Müstasımi (ö. 1298) yazıya, yeni bir nefes ve yeni bir açılım getirmiş, sanatta küçük bir nüansla çok ciddi bir değişim gerçekleştirmiştir.20

Ey sevgili! Yakut (ne kadar hat üstadı olsa da)senin dudağının üzerindeki hattın benzerini bile yazamaz.

Yāķūt yazamazdı ħaŧŧuñ miŝlini bir miŝāl

LaǾl üzre lācüredle ħaŧ yazsa filmeŝel (1004/2)

Nazmî, aşığın gözyaşlarını o denli ziyadeleştirir ki, denizler bile bu gözyaşı yanında küçük kalır. Bunu anlatırken de “fazla” anlamına gelen “firâvân” kelimesi

19 http://www.osmanlicaturkce.com/ 20 Pala, a.g.e. s. 479

(35)

27

ve “deniz” anlamına gelen “kulzüm” kelimeleriyle Firavun’un helakı ve Kızıldeniz’e atıfta bulunur. Kızıldeniz, ismiyle de manidardır. Zira aşık kanlı gözyaşı dökmektedir.

ǾAşķ deryāsıdurur eşk-i firāvānum aña

Hįç büyüklenemez ķaŧrece baĥr-i ķulzüm (1229/4)

İskender, Zülkarneyn olarak Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen kişi olarak düşünülen ve Peygamber olup olmadığı tam bilinmeyen büyük bir hükümdar ismi. İki zülüflü yahut da şark ve garbın hakimi olduğu için Zülkarneyn(iki boynuzlu) denilir. Hazret-i İbrahHazret-im AleyhHazret-isselâm zamanında bulunup Hızır'dan ders almıştır. BHazret-ir de mHazret-ilâddan önce üç yüzlü yıllarda yaşamış ve Aristo'dan ders almış, büyük galibiyetleri olan ancak Zülkarneyne nazaran çok da iyi hasletleri olmayan Yunan kumandan İskender (Büyük İskender) den bahsedilir.21

Âşık için İskender gibi olan sevgilisi, güzellik şehrinin muzaffer şahıdır ve emsali yoktur.

Bugün ĥüsn iliniñ sen bir şeh-i śāĥibķırānısın

Sikender gibi bu ķarn içre şāhım yoķdur aķrānuñ (349/4)

Nazmi, bunlardan başka; Şah Tahmasb ile Sultan Süleyman’ın cengini, şahinle çaylağın kavgasına benzeterek Safevî hükümdarı Tahmasb’ ın yenilgisine atıfta bulunur.

Dünya hayatının geçiciliğini vurguladığı beyitlerde de dünya malının Dârâ ve Kisrâ gibi nice meliklere kalmadığını, dünyadan Husrev, Kubâd ve Kavûs gibi hükümdarların da saltanatının gelip geçtiğini söyler.

Bu başlık altında bazı efsanevî mahlûka da yer vermek gerekir.22

21 Pala, a.g.e. s. 236 22 Pala, a.g.e. s.24, 216

(36)

28

Şair “Ey hüma gibi olan sevgili, başımda senin aşkının hevesi olsa ne olur. Ankanın da yaşadığı, uçtuğu yer Kaf Dağı değil midir?” diyerek sevgiliyi efsanevi kuşlara benzetir. Hüma ayakları olmayan, daima uçan gölgesi kimin başına konarsa o kişinin devlete ereceğine inanılan bir kuştur. Simurg yahut anka da yüksekte uçan, avlanamayan, efsanevî Kaf Dağı’nda yaşayan renkli, efsanavî kuştur. Şiirlerde sevgilinin bir türlü ele geçirilemeyişini vurgulamak için bu kuşların isimleri geçer. Bazen de sevgilinin aşığa olan lutfu, hümanın saadete ve kutlu talihe erdirecek gölgesine benzetilir.

Beni sen ey hümā ŧalǾat meded āh Hevā-yı Ǿaşķile āvāre itdiñ (408/2)

Olsa başımda nola Ǿaşķıñ hevāsı ey hümā

Çünki Ǿanķānıñ olur pervāzgāhı kūh-ı ķāf (97/3)

A.2.3. Efsanevî Âşıklar

Âşık, hâlini daha iyi arz etmek adına Vâmık, Mecnûn, Ferhâd, Hurşîd ve Husrev gibi iz bırakan aşıkları zikreder. Kimi zaman bu büyük aşıkları üstadı sayar kimi zamanda aşkını onlardan ziyade bulur. Maşuktan bahsederken de tevriyeli olarak Azra, Leyla, Şirin ve Ferahşad’ı kullanır.

Meyl idersin gördügüñ ǾAźrā Ǿiźārā cān ile

(37)

29

Sevgilinin güzelliğini gören kimse, Leyla’ ya aşık olan Mecnun’ a döner; ben de bu yüzden o Azra gibi temiz yüzlüye Vâmık gibi aşık oldum.

Olur ol leylį ĥüsnile gören ol yāri çün mecnūn

O yüzden oldum ol Ǿazrā Ǿizāra Nažmį vāmıķ (158/6)

Ey dudağı tatlı (Şirin gibi) saçı siyah (Leyla gibi) sevgili bu güzellik ve huyla beni aşkına düşürüp Ferhad ve Mecnun’ a çevirdin.

Ey lebi şįrįn śaçı leylį bu ĥüsn ü ħulķ ile

ǾAşķa düşürdiñ beni ferhād u mecnūn eylediñ (465/2)

Ey güzellik hükümdarı olan sevgili senin lal dudağını anlattığımı duyanlar, bu ne tatlı bir hikayedir dediler.

Sen ĥüsn ħusreviniñ evśāf-ı laǾlin itdim

Didi hep işidenler şįrįn ĥikāyet ancaķ (315/4)

O ay yüzlü yarin aşkının arzusuyla öyle doluyum ki, hâlim Hurşid ve Ferahşad’ın aşkını andırır.

Şevķ-i mihriyle ben ol māhıñ olaldan pürşevķ

Oldı Ħurşįd ü Feraĥşād miŝāli meŝelim (1236/3)

Şair, aşağıdaki beyitte de halkın dilinde hikayeleri dolaşan Sultan Mahmud ile Ayas arasındaki muhabbete değinir. Ayas kölelikten vezirliğe yükselmiş, geldiği yeri asla unutmamış, dürüstlüğünden, sultanına olan edebinden, muhabbetinden ve

(38)

30

hürmetinden ödün vermemiş böylelikle Sultan Mahmud’un derin muhabbetine nail olmuş biridir. 23

ǾAşķ ile olan ĥāleti Maĥmūd ü Ayāsıñ

Dilde miŝlidir nice demlerdir ünāsıñ (370/1)

A.2.4. Edebî Şahıslar

Nazmi diğer şairlerden ya onları üstad kabul ederek ya da kendini nazımda onlardan daha üstün görerek bahseder. Beyitlerde Şeyh Sadî Şirâzî, Firdevsî, Nizâmî, Şem’î, Zâtî, Lebîd ve Ferezdak gibi isimleri görmek mümkündür.

Ey saadet veren sevgili! Nazmî, senin güzelliğini anlatınca sanki Şirazlı Sâdî’ nin Gülistan’ ını okur gibi olur. (Servi boyu, gül yüzü, sümbül saçı, nergis gözü, semen teni ile sevgili gül bahçesini andırır.)

Vaśf-ı ĥüsnün k’ide sen şūħ-ı saǾādetmendüñ

Nažmi gūyā ki gülistānın oķur SaǾdįniñ (647/5)

Bazı beyitlerde şairliği ve şiirleriyle övünen şair; Şem’î’ye, Nizâmî-yi Gencevî’ ye, Arapların meşhur hiciv şairlerinden Ferezdak’a gönderme yapar.

Ya Rabbi, Şem’î’nin mekanı cennet, kabri nur olsun. Eğer o, bu şiiri okusaydı şevkten yanardı.

Bu şiǾriñ şevķına pürĥāl olub sūzişler eylerdi

İlāhį yatduġı yer nūr u uçmaġ ola ŞemǾįniñ (353/7)

(39)

31

Ey Nazmî! Senin inci gibi nazmını görenler, senin zamanın Nizâmî’si olduğunu söylerler.

Gören şiǾrinde der dür gibi nažmı

Nižāmįsidurur Nažmį zamānıñ (398/7)

Ey Nazmi! Ferezdak senin inci saçan nazmını görseydi, “bu ne güzel cevherdir” derdi.

Bunuñ nažmı ne cevher dirdi Nažmį

Göreydi nažm-ı dürbārım Ferezdaķ (206/5)

Nazmi’ nin güzel ve kusursuz nazmı (kasideleri altın harflerle yazılıp Kabe duvarına asılan ünlü Arap şairi) Lebîd’in nazmına benzer.

Bu Nažmįniñ belāġat üzre nažmı

Ne şübhe miŝlidir nažm-ı lebįdiñ (396/5)

“Ey Nazmî! Şiirin kemale erişsin istersen, gazel sanatında Zâtî tarzını bırakma.” derken “kemal”i tevriyeli kullanan şair, Zatî tarzının takipçisi olduğunu da dile getirir.

Ġazel fenninde Nažmį ķoma Źātį ŧarzını elden

Dilerseñ ĥaddiźātında kemāle ire eşǾārıñ (329/5)

Ey Nazmî! Firdevsî bu güzel sözlerimi işitseydi, benim güzel ahlak sahibi bir hükümdar olduğumu söylerdi. Nazmî mahmudhısal ifadesiyle, Firdevsî’nin Şehnâme’yi sunduğu ve çok himmetini gördüğü Gazneli Mahmut’a da atıfta bulunmuş olabilir.

(40)

32

Baña Firdevsį diye ħüsrev-i maĥmūdħıśāl

Nažmiyā işide ger bu kelimāt-ı ĥasenüm (1243/4)

A.3. AŞKA DAİR A.3.1. Aşk ve Âşık

“Âh mine’l aşk… ”

Ayın, şın ve kaf… Kime lutf edecekse Vedûd, onun gönül levhasına yazılmış olur evvelden. Ve bu hat, bela denizlerine gark eder aşığı, figân ve āh ile semā’a kaldırır; aşık yine de derdinden hoşnuttur. Aşk o denli iştiyak verir ki başını kessen dönmez aşkından aşık; derdinden kanlı yaş döker, bu yaşın kabarcığını da aşk şahına çadır eder. Sevgilinin kapısında durmak, geda aşığa sultanlık gibi gelir; halini ancak aşık olan bilir. Alçak gönüllü ve sadıktır, sevgili ona “mahallemin iti” dese onu lutf sayacak kadar engindir gönlü.

Virilmiş ola evvel dem kime kim Ǿaşķ pes āħir

Olur levĥ-i diline lāyiĥ anıñ Ǿayn ü şın ü ķāf (76/4)

Şu dem kim Ǿaşk-ı dildārile ey dil āşinā olduķ

Belā baĥrine düşdük ol belāya mübtelā olduķ (167/1)

Eksik olmaz derd-i Ǿaşķ ile belāsı āşıķıñ

Artıġ olur ol belāyıla śafāsı Ǿāşıķıñ (516/1)

Reh-i Ǿaşķıñda eger başım olursa maķŧūǾ

Ħavf idüp sen beni ol yoldan eder śanma rücūǾ (6/1)

Ķanlu yaşınıñ ĥabābı Ǿāşıķıñ

(41)

33

Seniñ ey Yūsuf-ı mıśr-ı behā ķapıñda derbānlıķ

Gelür şol Ǿaşķile ķuluñ olan Ǿuşşāķa sulŧānlıķ (161/1)

Belā vü derd-i Ǿaşķı Ǿāşıķ olandır bilen ancaķ

Ne bilsün pes nedir ol olmayan ey dil aña vāķıf (75/2)

İşigiñde beni ādem yirine ķomazsañ

Bārį düşmen yüzine bir diseñ itim köpegüm (1234/4

Ehrimen, zerdüştlerin şer ilahının ismidir. Aşık için ağyar ehrimendir. Peri gibi güzel yarini, ehrimen ağyar ile bir arada görmek aşığı perişan eder.

Görelden ehrimenler cemǾi birle sen perį şānı

Çeker ey yār-i cānım cānım ol ġamdan perįşānlıķ (161/3)

A.3.2. Ma’şuk ki…

Cefâsı çok hem vefası yoktur, derd-i serdir hem şifa-yı derddir, katildir hem can verendir. Kokusu misk ü amber; yüzü gül gibi revnak, güneş ve ay kadar parlaktır. Teni ya gümüş ya yasemen, dudağı gonca ya kevser ya hayat pınarı, saçı sümbül ya reyhan ya zulmet, boyu sidreden münteha; elif, servi… Kirpiği ok, bakışları kan dökücü. Güzellik ülkesinin şahı; sözü şirin, zatı cevher bir dilber.

568

Biz seni gördik güzel dilber didik Bir perį peyker melek manžar didik

Ŧāpuña ĥūrį vü ŧūbā ķaddiñe Leblerüñe luŧfıla kevŝer didik

Alnıña mehden münevver yüzine Mihr-i Ǿālemtābdan enver didik

(42)

34

Ħaŧŧıña tāze benefşe zülfiñe Sünbül ü reyĥān ü nāzikter didik

Göziñe bādām ü piste aġzıña Ġabġabuña ħūb sįb-i ter didik

Ġamzeñe ebrūn ile tįr ü kemān Daħi hem şimşįr ile ħancer didik

Nažmi eyler bir nice śāĥib nažar Źātıña bįmiŝl bir cevher didik

1179

Gözleri diller alur dildār imişsin dostum Sözleri cānlar baġışlar yār imişsin dostum

Ĥüsn ü ħulķile güzeller içre sen cānānenüñ Miŝli yoķ didiklerince var imişsin dostum

Rūşen olur göz göñül seyr-i cemālünle senüñ Zį saǾādet bir ķamerruħsār imişsin dostum

Sen efendüm ben ķuluñ sen benden ayrılmaķ neden Ben de bildüm hemdem-i aġyār imişsin dostum

Nažmi bülbül gibi nālān hemdem āgyārile sen Āh ü efġān bir gül-i pürħār imişsin dostum ***

Kerem ķıl ey ŧabįb-i cān beni öldürmedin bu ġam

(43)

35

Ey benüm gül yüzlü sünbül śaçlu yārim gitme gel

Gice gündüz alma bülbül gibi zārım gitme gel (878/1)

Ol elif ķad lām zülf ü mįm fem

Cevrile dāyim bañā virir elem (1194/1)

Sevdük ol ħusrev-i ĥüsni leb-i şįrįnile çoķ

Nola Nažmį aña biz Ǿaşķile ferhād olsaķ (273/5)

Anadolu’nun, güzelleriyle Arap ve Fars’ a üstün geldiğini söyleyen şair, sevgilinin güzel gözünü kirpiğiyle, ok atıcılıkta mâhir olan Tatarlar’a benzetir.

Ġalebe itdigi rūmuñ Ǿarabile Ǿaceme

Māhrūlarladurur gün gibi rūşendurur ol (913/4)

Kirpigüñden oķlar idip dembedem oķlar yürür

Türk çeşmüñ dilleri tātārveş ħānım benüm (1153/5)

Şairin sevgilinin hattını İncil’e benzettiği beyit dikkat çekicidir:

Ey sevgili! Senin aşığına hayat veren dudağın, üzerindeki gönül çelen hattıyla, sanki önünde İncil duran İsa’ dır.

Ħatt-ı dilkeş ki kenār-ı leb-i laǾliñdedurur

Śan mesįĥānıñ öñünde ŧurur ey cān incįl (917/3)

A.3.3 Vuslat ve Hicran

Kavuşma zamanı gelecekse can vermeye razıdır aşık; o zamanın gündüzü, bayram günü; gecesi de kadir gecesi gibi gelir aşığa. Kavuşmak irem bağı gibidir ve cihan lezzetlerinde onun gibi bir lezzet yoktur.

(44)

36

Reh-i Ǿaşķıñda naķd-i cānı Nažmį Ǿāşıķıñ cānā

Muķadderdir dem-i vaślıñiçün įŝār ü niŝār olmak (166/5)

Gündüzüm Ǿįd eyleyen şevķile gicem ķadr iden

ǾĀlem-i vuślatda ol gün yüzlü māhımdır benüm (1167/3)

Ne var ola cihān leźźetlerinde

Be Nažmį vuślat-ı cānāneden yeg (414/5)

Ve hicran… Âşık için ruhun bedenden ayrılması gibidir. Hatta ölümden beter, cehennem ateşinden daha yakıcı, cehennem azabından daha şiddetli gelir. Hasret dünyayı dar eder aşığın başına, âlem kararır. Sızısı en derin yaradır ayrılık, sararıp solar , kan yaş döker aşık.

Ķodı gitdi beni Nažmį cānān

Śanasın cismime cān itdi vedāǾ (11/5)

ǾĀşıķa şām-ı ecelden güç gelür rūz-ı vedāǾ

Nār-ı duzaħdan eşedd olur daħi derd-i firāķ (229/4)

Dilberiñ hicr-i dehānı başıma

Bu cihān dārını dār eyler dirįġ (43/3)

Beni dūr ideli devrān güneş yüzüñden ey māhım

Ķara zülfüñ gibi oldı ķarañu gözüme Ǿālem (1040/2)

Gerçi her derdiñ olur bir veciǾi amma kim

Hicr derdi veciǾidir eñ eşeddi veciǾiñ (615/3)

A.4. MUSİKÎ, MEY VE İŞRET MECLİSİ

(45)

37

Śürāĥį zikr ider meclisde ķulkul (798/1)

Şarap ve musikî, eğlence meclisinin vazgeçilmezidir. Bu meclisler de divan şiirinin24… Şair kimi zaman gerçek anlamını kastettiği bazı müzik aletlerini,

makamını ya da şarabı, aşığın hâlini anlatırken ya da sevgiliyi vasf ederken de kullanır:

Gel ey ġonce dehen meclisde mey iç

Yüzüñ mey-i ĥumretile ola gül gül (798/4)

Ey gönül, gam meclisinde ney gibi feryad etmeyi, def gibi döğünmeyi, belini çeng gibi bükmeyi kendine kanun eyledin.

Bezm-i ġamda sįneñi def nāleñi nāy eyleyüb

Ķāmetiñ çeng itmek ey dil oldı ķānūnıñ seniñ (508/4)

“Ey sevgili, aşıkların senin yanından uzak olursa ısfahan-ırak makamında ah ederler.” şeklinde nesre aktarabileceğimiz beyitte uşşak, ısfahan ve ırak Türk müziğinin eski makamlarındandır. Şair bu müzik terimlerini öyle ustalıkla kullanır ki hem aşığın ahını bu makamlara ahenkli görür hem de bu terimlerin diğer anlamını kasd eder: Uşşak “aşıklar”, ırak ise (sevgiliden) “uzak” anlamındadır.

Sen nigārıñ k’ola Ǿuşşāķ maķāmından ırāķ

İdeler ah ile āheng-i śıfāhān ü Ǿırāķ (257/1)

Nazmî, Hayyam’ın “Seninle içilen şarap helaldir, sensiz içtiğimiz su bile haram.” dizelerini hatırlatan bir beytinde “ölse dahi sevgili olmadan eline kadeh almayacağını” söyler. Onsuz içeceği badeyi haram sayar kendine.

Ĥarām ender ĥarām olsun içersem bādeyi sensiz

Elüme hey ķıyāmet almazın cāmı eger ölsem (1041/2)

(46)

38

Baharın gelmesiyle canlanan tabiat karşısında “kanı kaynayan” Nazmî, bu gül devrinde şarap kadehlerinin dolaşmasını ister.

Nažmį dem-i bahārile çün erdi devr-i gül

Devr etse nola sāġar-ı śahbā ŧaraf ŧaraf (147/5)

A.5. YER ADLARI

Şair aşığın gözyaşlarını Nil, Ceyhun, Fırat ve Dicle nehirleriyle tavsif eder.

Gözlerim dörd oldı yāri gözlemekden her yaña

Giryeden eşkim fırāt ü dicle vü ceyĥūn ü nįl (833/2)

Edirne ve İstanbul, melek yüzlü hurileriyle cennet gibidir (762/5)

Ey Nazmi! Edirne ve İstanbul güzeller diyarı olduğu için Anadolu’nun yüz akıdır, yüzü suyudur.

Nažmiyā rūm iliniñ yüzi śuyıdır zįrā

Ħūblar mecmuǾıdır Edirne ve İstanbul (913/5)

“Ey Nazmi, sevgilinin cevher olan ayak toprağı gözlerimi aydınlatırdı; ne var ki o İsfahan sürmesinden ayrı kaldım.” şeklinde nesre aktarabileceğimiz beyitte; hakiki sürmenin göze revnak vermesine, en iyi sürme taşlarının İran şehri İsfahan’ da oluşuna25

atıf yapılır ve sevgilinin ayak toprağı o sürmeye benzetilir.

İderdi ħāk-i pāyi cevheri bu gözlerüm rūşen

Nidersin Nažmiyā kuhl-ı Sıfāhanumdan ayrıldum (1057/5)

(47)

39

Göz bebeklerim, akan gözyaşlarım arasında sanki suda yüzen iki Habeş’li çocuktur.

Gözlerim merdümi kim eşk-i revān içre durur

ǾAynıdır śuda yüzer bir iki ŧıfl-ı Ĥabeşiñ (613/4)

Sevgilinin kıvrımlı saçlarının kokusu, misk ahuları ile ünlü Hoten’ deki miskten daha üstündür.

Zülf-i pürçįniñ eyā ħūb-ı ħıŧā

Būyıla misk-i Ħotenden nāzik (677/3)

Aden, Güney Arabistan’da Kızıldeniz’e yakın bir şehirdir ve eskiden beri burada inci çıkarılır. Divan şiirinde sevgilinin dişleri inciye benzetilir. Akik, kırmızı renkli bir taştır ve Yemen’de çıkarılır. Yakut ise yine kırmızı renkli bir taş olup memleketi Bedahşan’dır. Bu kırmızı taşlar da rengi itibarıyla sevgilinin dudağına benzetilir. 26

Bedahşan lalinin, Yemen akikinin ve Aden incisinin o kadar rağbet görüp ünlenmesi sevgilinin dudağına ve dişine benzememesindendir.

Nažmiyā beñzedigiçündür o yāriñ lebine

Raġbeti laǾl-i Bedeħşān ü Ǿaķįķ-i Yemeniñ (629/5) Leb ü dendānıña nisbetleri olmaġıladır

Raġbeti laǾl-i Bedaħşānile dürr-i ǾAdeniñ (630/4)

Taif ve “şehirlerin anası” Mekke’ de tavaf eden idrak sahiplari huzur ve sevinç semtine düşerler.

SaǾādet semtine düşer bilā şübhe kemālile

Ola şol ŧāyife kim Mekke ile Ŧāǿifi ŧāǿif (74/3)

(48)

40

Safa ve Merve Mekke-yi Mükerreme’nin doğusunda ve batısında karşılıklı olarak bulunan iki tepenin adıdır. Merve ile Safa arasında yedi defa gidip gelmek haccın rükünlerindendir. Buna da sa’y denir.27

Aşık için sevgilisi kıble, mahallesi kabedir. Aşık sevgilinin yöresinde dolaşmayı Kabe’yi tavaf etmeye benzetir. Ömre “safa” veren bu eylemi de şu sözleriyle dile getirir:

Merve ĥaķķiyçün śafādır Ǿömre ķıblem cānile

KaǾbe-yi kūyıñ seniñ biñ saǾyile bir kez ŧavāf (96/2)

A.6. SOSYAL HAYAT

A.6.1. Günlük Hayattan Yansımalar

Özel günlerde, bayramlarda kutlamaya renk vermek adına havai fişek atılması ya da davul çalınması Nazmî divanına şu şekilde yansır:

Ey sevgili, gönül sana kavuştuğu zaman kıvılcımlı ah eder, zaten bayramda fişek atılması da adettendir.

Dil dem-i vaślıñda āh-ı pürşerer peydā ider Atılur Ǿādetdurur Ǿįd-i mübārekde fişek (432/4)

Aşığın sevdiğine kavuştuğu zamanki kalp atışları, bayram erince çalan davul gibidir.

Yāre kim vaśl olasın ol dem yürek duyuldısı

Aña beñzer çalınur Ǿįd erdigi demde dühül (852/4)

27

(49)

41

ǾĮd-ı vaślıñ şevķına cānım benüm

KaǾbe kūyıñda seniñ ķurbān gerek (572/4)

beytiyle de kurban bayramı ve kurban bayramında kurban kesilmesi hatırlanır.

Davul, asker, sancak ve tuğ birer padişahlık alametidir. Nazmî de aşk derdiyle ettiği figanı davul, döktüğü gözyaşını asker, ettiği ahı sancak, o ahın dumanını da tuğa benzetir ve sahip olduğu bunca alametle kendini aşk mülkünün şahı olarak görür.

Mülk-i Ǿaşķıñ şehiyim ŧabl-ı fiġān eşk-i sipāh

Āhımıñ āteş ü dūdı Ǿalemile baña tūġ (47/2)

Hokkabazlar, el çabukluğu ile birtakım şaşırıcı oyunlar yapar. Aşık için sevgilinin ağzı yok gibidir, görünmeyecek kadar küçük tavsif edilir. Şayet var da görünmüyorsa sevgili hokkabaz gibi aşığın gözünü aldattığı içindir. Bu beyitte de hokka kelimesiyle hem sevgilinin ağzına benzetilen bir unsur, hem de insanları göz yanılması ile aldatan hokkabaz kasdedilir.

Aġzını yāriñ ki yoķ dirler görinmez var ise

Ĥoķķabāzāsā demādem gözlerüm baġlar benüm (1173/4)

Büyü yaparken büyü yapılacak kişinin saçı ve dua yazmak için altın ya da kurşun levhakullanılır.

Sihir tek başına yare kavuşmak için yeterli olmaz, aynı zamanda altın levhaya makbul bir dua yazılması gerekir.

Olmaz viśāl-i yār mücerred-i füsūn ile

Zer levĥada yazılma mücerreb duǾā gerek (723/3)

Sevgili, o iki yana sarkan saçını da kendine ortak edip sihirle aşığın gönlünü hevaya salar.

(50)

42

Siĥr fenninde idüb ol iki zülfiñi şerįk

Dili dilber ider anlarla hevāya taĥrįk (579/1)

Divanın incelenen kısmında bazı tatlı ve yiyecek isimleri dikkat çeker: baklava, güllac, helva, soğan, sarımsak, badem, bal, kaymak, üzüm, kiraz …

Güllāc ü baķlavānuñ daħi hem her nevǾ ĥelvānuñ

Žuhūrına sebeb olduġı luŧf ile yiter bādām (1081/5)

Ne dirlik bu nefāyisle tenaǾum ide aķrānum

Ben ekl idim belā-yı faķrdan dāyim piyāz ü sūm (1079/3)

Ħˇān-ı ĥüsnünde ben ol şāh-ı cemāliñ her zamān

Cān ile şol lebleri ĥelvāsınıñ ĥayrānıyım (1112/4)

Ķarışur śanasın kim bala ķaymaķ Yise bir ħoşca dudaġı şeker bal (790/2)

Kakum ve samur, kürkü ya da postu makbul olan hayvanlardır. Genellikle varlıklı kimseler bu kürkü giyer.

Gece gündüz kakum ve samur kürk giyen, makam gururuna kapılmış kişi doğruyu yanlışı, hakkı batılı ayırt edemez. (onun için bunlar önemli değildir)

Ebed seçmez olur aķdan ķarayı rūz ü şeb ĥaķķā

Ġarūr-ı cāh birle şol geyen semmūr ile kakım (1043/3)

Ayrıca giyeceklerle ilgili; “gelin duvağının, sevgiliye yaraşan zer benekli kıyafetlerin, gurur temsili ve sebeb-i günah olan altın üsküfün, sevgilinin aşığın gönlüne ateş salan al yakalı gömleğinin, fena ehlinin yetindiği bir kuru şalın, tarikat ehlinin yetindiği eski bir ayakkabı”nın geçtiği beyitler karşımıza çıkar.

Referanslar

Benzer Belgeler

As a result, pertussis is a rare cause of secondary CNS, therefore edema or proteinuria, which can be detected in infants who are followed due to pertussis, should be stimu- lating

Bu sistemlerin oluşturulmalarında Türk alfabesi kullanıldığı takdirde anahtar uzayının eleman sayısı, kapama ve açma fonksi- yonlarının sonlu kümelerindeki genişleme,

The main purpose of this study is to investigate perceptions of prospective English teachers about the characteristics and qualities of effective language teachers. Hence, the

Politiyonin ile modifiyeli elektrotta bu potansiyelin 300 mV olduğu (Gao vd 2003) ve poliazureA ile modifiyeli elektrotta ise bu potansiyelin 200 mV (Gao vd 2004)

Araştırmam, 1930’lu yıllarda Türkistan coğrafyasından –bugünkü Orta Asya’dan - Afganistan’a, oradan 1950’li yıllarda Türkiye, Arabistan ve ABD’ye göç

ation coefficient) was used for the examination of the associations between the changes of AA cases with regard to the total number of the cases, the propor- tion of the male

Katılımcıların kargo firmasından hizmet alırken karşılaştıkları sorunlara yönelik çözüm önerileri dağılımları incelendiğinde; 21 katılımcının

Sabit Koşullar Altında Çalışan Sistemin PID Katsayılarının Belirlenmesi Simulink programında yapılmış olan Şekil 6 ve Şekil 7 ‘deki bloklar kullanılarak