• Sonuç bulunamadı

Ahmet Haşim'in İstanbul yazıları (1)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ahmet Haşim'in İstanbul yazıları (1)"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

19 OCAK 2001 CUMA

T 1 L S & /

YAZI O D A S I

SELİM İLERİ____________

Ahmet Haşim'in

İstanbul Yazıları (1 )

“O B e ld e y i bile kimsenin okuduğu yok ya, ama

Ahmet Haşim’in güzelim düzyazılannın hiç mi hiç

okunmadığını adım gibi biliyorum.

Şiirlerinde “duyulmak üzere vücut bulmuş, musi­

ki He söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın" bir

dili işleyen Ahmet Haşim, düzyazılannda çok önem­ li bir kültür adamı niteliğiyle belirmiştir.

Gerçi bazı yazılan, sözgelimi “Kürk", “ Yaz Koku­

s u ” , unutulmaz “Müslüman Saati” şiirden izdüşüm­

lerle örülmüştür. Bununla birlikte Ahmet Haşim düz- yazılannda güncel sorunlara sık sık eğilmiştir.

Bize Göre (1926), Gurebâhâne-i Laklakan (1928),

Frankfurt Seyahatnamesi (1933) kitaplannda derle­

nen deneme, söyleşi, gezi ve felsefî yazılannın pek çoğunu bu eserlerine almayarak, Servet-i Fünun, Dergâh, Yeni Mecmua gibi dergilerde, Akşam ve Mil­ liyet gibi gazetelerde bırakmış “M erdiven” şairi.

Tüm yazılar ancak 1991 ’de İnci Enginün ve Zey­

nep Kerman tarafından bir araya getirilip Bütün Eser­

leri dizisinde yayımlandı. Saklanmış, korunmuş, bu­

lunabilmiş mektuplan da çok şükür o dizide... 1901 ’den sonra otuz yılı aşkın zaman diliminde değişik aralıklarla nesirlerini yayımlayan şair, çok ge­ niş konu ve sorun yelpazesinde bazan İstanbul’dan söz açmış; şehrin gündelik hayatını, tarihî çehresini, törelerini, gittikçe değişen mimarisini, modalarını, mevsimlerini, saatlerini, renklerini eşsiz bir tutanak- çı kimliğiyle kaleme getirmiştir.

Anmak istediğim yazılar, özellikle 1920-1930 yılla- nnın İstanbul’unu inanılmaz bir aynntı zenginliğiyle sap­ tamaktadır.

Böylece şehir hayatında, örnekse, “Sinema ’ (1922) ve yabancı filmler, “resmi beyazperde üzerinde kı­

mıldayan şu rim el ile kirpiğinin her teli b ir ok gibi di­ kilmiş güzel kadının gözünden, damla damla akan sah­ te gözyaşlan”y\a karşımıza çıkmaktadır.

Sinemanın getirdiği modalar, çok geçmeden ken­ tin lüks eğlence yerlerinde karşımıza çıkacaktır. “Gar-

den Bar’da Konuşan İki Adam ” (1928), hanımlann ağır

makyajlanndan söz açarlar:

“ Tabiatın eserleri hiç de bu sahne mahlukatı ka­ dar güzel değil! Kırmızı, san, yeşil, siyah boyalar, renksiz etleri, çipil gözleri, soluk dudakları istihaleye uğratarak harap uzviyetlerden birer gençlik mucize­ si vücuda getirmiş. Kim diyor ki kadın şimdi, eskisi gibi, yüzünü sıkı örtüler altında saklamıyor? Ya bo­ ya örtülen?”

Yeniliği biraz da sarakaya alış, gezinti yerleri için de söz konusudur.

Bahar bayramında şehir, kırlık alanlar, papatya, ge­ lincik ve bülbül sağanağına tutulur. Kâğıthane dere­ sinde Çingene, zurna sesiyle şenlikler yaratacaktır. Ne var ki “tozlu ve dolaşık” yollardan geçilerek vanl- mış gezinti yerinde “yalnız bozuk fonograf sesleri’ yan­ sımaktadır. ("Çingene”, 1928).

Fatih, Hırka-i Şerif, Karagümrüktaraflanndaki yan­ gınlardan, o yangın yıkımlanndan sonra açılan “bul-

variann her iki tarafında birbiri ardınca yapılmakta olan küçük, üslupsuz, nizamsız binalar, b ir yeni-çirkin İs­ tanbul’un çekirdeğini" teşkil eder.

“Yen/ İstanbul” adlı öngörülü yazı 1928’de kaleme getirilmiştir.

Sanatlarda incelik arayan Haşim, kötü bir şiiri oku­ madan, gülünç bir resme bakmadan geçip gidebile­ ceğimizi söyler. Gelgelelim ‘m im ari’den kaçmak ola­ naksızdır:

“(...) fena mimann eserinden sakınmak kolay iş değildir. Aciz b ir muhayyile, fakir b ir ruh, y o l ortası­ na dikilmiş taştan b ir şekle inkılâp edince, bütün b ir şehrin manevîsıhhatini, nesillerce bozmak kudretin­ de b ir tehlike olur. ”

İstanbul büsbütün Fatih-Harbiye karşıtlığında de­ ğildir. Nişantaşı’nda oturanlar, bazı öğledensonralar, bazı akşamüzerleri “caddeden yükselen yakıcı b ir ka­

val sesiyle” irkilirler. “Asn, büyük apartmanlar mahal­

lesini sanatın sihiriyle b ir lâhzada kır, bağ, dağ âle­ mine çeviren bu rustaî, yeşil musikinin menbaı, b ir âmânın üflediği bakır borudur. ” (“Basit B ir M esele” ,

1928).

Seksene yakın yıl önce, Nişantaşı’nda kaval sesi! Ahmet Haşim o seste “Apollon’un m ağrurrebabını” mağlup edecek bir sanat zaferi duyumsar...

Takvim ’de İz Bırakan:

“H er akşamki gibi bu gece de, yaşanmış, her ta­ rafı sımsıkı kapalı ömrüne şuradan buradan teker te­ ker girmiş olan b ir yığın insan, onun etrafında, kimi herhangi yüzü ve kıyafetiyle, kim i yabancı ve deği­ şik b ir çehre ile toplanmışlar, hareket etmişler, gidip

gelmişlerdi. ” Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Bes­

(2)

23 OCAK 2001 SALI

YAZI O D A S I

SELİM İLERİ

-r* ■

.r j

Ahmet Haşim'in

İstanbul Yazılan (2)

1930’a bir iki yıl kala İstanbul, çok tenha b ir İs­ tanbul’dur. “Gece G e zin tisi” ne çıkan şair bunu yazmak ihtiyacını duyar.

Şehir handiyse karanlıktır; “o tom obillerin na d i­

re n g e ç tiğ i” , H aydarpaşa’dan Beykoz’a kadar

uzanan yollarda, geceleyin hâlâ, “m erkebi yeşil

dallarla yüklü rençberlere, kollannda yiye ce k ta­ şıyan gecikm iş işçilere, b ir evden d iğ e r b ir eve m i­ sa fir giden, başka b ir asırdan kalma küm e küm e hanım lara” rastlanılm aktadır.

Ama artık İstanbul’da hayat hızla değişm ekte;

“İs ta n b u l’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilâ­ ların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatler” M üs­

lüman saatinin yerini almaktadır.

Alafranga saatin kullanım ıyla birlikte, alaturka saat, “cam ilere, türbelere ve m uvakkithanelere

bırakılmış b a tta l b ir eski s a a t” haline gelm iştir.

Alaturka saatin “ışıkta başlayıp ışıkta biten, on

iki saatlik, kısa, hafif, yaşam ası ko la y" günü, bun­

dan böyle, İstanbul’da ve bütün öteki büyük kent­ lerimizde, “sarhoşlan, evsizleri, hırsızları ve katil­

le ri ço k ve yeraltında m ü m kü n o ld u ğ u ka d a r faz­ la çalıştınlacak köleleri sayısız olan b ü y ü k m e d e ­ niyetlerin acı ve sonu g e lm e z” gününe dönüşe­

cektir.

Ü stelik şu saptayım 1921 ‘de, “M üslüm an S a-

a ti”nde kaleme getirilm iştir.

Şehir hayatında usul usul bir ikilik belirm ektedir. 1924 tarihli “Sayfiyeden D ö n e nle r” saptıyor:

Boğaziçi’nde bütün yaz, görkem lerinden çok şey yitirm iş yalılarda, düşkün Ruslar ve Yahudiler eğlenm ektedir. Onlar denizden, güneşten yararla­ nırlar.

“M ülkün sa h ip le ri” ne gelince, iskele kahvele­

rinde, bakımsız köşelerde nargile çekm ekte, “fin ­

can fin ca n ” kahve içm ekte, denizde, ışıkta, güneş­

te eğlenenlere kızmaktadırlar.

Rumeli sahili “musikin, p a rıltılıy k e n Anadolu yakası her gece gamlı b ir karanlığa bürünür.

“ Oteller, kulüpler, gazinolar, m eyhanelerle d o ­ lu, cazbandlı ve balolu alafranga A da "da yeni dev­

rin zenginleriyse eğlenceyi, “rakı sofralan ve ku­

m a r m asalannda" aramaktadır.

Ahm et Haşim betim lediği dünyanın dışında,

hem de enikonu dışında yaşadığını, öylesi b ir ya­ şamaya yanaşmayacağını satır aralarında sezdi­ rir. Siyasetten ve toplum sal kaygılardan uzak dur­ duğu söylenegelm iş şair, bir bakıma, dünya görü­ şünü dile getirm ektedir:

Şim di İstanbul’u saran, ister alaturka ister alaf­ ranga yaşayışlarda, yoğun bir can sıkıntısı, ala-ala- heylik, tehlikeli b ir üretim sizliktir...

Kentin varlıklı kişileri Ahm et Haşim ’in gözünde birer görgüsüzlük sim gesidir. “O to m o b ille r” sini­ rini oynatır; yıl henüz 1928:

“Hakikat b u ki, süs arabalarını çılgınca ko ştu ­ ran s e b e p le r için d e c id d i e n d işele r aramamalı. Piyadeye nazaran ö to rh ö b il sahibine şu nâm ufe- n â h î tavakkufu verdiren sadece paranın şım arık­ lığıdır. Zira kristal c a m la r arkasından, elâ gözlü parlak b ir altın damlası g ib i size bakan şu alaca ipeklere sanlm ış g e n ç hanım ın yetişem em ekten korktuğu, d e d ikod u yapılan b ir ça y ve şu m a ro ­ ken sedirlere yaslanm ış iri g ö b e k li Yahu din in a ce ­ leyle g ittiğ i m uhakkak b ir b riç m asasından başka b ir şey değildir. ”

Ahm et Haşim yetinm ez, itirazını da söyler:

“H alkçı b ir m em leketin d a r sokaklannda d e ­ m okratik b ir münakale vasıtası olm ayan o to m o ­ bile b u ka d a r geniş y e r ve rm e m e li!”

Şiirini garipseyenler, ola ki, “B ir G ünün S onun­

da A rz u ” şairinin şu sözlerini de yadırgıyor, o riji­

nallik uğruna söylenm iş sözler sanıyorlardı...

Takvimde İz Bırakan:

“Nurullah Ataç haklıdır: İstikbalin sanat tari­

hinde bu devrin adı Haşim devridir. ” Ahm et Ham - di Tanpınar.

(3)

26 OCAK 2001 CUMA

YAZI O D A S I

SELİM İLERİ

'

,ço

Ahmet Haşim'in

İstanbul Yazıları (3)

Ahm et Haşim, İstanbul’da durgun, ölgün, istek­

siz b ir kültür-sanat ortam ından söz açar. Bir bakı­ ma her şey gösterm eliktir.

Ölümüne gözyaşı dökülm üş “Süleym an N a­

z if’//? mezarı h âlâ” yapılmamıştır. Fakat zaten “b u

g ib i a ç ölenlerin çürüm üş kem iklerine m erm erler­ den b ir köşk yapm aya kalkışm aktan ne çıka r? ”

Burada bir ayraç açm ak gerekiyor. Haşim ’in ay­ dınlara karşı, siyasal bir tercihle yorum lanabilecek b ir uzaklığı söz konusudur. 1928’de Süleym an

N azif’i sokağa atılmış bir öm ür içinde? gören şair;

1918 ’de Halide Edib’in bir yazısı üzeri ne, şöyle bir geçm işe döner, Halide Edib’deki inssmlık merha­ m etine inanmadığını çok ağır dille açıklar. Edebi­ yatımızın belki de en ağır itham larından olan bu ya­ zı, “Halide Edib H anım efendiye”', Cemal Paşa’dan Suriye reformlarını birdenbire bam başka b ir çerçe­ veye oturtm aktadır:

“Paşanız sizi dum anlı ve parıltılı o tom obillerle, b ir N eron eğlencesini se yr için Suriye> ’y e d a ve t e t­ m işti. O zam an ben K o n y a ’da idim . Sizi, hem şire­ lerinizi, m aiyyetinizi ve sırmalı g e n ç m ihm andarla­ rınızı g ö tü re n trene orada te s a d ü f etm iştim . Vah­ ş i b ir A frik a ’ya g id e n m isyo n e rle r g ib i gu ru rlu ve b ir düğüne g id e n le r g ib i süslüydünüz ve neşeliy­ diniz. ”

İstanbul kültüründen gelen Halide Edib’e, döne­ min siyasal erkine, başkent İstanbul’daki aydınlar çevresine kaygı uyandırıcı dokundurm alarla de­ vam eden yazı, “E rm e n ikıta lin d e n ” söz açan Han­ dan romancısına nihayet şöyle seslenir:

“E rm enilere d a ir yazdıklarınızın ve yazacakları­ nızın b ir kıym eti olm ak için Suriye ’d e A rapların öl­ dürü ld ü ğ ü gün lerd e S uriyeli annelerin, hem şirele­ rin, zevce ve maşukaların gizlice altında ağladık­ ları nam ütenahi dam lara nazır, m utantan o te l te- rasalarında y e ş il p o rta ka l yaprakları kokan Suriye g ecelerinde gülm e m iş olm anız lazım gelirdi. ”

Yahya Kem al’in “A ra p ” lığıyla alay ettiği şair, İs­

tanbul yazılarından iz sürersek, gizlenilm iş b ir ha­ yata yol almaktadır. 1930’lara doğru, on-on beş yıl önceki isyankâr söylem i iyice satır aralarına çeki­ lir.

Daima birtakım otoritelere karşı çıkışsa her şe­ ye karşın sürüp gidecektir.

“Ertuğrul Muhsin ’in A m e rika ’ya ansızın g id i­

ş iy le ” Darülbedayi’de yeni tiyatro mevsimi pek za­

yıf açılmıştır. “Hayatı b ir tek adam ın m ukadderatı­

n a ” bağlı kaldıkça böyle bir “sanat ku ru m u ” ndan

söz açmak da imkânsızdır... (“D arülbedayi” , 1928) G itgide ironik bir ifadeye bürünen yaklaşım lar­ da, Ahm et Haşim’in şehir hayatının yeniliklerinde kofluğu, yalınkatlığı gördüğü sezilebilir.

“ Yarım yam alak ta rih î bilgilerin ve ham b ir zev­ kin kaynaklarından akıp gelen ” İttihat ve Terakki si­

yaseti, m im aride türbeyle medresenin taklidini uy­ gun bulm uştur. “İşte o tarihten b e rid ir k i İstan­

b u l’un h e r tarafında b u b iç im b in a la r inşa etm nk ve bu m im ariye de ‘m illî mimari rönesansı’ ism ini

verm ek a d e t” olm uştur. {“M ü rte c i M im a ri” , 1926)

Nihayet, kalabalıklaşan kentin öz değerlerini ko­ ruyamayacağına ilişkin şu “İstanbul’un En Serin Ye­

r i” (1929), Çamlıca betim lem esi:

"G ittik ve tramvaylı Çam lıca ’da a ç kaldık. B ir ta­ bak haşlanm ış fasulye için cam ekânları yalnız ra­ kı şişeleriyle dolu bakkal dükkân lannın hepsini bey­ hude dolaştık. N ihayet kireçlenm iş b ir ciğerle ka­ naat ettik. İçtiğ im iz su m e şh u r Çamlıca suyu, es­ ki rakı şişelerine d o ld um lm u ş to rtu lu ve ılık b ir m a-

yid e n başka b ir şey değildi. M id e bulandırm a ve istifra ettirm eye y a ra r b ir hastane suyu! Şairane te­ penin he r tarafından insanlar üzerine güneşli b ir hü­ zün akıyordu. ”

İstanbul’a yönelik, bu türden, sayısız eleştirel de­ ğinme, önsezili endişeler, yönetim katlarınca ilgiye değer bulunmadığından, Ahm et Haşim’in şehir ya­ zıları güncelliğini hâlâ korumaktadır. Ne yazık ki!

Takvimde İz Bırakan:

“Narmanlı’daki eve benim ilk gidişimde, 1953 Pa­ ris y o lc u lu ğ u öncesiydi, kendisi daha gelm em işti. Dolabı açtık, biraz vermutla elma bulduk. O zaman­ ları, b ir de, E d g a r A llan P o e ’nun öyküsünü anım ­ satan sim siyah b ir kedisi vardı. ” Turan Alptekin,

/ Ahm et Hamdi T anpınar/ Bir Kültür, Bir İnsan, İle­ tişim Yayınları, 2000.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Beııegı Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Kaç lira para üstü

Pretreatment of A549 cells with Ro-32-4032 and the dominant-negative mutant of c-Src DN inhibited thrombin-induced IKK alphabeta activity, kappaB-Luc activity, and NF-kappaB-

Please list the surgical techniques used for root coverage in key features and clinical effectiveness.. Please list the types of maxilla sinus lifting procedure and their

Result(s): Of 342 women with pathology-confirmed fibroids who were included in the study, 108 received myomectomy only (group I), and 234 underwent the uterine depletion

Attilâ İlhan ve Savaş Ay’ın şiir kasetleri arasında ne fark var.. Bir yanda “Ben Sana Mecburum” diyen

[r]

Özel ve acil ürünler, standart ürünlerde beklenmeyen talep fazlası veya müşterinin daha önce istediği üründen fazla miktarda ürün istemesi gibi durumlarda firmalar bu

48 yıl, elinden kalem düşmiyen büyük halk çocuğu, "Sarıgüzel,, li Ahmet Rasimi, ölümünden beş yıl sonra da olsa, hatırlıyanlar, yine kendi