• Sonuç bulunamadı

[Türk Tarih Kurultayı]

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "[Türk Tarih Kurultayı]"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

nunla beraber bu iskeletlerde morfoloji bakımından bir işaret vardır ki bunun ü- zerinde durmağa mecburuz. O da bu iskelet sahihlerinin brakisefal insanlar ol­ duğu keyfiyetidir. Kafatası biçimine ta­ allûk eden bu nokta üzerinde neden ısrar ettiğimizi şimdi göreceksiniz.

Bugün Anadoluda ve ona civar ma­ hallerden başlıyarak H azer denizi şarkı­ na ve orta Asyaya yaklaşan bu havalide sakin insanların morfoloji bakımından vasfı mümeyyizleri nedir?

Bu geniş topraklarda oturanların ek - erişi, ve hatta diyebilirim ki hemen hep­ si, brakisefal biçimde kafatasına malik insanlardır. Hititlerin kafatası itibarile bunlara benzemesi bir istisna telâkki edi - lemez. M adam Dellenbach tarafından kongreye sunulan harita bunu kolaylıkla göstermektedir. Bu keyfiyet muhitin an­ tropolojik an’anesi icabıdır. Binaenaleyh Anadolunun bugünkü brakisefal insanla­ rını A syanın bu kıt’asınm yerlileri, yani cedleriin işgal etmiş oldukları ayni geniş sahada oturmakta olan insanlar farz ve tasavvur edebiliriz. Bugün bu kvimler başka başka isimler « taşımaktadırlar: Türkistanda adlan Türkmendir, İranda Perstir, Anadoluda da Türktür. Ancak bunların ırk itibarile ayni menşeden çık­ tıkları, hepsinin ayni esasa mensub oldu­ ğu pek güzel tasavvur olunabilir.

Vaktile merkezî ve garbı Asyanın bir kısmında -daha ileriye gitmek istemedi - ğimiz için bu hudud içinde kalıyoruz- ırk bakımından mütecanis bir insan gru- pu yaşamıştı, bunların morfolojik diğer evsafı arasında bir vasfı mümeyyizleri daha vardır ki o da brakisefal oluşları - dır. İşte bu insanların bir kısmı ilkönce neolitik çağı takib eden devirde, daha sonra prehistorik devirde -gene tekrar e- diyorum bu devir hakkında büyük bir malûmata malik bulunmuyoruz.- protohi- titlerin cedleri ölmüşlerdir. Tarihen ma - Iûm olan bu protohititler daha o zaman­ lar büyük bir medeniyete sahib bulunu - yorlardı. Bunlar yalnız hububatı keşf ve j zer etmekle, hayvanlan ehlileştirip ye - tirtirmekle kalmamışlar altın, gümüş ba­ kır gibi madenleri de kullanmışlardır. Dünya tarihi bakımından mühim bir hâ­ dise olarak kaydedelim ki demirin kâşifi de bu insanlar olduğu görülüyor.

Hititlerin cedleri olan Anadolunun bu eski brakisefalleri sebebden neticeye var­ mak yolu ile, Türklerin de cedleri telâk­ ki olunabilirler.

Tarihin seyri ilerledikçe Anadolunun bu brakisefalleri muhtelif isimler almış - lar, muhtelif şekillere tâbi olmuşlar, bun­ lar, ihtimal, vakit vakit muhtelif diller konuşmuşlardır. Bizden dört bin sene evvelki zamana aid H itit tabletlerinde büyük ve küçük bir takım kralların isim­ lerine, devlet adlarına tesadüf ediyoruz. O zaman Anadolu kıt’asının sakinleri hariç dağınık halde bir takım milletler - den terekküb ediyordu. Fakat milletleri vüeude getiren ayni ırkın insanları idi. Bazı devirlerde bu milletleri birbirinden ayrılmış görüyoruz, o vakit zannederiz ki bunlar ayrı ayrı: ırka mensub insanlardır. Diğer bazı zamanlar da bunları kudretli bir galibin tac ve tahtı etrafında toplan­ mış görüyoruz. O vakit de ayni milletten olduklarına zahib oluyoruz. Neolitik - lerle bizim aramızda en son tahlile göre Selçukiler ve Osmanlılar vardır, bugün bunlann adı Türktür.

Zamanımızdan dört bin sene evvel yani Avrupada neolitik medeniyetin so­ nuna vâsıl olduğu tarihten belki iki bin sene sonra küçük Asyada ne görüyoruz? Anadolunun göbeğinde Hattilerin hükü­ meti ve Delaporte’un ifadesine göre «Halis nehrinin - şimdiki Kızıhrmağm- döküm noktasında bu hükümetin bir merkezi» ikinci bin sene içinde burasını ele geçiren Asyaî bir halk sulhperver in­ sanlardır, içlerinden bazıları inşa olmuş oldukları ayni mevkide bin senedenberi duran kasabaları ve köyleri üstü açık yer­ lere ve tercihen ufak çayır kenarlarına kurulmuştur. Etraflarında müdafaa ter­

tibatı yoktu, o zamanın ehlî hayvanları at, merkeb, katır, öküz, domuz, keçi, ko­ yun vç köpektir.

Bunların at, merkeb ve katırdan ma - adasına ilkönce tsviçrenin göl mıntaka - lannda sakin ahalinin yaşadıkları neoli - tik devirlere aid keşfiyat arasında tesa - düf edilmiştir.

Hititlerin herhalde buğday, arpa ve ehlileştirilmiş bazı yerli nebatatı ektikleri­ ni biliyoruz. O vakittenberi bu nevi zi- raatn hiç ardı kesiîmemişt.r. H er mun - tazam sosyal hayatta iki eleman olan zi­ raat ve hayvan besleyicilik Delaporte’un ifadesine göre, Anadolu yaylalarnda es­ ki devirlerin ziraatçiliğinin ve hayvan besleyiciliğinin tabiî br devamı idi. Bu ümid olunmıyan servetleri Hititlilerin cedleri ayni yerlerde, yahud daha şarkta bulmuşlardı. Bunlar öyle servetlerdir ki bizim anladığımız manaya göre bunlara malik olmadıkça yüksek bir medeniyet kurulamaz. İkinci bin senenin heyetleri eski bir nizamı içtimainin aksetmiş tasav­ vurlarıdır.

Bunların mevcudiyetleri, hakikî yerini henüz bilmediğimiz, ve şüphesiz bir gün bulup meydana çıkaracağımız bir mevki­ de icad edilmiş birşeyin onlara kadar u- zanıp gelen bir aksisadasıdır. Bu mevki, garba doğru uzamış kolu Anadolu ya - rımadasını teşkil eden beyaz Asya top - raklarmda olmak lâzımdır. Bu insanları, bir kısmı şarkî Avrupa yolile Egee’ye yollanarak bize neolitik medeniyeti ge - tirmiş olan medenî kavimlerin, yerlerinde bıraktıkları mukaddes bir tebea gibi te­ lâkki etmek caizdir.

H ububatla ehlî hayvanatın asılları Avrupada olmadığı yukarıda söylenmiş­ ti. Bunların Avrupa kıt’asına, muhakkak ki tabiî bir hâdise eseri değildir. Gerek hububat, gerek hayvanat bize, insanın desti zapt ve tasarrufuna geçmiş bir hal­ de, gelmişlerdir. Çoban, ne de bahset­ tiğimiz cins hayvanat boğazları kendi kendilerine geçerek gelmiş değillerdir. Bunlar ağır bir muhaceret yolile Kara - denizin şimalinden geçmiş olabilirler. Mezru hububat bizim mmtakalarımızda iyi oluşlan, tohumsuz ve kendiliğinden husule gelen hale rücu etmiyorlar. Keza- lik Küçük A syada ehlileştirilen hayvan­ ların bütün Kafkasya, bütün Rusya bo­ yunca tek başlarına yürüyüp geldikleri, yahud M armara denizini aştıkları görül­ mez. Bir takım insan gruplarının gerek müteaddid nesiller müddetince devam e- den ufak yürüyüşlerle ve civardan civa­ ra geçmek suretile, gerek binnisbe sür - atli bir muhaceret şeklile bu hububat ve

Prof. Pittard Bayan Afetle görüşüyor hayvanatı Avrupa topraklarına geçirmek olduklarını kabul etmek zaruriydi.

Bu insan gruplan o servetlere uzun müddettenberi malik olan kimselerden

başkası olamaz.

Şimdi bu muhacir ve ayni zamanda mucid insanların mensub oldukları ırkı meydana çıkarmak için yeni bir delil ilâ­ ve etmeği isbat ve bu hayvan sürülerini idare edenlerle o hububatı getirenlerin o zaman Avrupa kıt’asmda mevcud A r rupalılar olmayıp hususî tipte bir takım insanlar olduğunu göstermeğe imkân var mıdır?

Bu yabancılar nereden geliyorlardı? Tabiidir ki bunlar brakisefal insanlarla meskûn yerlerden, yani ön Asyaya en yakın mmtakalardan gelmişlerdi. Milâd- dan iki bin sene evvel Hititler bu husu­ siyetleri kendilerine idame edegelmiş ol­ dukları gibi Anadolunun bugünkü hal - kının ekseriyetinde de bunlar aleddevam görülmektedir.

Şu halde, muhakemelerimizin bir kıy­ meti varsa bu muhakemelerden bizzaru - re çıkacak netice de şu olmak icab eder: Neolitik medeniyet dediğimiz sosyal in kılâbı getirenler bugün Anadoluda sakin olan cedleridir. Bu halihazırdaki malû­ matımız bunun böyle olduğunu göster - mektedir. Bu neticeden istintaç olundu - ğuna göre bütün Avrupa, diğer kıt’alar Avrupa ile mütesanid olduğuna nazaran bütün medenî küre Aanadoluyu ve ona mücavir memleketleri medeniyeti hazua- mızm bütün elemanlarını ve başlıca ırkla­ rımızdan birini kendisinden aldığımız bir mukaddes toprak gibi telâkki için, ön A sya bugünkü Avrupanm anası gibidir.

Türk kardeşlerimden bu müşahede - ye bakarak lüzumundan fazla gurura düşmemelerini taleb ederim.

Profesör P ittard’dan sonra profesör Necmi Dilmen, Türk tarih tezinde G ü­ neş Dil teorisinin yeri ve değeri mev

-zulu tezini okudu. Bu tez Kurultayda büyük bir alâka uyandırdı.

P ro fesö r N ecm i D ilm enin te zi 1 arihin bize uzak devirlerini ve hele prehistuar denilen tarihten önceki devirleri araştırma yolundaki çalışnıala - rın kaynakları arasında dil dokümanlara nın özel bir yeri vardır. Çünkü jeolojik, arkeolojik ve antropolojik kaynakları bulmak için toprakların altlarına kadar inmek geçmiş zamanın sırlarını adeta yer- yüzünün derinliklerinden söküp çıkar « mak lâzımdır; halbuki gene bu sırları bugünkü dillerin metodik analiziyle de elde etmek mümkündür. Yaşıyan bir di­ lin koynunda, onun ilk kuruluşundanberi geçirdiği bütün değişmelerin tarihi saklı­ dır. Bir dilin eldeki varlıklarını derinleş - tire derinleştire onun en eski şekline ka - dar varabiliriz. Bu yoldaki araştırmala - rın bizi götürdüğü sonuç, ilk yüksek kül­ türün dayandığı inanlar ve o inanları an­ latmağa yarıyan sesler olur.

«Bu seslerin tekâmül hatlarını takib ederek ilkel kültür dilini ve bunun yer­ yüzüne yayılışını bulabiliriz. Bu da ka «

ranlıklar içindeki prehistuarı aydınlat mak yolunda büyük bir adım teşkil eder*

Bu hakikatin en iyi misalini, T ürk T a ­ rih ve Dil çalışmalarının birbirine sıkısı- kıya bağlı olan verimlerinde görebiliriz.; Türk Tarih tezinin ortaya koyduğu yeni ve büyük ışık, Türk Dil teorisinin de il­ ham kaynağı olmuştur. Bilmukabele Türk Dil teorisi de Türk tarih tezinin delilleri arasında mühim bir yer tutmak­ tadır.

Türk Tarih tezini, en toplu olarak, Tarih Kurumu Asbaşkanı sayın profe - sör Bayan A fet, 9 birincikânun 1935 te Ankara Üniversitesi Tarih - Dil - Coğ­ rafya Fakültesinin açılma töreninde ver­ diği ilk tarih dersinde, şöyle ifade etmiş­ tir:

Dünyada yüksek kültürün ilk beşiği orta Asyadaki Türk anayurdlan ve o kültürü kuranlar ve bütün dünyaya ya - yanlar da Türklerdir.»

Bir çok Avrupa ve Amerika bilginle­ ri tarafından yapılmış araştırmaların ve­ rimlerinden toplanarak bir sentez şeklin­ de ortaya konmuş olan bu Türk tezini, yalnız Türk bilginleri değil, bir çok de­ ğerli yabancı bilginler de teyid etmekte­ dirler.

Tarihin klâsik olarak tanıdığı ilk medeniyetlerin daha ilerisine doğru yü - rümek istiyen her arayıcının önünde, bu medeniyetlerin ilk kaynağı ve merkezi olarak kendini gösteren yer, O rta A sya­ daki Türk anayurdlarıdır.

Bu hakikatin böylece tespiti, genel ta­ rih konsepsiyonu bakımından olduğu ka­ dar, dil araştırmalarının veçhesini kur - mak yönünden de çok önemlidir. Çünkü, neolitik devirde O rta A syada kültür kur­ muş ve bunu Avrupaya, Amerikaya ve dünyanın her tarafına yaymış olan bir ulus, elbette yarattığı kültür eserlerinin adını ve bu eserlere bağlı fikir sistemleri­ ni birlikte götürmüş ve içlerine girdiği uluslara da yaymıştır.

İşte bu prensipten hareket eden dil çalışmaları da insanlığın ilk kültür dili - nin mekanizmasını araştırmıya koyulmuş ve bunun, sonra dünya kültür dillerini kurmaktaki büyük ve esaslı rolünü bir teori halinde ortaya koymuştur.

G üneş - D il teo risi

Güneş - Dil teorisi adını taşıyan bu lengüstik görüş, iki yıldanberi A nkara Üniversitesi T arih - Dil - Coğrafya fa - kültesinde T ürk gençlerine okutulmakta ve Türk Dil Kurumu tarafından broşür­ ler ve belletenlerle yayılmakta olduğu gibi, geçen seneki üçüncü Türk Dil Ku­ rultayının müzakerelerine de mihver ol­ muştu. Bu neşriyattan elde bulunanları ve en son olarak Bükreşte toplanan «Congrès International d* Anthropolo - gie et d’archéologie préhistorique» e ar­ kadaşım profesör Haşan Reşid T an - kutun yaptığı kommünikasyonun metnini de Kurultay üyelerine sunmuş bulunuyo­ ruz. Bu Türk Dil teorisinin ana hatlarını bir kere de Kurultayı şereflendiren T a ­ rih bilginlerinin gözü önüne koymayı bir vazife sayıyorum.

«Neolitik devrin fecrinde bu medenî - yeti idrak eden insanın hayvani ihtiyaç - lar ve istenkler fevkinde olarak edindiği ilk yüksek duygu ve inan, «Güneş» te varlığın en yüksek kudretini bulmak ina­ nışı olduğu préhistuar’m verimlerinden biridir.

Eski insanların inanları üzerine derin - leşen her tarihçi, Mezopotamyada, Mı - sırda, Eski Hitte, Eski İranda, Eski A - merikada, hasılı dünyanın her yerinde ve her yurdunda güneşe, aya, yıldızlara ta- pıldığını görür. Bunu tarih bilginlerile dolu olan şu Kurultayda izah ve ispata hacet bile yoktur.

Teorinin birinci p ren sip i İşte Türk Dil teorisinin birinci prensi­ pi, bu hakikatten ilham almakta, ilk '’ül- tür dilinin «güneş» e aid olarak kullanı» lan bir ana kökten doğduğunu kabul et- ILÛtfen sahifeyi çeviriniz]

(2)

doğmuş O l & C â g l I d U l i U i l « / ~ v ıu A a u , g W H u v -

toplanan bu mefhumlar, elinizdeki bro - şiirde yazılmıştır.

Bu genel mefhumlarla birlikte, güneşi bütün varlıkların kaynağı tanıyan insan, kendi varlığım da onunla birleştirmiş ve benlik mefhumunu gene bu esasa bağla­ mıştır.

T ürk Dil teorisi, bir kere «güneş» i şuur ve idrake dayanan insan dilinin ana mefhumu olarak aldıktan ve bütün ge - nel mefhumları buna bağladıktan sonra, ilkin «güneş» e verilen ve sonra bütün öteki mefhumları da anlamıya yarıyan il­ kel adın fonetik kuruluşunu araştırmıştır. İnsanlığın daha hayvanlıktan ayırd e- dilemediği devirlerde el ve yüz işaretleri­ ne refakat eden karışık ve müphem hay­ kırışlar bir insan dili olarak ahnamıyaca -

gına göre, bu seslerin «güneş» idraki dev­ resinde aldığı ilk net şekil, (ağ ) fonemi olmak icab eder.

Bu fonemin vokali olan (a ) insan gırtlağının çıkarabildiği net seslerin en basiti ve en kolayıdır. Sonradan zamanla bu vokalin semantik kıymeti, kendisinden sonra gelen konsona geçmiş, vokal başlı­ ca fonetik bir değer olarak (u, ı, o, e, i, ü, ö) gibi değişmelere de uğramıştır.

«Ana mefhumun ilk konsonu olarak aldığımız ve (okunmaz g) adım verdi­ ğimiz (ğ) ilkin yalnız (a) vokalini uza­ tan fonetik bir işaret olduğu halde, son­ radan vokalin taşıdığı anlam bu konson üzerinde temerküz etmiş ve bu da za - manla bir çok değişmelere uğramıştır. B u değişmelerin ilk safhası (ğ) nin (y) ,ve (v) seslerini almasile görülür. Uzun zamanlar alan bu değişmeler nihayet dört kategoride 21 konson doğurmuştur ki bu kategorileri de broşürde görüyor - sunuz.

«Bu 21 konsonun, 8 vokalle okunuş­ ları, «güneş» te toplanan bütün ana mef­ humların ifadesi için geniş bir saha aç­ mıştır. M ana bilhassa kendilerinde top - lanan bu konsonlar zamanla bir yandan ana kök mefhumlarını ifadeye yaramak­ la beraber bir yandan da bu mefhumlar­ da birçok nüansları göstermeğe hizmet etmişlerdir.

Teorinin ik in ci p ren sip i

İşte Türk Dil teorisinin ikinci prensi - pi, konsonlann bir vokal ile birlikte ek olarak ta bir takım manalar almalarıdır. Bu ek manalar da yedi grupta toplan - maktadır.»

İbrahim Necmi Dilmen burada tahta başına geçerek içiçe daireler resmetmiş ve konsonlann ek manalarını yedi grup­ ta anlatarak demiştir ki:

«— Birinci grupta bulunan (m, b, v, p, f) konsonlan doğrudan doğruya (ego) yani (ben) mefhumunu temsil e- derek ana kök anlamının taallûk ettiği süje veya objeyi göstermektedir. Bunu takib eden üç grup, psikolojinin fikirlerin birbirine bağlanması hakkındaki en yeni görüşlerine uyarak, ana süje veya objeye yakın veya epeyce uzak, yahud pek uzak olan sahaları gösterir ki bunlar da sırasi- le (n, ş-ç, s-c, z-j, 1) konsonlarıdır.

Saha anlamına gelen bütün bu kon - sonlar, mefhumun yaygınlığını anlatmak yolile müspet mefhumları kurdukları gi­ bi, mananın ana süje veya objeden u - zaklaşmasmı göstermek yolile de menfi anlamlar vücude getirirler.

Bundan başka bütün bu saha gösteren konsonlar çok defa bir (ğ) yerine de ge­ çerler. -r

(D ) ve (t) konsonlan yapıcılık, yap - tırıcıhk, yahud yapılmış olmaklık anlam­ larını; ( R ) konsonu, ifade edilen mef - humun herhangi bir nokta veya sahada tekarrür ve temerküzünü ifade ederler. (K , ğ, y, g, h) konsonlan da ana kök anlamını üzerine alarak temsil etmek, yahud kelimenin manasını tamamlıyarak onu isimlendirmek, tayin ve ifade etmek rollerini yaparlar.

İşte bu yedi grupta toplanan ek ma­ naları, her kelimenin başındaki ana kök anlamile birleştirerek yapılan , etimolojik analizlerle kelimelerin manaları üzerine, bugüne kadar hiçbir suretle temin edile­ memiş yepyeni bir ışık verilebilmektedir. Şimdiye kadar bir kelimenin neden dola­ yı şu veya bu manayı ifade ettiğini izah eden hiçbir analiz metodu ortaya kona - mamıştı.. Halbuki Güneş - Dil teorisi bu noktayı çok canlı bir surette tenvir edi - yor. H atta türlü dil gruplarında ayni ma­ naya, yahud birbirine yakın manalara gelen kelimelerin de bir kaynaktan doğ - duğunu ortaya çıkarıyor.

Bu neticeler teorimizin doğruluğunu her türlü nazari delilden daha büyük bir kuvvet ve canlılıkla ispat etmektedir.»

 ri k elim esi türkçedir

İbrahim Necmi Dilmen, bundan sonra Güneş - Dil analizlerinin tatbikatı tarihi nasıl aydınlattığını göstermek üzere bir kaç misal vereceğini söyliyerek yeniden tahta başına geçmiş, ilk olarak «âri» keli­ mesini tahlil etmiştir,

Bütün Avrupa ırk ve dillerinin ana kökü dijr* gösterilen bu -«âri» kelimesinin sans*riti ve zent dillerindeki manalarını

A & I U \ ,A 4A4İOVM y ******** **.*.***»..

him Necmi Dilmen, bunların Türk K a - laç kabilesinden geldiği Avrupalılarca da bilindiğini göstermiş, O rta Anadolu - daki G alat’ların da bunlar olduğunu, Gol ve G al kelimelerinin de ayni anla - ma geldiğini anlatmış, sonra bunları türkçe, eke, öğe, ekemen, keletmek keli - melerde karşılaştırarak Keldani’lerin de ayni adı taşıdıklarnıı meydana çıkarmış­ tır.

Keltin Selt okunuşunu da ayrıca tahlil eden hatib, bunu da bir çok Türk keli - melerde karşılaştırdıktan sonra, bir gün evvel profesör Pittard’m da Selt ve Sel­ çuk birliğine dair olan sözünü hatırlata - rak Selçuklarm Selt kökünden geldiği dil analiziyle de anlaşıldığını izah et - miştir.

A n kara kelim esin in asit

İbrahim Necmi Dilmen coğrafya isimlerini Güneş - Dil teorisinin nasıl ay­ dınlattığını göstermek üzere bir de «An­ kara» kelimesini ele alarak bu ismin bu - gün Cumhuriyetimizin merkezi olan şe - hirden başka Baykal gölünün sularını Yenisey nehrine ulaştıran nehrin ve bu - nun suladığı mıntakanm da adı olan eski bir Türk kelimesi olduğunu anlatmıştır.

Son sö zler

İbrahim Necmi Dilmen, tezinin so­ nunda demiştir ki:

«— Bu birkaç örnek, Güneş - Dil te­ orisinin tarih ve coğrafya kelimelerini a- naliz etmekle nasıl yeni hakikatler ortaya koyduğunu göstermeğe kâfidir, zanne - derim.

Şu izahlardan sonra, meselâ Romanın kuruluşundan önce İtalya yarımadasın - da yerleşmiş olan Etrüsklerin de T ürk - lerden ibaret olduğu, bu yarımadanın garbındaki deniz parçasına verilen T y r - rhnien adının Turana nispet edildiği, T ürk İskitlerin adlarını Scandinavya yarımadasına götürdükleri, hasılı tarih ve coğrafya isimlerinin analizlerile klâ­ sik tarihin muammaları çözülüp ortaya konulduğu kolaylıkla anlaşılır.

Türk Tarih ve Dil tezlerinin bu elele verişinden çıkan ve çıkacak olan yüksek görüşler üzerine sayın kurultayın dikka - tini celbetmeği ilmi bir ödev saydım.

Bütün bu historik, prehistorik ve len - güistik biliş ve buluşlarımız, bir yüksek Dehanın, yalnız-himayesi değil, daimî ilhamı, daimî irşadı, daimî faaliyeti saye­ sinde ortaya çıkabilmektedir, o da Türk Tarih ve Dil Kurumlarını kuran ve koru­ yan U lu Önderimiz Atatürktür. Sözü - mü bitirmeden bu kürsüden Onun yüce İlmî rehberliğine sonsuz şükranlarımı tek­ rarlarım.»

ö n A sy a kadim tarihi

Ecnebi profesörlerden Landslerger de Ön Asya kadim tarihinin esas meseleleri mevzulu tebliğini almanca olarak söyle­ di.

Profesör tarih felsefesi ve metodoloji hakkında uzunca bir girişten sonra tarih cereyanının girift olduğunu, tek taraflı olan tekâmülcülük veya devridaim na - zariyelerile tarihin seyrini izah etmenin imkânsız bulunduğunu söyledikten sonra; tarih ilminin yardımcı vasıtaları olan ar­ keoloji, antrepoloji ilimlerinin temin et - tiği maddî kültür eşyasının eski zaman - lar tarihini tetkik için kıymetli birer un - sur teşkil ettiklerini kaydetmekle beraber, dil unsuru tetkik edilmedikçe dil ve tarih âlimleri elbirliğile çalışmadıkça, tarihi tamamen aydınlatmanın kabil olmıyaca - ğını işaret etti.

Profesör bundan sonra iddiasının tat­ bikatına geçerek Gutium yahud K ut kav- minin bir Türk kavmi olduğunu, bu kav­ inin dilinden elimize geçen kral adların­ dan dört tanesinin açıkça Türk isimleri olduğunu kayid ve Türk Sümer medeni­ yetinin, muahhar devirlerde daimî ve kuvvetli bir surette müessir olduğunu vâ- zıh bir surette ifade ederek çok alkışlan­ dı.

Dr. A n d ra e’nin te z i

Bundan sonra Berlin Müze direktör­ lerinden Dr. Andrae Sumerlerin monu- mantal san’atları hakkında bir tez irad etti. Sümer san’atmın ve bilhassa mabed- lerinin tekâmülünü teknik izahat ve taf­ silâtla gösteren bu tezde, Sümer kültü - rünün umumiyetle yüksekliği bir mukad­ deme olarak söylendikten sonra Sümer din mimarisinin Sümer düşünüş ve duyu- şile münasebeti araştırılmış ve Sümer mabedlerinin tekâmül safhaları gösteril­ miştir.

Program mucibince, bu hatibden son­ ra sırasile Dr. A rif Müfid, profesör Dörpfeld’in ve Blegen’in tezleri vardı. Diğer hatiblerin tezleri uzun sürdüğü

ı ı ı ı - j . . . . --- --- - - - ..., - , ı r N-

.-muhasaraya gelen Greklerin karargâhı meselesini de münakaşa ederek bu ka - rargâhın yeri olmak üzere Beşiğe ko - yunu göstermiş ve bu yoldaki delillerini saymıştır.

Bundan sonra, Kurultay müzakereleri sıralarında, yurdun dört köşesinden gel - miş olan tebrik ve muvaffakiyet telgraf - lan tekrar okunarak celse bugün saat 14 te tekrar toplanılmak üzere tatil edil­ di.

Tarih Kurultayı hatıras*

olarak çıkarılan pulka

Yeni pullardan ikisi

İkinci T ürk Kurultayı hatırası olarak muhtelif fiatlar 'üzerinden pullar çıkarıl­ mıştır. Bu pullar Darbhanede basılmış, bir iki gün evvel İstanbul posta müdür­ lüğüne teslim edilmiştir.

İkinci T ürk Tarih Kurultayı pullan, dört renk üzerine 3, 6, 7,5 ve 12,5 kuruş­ luk olarak yapılmış ve her birinden yüz bin tane basılmıştır.

3, 6 ve 7,5 kuruşluk pullarda bir ge­ yik resmi vardır. İki yanında «Türkiye Cumhuriyeti postaları 1937» ve alt kıs­ mında fiatile «İkinci Türk Tarih Kurul­ tayı hatırası» yazılıdır.

12,5 kuruşluk pulda da Atatürkün bir büstü ve ayni yazılar bulunmaktadır.

Pullar tertib, renk ve baskı itibarile güzeldir.

IS P A R T A D A

Sebat Kütübhanesi Yunus oğlu Lûtfi

Cumhuriyet Gazetesinin ve bütün mekteb kitabları, kırtasiye, gazete

ve mecmuaların tevzi yeridir.

Zumrud yuzuk

Sekiz kıratlık çok koyu ve tatlı renkli nadide bir tek taş zümrüd Sandalbe - desteninde teşhir edilmektedir. 23 ey­ lül 937 perşembe günü saat on dörtte müzayede ile satılacaktır.

Zayi — 2661 sicil numaralı şoför eh - liyetimi, karnemi ve sıhhî muayene cüzdanımı, kazancımı ve nüfus kâğıdı - mı zayi ettim. Yenisini çıkaracağım - dan eskilerin hükmü yoktur.

Beyoğlu Tarlabaşı Triyeste sokak 10 şoför Kemal Zayi — Bulgaristamn Şümnü Türk muallim mektebinden almış olduğum şahadetnameyi askerî vesikamla bera­ ber zayi ettim. Elimde suretleri mev - cud olduğundan eskilerinin hükmü kal­ mamıştır.

317 tevellüdlü Ahmed oğlu Rüstem

DOKTOR ÇİPRUT

Cildiye ve Zühreviye mütehassısı

Beyoğlu Yerli Mallar Pazarı karşısında Posta sokağı köşede Meymenet apartımanı. Tel: 43353

Beis«

v e P R f t t é h * en

tğııklııc

!; i iyi ilSç a iK ú k

"

İıı

çiıi

y w ı m i m i

inkıbazı, hazımsızlığ

M i D E

ekşilik ve yanmaların

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Ankara Büyük şehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, yargı kararına uymak için Akay Kavşağı’nı kapatacağını panolara astırdığı duyurularla halka ilan etti..

Akay Kavşağı’nın alt geçitlerinin mahkeme kararıyla 1 Ağustos’a kadar beton bariyerle kapatılacağının önceki günkü Belediye Meclisi’nde duyurulmas ının

Tarık Şengül ile yaptığı canlı tartışmada, ’Herkesin bir ilgi alanının olduğunu, bunun kendisinin en önemli hobisi olduğunu, 20 yıllık belediye başkanlığı

Ermeni teröristlerin baskını üzerine G enelku rm ay İkinci Başkanı Necdet (h.torun, 4. Kolordu ve Ankara Sıkıyönetim Komutam Recep Ergün derna! olay yerine

Savaşlara karar veren, çoluk çocuk yaşlı genç de­ meden katleden, şehirlerin tepesine bom ba yağdıran, kadınlan sömüren, el kadar çocuklara tecavüz etmek için

Dörtlük ve sekizlik nota değerlerinden oluşan bir oktav çıkıcı ve bir oktav inici majör gamın, orta tempoda “a” vokali ile legato bir biçimde, tek nefesle

Ayşe Böhürler: Peki efendim… Roman Diliyle İktisat… Roman Diliyle Siyaset… Ben bunları okudum… Bütün bunları okumayı önererek… Bütün romanların

Gazi Mustafa Kemal Pafla ve Efli Latife Han›m Afyon'da... arwinizm, yani evrim teorisi, yarat›l›fl gerçe¤i- ni reddetmek amac›yla ortaya at›lm›fl, ancak baflar›l›