• Sonuç bulunamadı

Başlık: ESER TANITMA / BREHIER, EMİLE: Felsefe tarihi, cilt I. İlk çağ ve orta çağ fasikül I, Milli Eğitim Basımevi, 1969. Çeviren: Miraç KatırcıoğluYazar(lar):ASLAN, AhmetCilt: 7 Sayı: 0 Sayfa: 355-363 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000076 Yayın Tarihi: 1969 P

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: ESER TANITMA / BREHIER, EMİLE: Felsefe tarihi, cilt I. İlk çağ ve orta çağ fasikül I, Milli Eğitim Basımevi, 1969. Çeviren: Miraç KatırcıoğluYazar(lar):ASLAN, AhmetCilt: 7 Sayı: 0 Sayfa: 355-363 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000076 Yayın Tarihi: 1969 P"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Milli Eğitim Basımevi, 1969. Çeviren: Miraç Katırcıoğlu

Çeviren Önsöz'ünde bu eserin çevirisi üzerinde 10 yıldan beri çalıştığını bildiriyor. Dileğinin yurduna ve ulusuna derli toplu bir felsefe tarihi armağan etmek olduğunu belirtiyor. Gerçekten de Brehier'in bu felsefe tarihinin Türk-çeye çevrilmesi, Türk felsefecileri ve aydınları hesabına mutlu bir olay. Çünkü eser felsefe tarihi alanında temel kitaplardan biridir. Ancak çeviren bu amacına ne derece ulaşmıştır, bunu eserin tahliline girerek göstermeye çalışalım.

Önce çevirinin özellikleri, dili üzerinde duralım. Kötü bir çeviri bu, daha doğrusu çok kötü bir çeviri. Hemen göstermeye çalışalım: Çevirideki kusurları, yanlışları bir kaç ana gurub altında toplamak mümkün: Bunlar da daha az önemliden daha çok önemliye doğru şöylece sıralanabilir: 1. İlgisiz, yanlış karşılamalar 2. Açık olarak yanlış çeviri. 3. Gramer, sentaks bakımından bozuk cümleler. 4. İzahı mümkün olmayan bazı durumlar.

Önce 1. yi ele alalım. (Ancak hemencecik şunu belirtelim: Bütün fasi-küldeki yanlışları teker teker tesbit etmemiz teknik bakımdan çok zor ayrıca da gereksiz bir işti. Bundan ötürü biz eserin önsözünü dikkatle inceledik. Bundan başka eserin orta ve son kısımlarına baktık. -tabi dil ve çeviri açı­ sından-) . Sadece Giriş'in birinci sayfasında bu açıdan 4 yanlışa rastlıyoruz: "Epuiser" kelimesini -ki Fransızcada "bitirmek, t ü k e t m e k " anlamına gelir-"altından girip üstünden çıkmak"la, "parole" (söz) kelimesini argo bir tarzda "lâkırdı" ile, " m o m e n t " (an) kelimesini hiç ilgisi olmayan bir şekilde "haz"la, "multiple" kelimesini -ki burada "çeşitli, değişik" anlamına gelmektedir-" "çok"la karşılıyor çeviren. (Sırasıyla 5. 9. 17. 25 inci satırlar). Ancak bu tip yanlışlar bu guruptakilerin en hafifleri; anlamı tamamiyle değiştiren, tamamiyle yanlış karşılamalar var. Gene Giriş'ten örnekler verelim: Sayfa 3, satır 26 "ilenmesinden" (aslı "taşınmasından" (Transport), sayfa 3, satır 31 "görev düşüncesi (?)(aslı fonksiyonel düşünüş" (la pensee fonctionelle), sayfa 4, satır 16 "çıkarını bulmak" (aslı "ayıklamak" (debrouiller)), sayfa 6, satır 13 "elde

(2)

t u t a n " (?) (aslı "Hedefleyen, gözönünde t u t a n " (viser)), sayfa 7, alttan 13. satır "artık eskimiş olan Ortaçağ" (?) (aslı: "Geç ortaçağ" (au haut Moyen Age) sayfa 8, satır 11 "İletebilir" (aslı: "düzenlenebilir, uydurulabilir" (:... peut etre ordonne), -ayrıca cümle sentaks bakımından da yanlış-. Sayfa 20, satır 10 "en tehlikelileri" (?) (Felsefe çatışmalarından bahsedilirken) aslı: "en önem­ lileri, en ciddileri" (les plus graves de toutes), sayfa 23, satır 1 "sürekli" (aslı tam tersi: süreksiz" (discontinu), sayfa 23 satır 17 "anlaşmazlık" (aslı: "çeşit­ lilik, farklılık" (diversite). Ortalara gelelim: sayfa 102, satır 1 "nitelik" (aslı t a m tersi: "nicelik" (quantite)), sayfa 102, satır 12 "yeni baştan varmak" (?) (aslı: "sınırlamak" (restreindre)); sonlara gelelim: sayfa 155, satır 9 "deneme" (aslı: "deneyim, tecrübe" (experience)), aynı sayfa satır 24 "teklik" (aslı: "birlik" (unite)) ve daha bir sürü bu tip yanlışlar. Yukardaki örneklerden çı­ karılabileceği üzere bu yanlış karşılamalar cümlenin anlamını bazan değiş­ tirmekte bazan t a m ters anlamı verdirmekte, bazan ise anlaşılmaz kılmak­ tadır.

I I . guruba gelelim, yani açık bir şekilde yanlış çeviri örneklerine. 5. say­ fanın son paragrafının ilk cümlesine bakalım: "Kaynaklar tarihi ile ilgili ve ilintili olan, felsefe tarihinin sınırları meselesi doğru ve kesin olarak çözüle­

mez". Fransızcası: "La question des frontieres de l'histoire de la philosophie, connexe de celle des origins, ne peut etre non plus resolue avec exactitude" yani: "Kaynaklar meselesine bağlı olarak, felsefe tarihinin sınırları meselesi de kesinlikle çözülemez". Görüldüğü üzere "celle" zamiri "question"a git­ mektedir; oysa çeviren "l'histoire"a bağladığı için cümlede olmayan bir ifade meydana çıkmaktadır: "kaynaklar tarihi"( ?) Sayfa 5 satır 15 te başlayan cüm­ leye bakalım: "Yunanistanın bugün sanat aleminde ispatlanmış olan Uzak Doğu üzerindeki etkisi....". İnsan bugün artık sanat âleminin, Yunanistan'ın Uzak Doğu üzerindeki etkisini bildiği gibi bir anlam çıkarmaktadır. Oysa yazar bugün Yunanistan'ın sanat alanında, sanat konusunda Uzak Doğu üzerinde ispatlanmış olan etkisinden bahsediyor. (L'influence de la Grece sur L'Ext-reme Orient qui est aujourd'hui prouvee en matiere d'art....). Hemen alttaki cümleye geçelim: " H i n t edebiyatındaki dönüm noktalarının kararsızlığı bi­ linmediğine göre..." ne demek b u ? Bir defa sentaks bozuk, ne demek istediği anlaşılmıyor. Aslı: " H i n t edebiyatının tarihleri konusunda kesin bilgilere sahip olmadığımızdan " (Etant donne l'incertitude des dates de la litterature in-dienne ). Şu cümleye bakalım: (sayfa 8,13. satırda başlayan cümle) "Meselâ Klasik İlkçağ boyunca toptan, bilimlerin rolünün dinin rolünün azalmasıyla atbaşı gitmiş, derece derece azalmış olmasıyle karşılaşırız". Fransızcası: "ainsi,

(3)

au cours de l'antiqite classique nous assistons, en gros, a une decroissance grad-uelle du role des sciences accompagne par la croissance du role de la religion", yani: "meselâ Klasik İlkçağ boyunca, bütün olarak, dinin rolünün artmasına paralel olarak ilimlerin rolünün azalmasına tanıklık ederiz". İmdi görüldüğü üzere "Croissance" (büyüme, artma) kelimesini tam tersi azalma olarak çe­ virdiğinden, bütün cümle yanlış olmaktadır. Bu cümleyi bir öğrenci sınavda söylerse hemen döndürülür. Dahası var. Yazar "İlk genel felsefe tarihçisi diyer, çeviren "ilk felsefe tarihçisi" diye karşılıyor (l'auteur de la premiere histoire generale de la philosophie) sayfa 10, satır 4 de. Tabidir ki önerme yanlış oluyor. Yine aynı şekilde bir sınavda ilk felsefe tarihçisi kimdir diye sorulduğunda çe­ virenin söylediği yazar-yani Georges Horn-diye cevap verildiğinde sınıfta kalı­ nır. Şu cümleye bakalım: ".... öte yandan hıristiyan felsefesini anlamağa çalı­ şan yeni-eflatunculukta (?) son bulur". Hemen şaşırıyoruz tabi, çünkü çevire­ nin söylediği şey tarihte olmamıştır. yani yeni-Eflatunculuk hiç bir zaman Hıristiyanlığı anlamaya çalışmamıştır; tersine yıkmaya, ortadan kaldırmaya çalışmıştır. İmdi Fransızcasına bakalım: ".... neoplatonisme qui sefforce de corrompre la philosophie chretienne", yani :"Hıristiyan felsefesini bozmaya çalışan yeni platonculuk..." diyor. (12. sayfa, 2. paragrafın son cümlesi). 13. sayfada yazar " o k u m a k " t a n bahsederken çeviren bunu "bağlamak" yapıyor. (10. satır); Aynı sayfada son paragrafta bu sefer yazar " b a ğ " diyor (lien) çeviren bunu yanlış olarak "sebep" diye karşılıyor. Anlam tamamiyle ilgisiz oluyor. 18. sayfada yazar Yunanlıların Ortaçağ düşüncesine takaddüm ettik­ lerini söylerken bu "takaddüm" çeviren tarafından "tasarruf" oluyor; "şüp­ hesiz" ise "kim bilir, belki" oluyor, cümle bozulup gidiyor. (Allusion, sans doute, a une objecti on que l'on peut tirer de la science positive des Grecs precedant la pensee medievale). Aynı paragrafın son cümlesinde yazar "tek tanrıcılığın, fiksiyonu, usavurma yoluyla daraltan, sınırlandıran bir teolo­ jiden çıktığını söylerken (le monotheisme resulte toujours d'une theologie essentiellement metaphysique, qui restreint la fiction par le raisonnement) çevirenin yazdıklarına bakalım: "Tek tanrıcılık daima uydurma muhakeme (?) yoluyla daraltan (neyi?) tamamiyle metafizik olan bir teolojiden çıkar." Hem çeviri yanlış, hem sentaks bozuk. 19. sayfada 4. satırdan itibarenki cümle: "mezhepçilik ve şüphecilik diye birçok felsefelerin bulunduğuna inandır." Tamamiyle yanlış. "Mezhepçilik ve şüphecilik bir çok felsefenin olduğunu far-zeder, şart koşar". (Sectarisme et sceptisisme supposent qu'ily a plusieurs philosophies). Şimdi biraz atlayarak 101. sayfaya gelelim: Başlık "Müsül-lerin (?) ilenişi". İlk cümle: "Sıra kendine gelince safsatacının da göstereceği

(4)

şey, hipotezin mutlak surette zorunlu olmasıdır". (ce que va montrer a son tour le S o p h i s t e , c'est que l'hypotese est absolument necessaire). Görül düğü gibi küçük harfle safsatacı diye çevirdiği aslında Platon'un "Sofistes" adlı diyalogu. Nitekim bundan ötürü yazar asıl metinde bunu göstermek üzere büyük harfle başlayan ve ayrı karakterli harfler kullanmıştır. Aynı şeyi çevi­ renin de yapması gerekirdi. Tabi okuyucu bunu tahmin edemiyeceği için hemen arkasından gelen cümleyi ''''Diyalogun kendine has konusu safsatacının yaptığı tanımlama dolayısıyla ortaya çıkan zorluklardır", cümlesini bir tarafa bağlayamamaktadır. Çünkü birdenbire bir "diyalog" kelimesi çıkmıştır ortaya, daha önce bunun bağlanabileceği bir kelime geçmediği halde. Üstelik bu son cümle de tamamiyle yanlıştır; çünkü Platon'un bu diyalogda işlediği konu sofistin, yani safsatacının kim olduğu, ne olduğu üzerine ortaya atılan tanımlama dolayısıyle ortaya çıkan güçlüklerdir. (le dialog a pour objet propre les difficultes soulevees par la definition du sophiste) Görüldüğü gibi çe­ viren tamamiyle yanlış çevirmektedir. 102. sayfaya gelelim, I. paragrafın ilk cümlesi: Buna karşılık, yalnız elle dokundukları şeyin var olduğuna inanan ve varlığı bedenle aynı şey sayan (?) bu müthiş adamların " Kim bu adam­ lar? Demek yunan felsefesinde "varlığı bedenle aynı şey sayan" adamlar var­ mış. Ne demek varlığı bedenle aynı şey saymak? Fransızcasına bakıyoruz: " p a r contre-partie ces hommes tertibles qui ne croient qu'a l'existence de ce qu'ils touchent et qui identifient l'etre au corps". Platon "varlığı cisimle, ci-simsel olanla özdeş kılan "kimselerden bahsediyor. Yazarın çevirisi tamamiyle saçma. Felsefe tarihinde böyle bir görüş olmamıştır ve olamaz. İnsan her şey­ den önce bunu bilir. bir felsefe eseri çevirenin bunu bilmesi gerekir. Platon'u bilmesi, Sofistes'in bir diyalog olduğunu bilmesi, Platon'un muarızlarını bil­ mesi, varlığı bedenle aynı şey sanan kimselerin olamayacağını bilmesi gerekir. Bunlar bilinince bu yanlışlıklar nasıl yapılır ? Aynı cümle bundan ötürü saçma bir şekilde devam ediyor: ".... bazı us işi ve beden-dışı müsüllerde bulan..." ne demektir beden-dışı ? bir anlamı olabilirmi ? Yazar aslında "incorporel" yani eskilerin deyimiyle "gayrı-cismani", yeni deyimle "cisimsel-olmayan" demek istemektedir. Çeviren "corps" a " b e d e n " dediği için "incorporel"e de "beden-dışı" diyecektir tabiatiyle. Peki niçin bu yanlış yapılıyor? Çünkü Fransızcada "corps" kelimesi hem " b e d e n " hem de "cisim" anlamına gelir. Konuyu bilen hangi anlama geldiğini tesbit eder koyar. Son bir örnek: (aynı paragrafın sondan ikinci cümlesi) "Bu ise yalnız müsülü veyahut bilinen şeyi değil, fakat aynı zamanda kendisini bilen konuyu(?) da, yani zekâyı da " (ce terme assez mysterieux qui parait comprendre non seulement l'idee ou 1'objet qui est con-nu, mais le sujet qui le connait, l'intelligence....) Görüldüğü gibi çeviri

(5)

tama-miyle yanlış. "Kendisini bilen k o n u " ne demek? Kendi kendisini bilen konu mu, yoksa daha evvel geçen ide'yi bilen konu m u ? Sonra konu da nereden çı­ kıyor? Aslında yazar gayet basit bir şey söylüyor "sadece biliner şeyi, İde'yi değil, aynı zamanda onu bilen şeyi, özneyi de içine alır bu t e r i m " diyor. Çevi­ renin cümlesinin içinden çıkmak mümkün değil, t a m felsefi bir cümle olmuş(!) Bu guruba ait yanlışlıkları-üstelik de başta söylediğimiz gibi sadece önsöz kısmını t a m inceleyerek- tüketmiş değiliz. Ancak burda kesiyor ve I I I . guruba geçiyoruz.

Bunlar gramer, sentaks bakımından bozuk cümleler. Bu guruba giren cümlelerde bazan çevirenin ne demek istediği anlaşılmıyor. Çünkü bu cümle­ ler düpedüz gramer bakımından, yani Türkçe dilbilgisi kurallarına uygun ola­ rak kurulmak bakımından hatalı. Bazan söylenmek istenen anlaşılıyor ama kurgunun Türkçe olmadığı görülüyor. I, ye örnekler: 5. sayfada yukarda bah­ settiğim şu cümle: " H i n t edebiyatındaki dönüm noktalarının kararsızlığı bilinmediğine göre". Ne demek istendiği anlaşılmıyor; bir kararsızlık var ve biz bu kararsızlığı bilmiyoruz. Şu halde? (Ayrıca "kararsızlık" da yan lış: Çünkü yazar "incertitude" yani "pekinsizlik, kesinsizlik" diyor.) Bu cüm­ lenin düpedüz kuruluşu yanlış. 8. sayfadaki şu cümle de düpedüz sentaks ba­ kımından bozuk: (2. paragraf, 2. cümle) "Felsefe görüşü arasıra din hayatına arasıra müsbet ilimlere arasıra siyaset ve ahlâka, arasıra da sanata iletebi­ lir" (?). Açıkça görüldüğü gibi cümlenin tümleci yok: neyi iletebilir ? Sentaks bozuk. Sayfa 18 de I I . paragrafa bakalım: "İlgilendiren şey, filozofun temel teoremleri, kanaatlerin muhtevası olup, bunlardaki mutlak hakikat değildir". Ne demek b u ? Kimi, neyi ilgilendiriyor? Fransızcasına bakıyoruz "ce qui interesse, ce sont les theoremes fondemanteaux du philosophe..." anlıyoruz durumu: Fransız "asıl mesele, önemli olan" anlamına gelmek üzere böyle bir kurgu kurabilir dilinde; ama Türkçede böyle bir kurgu varmıdır? Çeviren kelimesi kelimesine kurguyu çevirmiş. Tercüme konusunda üzerinde durulması gereken ana noktalardan birine riayetsizlik var burada. Kurgusu Türkçe ol­ mayan diğer örneklere gelelim: Sayfa 8, satır 15 "Halbuki Eflatun çağında ma­ tematiğin gelişmiş olması tarihçi için çok güzel bir değer taşırken Plotinos çağında dikkati çekecek olan şey: ...". " H a l b u k i " bağlacının yeri yanlış, daha doğrusu hiç lüzum yok. Fransızcada bu cümlede bu bağlacın tekabül ettiği "tandis q u e " bağlacı iki mukayese cümleciğinde I. nin başına gelir Türkçede ise tersine I I . nin başına gelir. Çeviren bu en basit kaideye riayet etmiyerek kurguyu çevirmiş yine. -Kaldı ki bu kelimeye bu cümlede hiç lüzum yok çünkü "taşırken" deki " k e n " söylenmek istenen şeyi ifade ediyor-. 24. sayfada sondan I I . cümleye bakalım: "Bu bakımdan yeni baştan girişilmiş olan şeyin

(6)

hepsi de ya başarısızlığa uğramış, yahut da hiç değilse mevsimsiz kalmıştır". Aslına bakıyoruz: (Tout ce que l'on a tente recemment en ce sens, est ou bien manque ). Gene Fransızca bir kurgunun Türkçeye çevrilmek istenmesi olayıyla karşı karşıyayız; Fransız öyle der ama biz diyemeyiz "Yeni baştan girişilmiş olan çabaların, çalışmaların hepsi d e " gibi bir şeylerle karşılamak gerekir bu kurguyu. 25. sayfada altlarda şu cümleye bakalım: "Hakikat şu­ dur ki akıl hayatı eğrisi, böyle konuşulabilirse, son derece çapraşıktır". (La verite est que la courbe de la vie intellectuelle, si l'on peut ainsi parler, est extremement complique) Fransız cümlenin yapısını, akışını bozmaksızın ara­ ya iki virgülle bir parça sıkıştırabilir-ki buna "incident" denir-. Türkçede aynı işi araya sokmak istediğimiz parçayı iki tire içine alarak yaparız, çevirenin de öyle yapması gerekirdi. Gene yanlış.

IV. guruba gelelim. Bu gurubdaki yanlışları izahı mümkün olmayan yanlışlar diye niteledik; çünkü hakikaten izahı mümkün değil. 14. sayfada yazar Sokrates'ten bahsediyor (son paragrafta). Çeviren -veya mürettip-bunu Aristoteles yapıyor. 22. sayfada yazar filologdan, filolojiden bahsediyor çeviren -veya mürettip- bunu filozof ve felsefe yapıyor. (I. ve I I . paragraf başı). 26. sayfada yazar Skolastik felsefeden bahsediyor. Çeviride bu Stoacılık yapılıp çıkılıyor. (I. paragraf). Bunlar son derece gayrı-ciddi, skandal niteli­ ğinde şeyler. Bunlar nasıl yapılır? Kimse okumaz, kontrol etmez mi bunları? Bir Milli Eğitim Bakanlığı basımevinden veya tercüme kurulundan böyle şeyler nasıl çıkar ?

Bu dört grup dışında da bir çok kusurlar var: Bir defa dile hiç özen gösterilmemiş, en koyu Osmanlıca kelimelerin yanında en aşırı öz Türkçe ke­ limeler var. "Eskiçağı telin eden Katolikliğin, Ortaçağı merdut gören Protes­ tanlığın ve her türlü teakubu reddeden yaradancılığın..." cümlesinin yanında "Müsüllerin ilenişi" diye başlıklar var. "Öğreti" var, " d o k t r i n " var, "çelişik" var "mütenakız" var, "maşeri" var "kollektif" var. Hele teknik terimlerin kul­ lanışı son derece yadırgatıcı. Artık milletlerarası olmuş teknik terimler vardır felsefede. Platon'un İdelerine " m ü s ü l " demek kimin aklına gelir? Sonra "a priori" "metafizik" v. b. terimleri olduğu gibi kabul etmek en iyisidir. Hiç olmazsa, illâ Türkçe karşılamalara gidilmek isteniyorsa, karışıklık olmasın diye bu terimlerin yanlarına milletlerarası veya yabancı dil karşılıkları yazılır. Çevirenin "seçmecilik" i (syncretisme), "terkipçilik"i (eclectisime), "Deney-öncesi" ni (a priori) yerine kullandığını yoksa nasıl anlayabiliriz ?

Sonra gerek özel isimlerin, gerek teknik terimlerin yazılmasında imlâ kay­ gısı hiç yok. Bir yandan Yunanca telaffuzuna göre "Aristoteles" yazılıyor,

(7)

öte yandan Arapça şekliyle " E f l â t u n " deniyor. Daha öte yandan da Fransızca okunuşuna göre "Diyojen Laers" yazılıyor. Ayrıca kitabın baskısı berbat. Her sayfada ortalama 3-5 baskı hatası var. Yanlış-doğru cetveli yok buna karşılık Öteki (öteki), zihniyet (zilmiyet), ıskala (ıska), yeter (ter) v.b. gibi yazılıyor. A. Comte (Conte), (Camte,) (Comte) şekillerinde yazılıyor.

Netice olarak bu I. fasikül her bakımdan eksik, kusurlu, kötü bit çeviri ve baskı örneği veriyor. Öyle ki gerek kötü çeviri, gerek özensiz baskı özellikleri bakımından uzun yıllar bir "örnek eser" görevi görebilir. Aslında Türk kültür ve medeniyet hareketinde çeviri sorununun bu memleketin gerek fikir adam­ larının, gerek aydın kitlesinin bilincinde henüz bir yer işgal etmediğini biliyo­ ruz. Özellikle felsefe alanında yapılan çevirilerin ne kadar eksik, kusurlu, oku­ yucunun düşüncelerini saptıracak kadar kötü olduğunu bir çok defalar tesbit etmiş bulunuyoruz. F a k a t bir ülkenin milli eğitim ve öğretim işlerini üzerine almış en yüksek organının yani Milli Eğitim Bakanlığının basımevinde, ba­ kanlığın himayesinde, Talim ve Terbiye kurulu kararıyle basılması uygun gö­ rülmüş bir eserde aynı kusurların hem de "monumentale" bir tarzda görülmesi bizi Milli Eğitimimiz kültür ve medeniyet hayatımızın yarını hakkında endi­ şelere sevketmiştir. Düşünelim ki öğrencilerimiz bu kitapları okuyarak sınav­ lara girecek, öğretmenlerimiz bu kitaptaki bilgileri öğrencilerine aktaracak, aydınlarımız bu kitaptaki meseleleri okuyacak, bu kitabın kavramlarıyla tartışacak hatta-daha kötüsü- dövüşeceklerdir. Bu ülkenin fikir hayatında görülen çatışmaların, gençlerin kendi aralarındaki kavgalarının çoğunun bu yanlış çevirilerden edinilmiş yanlış kavram belirlemeleri, yarım yamalak eksik bilgilerden ötürü olduğu düşünülürse meselenin ciddiyeti ve önemi açıkça görülür. Bu konuda hiç olmazsa Milli Eğitim Bakanlığı meselenin öneminin bilincine varmalı, örnek bir rol oynaması gerektiğini en kısa zamanda kavra­ mak ve çeviri kontrol heyetlerini bir süs olmaktan -ki durum bunu göstermek­ tedir- çıkarmalıdır.

Eserin muhtevasına gelince: felsefe tarihleri arasına ismi olan bir eser­ dir bu. Uzak doğu ve H i n t felsefesi dışında felsefe tarihinin bütününü evrensel olarak kucaklamak durumundadır. Giriş oldukça önemlidir. Bu girişte yazar her felsefe tarihçisinin alanına girmeden önce üzerinde tavır alması gereken 3 ana noktaya temas eder. Bunlar I. Felsefenin kaynakları ve sınırları meselesi, I I . felsefi düşüncenin öteki zihin disiplinleri-sanat, bilim b.v. - karşısında

duru-mu ve otonomisi meselesi, I I I . Nihayet felsefe tarihinde bir evrim olup ol­ madığı meselesidir. Yazarın birinci meselede ılımlı bir tavrı vardır. Yani ne örneğin bir Burnett gibi felsefeyi Yunanın orijinal bir yaratması sayarak

(8)

doğuşunu, kaynağını Yunana götürür; ne de Röth, Gladisch gibi onu Yunan öncesi medeniyetlerde -Mısır Babil, hint gibi- ortaya çıkan, Yunanlıların ise ancak tevarüs edip geliştirdikleri bir miras olarak alır. Bilindiği gibi bu, üzerinde çok tartışılmış olan bir meseledir. Brehier, C. Verner gibi E. Zeller gibi orta bir yerde olduğunu açıklamaktadır. Bu görüşünün sebepleri hakkındada bilim tarihinden, antropologların geri toplumlar üzerindeki çalışmalarından yarar­ lanmaktadır. Felsefenin diğer zihin disiplinlerinden ayrı olarak tarihinin yapı­ labilmesi için ne dereceye kadar otonom bir yapıya sahip olduğu meselesini ise tarihî olarak ortaya koymaktadır. Bu arada tarihte felsefi düşüncenin diğer zihin disiplinleri ile olan ilişkilerini incelemektedir. Kant'ın bir "salt aklın tarihi" olarak görmek istediği, h a t t a bu konuda bir taslağını bile yapmış ol­ duğu felsefe tarihi anlayışını eleştirmektedir. Felsefi düşüncenin karakteris­ tiklerini araştırarak- yine hep tarihi planda-, felsefenin çağlar boyunca içinde gerçekleştiği kültürlerin, ortamların etkisi altında nasıl kılık değiştirdiğini, bazan dini hayata, bazan müsbet ilimlere bazan politikaya, ahlâka, sanata yani zamanın kültür hayatında hâkim eğilimlere, kaygılara bağlı olarak nasıl şekillendiğini örneklerle göstermektedir. Dolayısıyla felsefe tarihçisinin araştırmalarında felsefeyi gerek toplumunun diğer zihin disiplinlerinden, gerek siyasi, sosyal ortamından soyutlamaması gerektiğine haklı olarak işa­ ret etmektedir. I I I0. meseleyi ele alırken önce tarih boyunca "felsefe tarihi an­

layışının bir tarihçesini yapar. Felsefe t a r i h i " anlayışının özellikle Rönesans-t a n bu yana hangi safhalardan geçRönesans-tiğini gösRönesans-terir. Rönesansın "Mezhepler (sec-te) tarihi" anlayışından bunun t a m karşıtı olan ve en belirgin ifadesini X I X . yüzyıl tarih filozofları A. Comte ve Hegel'de bulan evrimci, zorunlu tarih an­ layışına kadar geçen zamanı oldukça teferruatlı bir şekilde anlatır. Zamanımız­ da "felsefe t a r i h i " anlayışlarının belli başlılarını, bunların dayandıkları temel görüşlerle birlikte ortaya koyar. (Mesela C. Renouvier, Vindelband, V. Del-bos'un görüşleri). Brehier'in bu son meselede de ortada bir yerde olduğunu gö­ rüyoruz. Rönesans, felsefe tarihini bir mezhepler tarihi olarak tasarlamıştı; yani öğretiler sayılır, sıralanır, aralarında herhangi bir bağlantı, geçiş aran­ mazdı; bu ise sıkıcı bir erüdisyondu. Aydınlanma ile birlikte "evrim" fikri or­ taya atılır, felsefe tarihi de bundan doğal olarak payını alır. Böylece ilk defa olarak felsefe tarihine bir birlik ve süreklilik fikri sokulmuş olur. X I X . yüzyıl Aydınlanmanın bu, tarih hakkındaki genel, iyimser görüşünün en aşırı bir şekilde ortaya çıkacağı yüzyıl olacaktır. Comte ve Hegel burada en önemli iki temsilci olarak karşımıza çıkarlar. Pozitivizm, insan zihninin gelişim kanunu olan 3 hal kanunu ile tarihte süreklilik, birlik ve muayyen bir iç mantığa göre evrim fikrini açık bir şekilde ortaya koyar. Hegel de tarihe

(9)

birbirini takip eden olaylar arasında dinamik, zorunlu, diyalektik bir kanuna göre işleyen içkin (immanent) bir bağlantı sokar. Tarih "Zihin"in zorunlu ge­ lişiminin alanı olur. Felsefe tarihi de dolayısıyla "Zihnin tezahürlerinin tarihi"

olur. Böylece Rönesansınkinin t a m karşısında olan bir görüşe varılır. Fakat Brehier zamanımızda bu iki görüşün de artık tutulmadığını belirtir. Sebep olarak da gittikçe artan "filolojik çalışma" ve "bireysele, bireye yönelim, bi­ reysellik duygu" sunu gösterir. Tarihi olayların X I X . yüzyılın a priori tarih postülalarını doğrulamadığını, dolayısıyla bir Comte veya Hegel'in metodunun artık benimsenemeyeceğini, ancak Rönesansın ilkel tarihi anlayışına da artık dönülemeyeceğini söyler. Asıl doğru yolun bu iki metodun doğru noktalarını alıp birleştirmek olduğu görüşündedir. Çünkü her şeye rağmen Comte veya Hegel"in görüşünde ihmal edilmez noktalar vardır. Tarihin "bireysel fante­ zi"lerin veya "kapak mezhepleri"n tesadüfi olarak birbiri ardından geliş­ lerinden ibaret olmayıp, muayyen bir iç mantığa sahip olduğunu söylemeleri önemli bir buluştur. Rönesans düşünürlerinin tasarladığı şekilde bir Tarihin ilmini yapmak mümkün değildir. Çünkü tesadüfi olanın ilmi yapılamaz. Sis­ temlerin tarih boyunca birbirlerini takip edişlerinde, problemlerin ortaya çıkış ve bağlanışlarında şüphesiz muayyen bir düzen vardır. Ancak bir Comte'-ın, bir Hegel'in hatası bir tek; zorunlu gelişim şeması görmek istemeleridir. Ça­ lışmalar göstermiştir ki bir değil bir kaç aynı derecede mâkul gelişim şeması ileri sürmek mümkündür. Sonra felsefe tarihi sadece felsefenin tarihi değildir, aynı zamanda "filozofların" tarihidir. Dolayısıyla insanın taşıdığı bütün bi­ reysellikleri, olumsallıkları bünyesinde içerir.

Brehier'in bu görüşlerinin ışığı altında eserini kaleme aldığını görüyoruz. Felsefe tarihinde bireysel, olumsal orijinal olanı dikkate almak, fakat sistemlerin fakat sistemlerin ardarda gelişlerinde muayyen bir düzen, gelişim şeması ol­ duğunu da gözden kaçırmamak eserde ana kaygı olarak görülmektedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

there are other Lorentz structures giving contributions to the correlation function, however those structures mainly include contributions also coming from other pen- taquark

(2015) distinguished social and economic attitudes, they were unable to manipulate analytic cognitive style (ACS) using standard priming procedures such as visual priming and

(The system described by Dick et al requires the user to type Prolog queries, and hence to know the translation from Z.)The Z schema was mapped to a form from which the

On the other hand, the error performance of the stochastic models for the USD-TL exchange rates are more accurate compared to time series models and forward exchange

Yine ayn ı sütunun elüsyonu sonunda ince tabaka kromatografi- sinde ekstreye göre en alttaki lekeyi veren fraksiyonlardan kristal hal- de bir madde daha ayr ı ld ı.. Bu madde

Dezespere halde olan karı - koca çocuklarım öldürüp sonra ikisi birden intihar etmeye karar vermişlerdir.. Çocukları ile yalnız oldukları bir zamanda sabah saat 5

Sonuç olarak yumurtlama periyodunun ileri döne- minde bulunan tavuk rasyonlarında Ca düzeyinin %3.5’den %4’e çıkarılması veya rasyona eggshell-49 ilavesinin performans

Bu çalışmada literatürden farklı olarak bu damar ağının vena interossea cranialis’in ve vena radialis’in ramus carpeus dorsalis’leri vena ulnaris’in vena