»
Bir büyük şair
unutulabilir mi?
-M ..ı..ııı....ıııiM ..ıı..ııu .H .m ..u M ....H i.ııııı...ııı... ıııııııııııııı...m ıııı ıı ıı ı...Illlllllllll llllllllltlll...• Illlllllllllllllllllllllll... İ l i l i pO E M B O Ü S T Türk şiirin in en büyük üstadı Ahm et Haşim , pek üzü- j ^ lerek söylüyoruz, bazı şiirlerin d e kullandığı A ra p ça ve F a rsça I | kelim elerin an laşılm a z hale gelm iş bulunm ası yüzünden bugünkü ne- [ I sille rc e okunam ıyor, o ku ya n la r da bir şey an lam ad ıkları için o şiirler- | | deki gü ze llikle rin tadın a varam ıyorlar.
I A hm et Haşim gibi asırlard an sonra bir defa gelm iş usta bir şairin [ ! a n laşılm a zlığ ın karan lığı için e girm esi edebiyatım ız için karşılan m ası i | mümkün olm ayan bir kayıptır. F akat y ap aca k bir şey de yoktur. Ya- | ! pa bileceğ im iz tek şey yine büyük şairim izi gen ç n esillere an latm aya \ i ça lışm a kta n ibarettir.
Bu sayfayı çe vird iğ in iz zam an Ahm et H aşim 'in yarı yarıya an la- j \ şılm az olm uş güzel bir şiirin in , «Kış» adlı şiirin in aslı ile Ş evket R ado i | tarafın dan T ü rk çe le ştirilm iş bir şe klin i b u lacaksın ız. Ş iird e ki an la- f i şılm az kelim elerin yerlerine a n la şıla n la rı konurken ş iir havasın ın bo- = \ zulm am asın a elden g eld iğin ce d ikk at edilm iştir.
| O kuyucu larım ıza, bu vesileden fa yd alan a rak A hm et Haşim hak- | I kında yakın arkad aşı Y aku p Kadri K ara o sm an o ğ lu ’nun ço k içli bir f 1 yazısın ı sunuyoruz. Y aku p Kadri bu yazıyı A hm et H aşim ’in ölüm ü do- { | layısıyle yazm ıştı.
.. ... . 1111111111111111111111.111.1111111111111111111111.ı ı ı ı ı ı w
A H M E D H A Ş İ M
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
B
U harikulade düşünce mekanizması, —yalnız bizim değil— mua- insan cemiyetlerinin bu en garip siması, şu anda, toprağın altında çü-sır
rüyüp dağılma safhasını geçirmekte dir. Bu dramı, her düşünüşümde içerim isyan ile doluyor. Ve henüz yaşamakta olanlar arasında bayağılıklarından,
Şiirin aslı
K I Ş
Y ine Kış,
Y ine şem s-i m esâda, âh, o bakış, Y in e yollarda se rse ri dolaşan â ş iy â n s ız tuyûr-ı pür nâliş.
Tehi kalan o va lar
sü kû t eder sa n ılır m evsim in gum ûm iyle; harâb olan sarı yollarda kalm am ış ne gelen ne giden,
şim di yaln ız ka v â fil-î evrâk M ü tem âdi sü rü klen ir bir uzak ufk-u pür ıztırâb-ı nevm îde...
Y in e Kış, yine Kış,
bütün em elleri bir ağ layan dum an sa rm ış...
Ahmet Haşim
âdiliklerinden emin olduğum kimseler, bana, onun yaşamak hakkını çalmış gibi görünüyorlar. Bunlar hakkındaki istihkar ve istihfafım bir nevi öfkeye, bir nevi hınca inkılap ediyor. Kendi kendime diyorum ki: «Bütün bunlar ha yata hiç bir çeşni katmaksızın ve ha yattan hiç bir çeşni almaksızın yaşa yıp gidiyorlar.- Alelade ihtiraslar, ale lade kaygularla kımıldayan düz, basit ve küstah uzviyetleri, güneş altında, bir yabani ot gibi arsız ve sırnaşık se rilip serpiliyor».
Benim için, Haşim’in ölümü ayrı bir facia, bunlar arasında onsuz kalmak
12
ayrı bir faciadır. Zira, benim hesabı ma bunlardan intikam almasını bir o biliyordu. Ve bir güzide için bin baya- ğıye tahammül etmek kudretini, ben ondan alıyordum.
Burada güzide (1) ve bayağı keli melerini kullanırken, alelumum münev verlerle halk yığınını kastettiğim anla şılmasın. Hayır; bp, güzide ve bayağı tasnifini ben yalnız münevverler ara sında yapıyorum. Halk yığını, asıl mil let kitlesi kendisinde daima mübarek lik, büyüklük ve asalet mefhumları mündemiç (2) olan bir cemiyet hamu rudur. Gerçi bütün güzideler gibi,
bü-Şiirin sadeleştirilmiş şehli
K I Ş
I
Y ine Kış,
Y in e akşam güneşinde, ah o bakış, Y ine yollarda serseri dolaşan İnildeyen yuvasız bir sürü kuş.
Bom boş kalan ovalar
S u su yo rm u ş sa n ılır m evsim in gam larile, H arâb olan sarı yollarda, kalm am ış, ne gelen, ne giden,
şim di yaln ız yığın yığın yaprak durm adan hiç sü rü klen ir bir uzak, ıztıra p la r için deki üm itsiz ufka...
Y in e Kış, yine Kış,
bütün em elleri bir ağlayan dum an sarm ış
Ahmet Haşim - Şevket Rado
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
tün bayağılar da ondan çıkıyor. Lâkin halk, bu hadisede bitaraftır, gayrime- suldür. Tıpkı, tabiatın kendi bağrında olup bitenler karşısındaki ulvi ve aza metli lakayıtlığı gibi... Zaten, eğer, Ahmet Haşim, içtimai sınıf telakkileri ne göre bir tasnife tabi tutulacak olur sa, onun yeri bir münevverler aristok rasisi içinde değil, tam halkın göbeğin- dedir. Haşim, zevkleri, yaşayış tarzı ve kalbinin ilk hareketleri itibariyle halktandı. Onun içindir ki yazılarıyle ne kadar dar bir azlık tarafından
ta-nılmış ise, şahsiyeti itibariyle o kadar geniş bir popularite’ye malikti.
★
Haşim’in sevmediği tipler, iğrendi ği tipler türedilerdi. Yani gerek edebi yatı, gerek ilmi, gerek politikayı ken dilerine basamak yapıp yüksek bir re fah seviyesine erişmek isteyenler veya erişenlerdi. Haşim, bu gibi tiplerin ede biyatta olsun, ilimde olsun, politikada olsun daima en ehemmiyetsiz, en bil gisiz, en samimiyetsiz kimseler
ârasın-dan fırladığım görmüştür. Bunların ki mi, Ahmet Haşim’in mektep arkadaşı, kimi talebesi, kimi hayranı, kimi mah- misi, kimi sadece tanıdığı idi. Birer bi rer yanından ayrılıp öne geçtiler. Za vallı Haşim, bir bankanın kendisine yol verilen bir memuru iken, onlar, müdiriumumiliklere kondular. Zavallı
Büyük şair Ahmet Haşim’in pek az görülen bir gençlik resmi. Haşim, orta mekteplerde ders vereyim diye sürüm sürüm sürünürken onlar profesör kürsülerini işgal ettiler ve o, müthiş hastalığım tedavi ettirmek için kısa bir Avrupa seyahati imkânını di lenirken ciğeri beş para etmez, sırf adale ve etten mürekkep inkılap soy
guncuları Londra’nın, Paris’in, Ber lin’in en muhteşem otellerinde, en kon forlu daireleri kiralıyorlar ve en lüks su şehirlerinde rakıdan, şampanyadan yıpranmış böbreklerini en son, en pa halı kür usulleriyle tamire çalışıyor lardı.
Ahmet Haşim, bunları görüyor, his sediyor ve içleniyordu. Onun bu halini alelade bir kıskançlığa, bir kem göz lülüğe atfedenler ne kadar merhamet siz ve ne kadar haksız bir tarzda ya nılıyorlar. Ahmet Haşim, belki edebi yat sahasında kendisi kadar sevilen bir şair olduğu için bir Yahya Kemal’i kıskanmıştır. Belki bir Falih R ıfkı’da kuvvetli polemik nesrinden dolayı bir rakip görmüştür. Fakat, hiç bir husus ta kendisiyle denk olmayan; hareket lerini gülünç, düşüncelerini boş ve zevklerini süfli (4) bulduğu insanları Haşim, ne diye kıskanacak?
Onun bunlara karşı duyduğu his, ol sa olsa, isyan ve istihkar kelimeleriy le ifade edilebilir. İsyan o cemiyete ki, kendi içindeki kıymetlerin neden iba ret olduğunu bilmez. Elinde hakiki kıy metlerle sahteleri ayırt edecek bir öl çüye malik değildir. Onun için, teda vüle hep kalp akçaları çıkarır ve meş hur bir kanuna göre bu kalp akçalar, sağlamları kaçırır ve o cemiyetin ci han içindeki kredisini bozar.
Cihan içinde mi? İşte Haşim, bura da yanılıyordu. Cihanın hangi cemiye ti vardır ki, onun nizamı, bir hakikî kıymetler istifasına göre kurulmuş ol sun? Dünyanın her tarafında, cemiye tin nimetleri tuttuğunu koparabilenin- dir ve bu çeşit bilekler ise, en ziyade Haşim’in beğenmediği kaba saba vü cutlarda bulunur. Fakat, ne yapalım ki, Haşim; bunları insandan bile telak ki etmiyordu (5). Onun için insanlığın yegane şiarı (6) yüksek bir edebi zevk sahibi olmaktı. O, edebi zevk derken, hiç şüphesiz, bir nevi duygu ve anlayış terbiyesini, bir nevi zekâ ve gönül
in-çeliğini kastediyordu. Gerçekten bu terbiye ve bu incelikten mahrum kim selerin, hayatta bunlara malik olanlar dan ziyade kâm alacak mevkileri işgal etmeleri Haşim’e vicdanın, aklın kalbul edemeyeceği bir canavarlık, bir vah- şiyane gasıplık (7) gibi geliyordu.
Lâkin bu çeşit adamlar, eğer hiç bir şeyi duymayacak, anlamayacak, hiç bir şeyin hakiki ve yüksek tadına ere- meyecek bir halde iseler, bunların Ha- şim gibilerden gasbedecekleri saadet payı acaba ne olabilir? Zenginlik ve ya mevki, birdenbire, bunların zekâla rını açıp duygularını inceltebilir mi? Bunlar en feerik (8) dekorlar içinde ve her türlü huzuz imkânları arasında bizim tiksindiğimiz o kaba saba yaşa yışlarına devam edip gitmeyecekler mi? Bunların güzel tabloları olacak, fakat, kendileri göremeyecekler; bun ların yüzlerce kıymetli kitapları ola cak, fakat, kendileri okuyamayacak lar; bunların türlü güller ve çiçekler le bezenmiş bahçeleri olacak, fakat, onları koparıp koklamasını bilmeye cekler. Bunların melekler gibi dilber metresleri olacak, fakat, ağızları baş kalarına gülümseyecek, gözleri başka larını çağıracak. Bu itibarla, his ve fikir kültüründen mahrum her zengin ve ikbal sahibi adama, masalcının al tın yığınları üstünde açıktan öldürdü ğü zavallı Harunlar nazariyle bakma lıdır ve onlara maddeten sahip olup da manen malik olmadıkları şeyler için acımalıdır.
★
Lâkin, Haşim, acımak nedir, hiç bil mezdi. Her paiyen gibi kalbi mermer dendi. işte, onun, hemşerisi Fuzuli ka dar büyük bir şair olmamasının sebe bini burada aramak lazım gelir. Zira, bir şair, ancak kalbiyle, kalp tarafın dan büyüktür. Muhayyelesi ne kadar geniş, ifade kudreti ne kadar yüksek, ruhu ne kadar ahenktar olursa olsun,
kalbi insani bir şefkatle çarpmayan şairin büyüklük ve ululuk mertebesine ermesinin imkânı yoktur.
Suares: «Biz, Musset’yi daima seve riz. Çünkü o, daima sevdi.» diyor. Mus- set, devrinin muhayyele, ifade ve ahenk itibariyle en büyük şairlerinden biri değildi. Fakat, derin bir gönül acı sı esnasında o devir şairlerinin
arasm-Büyük nâsir Yakup Kadri Karaosmanoğlu
da hâlâ seçip okuduğumuz kimdir? Ha yatın çevri, cefası altında artık nefes almayacak kadar bunaldığımız vakit gene o devrin şairleri içinde Verlain’ den başka kimin kapısına başvurabili riz?
Çünkü, biri daima sevdi. Çünkü öbü rü daima ıstırap çekti. Sevgi ve ıstı rap... İşte, şiirin başlıca iki unsuru.
Ahmet Haşim’in şiirlerinde bunlar dan ne biri, ne öbürü vardı. Bu yüz den Haşim’in yası bende teselli kabul etmez bir elem olmuştur. Zira, bırak
tığı şiirlerle, yüreğimde açtığı boşluğu bir türlü dolduramayacağım.
Onun ölümünden sonra yazı yazanlar dan biri, zannedersem Nurullah Ata Bey; «Haşim’in şair tarafı ebedidir ve daima bizde kalacaktır. Ona acımıyo ruz». demişti. Fakat Ahmet Haşim’in bence en aziz olan tarafı şahsiyetinin bu cephesi değil, asıl öbür cephesi idi. O, kendisinden şiirlerine pek az şey vermiştir. Aksi taktirde, bize ondan bodleriyen (9) bir âlem kalması lâzım- gelirdi. Gerek lanetleme dehası, gerek şeytani hassasiyeti, ona asi ve asil ruh ların sığınacağı böyle bir tatlı cehen nem yaratmak kudretini vermişti. O, bunu büyük bir fırın ocağının kıvılcım ları halinde havalara dağıttı.
★
Ben işte buna acıyorum. Ahmet Ha- şim, son sözünü söylemeden ve asıl eserini vermeden giden bir büyük sa natkârdır. Gerçi ölümün pençesi yaka sına yapıştığı gün, o, çoktan kırk beşi ni geçmiş, ellisine yaklaşmış bir adam dı. Fakat, ruhu ve zekâsı ile gençlik yıllarının bahar taravetini (10) muha faza etmekte idi. Bahçesinde yeniden güller açabilirdi. Yeniden ağaçları ye mişlerini verebilirdi. Bu güller, hiç
şüphesiz, çok sevdiği haşaş çiçekleri gibi mağmum ve zehirli olacaktı. Bu yemişler, Hint ormanlarında yetişen tropika meyveleri gibi acayip ve kes kin bir tat verecekti ve bizim bunlar dan alacağımız zevk, bir esrarkeşin kendi çubuğundan aldığı zevkten daha sıhhi olmayacaktı. Lâkin, gönül azap larının son haddine varmış birtakım bedbahtların acılarını ve derin melalle rini (11) o zehirli devalardan başka ne teskin edebilir?
İşte, Ahmet Haşim’in şiirleri, böyle- leri için bitmez tükenmez bir teselli kaynağı olacaktı. Zira, bunların ruhu onun ruhuyla elemde ve gamda kardeş tir. Haşim, bunları düşünmeden gitti. Hayratım başkalarına bıraktı. Biz de, bunun içindir ki her susuzluğumuzu dindirmek istedikçe onun mezarı üs tünden atlayarak ve ıssız, engin bir çö lü geçerek ta Fuzuli’ye, oradan ta Yu nus’a kadar sürüklenip gitmeye m ec
bur olacağız. •
(1) Seçkin, (2) Saklı, (3) Aldırmazlık, (4) Aşağılık, (5) Saymıyordu, (6) İnsanlığın tek gayesi, (7) Zorla ele geçirmek, (8) Periler âlemi, (9) Şair Baudelaire gibi, (10) Tazelik, (11) Usanç.
AHMET HAŞİM SÜLEYMAN NAZİF’İ ANLATIYOR:
A te şli bir m izaca sah ip olan ve İstanbul dü şm an lar tarafın dan işgal edildiği zam an yazdığı şiddetli y a zıla r yüzünden M a lta 'y a sü rü len Süleym an N a z if’in ölüm ünün birinci yıldönüm ünde A hm et Haşim şu sa tırla rı yazıyordu:
«Süleym an N azif'in geçen sene öldüğünden tabii h iç kim senin şü ph esi yok. F a k a t bu hayret verici insanın artık yaşam adığı fikrin e alışm a k da ne m üşkül. H âlâ bize bir oyun yapm ak için bir tarafta gizlen diğini ve nerede ise bir kapı a rkasın d an sesin in ge le ce ğin i z a n nediyorum . Ebedi kudretlerle aynı cin sten olan bu adam ın ölm esi rüzgârın ebediyyen durm ası gibi insana gayrı tabii görünüyor.»
16
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi