MEVLÂNÂ
ENSTİTÜSÜ
T
AHRAN Üniversitesi Mevlânâ Kürsüsü Ordinaryüs Pro fesörü «Firuzan Fer» hazretleri —ki (Divan-ı Kebiri) as lına mutabık olarak toplayıp neşreden ve bizler gibi Mev lâ nâ âşıklarına cild ciid gönderen bir zattır, geçen senelerde İstanbul’a teşrif ettikleri zaman, kendisi ile mülakatımda:---- Hazret-i Mevlânâ’nın türbesi sîzdedir, fakat kendisi bizdedir.
Demiş, ben jde:
— Aman muhterem üstad, nasıl olur? Mevlânâ bu memle kete ilim vermiş, irfan vermiş, elindeki hakikat mcş’alesi ile mir saçarak, bizim yolumuzu aydınlatmış.
Dedim.
Üstad bu sözüme karşı, kısaca şu cevabı verdi:
— Evet, amma hani üniversitenizde bir Mevlânâ Kürsüsü?! Haklı söze ne denir?
Biz Galatasarav’da okurken Farisî hocalarımız Veled Çe- 1/bi, Muallim Fevzi efendiler gibi Farsçaya hakkı ile vâkıf adamlardı. Bizlere (Sa’di) yi, (Hafız) i, (Hayyanı) ı okuturlar dı. Bu meyanda BJesnevî’den de misaller verirlerdi.
Bugün, Farsçanm adı «Acemce» oldu ve Farisîyi değil doğ ru dürüst Türkiye’yi bile öğrenemediğimiz bu asırda, edebiyatı ufuklara sığmayacak kadar geniş olan Farisî lisanını, tamamen lüzumsuz addediyoruz.
Bu, bizler gibi şark edebiyatına âşık olanları elbette mah zun ediyor, yavaş yavaş bu ilim kaynaklan kuruyor.
Şunda Farsça bilen ve okutabilmek kudretine sahip olan 4 -5 kişiden ibarettir, onlar da gitti mi? Sa’di’lere, Hafız’lara, Ilayyam’lara elvedâ demek icabeder.
Hiç kimseye yanmıyorum da, şarkın ve garbın önünde diz çöktüğü, Mevlânâ’yı bu derece ihmal edişimize hayıflanıyorum.
Mevlâıîâ’yı yalnız O’na dört elle sarılaıılar, Mesnevî’yi, kendi kendilerine okuyup anlamağa çalışanlar, bir dereceye kadar tanıyabiliyorlar.
Halbuki bizde Mevlânâ haşlıbaşına bir ilimdir. O umman dan bir avuç su alana ne mutlu!
Mesnevî’yi tercüme ve mümkün olduğu kadar şerh eden birkaç kişi kaldı, onlar da çok yaşlandılar. Biliyorum son ne feslerine kadar vazifelerini yapacaklar, kendilerine feyz almak için dehâlet edenlere bu âb-ı-hayattan birer «cur’a» verecekler, fakat herşey fânidir.
Mithat Buharî beyin yerine kimi koyacağız?
Münir Çelebi daha ne kadar susamışların, ateşine çaresaz olacak?
Abdülbaki Gölpınarlı ki, hakikaten bir ilim pınarıdır. O’nu kiminle telâfi edeceğiz?
Tanıdığım bu zevat âşıklara, aşk piyaleleri sunuyorlar, fa kat görüyorsunuz ya bir dördüncü bulamıyoruz.
Ben bu elemle düşünür iken, bu sene Millî Eğitim Bakanı İhtifalin açılış merasiminde Konya’da, 1968 senesinde Mevlânâ türbesinin yakınında satın alınan bir arsaya Mevlânâ Enstitü sü için temel atılacağı müjdesini verdi.
Bu öyle bir haberdi ki bütün benliğimi büyük bir haz ve sürür ile doldurdu.
, Enstitünün Konya’da kurulmasının, başka bir mânası var dır.
Asırlarca Selçuk İmparatorluğuna payitaht olan Konya, bundan sonra bir ilim merkezi olacaktır.
Bütün Anadoludan bilgi edinmek isteyenler, fevç, fevç Kon ya’ya gelecekler ve bu ilim güneşinin feyizli nurlarından ışık lanarak bilgilerini her tarafa neşredecekler.
O zaman kimse bizi Mevlânâ’yı ihmal ile suçlandıramıya- cak ve biz bu enstitü ile dünyalara sığmayan bu muazzam ada mın bize verdiği ilim kaynaklarını âleme yaymak için ilk adı mı atmış olacağız.
Her sene, görüyorum ki, şarktan garptan Mevlânâ için zi yaretçiler ziyadeleşiyor.
Öyleleri var ki her sene muayyen g ü n lerd e, memleketinden kalkın, O’nun huzurunda niyaza geliyorlar.
Mevlâriâ’yı bilen de geliyor, bilmeyen de geliyor.
İşte bu enstitünün himmeti ile bilmeyenler O’nu daha iyi öğreneceklerdir.
Mesnevi de insanlığın kitabıdır. - Cami ne güzel söyler:
Peygamber değildir amma kitabı vardır.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi