• Sonuç bulunamadı

Mühürdar'da bile Batı müziği vardı:Legion d'Honneur nişanı sahibi müzikçi Leon Ekserci ile bir huzurevi sohbeti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mühürdar'da bile Batı müziği vardı:Legion d'Honneur nişanı sahibi müzikçi Leon Ekserci ile bir huzurevi sohbeti"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

£. / <>•

V

H

AFTANIN KONUĞU

“Légion d ’Honneur" nişanı sahibi müzikçi Leon Ekserci ile bir huzurevi sohbeti

‘Mühürdar’da bile Batı müziği vardı’

Öncelikle, halkın kulağını çoksesli müziğe alıştırmak gerektiğini; bu yolda, Mahler, Brukner veya Stravinsky gibi sanatçıların yapıtlarıyla

işe girişilerek hedefe varılamayacağını belirten Leon Ekserci, Batı müziğine karşı “ alerji ” yi yok etmek için hafif, canlı ve çekici

yapıtlardan yararlanılmasını öğütlüyor. Yüzyılın başında da İstanbul’un gazino ve bahçelerinde bu tür bir gelişme yaşandığını anlatıyor..

İstanbul, 1906 doğumlu olan Leon Ekserci, müzik öğrenimini 1923 ila 1928 tarihleri arasında, Paris’te tamamladı. Keman öğretmeni, besteci, konferansçı ve eleştirmen sıfatıyla müzik alanının çeşitli dallarında çalışmalar yapan Leon Ekserci, “ Chevalier de la Légion d ’Honneur” ve ‘‘Officier d ’Academie” nişanlarıyla İtalya Cumhuriyeti’hin " Liyakat Madalyası” na sahip. Hayatı boyunca birçok öğrenci yetiştiren Leon Ekserci, Paris’te ",Keman Sanatı” ve

“ Kemancının Gündelik İdmanı” adlı iki kitap yayımlamış. Ayrıca çeşitli tarihlerde, Fransızca ve Türkçe makaleleri yayımlanmış. Piyano öğretmeni olan eşini ocak 1986’da yitirdikten sonra Nişantaşı’ndaki Alman Huzurevi’ne yerleşen Leon Ekserci, halen burada yaşıyor...

Cezmi Ersöz

L

eon Ekserci ile tanışmaya giderken Ser­vet Tanilli'nin tedavi olmak için kaldı­

ğı Leningrad Hastanesi’nde karşılaştı­ ğı piyanist kadını düşünüyordum. Sov- yetler’in en seçkin piyanistlerinden biri olan bu kadının iki kolu da felç olmuş ve öm rü­ nün bundan sonraki yıllarında kesinlikle pi­ yano çaiamayacakmış!.. “ Server Hoca” ken­ di dramını unutup bu piyanist kadının traje­ disiyle bütünleşmiş orada. Anlatırken, göz­ leri doluyordu...

Leon Ekserci’nin durumu pek böyle değil tabii ki. O, yıllarca keman hocalığı, müzik yazarlığı, bestecilik ve icracılık yapmış, ye­ tiştirdiği öğrencileri şimdilerde dünyanın en büyük orkestralarında şef kemancı olmuşlar; yine dünyanın önde gelen müzik otoriteleri onu sıkça ve saygıyla anmışlar, yayımladığı makale ve kitaplar birçok müzikçiye yol gös­ termiş ve dünyadan hiçbir şey kaçırmamış, hiçbir şey esirgememiş kendisinden, yirmi yıl­ dan bu yana giderek fonksiyonlarını yitiren sol kolu, en verimli yıllarında onu birdenbi­ re çaresiz bırakmamış, zaman tanımış ona... 1906 İstanbul doğumlu, çok sevdiği piyano hocası karısı 1986 yilında ölünce, Nişantaşı’ndaki Alman Huzurevi’ne yerleş­ miş, benimsemiş, bu yalnızlarevini.

• Sayın Leon Ekserci, müzik

eğitiminizi nerede gördünüz?..

Hocalarınız kimlerdi?

M Paris’te müzik eğitimi gördüm. Marcel

Chaiîley, Edouard Nadaud ve Georges Dan- delot gibi ünlü keman ve müzik öğretmenle­

rinden ders aldım.

• Müziğin hangi dallarında

çalışmalar yaptınız?

■ Öncelikle, ben keman hocasıyım. Sonra müzik araştırmacısı ve eleştirmeniyim.

Müzik eğitimi, keman tekniği ve çeşitli mü­ zik akımları hakkında yüzlerce risalem ve bir­ çok kitabım vardır. “ Müziğin Sihirli Atanın­

da Bir Gezinti” adlı ve kimi makalelerimi

kapsayan bir kitabım yakında Fransa’da ba­ sılacak. Ayrıca bestekâr, yorumcu ve ic­ racıyım.

Müzik alanında yaptığım çalışmalar nede­ niyle “ Chevaiier de la Legion d’Honneur” ve “ Officier d’Academie” nişanlarıyla İtal­ ya Cumhuriyeti’nin liyakat madalyalarına la­ yık görüldüm.

• Öğrendiğim kadarıyla sizin, çok

sesli Batı müziğinin ülkemizde

yaygınlaşması konusunda birçok

çalışmanız olmuş. Ama şu da bir

gerçek ki çoksesli Batı müziği

ülkemizde pek sevilmiyor, nedeni

nelerdir sizce?

■ Haklısınız...

Bakın, 19 Ekim 1987 tarihli Milliyet Ga­ zetesinde yayımlanmış bir araştırmaya göre Türkiye’de çoksesli Batı müziğini sevenler, hâlâ nüfusun yüzde 1,5 gibi cüzi bir oranını buluyor... Bunun birçok nedeni var elbette. Öncelikle halkın kulağını çoksesli müziğe alıştırmak için evvela hafif, canlı, sevimli ve çekici eserlere başlamak gerekir. Yoksa Güs-

tav Mahier, Brukner, Stravinsk veya Boulez’-

in eserleriyle işe girişmek suretiyle hedefe va­ rılmaz, ancak Batı müziğine karşı bir alerji ve nefret uyandırılır.

• Ama geçmişte ülkemizde

ülkemizde çoksesli Batı müziğine

daha yoğun bir ilgi vardı, değil mi?

■ Evet, çok daha fazla...

Batıya ilk pencereyi açmış olan Sultan II. Mahmut, ünlü besteci Gaetano Donizetti’nin kardeşi Giuseppo Donizetti’yi İstanbul’a da­ vet etmişti. Mükemmel bir müzikçi olan bu şahis, 1826 yılında Saray’da vazife almış, nü­ veleri 1794 yılında “ Monsieur Manguel” adında bir Fransız müzikçisi tarafından ku­ rulmuş olan askeri bandoları geliştirmiş ve

Müzikai-Hümayûn denilen Saray Konserva- tuvarı’m 1831 yılında kurmuştu. Yüzyılın

başlarında Taksim ve Tepebaşı gazino ve bahçelerinde, Pera Palas ve Tokathyan otel­ leri salonlarında, hatta Kadıköy’de Mühür­

dar Bahçesi’nde, mükemmel orkestralar, Batı

müziğinin en seçkin örneklerini kültürlü müş­ terilere dinletirlerdi...

Bakın, size başka bir çarpıcı örnek vere­ yim:

Ünlü kemancı Huberınan’ın ilk kez İstan­

bul’a gelişinde, bir grup coşkun müziksever, bir vagon tutarak üstadı karşılamak üzere

Eidirne’ye gitmişlerdi...

İstanbul’un sahne olduğu bu faal ve zen­ gin müzik hayatının somut bir delili olarak

Beyoğlu’ndaki muazzam müzik mağazaları­

nın varlığını gösterebiliriz. Sayıları dokuzu bulan bu mağazaların bugün teki bile kalma­ mıştır. Mamafih, son zamanlarda ülkemiz­ de müzik alanında bazı ümit verici adımlar atılmıyor değil... İdil Biret, Suna Kan,

Ver-da Erman, Ayşegül Sarıca, Pekinel kızkar- deşler, Nuri İyicil, Suna Koral ve daha bir­

çok seçkin yorumcular, Hikmet Şimşek, Ren­

gin Gökmen, Cem Mansur ve Gürer Aykal

gibi orkestra şefleri çağdaş Türk müziğini ge­ rek yurtiçinde gerekse dış memleketlerde ba­ şarıyla temsil ediyorlar. İstanbul Devlet Sen­

foni Orkestrasının verdiği konserleri her haf­

ta Atatürk Kültür Merkezi Salonu’nda coş­ ku ve heyecanla takip eden binlerce aydın gencin varlığı bu inancımızı pekiştirmektedir.

6

Fot oğraflar: İR FA N K U ZU

(2)

O Türk folkloründeki bazı eserler,

çok sesli yapılmaya elverişli mi?

■ Elbette, elverişli...

Söz konusu musikinin tarihi ve etnik de­ ğeri inkâr edilemez. Lâkin, onu bir kültür hâ­ zinesi gibi muhafaza etmek ve yaşatmakla be­ raber, çok sesli sanatın açtığı yeni ve geniş ufuklara doğru götürmek zamanı gelmiştir. Gayet canlı ve cazip olan Türk folkloruna ge­ lince, Batı tekniğini ustalıkla kullanan birçok değerli bestecilerimizin yaptığı gibi, ondan esinlenmek suretiyle çok zengin eserler bes­ telem ek m üm kündür. Şahsen, “ Ayın

Ondördü” ve “Çamdan Sakız Akıyor” adın­

da iki halk türküsünü mezzo-soprano ve yaylı sazlar orkestrası için düzenlemiştim. Devlet Konservatuvarı şan öğretmenlerinden Yıldız

Dağdelen tarafından başarıyla yorumlanmış­

lardı.

• Burada neler yapıyorsunuz?

■ Piyano öğretmeni olan eşimi 1986 yılın­ da kaybettikten sonra, buraya geldim. Bu­ gün 83 yaşımdayım. İşin doğrusu artık anı­ larımla yaşıyorum. Dünyanın dört bir yanın­ dan sanatlarını icra eden talebelerimden al­ dığım övgü ve sevgi dolu mektuplar, şu an içimi aydınlatan ve beni hayata bağlayan ye­ gâne şeyler...

(Masasının üzerindeki dosyaların içinden bir mektup çıkarır ve okumaya başlar bazı satırlarını...)

...Bakın bir talebem mektubunda şöyle yazmış benim için:

“ Diz çöküp size teşekkür etmek istiyo­ rum?”

Ne güzel değil mi?

Tabii çok sık olmamakla beraber, müzik konusunda yazı yazmayı ihmal etmiyorum.. En son, Orkestra Dergisi’nin Şubat 1989 sa­ yısında, değerli müzik bilgini Cevat Memduh Altar’a ithaf ettiğim “Tek sesli müzikten çok sesli müziğe geçiş” başlıklı bir yazım yayım­ landı.

• Keman dersi vermiyor musunuz

artık?

■ Pek vermiyorum. Çünkü sol kolum ar­ tık işlevini tamamen yitirdi.

Sıkıntılarım, 1969 yılında başladı. Beyin­ deki bir tümör yüzünden. Artık keman ça­ lamıyorum. Bu yüzden eskisi kadar verimli olamıyorum. Ama talebelerim olmuyor de­ ğil... Şimdi minik bir kız talebem var... Ta İsviçre’den babası getirmiş, ders vermem için... Bakın kemanı şurada duruyor.

(Köşedeki iskemlenin üzerinde bir keman duruyor, üzerinde pembe bir hırka var.)

Haftada iki-üç kez ders veriyorum ona... Çok yetenekli bir kız. Bu sol kolum yüzün­ den, verdiğim derslerde önceliği, ben de, ya­ yın kullanma becerileri üzerinde yoğunlaştı­ rıyorum.

Ruh vücutta neyse, yay da kemanda odur, çok önemlidir yani... Yay tekniğinden son­ ra diğer konulara geçiyoruz.

Benim, ‘sol elin kemanda en etkili kullanımı’ konusunda özel bir yöntemim var. Kemanda sol elin baş parmağını hafifçe ser­ best bırakmak lazım.. Bu konuda, Cevat Fehmi Altar, benden çok şey öğrendiğini ıs­ rarla vurgulamıştır birçok yerde...

• buradaki insanlar ve anılarınızdan

başka kimseniz yok mu?

■ Hayır kimsem yok... Buradayım işte...

• Kemanınız nerede?

■ Artık çalamayınca kemanlarımı dostları­ ma dağıttım. Bazıları çok kıymetliydi... □

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Urfa yakınlarındaki Göbekli Tepe’de yapılan kazılarla, yalnızca dünyanın bilinen en eski ve en büyük kutsal alanı gün yüzüne çıkarılmış olmadı.. Aynı zamanda,

Araştırmacılar ayrıca hipokampusun kesin görsel-mekânsal bilgi ile ilgili bağlantıları içeren septal bölgesinin hâlâ hızlı, doğru bir mekân belleği

Massachusetts'deki McLean Hastanesi'nin bir parçası olan beyin bankasının, bu hastalıkların temelinde yatan nedenlerin detaylı olarak araştırılması için

Geçtiğimiz yıl- larda tanıtılan Boeing 737 Max’ın bazı durumlarda yere ça- kılmaya eğilimli olduğuna dair endişeler firmayı büyük za- rara uğratmış neredeyse tüm

Bu nedenle, klinik ve laboratuvar ola- rak KKKA açısından şüpheli olgularda kene tutunması veya keneyle temas öyküsünün olmaması, KKKA

“GTM icrası yapan keman sanatçıları hakkında bilgi veririm.” maddesine bağlı olarak olumlu yöndeki dağılımların (İleri düzeyde ve Yeteri düzeyde) ve

Bu açıklamalar doğrultusunda yukarıda yapılan tespitlere göre, kemanın Türk müziğinde kullanılmaya başlanmasından önce Türk müziğinde icra edilen yaylı sazların

On bir, on iki yaşlarında çok sevimli bir çocuktu. Siyah saçları gözlerinin üstüne dökülmüş, kara kara parlayan gözlerinin içi gülüyordu. Sırtında da kendisi