i Kl VK T
1
7- s
m
Y urd d ış ın d a n : 2 rı j
Paris intibaları
Zevk, san’at ve para elele verince vakarlı ve asil harabelerden bir şehir için ne güzel ümran abideleri çıkabilece ğini en çok Romada görmüşümdür. P a riste ise daima dikkatimi dürten şey, büsbütün ayrı: Bir kere daha anlıyorum ki güzellik başka, yenilik başka!. Bugü nün Parisindeki en güzel şeyler mutlaka en yeni olanlar değildir, hatta hiç değil dir!
İleri teknik, gün görmüş bediaların de ğerini büsbütün belirtmeğe çalıştıkça şe hir daha seçkinleşiyor. Bunun yanında tufeyli bitkiler gibi türeyen eserlerin ço ğu züppe ve sevimsizdir. İşte İstanbulun iyi düşünmesi lâzım gelen bir nokta! Çünkü insanları istismar için, beşerin ba zı şuursuz salgınlıkiarını hırslı tüccar gö zde görüp kullanan ruh, san’ata da mu sallat oldu.. Reklâm, yalan ve patırtı, zaten bin türlü şamata içinde anlayışı durmuş gibi görünen bazı kalabalık yı ğınlarının yalnız kafasını değil, idrakini de şişiriyor.
Kalp para sürer gibi mağşuş moder - nizm mürabahacılığı yapanlar burada da çoktur. Lâkin kültürün polisi daima uya nık. Ve o sayede kafalar hoyrat bir a- narşiden ziyade inzıbatlı bir hürriyet içinde yaşamağa alışıyor.
Mimarî, tezyin filân gibi san’atlarda memleketimizin piyasasına düşen model lerin - esefle söylerim - her vakit muvaf fakiyetle seçilmiş olduğunu sanmamalı!. Çok dikkat ediyorum; bizde Avrupayı ya hiç bilmiyenler, ya pek az bilenlerdir ki buralara dair en koyu kanaatle pelte pelte hükümler verirler. Biraz tevazu ve şüphe ile konuştunuz mu iş fenalaşıyor. Der’akab toy münekkidler kaleme dav ranıyor ve tabanca sıkar gibi bir dille size geri kafalı ve ilerleme düşmanı di yor. Dünden kaldı diye bazı nefis eşya yı elden çıkarıp soysuz ve süprüntü kol- tukçu kübizmine gönül veren zevk feda ileri sayısızlaştı!
Hemen durmalıyım ve bir noktayı ay dınlatmalıyım: Sanılmasın ki modernizm fena bir harekettir. Dün, bugün, yarın ve her zaman fena olan şey, her temayülün âdisi ve bayağısıdır. İleriye atılmak na sıl vazifemizse yeniliği iyi seçmek de öy lece borcumuzdur.
İşte hiçbir neslin unutmaması lâzım gelen nokta... Dileriz ki bunu gençleri miz de sık sık hatırlıyabilsin!
* * *
Luvr (Louvre) müzesinin heykel da iresini şimdi haftada bir iki kere gece a- çıyorlar. Işık verme tertibatı pek mükem mel olmamasına rağmen manzara ger - çekten görülecek şey... Sergiyi gezmek için buraya kadar gelenlere dostça tav siye ederim. Fevkalâde bir nefise gör - mek isterlerse oraya kadar da gitsinler. Herhalde pişman olmıyacaklardır.
Parlamentolar Birliği azası dün Fran sız san’atı sarayına davetliydi. İstanbul konferansına bizzat iştirak etmiş olan meşhur Mario Roussan’la M. Gandace mihmandarlık ettiler. Düşüncemi kısaca söyliyeyim:
Sergi hakkında herhangi bir dille ko nuşmak mümkün. Çünkü bu kadar azim tesisat karşısında hertürlü lâkırdıya yer var. Bence çok güç olan şey, sergi hak kında lâkırdı söylemek değil, onu bık - madan, üşenmeden gezmeğe muvaffak olmaktır. Biter tükenir şey değil, halbu ki ziyaretçilerin zamanı gibi tahammülü de mahdud... \
Dün gece yeni (Trakade.ro) dan a- şağıya doğru merdivenleşen manzaraya baktım ve düşündüm. Malûm ya, zavallı Eyfel kulesile eski Trakadero’yu Fran- sızlar tıpkı Celâl Muhtar Beyle Hallaç- yan Efendiye çevirmişlerdi. Bizim eğlen ce gazetelerimize bir zaman en zengin sermaye olan o iki bay bile Fransız hic vinin bahsettiğim binalara attığı dahme kadar bombalanmadı.. Fakat yeni Tra- kadero pek mi güzel?. Bence hayır! Ba zı akşamı, hele orta katındaki soğuk ke merleri kaldırılan Eyfel kulesi - düne nisbetle - daha az mı çirkin? Sanırım ki evet... Fakat bunu hemen söylemeli ki yeni ışıklama tertibleri altında geceleri, paris pek hususî bir kılık takınıyor.. Ge niş, kibar ve haşmetli... Sergide de ten vir işi çok büyük yer tutmuş.. Bu kadar zengin tesisat, yalnız Barselon’da gör - müştüm..
H er nerede olursa olsun seya - hat ederken birdenbire benim kar şıma çıkan bir kafadar vardır: Ay. Onun bizim denizlerimize, orman - larımıza işlediği rüyadan güzel bü rümcüğü her toprak üzerinde göreme yiz. İstanbul semasında ay, mucizesini Marmaranm göğsüne, Boğazın kuytuluk larına sererken gökte bir Sebâ Melikesi gibidir. Halbuki garb ufuklarında za - vallı nasıl silik, nasıl bujuva, hatta ne [*]
[*] Fazıl Alımed Aykaçın ilk yazısı 6 a- ğustos tarihli nüshamızdadır.
Yazan: F A Z IL A H MED A Y K A Ç
biçare bir sima takınıyor. Buna her se - yahatimde dikkat etmişimdir. Geçen ge ce gene öyle oldu. Yeryüzünde, sağa so la koşuşan, hele Sen nehri üzerinden fis- kıyeleşip yukarıya atılan ışık herciimerci o kadar fazlaydı ki bu kalabalık arasına ayın ne diye karıştığını aklım almadı.
Bununla beraber bir de baktım ki ba bacan yukarıda! Ve yorgun, uçuk bi' yüzle o da sergiyi görmeğe heveslenmiş gibiydi. Lâkin biçareyi gökyüzünde şa şırttılar diyebilirim. Çünkü o demokrat eda takınmak istiyen, halk arasına çıkan mahlû bir hükümdar halinde - adeta bas tonuna dayanarak - yürürken tekmil pro jektörler üzerine döndü. Eyfel kulesinin üstünden dört yana çevrilen ışık olukları onun da yüzüne gözüne bir aydınlık hor tumu gibi uzandı. Yanımdaki Türk ar kadaşa bak dedim; ay tıpkı polis takibi altında bir mürteci gibi!. Gerçekten de öyleydi. Biçare ortada görünmeğe cesa ret eder etmez, Eyfel kulesi dev cüsseli bir dedektif halinde cebinden bütün ca sus fenerlerini çıkardı ve semayı allak bullak etti. Teraslar üzerindeki iskemle lerden birisine oturdum. Düşünüyorum. Önümde bütün aklın, fennin ve san’atm toplu bir himmetle vücudlendirdiği şu manzara var. Zekâ ve hayal kamaştırıcı şey!.. Ancak içimde birşey bana soru yor: §u saatte Boğaziçinin bir bucağında yalnız, su ve yaprak sesi duyarak mehtab seyretsen acaba daha hazeder miydin?
Tereddüd etmeden evet diyeceğim. Fakat bir şartla! Geçen vapurlar gündüz ve gece bütün Boğazın İlâhî sükûtu üze rine havlıyan acı, sinir delirtici ve sükût katil radyolarile bağırmasa, o kıyılarda ki ruhanî güzelliklere suikasd eden duy gusuz, kaba patırtılar olmasa. Yüzbin- lerce vatandaşın biraz başını dinliyeceği bir saate ihtiyaç olduğu takdir edilse. H e le hele durgun, serin gecelerin ensesine çivi çakarmış gibi havayı tokmaklıyan ta ka taka felâketi biraz sussa!...
Vaktile sokakta nara atanları devriye- ler çevirirdi. Simdi ayni cadde üzerinde sayısız pencereden kâh hımhım, kâh car car ve âdi bir şada çirkefi gibi bozuk radyo, âdi gramofon vaveylâsı her tarafa emniyetle yağıyor. ,
Boğaziçinde de sandalına bir motor koyan her adam, birkaç lira daha verip bir silvansiyö almamak için yüzbinlerce vatandaşın uykusunu, istirahatini bir iş kence çizmesile çiğnemeğe kendini haklı sanmaktadır. Fakat asıl işin tuhafı o de ğil... Haydi idraki tıkalı bir irfan fıka- rası bunu böyle yapsın. Ya kendisine kulağından edilen işkenceyi dinlenmek bir vazifedir sananlara ne diyeceğiz?., ilâh...
iste ilk intibalar.. Paris sergisini ilk gezdiğim gece böyle şeyler düşünüyor dum. Fakat bir yılda fikirlerim değişti mi? Tahmin edersiniz ki asla!